Din ve Ekonomi İlişkisi
Din ve ekonomi dünya tarihini
biçimlendiren en önemli unsurlardan iki tanesidir.22
Din ile ekonomi arasında karşılıklı bir etkileşim
bulunmaktadır. Ekonomi dini, din de ekonomiyi
etkilemektedir. Din sosyolojisi literatüründe bu iki
etkiden bahsedilmekte ve bu konulara ilişkin
çalışmalara yoğunluk verilmektedir. Ekonominin din
üzerinde etkisi olduğunu ileri süren birinci görüşe
laikleşme hipotezi
(secularization hypothesis)
adı verilmektedir. Bu hipoteze göre, ekonomik
gelişme bireylerin daha az dindar olmalarına yani
din ile ilişkilerinin azalmasına yol açmakta,23
kişilerin dini inançlarını ve dini faaliyetlere
katılımlarını azaltmaktadır. Bir ülkenin ekonomik ve
politik gelişimi o ülkenin dindarlığını
etkilemektedir. Diğer görüşe göre ise dindarlığın
yapısı ve boyutu ekonomik performans üzerinde
etkilidir. Özellikle Allah, cennet,
cehennem, ahiret vb. inançlar ekonomik performans
üzerinde önemli etkiye sahiptir.
Din ve dindarlık ekonomik verileri ve
ekonomik çıktıları etkilemektedir. Dini inançlar
çalışma etiği, dürüstlük, güven, tutumluluk,
hayırseverlik, konukseverlik gibi özellikleri teşvik
etmek suretiyle insan davranışlarını etkilemekte ve
bu sayede de ekonomi üzerinde tesirli olmaktadır. Bu
özellikleri artırmak, insanları bu tür özelliklerle
donatmak dindarlığı artıracak ve yatırımları ve
ekonomik büyümeyi teşvik edecektir.
Barro ve McClery’nin yaptıkları bir
araştırmaya göre, dini inançlar sabitken kiliseye
katılımın artışı ekonomik büyümede azalma eğilimi
oluşturmaktadır. Bunun tersine, kiliseye katılım
sabitken cennet, cehennem, ahiret gibi bazı dini
inançlardaki artış, ekonomik büyümede artış eğilimi
meydana getirmektedir. Yani daha güçlü dini
inançlar, spesifik bireysel davranışların korunup
aynı biçimde sürdürülmesine yardımcı olmakta ve bu
da üretkenliği artırmaktadır. Bu inançlardan
cehennem korkusunun ekonomik büyüme üzerinde diğer
inançlara göre daha güçlü ve daha etkili olduğu
belirlenmiştir. Bu da göstermektedir ki din ekonomi
üzerinde yadsınamayacak derecede bir tesir icra
etmektedir.
Dinin toplumların ekonomik yapıları
üzerinde etkisi olmasaydı bütün toplumlarda aynı
ekonomik sistemlerin kurulu olması ve aynı şekilde
işlemesi gerekirdi. Bütün toplumlarda aynı ekonomik
sistemin olmaması, toplumların farklı gelişmişlik
seviyelerine sahip olmaları, farklı kültür
birikimine sahip olmaları, farklı coğrafyalarda
yaşıyor olmaları yanında, toplumların farklı
özelliklere ve farklı değer yargılarına sahip
olmalarından da kaynaklanmaktadır. Bu değer
yargılarından özellikle dinin etkisi ekonomik hayatı
büyük oranda değiştirmekte ve toplumlarda sosyal
yapıyı ve insan davranışlarını değiştirerek farklı
ekonomik yapılar ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Dinin farklı ekonomik yapılar meydana
getirmesine misal olarak İslam’daki zımmi
uygulamasını da verebiliriz. Müslümanlara faiz
yasakken, İslam coğrafyasında zımmi olarak
yaşayanlara yasak değildir. Ayrıca Müslümanlara ve
Müslüman olmayanlara farklı gümrük vergileri tatbik
edilmektedir. Bu da göstermektedir ki din, aynı
toplum içerisinde bile olsa, farklı bir ekonomik
yapı oluşmasına neden olmaktadır.
