Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Din ve Ekonomi İlişkisi

Din ve ekonomi dünya tarihini biçimlendiren en önemli unsurlardan iki tanesidir.22 Din ile ekonomi arasında karşılıklı bir etkileşim bulunmaktadır. Ekonomi dini, din de ekonomiyi etkilemektedir. Din sosyolojisi literatüründe bu iki etkiden bahsedilmekte ve bu konulara ilişkin çalışmalara yoğunluk verilmektedir. Ekonominin din üzerinde etkisi olduğunu ileri süren birinci görüşe laikleşme hipotezi (secularization hypothesis) adı verilmektedir. Bu hipoteze göre, ekonomik gelişme bireylerin daha az dindar olmalarına yani din ile ilişkilerinin azalmasına yol açmakta,23 kişilerin dini inançlarını ve dini faaliyetlere katılımlarını azaltmaktadır. Bir ülkenin ekonomik ve politik gelişimi o ülkenin dindarlığını etkilemektedir. Diğer görüşe göre ise dindarlığın yapısı ve boyutu ekonomik performans üzerinde

etkilidir. Özellikle Allah, cennet, cehennem, ahiret vb. inançlar ekonomik performans üzerinde önemli etkiye sahiptir.

Din ve dindarlık ekonomik verileri ve ekonomik çıktıları etkilemektedir. Dini inançlar çalışma etiği, dürüstlük, güven, tutumluluk, hayırseverlik, konukseverlik gibi özellikleri teşvik etmek suretiyle insan davranışlarını etkilemekte ve bu sayede de ekonomi üzerinde tesirli olmaktadır. Bu özellikleri artırmak, insanları bu tür özelliklerle donatmak dindarlığı artıracak ve yatırımları ve ekonomik büyümeyi teşvik edecektir.

Barro ve McClery’nin yaptıkları bir araştırmaya göre, dini inançlar sabitken kiliseye katılımın artışı ekonomik büyümede azalma eğilimi oluşturmaktadır. Bunun tersine, kiliseye katılım sabitken cennet, cehennem, ahiret gibi bazı dini inançlardaki artış, ekonomik büyümede artış eğilimi meydana getirmektedir. Yani daha güçlü dini inançlar, spesifik bireysel davranışların korunup aynı biçimde sürdürülmesine yardımcı olmakta ve bu da üretkenliği artırmaktadır. Bu inançlardan cehennem korkusunun ekonomik büyüme üzerinde diğer inançlara göre daha güçlü ve daha etkili olduğu belirlenmiştir. Bu da göstermektedir ki din ekonomi üzerinde yadsınamayacak derecede bir tesir icra etmektedir.

Dinin toplumların ekonomik yapıları üzerinde etkisi olmasaydı bütün toplumlarda aynı ekonomik sistemlerin kurulu olması ve aynı şekilde işlemesi gerekirdi. Bütün toplumlarda aynı ekonomik sistemin olmaması, toplumların farklı gelişmişlik seviyelerine sahip olmaları, farklı kültür birikimine sahip olmaları, farklı coğrafyalarda yaşıyor olmaları yanında, toplumların farklı özelliklere ve farklı değer yargılarına sahip olmalarından da kaynaklanmaktadır. Bu değer yargılarından özellikle dinin etkisi ekonomik hayatı büyük oranda değiştirmekte ve toplumlarda sosyal yapıyı ve insan davranışlarını değiştirerek farklı ekonomik yapılar ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Dinin farklı ekonomik yapılar meydana getirmesine misal olarak İslam’daki zımmi uygulamasını da verebiliriz. Müslümanlara faiz yasakken, İslam coğrafyasında zımmi olarak yaşayanlara yasak değildir. Ayrıca Müslümanlara ve Müslüman olmayanlara farklı gümrük vergileri tatbik edilmektedir. Bu da göstermektedir ki din, aynı toplum içerisinde bile olsa, farklı bir ekonomik yapı oluşmasına neden olmaktadır.

