Ülkenin,
kalkınma atılımlarına ayıracak öz kaynağı yetersiz olduğunda,
kalkınmayı destekleyecek üretim yetersiz kaldığında, o üretimin
kendisini arttırmak için de maddi güç gerektiğinde başvurulması
doğal kaynaklardan biri de borçlanmadır, tasarruf yetersizliği
nedeniyle borçlanmanı içerden yeterince yapılamayıp dışardan
gerçekleştirilmesini zorunlu olarak öne çıkartan maliye
yönetiminin, bu borçlanmada kullandığı yöntemler ve yaptığı
seçimler de yoğun eleştirilere yol açmış ve borçlanma maliyetini
artırıcı yanlış politikaların özellikle 1980’li yılların
sonundan itibaren devreye sokulmasıyla, kaynak sorununu çözücü
değil ağırlaştırıcı yollarla girildiği iddiaları finansal
çevrelerde sıkça dile getirilmiştir. Anılan yıllarda yapılan bir
tercihle, dış borçlanmanın hazine tarafından değil, ağırlıklı
olarak bankalar aracılığı ile gerçekleştirilmesi seçimi, faiz
yükünü arttırmış ve bu alandaki disiplin yitirilmiştir.
Hazinenin borç alınan dış kaynaklarının karşısına, sorumlu
olarak bankaları çıkarması onların dış kaynaklardan
borçlandıkları dövizler karşılığında kendilerine iç borç kağıdı
satması, yükselen faizler nedeniyle bankaların dışardan
hesapsızca borçlanmaya gitmelerine, kısa pozisyon olarak
adlandırılan bu işlem yöntemiyle, klasik bankacılık işlevlerini
yerine getirmeden risksiz gibi görünen yüksek kazançlara doğru
yelken açmalarına neden olmuştur. Ne var ki, kaldırabilecekleri
yükten fazlasının altına girmeye adeta itilen bankaların, kısa
vadeli kazançların dayanılmaz çekiciliği içinde bu başlamaları,
piyasaların Kasım 2000 krizi ile rengini değiştirmesi üzerine
kendilerini öz sermayelerini dahi yitirecek noktalara
getirmiştir.
Kamu
maliyesinin bankaları kısa (açık) pozisyon tutmaya yönlendirerek
dolaylı yoldan ve yükselen faizlerle yüklü dış finansman
sağlamasızını bir başka anlatışla, iç borçlanmayı bunların dış
borçlanması üzerine kurmasının olumsuzluğunun yanında diğer
borçlanıcı kuruluşların borçlanma politikalarındaki yanlışlıklar
da toplam borç stokunun çevrilemez noktalara gelmesine yol
açmıştır. Bu bağlamda, özel kuruluşlar ile yerel idarelerin mali
disiplinden ve ekonomik fizibiliteden uzak borçlanma
gereksinimlerinin toplam borç stokunun artmasında ve faiz
dengesinin yitirilmesinde büyük rolü olmuştur.
Borçlanmanın
ana nedenini oluşturması gereken kalkınmayı sağlayıcı yatırımlar
yerine alınan paraların önce dağınık bir tablo içinde
savunulması, ardından da artan gereksinimin daha yüksek
maliyetli, daha kısa vadeli ve isabetsiz mahreçlerden
borçlanılarak kapılanmaya gidilmesi, dış kaynak kullanımı’nın
sağlayabileceği artıları yok etmiş, tersine, ülkenin mali
dengelerini hem ekonomik hem de toplumsal yönlerden bozarak, en
küçük bir olumsuzlukta krize giren bir ekonomi ve gelir dağılımı
bozulmuş, fakirleşmiş bir toplumun yaratılmasına ivme
kazandırmıştır.
Kaynak: Reha Tanör - Finansal Kriz
ve Sermaye Piyasası - TSPAKB