Bütün toplumlarda dinin çok büyük bir
etkisi olmasa da; özellikle bazı toplumlarda din ve
dine bağlı olarak oluşmuş bulunan değer yargıları ve
müesseseler, genel yaşayışı etkilemek suretiyle,
ekonomik hayatı da büyük oranda etkilemekte,
değiştirmekte ve yönlendirmektedir. Daha önce de
belirtildiği gibi, bir toplumun siyasi, ahlaki, dini
vb. olmak üzere sahip olduğu
özellikleri/tarafları/yanları vardır. Burada
zikredilen bütün unsurların toplumlardaki değişim
süreçlerinde az veya çok etkisi bulunmaktadır. Bu
unsurlardan etkisi daha kalıcı olan, daha derinlere
inen ve toplumun genel yapısı içerisinde ekonomik
yapısını da değiştiren unsurlardan birisi de dindir.
Mesela İslam’dan önce Arabistan’da faiz çok yaygın
bir müesseseydi. Ancak İslam bu müesseseyi tamamen
kaldırmıştır ve bu değişiklik halen daha geçerlidir.
Aynı şekilde içkinin yasak edilmesi ekonomik yönü
olan bir değişikliktir ve halen daha geçerlidir.
Dinlerin ortaya çıkış süreçleri
incelendiğinde, aslında dinin ne kadar tesirli
etkiler meydana getirdiği daha net görülmüş
olacaktır. Bütün dinler ortaya çıktıkları
toplumların yaşayışını ve dolayısıyla da ekonomik
yapılarını etkilemekte ve değiştirmektedir.
Özellikle İslam dininin ortaya çıkış sürecini göz
önünde bulundurduğumuz zaman bu durumun daha
belirgin olarak gerçekleştiğini görmek mümkündür.
İslam ilk ortaya çıktığında sosyal ve siyasi
farklılıklar yanında ekonomik olarak da farklılıklar
taşımaktaydı ve mevcut toplumla Müslüman olan
kişiler arasında ekonomik olarak da farklılıklar ve
uyuşmazlıklar kendini göstermekteydi.
İslam ortaya çıktıktan sonra yaşanan
olaylar ve ekonomik anlamda yaşanan farklılık ve
zorluklar, on yıl sonra farklı bir yere hicret
edilmesi gereğini ortaya çıkarmıştı. Ekonomik
ambargoya maruz kalan Müslümanların yaşadıkları
sıkıntılar dini anlamda olduğu gibi ekonomik anlamda
da istenen bir yaşantının sürdürülmesine imkân
tanımıyordu. Dinin daha kolay yaşanabilmesi ve
anlatılabilmesi amacı yanında, ekonomik olarak da
bağımsız olunabilmesi amacı da vardı hicret
edilmesinde.
Ekonomik olarak bağımsız olamayan bir
toplumun bağımsız bir siyasi ve sosyal yapısının
olması çok zor bir ihtimaldir. Bu yüzden dini
gerekler yanında siyasi ve ekonomik gerekler
yüzünden de hicret edilmişti. Ticareti çok iyi bilen
bir kişi olan Peygamber (SAV) iktisadi anlamda
bağımsızlığın da önemli olduğunu bildiği için
Mekke’den Medine’ye hicret edildikten sonra
Müslümanların hâkim olabileceği bir pazar yeri
kurulmasını sağlamıştı.
Hicret sonrasında Peygamber’in (SAV)
pazar yeri seçiminde gösterdiği tavır dini olarak
farklı olan insanların ekonomik olarak da farklı
olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Uygun
bir yer seçiminden önce iki pazar yerini inceleyen
peygamber, bu pazar yerlerini Müslümanlara uygun
yerler olarak ele almamış ve farklı bir pazar yeri
olması gerektiğini belirtmiştir. Çünkü daha önceki
pazarlarda İslam’ın ekonomik prensipleriyle
örtüşmeyen bazı uygulamalar hüküm sürmekteydi. Çok
yemin edilmesi, ayıplı malların sağlam mal olarak
satılması ve müşterilerin kandırılması, yapılan
muamelelerde hile ve aldatma yolunun seçilmesi,
karaborsacılık, stokçuluk (ihtikâr), tefecilik
(faizcilik) yapılması gibi uygulamalar İslam’ın
ekonomik kurallarıyla taban tabana zıt olan
uygulamalardı. Bu yüzden böyle bir ortamda İslam’ın
getirmiş olduğu ekonomik prensiplerin
uygulanamayacağını gören Hz. Peygamber (SAV),
İslam’ın getirmiş olduğu ekonomik prensiplerin
uygulanabileceği bir pazar yeri seçme gereği
hissetmiştir. Dolayısıyla dini olarak farklı olan
toplumların ekonomik olarak da farklı oldukları bir
gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu da göstermektedir ki toplumların
dini yapılarında meydana gelen değişikliklerin
etkisi daha kalıcı olmakta ve toplumun yapısında var
olan diğer bütün unsurları da değiştirmekte ve
etkilemektedir. Yani bir toplum içerisinde ekonomik
yapı diğer yapılardan izole bir parça değildir,
onlarla etkileşim halindedir. Etkileşimde olduğu
parçalardan birisi de din olduğu için bunları
birbirinden bağımsız olarak kabul etmek doğru bir
yaklaşım olmayacaktır.