Bütün toplumlarda dinin çok büyük bir etkisi olmasa da; özellikle bazı toplumlarda din ve dine bağlı olarak oluşmuş bulunan değer yargıları ve müesseseler, genel yaşayışı etkilemek suretiyle, ekonomik hayatı da büyük oranda etkilemekte, değiştirmekte ve yönlendirmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, bir toplumun siyasi, ahlaki, dini vb. olmak üzere sahip olduğu özellikleri/tarafları/yanları vardır. Burada zikredilen bütün unsurların toplumlardaki değişim süreçlerinde az veya çok etkisi bulunmaktadır. Bu unsurlardan etkisi daha kalıcı olan, daha derinlere inen ve toplumun genel yapısı içerisinde ekonomik yapısını da değiştiren unsurlardan birisi de dindir. Mesela İslam’dan önce Arabistan’da faiz çok yaygın bir müesseseydi. Ancak İslam bu müesseseyi tamamen kaldırmıştır ve bu değişiklik halen daha geçerlidir. Aynı şekilde içkinin yasak edilmesi ekonomik yönü olan bir değişikliktir ve halen daha geçerlidir.

Dinlerin ortaya çıkış süreçleri incelendiğinde, aslında dinin ne kadar tesirli etkiler meydana getirdiği daha net görülmüş olacaktır. Bütün dinler ortaya çıktıkları toplumların yaşayışını ve dolayısıyla da ekonomik yapılarını etkilemekte ve değiştirmektedir. Özellikle İslam dininin ortaya çıkış sürecini göz önünde bulundurduğumuz zaman bu durumun daha belirgin olarak gerçekleştiğini görmek mümkündür. İslam ilk ortaya çıktığında sosyal ve siyasi farklılıklar yanında ekonomik olarak da farklılıklar taşımaktaydı ve mevcut toplumla Müslüman olan kişiler arasında ekonomik olarak da farklılıklar ve uyuşmazlıklar kendini göstermekteydi.

İslam ortaya çıktıktan sonra yaşanan olaylar ve ekonomik anlamda yaşanan farklılık ve zorluklar, on yıl sonra farklı bir yere hicret edilmesi gereğini ortaya çıkarmıştı. Ekonomik ambargoya maruz kalan Müslümanların yaşadıkları sıkıntılar dini anlamda olduğu gibi ekonomik anlamda da istenen bir yaşantının sürdürülmesine imkân tanımıyordu. Dinin daha kolay yaşanabilmesi ve anlatılabilmesi amacı yanında, ekonomik olarak da bağımsız olunabilmesi amacı da vardı hicret edilmesinde.

Ekonomik olarak bağımsız olamayan bir toplumun bağımsız bir siyasi ve sosyal yapısının olması çok zor bir ihtimaldir. Bu yüzden dini gerekler yanında siyasi ve ekonomik gerekler yüzünden de hicret edilmişti. Ticareti çok iyi bilen bir kişi olan Peygamber (SAV) iktisadi anlamda bağımsızlığın da önemli olduğunu bildiği için Mekke’den Medine’ye hicret edildikten sonra Müslümanların hâkim olabileceği bir pazar yeri kurulmasını sağlamıştı.

Hicret sonrasında Peygamber’in (SAV) pazar yeri seçiminde gösterdiği tavır dini olarak farklı olan insanların ekonomik olarak da farklı olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Uygun bir yer seçiminden önce iki pazar yerini inceleyen peygamber, bu pazar yerlerini Müslümanlara uygun yerler olarak ele almamış ve farklı bir pazar yeri olması gerektiğini belirtmiştir. Çünkü daha önceki pazarlarda İslam’ın ekonomik prensipleriyle örtüşmeyen bazı uygulamalar hüküm sürmekteydi. Çok yemin edilmesi, ayıplı malların sağlam mal olarak satılması ve müşterilerin kandırılması, yapılan muamelelerde hile ve aldatma yolunun seçilmesi, karaborsacılık, stokçuluk (ihtikâr), tefecilik (faizcilik) yapılması gibi uygulamalar İslam’ın ekonomik kurallarıyla taban tabana zıt olan uygulamalardı. Bu yüzden böyle bir ortamda İslam’ın getirmiş olduğu ekonomik prensiplerin uygulanamayacağını gören Hz. Peygamber (SAV), İslam’ın getirmiş olduğu ekonomik prensiplerin uygulanabileceği bir pazar yeri seçme gereği hissetmiştir. Dolayısıyla dini olarak farklı olan toplumların ekonomik olarak da farklı oldukları bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu da göstermektedir ki toplumların dini yapılarında meydana gelen değişikliklerin etkisi daha kalıcı olmakta ve toplumun yapısında var olan diğer bütün unsurları da değiştirmekte ve etkilemektedir. Yani bir toplum içerisinde ekonomik yapı diğer yapılardan izole bir parça değildir, onlarla etkileşim halindedir. Etkileşimde olduğu parçalardan birisi de din olduğu için bunları birbirinden bağımsız olarak kabul etmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır.