Bütün dinler gibi İslam da insan
davranışlarını önemli oranda değiştirmekte ve
yönlendirmektedir. Zaten dinler insanlardaki
davranış kalıplarını değiştirmeyi, düzenlemeyi ve
yönlendirmeyi amaç edinmektedirler. İnsan
davranışlarındaki değişim ve yönlendirme hiç
kuşkusuz insanın iktisadi kararlarını ilgilendirdiği
için çok önemlidir. Ekonomik hayat insan üzerine
kurulu olduğundan insan davranışlarında meydana
gelecek olan değişiklikler de bu yüzden önemli
olmaktadır. Dinlerin getirdiği kurallar ve düşünce
biçimleri insanların pratik hayattaki davranış,
tutum, tercih ve eğilimlerini değiştirmektedir. Bu
yüzden ekonomiden bahsederken dinin etkisini de göz
önünde bulundurmak gerekli ve önemlidir.
Mesela İslam dinine mensup bir
bireyin davranışları, Budist olan bir bireyin
davranışlarından farklı olacaktır. İslam’ın hâkim
olduğu bir toplumda tüketim ve üretime, doğa ve
diğer varlıklara, sermaye ve zenginliğe atfedilen
değer diğer dinlerin hâkim olduğu toplumlardan
farklı olacaktır.33 Bu yüzden insan
davranışlarında dinlerin de etkisinin olduğunu
dikkate alarak ekonomik değerlendirme ve analizler
yapmak daha objektif sonuçlar verecektir. Çünkü
ekonomi tümüyle insan davranışları tarafından
belirlenmekte ve şekillendirilmektedir.
Mesela hemen hemen bütün dinlerde
sadaka vermeye önem verilmekte, bazılarında tavsiye
edilmekteyken bazılarında zorunlu olabilmektedir.
Önemli dünya dinlerinden Hinduizm, Budizm,
Hristiyanlık ve İslam’da var olan sadaka verme
inancı farklı ekonomik etkilere sahiptir. Bazı
dinlerde sadaka verme ameliyesi bu hayatta elde
edilebilir ve bu sayede gelecek hayatta (ahiret
hayatı) daha iyi neticeler elde edilme şansı
artacaktır. Bununla birlikte her dinde yer alan
sadaka verme işine atfedilen değer aynı seviyede
değildir.
Kalvinist
Protestanizm’de ya hiç ya da çok az sadaka verme
inancı vardır. Buna karşın Budizm’de en fazla sadaka
verme inancının olduğunu görmek mümkündür. Katolik
inancında, Hinduizm ve İslam’da ise orta seviyede
sadaka verme inancı mevcuttur. Yani
Kalvinist
Protestanizm bir uçta, Budizm bir uçta yer
almaktayken, Hinduizm, Katoliklik ve İslam ortada
yer almaktadır. Sadaka verme inancındaki
değişikliklere bağlı olarak bu farklı dinlere sahip
toplumlardaki ekonomik göstergelerde de farklılıklar
yer almaktadır.
Wesley
1760 yılında yaptığı bir çalışmada cemaat üyelerine
“Kazanabildiğiniz kadar kazanın,
biriktirebildiğiniz kadar biriktirin, başkalarına
verebildiğiniz kadar verin!" şeklinde
tavsiyelerde bulunduğunu, bu tavsiyelerin ilk
ikisinde gayet başarılı olduğunu ancak, üçüncüsünde
aynı şekilde başarılı olamadığını ifade etmektedir.
Yani insanlar kazanmaya, biriktirmeye ellerinden
geldiği kadar çaba göstermekte fakat başkalarına
verme konusunda isteksiz davranmaktadırlar. Bu
yüzden kazanma ve biriktirme üretken bir ekonominin
desteklenmesi konusunda hayırseverlikten daha önemli
görülmüştür. Yine bu çalışmada elde edilen bir diğer
sonuç da cemaat üyelerinin zenginleştikçe
dindarlıklarının azalmasıdır.
Dinlerde yer alan bazı kurallar ve
inançlar (dünyadan ziyade ahireti hedefleme, ahiret
için burada harcama yapma, hayırseverlik,
başkalarını düşünme) yüzünden dinin ekonomi üzerinde
olumsuz etkileri olduğu kanısı hâkim olmuştur. Fakat
hayırseverlik sonucunda toplumda oluşabilecek adil
gelir dağılımı sayesinde ve alt gelir grubunda yer
alan kişilerin hayırseverlik sonucunda kendilerine
verilen yardımların etkisiyle talebi ve ekonomik
canlılığı tetikleyebileceği göz önünde
bulundurulmamıştır.
Dinin ekonomi üzerinde etkili
olduğunu ortaya koyan çalışmalardan birisi de
Weber’in
“Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı
çalışmasıdır.
Weber,
insanlardaki bazı
özellikleri ve bu sayede de onların davranışlarını
etkileme potansiyeline sahip olmasını, dinin bir
özelliği olarak ele almaktaydı.
Weber’e
göre iktisadi gelişmenin anlaşılabilmesi için önce
iktisat zihniyetinin belirlenmesi gerekir.
Gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelerden hukuk ve
üretim tekniklerini aynen kopya ettikleri halde
Batıda gerçekleştiği gibi Modern Kapitalizm
gerçekleşmiyorsa; bu o ülkelerdeki insan
zihniyetinin, iktisat ahlakının farklı olmasından
kaynaklanmaktadır.38
Weber’e
göre iktisat ahlakı
sadece din tarafından belirlenmez. İktisat ahlakının
belirleyicilerinden sadece birisi yaşam tarzını
düzenleyen dini motiflerdir. İktisat ahlakı
ekonomik, coğrafi ve tarihi olgulara geniş ölçüde
bağlı olmak suretiyle kendine özgün bir yapıya
sahiptir.
Weber
bu çalışmasında dinin etkisini Protestanlıkla
ilişkili olarak ele almaktadır. Ona göre,
Protestanlık sayesindedir ki dinin ekonomi üzerinde
olumlu sayılabilecek etkilerinden bahsetme olanağı
ortaya çıkmış olmaktaydı. Çünkü
Weber’e
göre kapitalizm
hemen her yerde vardı ancak onun rasyonel
kapitalizm, batı kapitalizmi veya modern kapitalizm
şeklinde ele aldığı kapitalizm ancak Protestan olan
toplumlarda ortaya çıkabilmişti. Ancak
Protestanlıkla kapitalizm arasında bu şekilde bir
bağlantı olmadığını kabul eden yazarlar da vardır.
Protestanlığın ortaya çıkış sebebi bu
açıdan önemlidir. Özellikle kilisenin yapmaya
başladığı yanlışlıklar insanlarda tepkileri de
artırmaya başlamıştı. Kilise din için kullanması
gereken gelirleri kendisi için kullanmaya ve
insanları sömürmeye başlayınca insanların bu duruma
tepki göstermeleri kaçınılmazdı. Özellikle Ortaçağ
döneminde uygulanan Endüljans bu açıdan önemlidir.
Orijinal halini yitirmiş olan Hristiyanlık inancına
göre kişiler günahlarından arınmak için, Allah ile
kul arasındaki aracı olan din adamına, kefaret
olarak belirli bir meblağ ödemelidir. Katolik
kilisesi bu şekilde bir işlev üstlenmekle beraber
önemi bir de gelir kaynağı bulmuş olmaktaydı.