Bütün dinler gibi İslam da insan davranışlarını önemli oranda değiştirmekte ve yönlendirmektedir. Zaten dinler insanlardaki davranış kalıplarını değiştirmeyi, düzenlemeyi ve yönlendirmeyi amaç edinmektedirler. İnsan davranışlarındaki değişim ve yönlendirme hiç kuşkusuz insanın iktisadi kararlarını ilgilendirdiği için çok önemlidir. Ekonomik hayat insan üzerine kurulu olduğundan insan davranışlarında meydana gelecek olan değişiklikler de bu yüzden önemli olmaktadır. Dinlerin getirdiği kurallar ve düşünce biçimleri insanların pratik hayattaki davranış, tutum, tercih ve eğilimlerini değiştirmektedir. Bu yüzden ekonomiden bahsederken dinin etkisini de göz önünde bulundurmak gerekli ve önemlidir.

Mesela İslam dinine mensup bir bireyin davranışları, Budist olan bir bireyin davranışlarından farklı olacaktır. İslam’ın hâkim olduğu bir toplumda tüketim ve üretime, doğa ve diğer varlıklara, sermaye ve zenginliğe atfedilen değer diğer dinlerin hâkim olduğu toplumlardan farklı olacaktır.33 Bu yüzden insan davranışlarında dinlerin de etkisinin olduğunu dikkate alarak ekonomik değerlendirme ve analizler yapmak daha objektif sonuçlar verecektir. Çünkü ekonomi tümüyle insan davranışları tarafından belirlenmekte ve şekillendirilmektedir.

Mesela hemen hemen bütün dinlerde sadaka vermeye önem verilmekte, bazılarında tavsiye edilmekteyken bazılarında zorunlu olabilmektedir. Önemli dünya dinlerinden Hinduizm, Budizm, Hristiyanlık ve İslam’da var olan sadaka verme inancı farklı ekonomik etkilere sahiptir. Bazı dinlerde sadaka verme ameliyesi bu hayatta elde edilebilir ve bu sayede gelecek hayatta (ahiret hayatı) daha iyi neticeler elde edilme şansı artacaktır. Bununla birlikte her dinde yer alan sadaka verme işine atfedilen değer aynı seviyede değildir. Kalvinist Protestanizm’de ya hiç ya da çok az sadaka verme inancı vardır. Buna karşın Budizm’de en fazla sadaka verme inancının olduğunu görmek mümkündür. Katolik inancında, Hinduizm ve İslam’da ise orta seviyede sadaka verme inancı mevcuttur. Yani Kalvinist Protestanizm bir uçta, Budizm bir uçta yer almaktayken, Hinduizm, Katoliklik ve İslam ortada yer almaktadır. Sadaka verme inancındaki değişikliklere bağlı olarak bu farklı dinlere sahip toplumlardaki ekonomik göstergelerde de farklılıklar yer almaktadır.

Wesley 1760 yılında yaptığı bir çalışmada cemaat üyelerine “Kazanabildiğiniz kadar kazanın, biriktirebildiğiniz kadar biriktirin, başkalarına verebildiğiniz kadar verin!" şeklinde tavsiyelerde bulunduğunu, bu tavsiyelerin ilk ikisinde gayet başarılı olduğunu ancak, üçüncüsünde aynı şekilde başarılı olamadığını ifade etmektedir. Yani insanlar kazanmaya, biriktirmeye ellerinden geldiği kadar çaba göstermekte fakat başkalarına verme konusunda isteksiz davranmaktadırlar. Bu yüzden kazanma ve biriktirme üretken bir ekonominin desteklenmesi konusunda hayırseverlikten daha önemli görülmüştür. Yine bu çalışmada elde edilen bir diğer sonuç da cemaat üyelerinin zenginleştikçe dindarlıklarının azalmasıdır.

Dinlerde yer alan bazı kurallar ve inançlar (dünyadan ziyade ahireti hedefleme, ahiret için burada harcama yapma, hayırseverlik, başkalarını düşünme) yüzünden dinin ekonomi üzerinde olumsuz etkileri olduğu kanısı hâkim olmuştur. Fakat hayırseverlik sonucunda toplumda oluşabilecek adil gelir dağılımı sayesinde ve alt gelir grubunda yer alan kişilerin hayırseverlik sonucunda kendilerine verilen yardımların etkisiyle talebi ve ekonomik canlılığı tetikleyebileceği göz önünde bulundurulmamıştır.

Dinin ekonomi üzerinde etkili olduğunu ortaya koyan çalışmalardan birisi de Weber’in “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı çalışmasıdır. Weber, insanlardaki bazı özellikleri ve bu sayede de onların davranışlarını etkileme potansiyeline sahip olmasını, dinin bir özelliği olarak ele almaktaydı. Weber’e göre iktisadi gelişmenin anlaşılabilmesi için önce iktisat zihniyetinin belirlenmesi gerekir. Gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelerden hukuk ve üretim tekniklerini aynen kopya ettikleri halde Batıda gerçekleştiği gibi Modern Kapitalizm gerçekleşmiyorsa; bu o ülkelerdeki insan zihniyetinin, iktisat ahlakının farklı olmasından kaynaklanmaktadır.38 Weber’e göre iktisat ahlakı sadece din tarafından belirlenmez. İktisat ahlakının belirleyicilerinden sadece birisi yaşam tarzını düzenleyen dini motiflerdir. İktisat ahlakı ekonomik, coğrafi ve tarihi olgulara geniş ölçüde bağlı olmak suretiyle kendine özgün bir yapıya sahiptir.

Weber bu çalışmasında dinin etkisini Protestanlıkla ilişkili olarak ele almaktadır. Ona göre, Protestanlık sayesindedir ki dinin ekonomi üzerinde olumlu sayılabilecek etkilerinden bahsetme olanağı ortaya çıkmış olmaktaydı. Çünkü Weber’e göre kapitalizm hemen her yerde vardı ancak onun rasyonel kapitalizm, batı kapitalizmi veya modern kapitalizm şeklinde ele aldığı kapitalizm ancak Protestan olan toplumlarda ortaya çıkabilmişti. Ancak Protestanlıkla kapitalizm arasında bu şekilde bir bağlantı olmadığını kabul eden yazarlar da vardır.

Protestanlığın ortaya çıkış sebebi bu açıdan önemlidir. Özellikle kilisenin yapmaya başladığı yanlışlıklar insanlarda tepkileri de artırmaya başlamıştı. Kilise din için kullanması gereken gelirleri kendisi için kullanmaya ve insanları sömürmeye başlayınca insanların bu duruma tepki göstermeleri kaçınılmazdı. Özellikle Ortaçağ döneminde uygulanan Endüljans bu açıdan önemlidir. Orijinal halini yitirmiş olan Hristiyanlık inancına göre kişiler günahlarından arınmak için, Allah ile kul arasındaki aracı olan din adamına, kefaret olarak belirli bir meblağ ödemelidir. Katolik kilisesi bu şekilde bir işlev üstlenmekle beraber önemi bir de gelir kaynağı bulmuş olmaktaydı. Endüljans haçlı seferleri döneminde daha da artmıştır. Çünkü 1095 tarihinde başlayan ilk haçlı hareketleri esnasında Papa Urban Il.'nin kutsal toprakları kurtarmaya katılacak olanlara bütün günahlarının affedileceğine dair endüljans bahşedileceğini ilan etmiştir. Bu uygulama zamanla bir sömürü müessesesi haline geldiğinden kitlesel eylemlere neden olmaya başlamıştı. Kilisenin akraba kayırmacılığa dayanan hiyerarşik düzeni, tayinleri ve Rönesansın büyük sanat eserlerine yapmış olduğu harcamaları ve israfı tepki toplamaktaydı. Özellikle de artan masrafları karşılamak için Papa X. Leo tarafından satılan, af ve cennetten yer vaat eden endüljans beratları bu tepkinin giderek artmasına yol açmıştı. Protestan hareketinin önderlerinden Martin Luther de bu uygulamayı ağır bir biçimde tenkit etmiştir. Bunun yanında kilise rekabeti, aşırı fiyatlamayı dışlıyor, herkesin geçimini sağlamayı garantileyen adil bir fiyat olması gerektiğini ileri sürüyor, insan eylemlerine nüfuz ederek onların iktisadi yaşamlarını ahlaki yönde biçimlendiriyordu.