Endüljans haçlı seferleri döneminde daha da
artmıştır. Çünkü 1095 tarihinde başlayan ilk haçlı
hareketleri esnasında Papa Urban Il.'nin kutsal
toprakları kurtarmaya katılacak olanlara bütün
günahlarının affedileceğine dair endüljans
bahşedileceğini ilan etmiştir. Bu uygulama zamanla
bir sömürü müessesesi haline geldiğinden kitlesel
eylemlere neden olmaya başlamıştı. Kilisenin akraba
kayırmacılığa dayanan hiyerarşik düzeni, tayinleri
ve Rönesansın büyük sanat eserlerine yapmış olduğu
harcamaları ve israfı tepki toplamaktaydı. Özellikle
de artan masrafları karşılamak için Papa X. Leo
tarafından satılan, af ve cennetten yer vaat eden
endüljans beratları bu tepkinin giderek artmasına
yol açmıştı. Protestan hareketinin önderlerinden
Martin Luther de bu uygulamayı ağır bir biçimde
tenkit etmiştir. Bunun yanında kilise rekabeti,
aşırı fiyatlamayı dışlıyor, herkesin geçimini
sağlamayı garantileyen adil bir fiyat olması
gerektiğini ileri sürüyor, insan eylemlerine nüfuz
ederek onların iktisadi yaşamlarını ahlaki yönde
biçimlendiriyordu.
Kilisenin bu tutumu insanları sömürme
yanında onlarda var olan ekonomik anlamdaki dürtü ve
güdüleri hiçe saymakta ve bir bakıma onların
ekonomik anlamda tatmin edilmesi gereken yanlarını
dikkate almamaktaydı. Çünkü kilise tamamen asketik
bir yaşam tarzını benimsemiş gibi görünüyor ancak
buna rağmen insanların ellerindeki maddi kaynakları
alıp kendileri için harcamaktan çekinmiyordu. Bu
durum kilisenin kendi içerisinde tutarlı olmadığını
gösterme yanında insanların maddi olarak
sömürüldükleri ve kullanıldıklarını da
göstermekteydi. Kilisenin dini bu şekilde alet
ederek insanları kullanması, dinin insanları
uyutarak kullanmaya yarayan bir “afyon” olarak
nitelendirilmesine de yol açmıştır.
Kilisenin bu şekilde davranmış olması
sadece o zamanki toplumun yapısını ve kuramlarını
değiştirmekle kalmamıştır. Kilisenin bu tutumuna
karşı ortaya çıkan hareket Protestanlığın ahlaki
altyapısını ve günümüzdeki kapitalizmin de ruhunu
meydana getirmiştir. Protestanlık faize cevaz
verince, bankacılık önem kazanmaya başlamış,
bankacılık önemli hale gelince de sermaye (kapital)
birikimi önemli olmuş ve kapitalizm ortaya
çıkmıştır. Bu bakımdan günümüzdeki dünya düzeninin
temellerini kilisenin ortaçağda yapmış olduğu işlere
karşı ortaya çıkmış olan hareketlerde aramak
gerekir. Kilisenin insan fıtratında var olan
özellikleri yok sayarcasına insanları baskı altında
tutması ve onları sömürmesi, Protestanlık ortaya
çıktıktan sonra insanlarda dizginlenemeyen gösteriş,
konfor ve bunlara bağlı olarak harcama arzusu
oluşturmuştu. O zamana kadar kilise, manastır, şato,
katedral inşa etmek için harcama yapan insanlar,
bundan sonra kendileri için harcama yollarına
yönelmişlerdi.48 Bu gelişme insanları
alabildiğine dünya nimetlerinden faydalanmaya
yöneltmişti ve aslında günümüzde iktisadi
literatürde yer alan insan modelinin temelleri bu
dönemde atılmış olmaktaydı.
Ancak bu noktada önemli bir ayrıntı
yatmaktadır. Yanlış bir referans noktası seçerek ona
karşı ortaya çıkan bir hareketin doğru sonuç ve
yaklaşımlar oluşturması zor bir ihtimaldir.
Weber
Protestanlığı ele
alan bir yaklaşımla bu çalışmasını yapmıştı.
Protestanlık ise orijinal halini yitirmiş olan
Hıristiyanlığa karşı ortaya çıkmıştı. Yani
Protestanlık yanlış bir referans noktası
benimsemişti. Bu yüzden ortaya koyduğu şeyleri
bütünüyle ‘doğru’ kabul etmek doğru bir yaklaşım
değildir. Weber Protestanlığı bütünüyle doğru kabul
edip ona göre değerlendirmeler yaptığı için hata
yapmıştır ve onun söylediklerinin bütünüyle doğru
olduğunu kabul etmek de hata olacaktır.
|