Kilisenin bu tutumu insanları sömürme yanında onlarda var olan ekonomik anlamdaki dürtü ve güdüleri hiçe saymakta ve bir bakıma onların ekonomik anlamda tatmin edilmesi gereken yanlarını dikkate almamaktaydı. Çünkü kilise tamamen asketik bir yaşam tarzını benimsemiş gibi görünüyor ancak buna rağmen insanların ellerindeki maddi kaynakları alıp kendileri için harcamaktan çekinmiyordu. Bu durum kilisenin kendi içerisinde tutarlı olmadığını gösterme yanında insanların maddi olarak sömürüldükleri ve kullanıldıklarını da göstermekteydi. Kilisenin dini bu şekilde alet ederek insanları kullanması, dinin insanları uyutarak kullanmaya yarayan bir “afyon” olarak nitelendirilmesine de yol açmıştır.

Kilisenin bu şekilde davranmış olması sadece o zamanki toplumun yapısını ve kuramlarını değiştirmekle kalmamıştır. Kilisenin bu tutumuna karşı ortaya çıkan hareket Protestanlığın ahlaki altyapısını ve günümüzdeki kapitalizmin de ruhunu meydana getirmiştir. Protestanlık faize cevaz verince, bankacılık önem kazanmaya başlamış, bankacılık önemli hale gelince de sermaye (kapital) birikimi önemli olmuş ve kapitalizm ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan günümüzdeki dünya düzeninin temellerini kilisenin ortaçağda yapmış olduğu işlere karşı ortaya çıkmış olan hareketlerde aramak gerekir. Kilisenin insan fıtratında var olan özellikleri yok sayarcasına insanları baskı altında tutması ve onları sömürmesi, Protestanlık ortaya çıktıktan sonra insanlarda dizginlenemeyen gösteriş, konfor ve bunlara bağlı olarak harcama arzusu oluşturmuştu. O zamana kadar kilise, manastır, şato, katedral inşa etmek için harcama yapan insanlar, bundan sonra kendileri için harcama yollarına yönelmişlerdi.48 Bu gelişme insanları alabildiğine dünya nimetlerinden faydalanmaya yöneltmişti ve aslında günümüzde iktisadi literatürde yer alan insan modelinin temelleri bu dönemde atılmış olmaktaydı.

Ancak bu noktada önemli bir ayrıntı yatmaktadır. Yanlış bir referans noktası seçerek ona karşı ortaya çıkan bir hareketin doğru sonuç ve yaklaşımlar oluşturması zor bir ihtimaldir. Weber Protestanlığı ele alan bir yaklaşımla bu çalışmasını yapmıştı. Protestanlık ise orijinal halini yitirmiş olan Hıristiyanlığa karşı ortaya çıkmıştı. Yani Protestanlık yanlış bir referans noktası benimsemişti. Bu yüzden ortaya koyduğu şeyleri bütünüyle ‘doğru’ kabul etmek doğru bir yaklaşım değildir. Weber Protestanlığı bütünüyle doğru kabul edip ona göre değerlendirmeler yaptığı için hata yapmıştır ve onun söylediklerinin bütünüyle doğru olduğunu kabul etmek de hata olacaktır. 
 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri