Ekonomik Kalkınma Kavramı ve Ekonomik Kalkınmanın
Belirleyicileri
Ekonomik kalkınma kavramının geçmişi
Sanayi Devrimine kadar uzanmakla birlikte asıl
önemini II. Dünya Savaşı’ndan sonra kazanmıştır
(Özcan, 2011: 57). Ve başta akademik, entelektüel ve
politik çevreler olmak üzere iktisat ile ilgilenen
bütün kesimler tarafından ilgi ile karşılanmıştır
(Doğan, 2011: 42). Geleneksel kalkınma teorileri bir
ülkenin kalkınma düzeyini o ülkenin fiziki, coğrafi
ve tarihi açıdan kaynaklarının ne kadar geniş
olduğuna bağlarken modern yaklaşımlar ülkelerin
doğal veya fiziki kaynaklarına bakmaksızın her
ülkenin kalkınabileceğini savunmaktadır (Çalışkan,
2010: 26). II. Dünya Savaşını takip eden dönemde,
ortaya çıkan gelişmişlik-azgelişmişlik gibi
sorunları tespit edebilmek, anlayabilmek ve mevcut
sorunlara çözüm bulabilmek için, bu kaygısı taşıyan
teori ve çözüm modellerin bir araya gelmesiyle
kalkınma iktisadı ortaya çıkmıştır (Çekiç, 2009:
11). Bunun devamı olarak savaş sonrası harap olmuş
ülkeleri ayağa kaldırmak için politikalar üretilmiş
ve geliştirilen teoriler yardımı ile ülkelerin
sanayilerinin nasıl geliştirilebileceği ve
kalkınmanın hangi yolla gerçekleştirilebileceği
yönünde çalışmalar hız kazanmıştır (Özcan, 2011:
57).
Ekonomik kalkınma; bir ülkenin gelir
ve üretiminde sağlanan artışa ek olarak ekonomi,
sosyal, kültürel ve politika alanlarında yaşanan
yapısal değişimini ifade eder. Ve maddi refahın
sağlanması, yoksullukla etkin bir şekilde mücadele,
üretim için gerekli olan girdi miktarı ve üretim
sonucunda elde edilen çıktının kompozisyonlarının
değiştirilmesi gibi evrelerden oluşur (Berber, 2006:
9).
Ülkeler, bulundukları jeopolitik
konumları itibariyle veya doğal kaynaklara yakınlık
ve uzaklıkları nedeniyle ekonomik gelişmelerinde
farklılıklar gösterebilmektedir. II. Dünya
Savaşı’ndan sonra ise Dünya ülkelerini gelişmiş
ülkeler ve az gelişmiş ülkeler şeklinde ikiye
ayırmak mümkün hale gelmiştir. Daha
sonra Dünya Bankası bu ülkeleri diğer
ülkeler karşısında daha az gurur kırıcı bir
sınıflandırma olması için “Gelişmekte Olan Ülkeler”
olarak değiştirmiştir (Doğan, 2011: 52). Bunun
içindir ki kalkınma iktisadı kavramı gelişmekte olan
ülkelerdeki değişim süreci ile birlikte kullanılır
olmuştur (Berber, 2006: 9). Gelişmekte olan
ülkelerin kalkınma sorunu, gelişmiş ülkelerin sahip
olduğu sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik
değerlere kavuşmak olarak anlaşılmaktadır ( Çekiç,
2009: 11). Ekonomik kalkınma teorisyenleri dikkatini
özellikle yoksulluğun birincil sorun olduğu ve düşük
gelir düzeyine sahip ülkelerde yoğunlaştırmıştır.
Çünkü kalkınmanın asıl görevi, düşük gelir düzeyine
sahip yoksul ülkelerde gözlemlenen yoksulluğun bir
an önce azaltılması ve bu ülkelerin uzun dönemde
gelişmiş ülkelerin refah düzeylerine ulaşmaları için
sürdürülebilir ekonomik kalkınma doğrultusunda nasıl
bir yol izlemeleri gerektiği sorusuna cevap
aramaktır (Özcan, 2011: 57).
Tarım sektöründeki mevcut işgücünün
fazlalığı, düşük verimli üretim, yetersiz sermaye
birikimi, nüfus artış hızının yüksek olması,
piyasalara aşırı veya tam tersi yetersiz devlet
müdahaleleri, gelişmiş ülkelerin ekonomilerine
bağımlılık ve piyasaların darlığı gibi çoğunlukla
ekonomik kökenli sorunlarla uğraşan kalkınma
teorileri, gelişmekte olan ülkelerin kalkınmaları
için çıkış yolunu bulmayı hedeflemiştir (Çekiç,
2009: 11). Başlangıçta tarımsal üretime dayalı
üretim ve dış ticaret yapısının uygulanan
politikalar yardımıyla zaman içerisinde sanayileşme
sürecini yakalaması istenilen sonuçtur. Arzu edilen
bu yol kat edildikten sonra yeni hedef olarak
okur-yazarlık oranında artış, sağlık ve barınma
imkânlarındaki iyileşme, yaşam süresinin uzaması,
AR-GE faaliyetlerine GSMH’ dan ayrılan payın
artması, sosyal ve kültürel alanda yaşanacak olumlu
gelişmeler gibi ekonomik kalkınmayı sosyal yönden
destekleyecek yeni öğeler oluşmaya başlatılmıştır.
Böylelikle başlangıçta istenilen ekonomik kalkınma
zamanla yerini sosyal kalkınmaya doğru bir gelişim
göstermiştir (Berber, 2006: 10-11; Özcan, 2011:
57-58).
Ekonomik Kalkınmanın Çeşitli Göstergeleri
Ekonomik kalkınma, ulusal gelir
düzeyindeki ve kişi başına düşen ulusal gelirdeki
artıştan yani ekonomik büyümeden daha fazlasını
ifade eden; yatırımların artmasını ve üretim
verimliliğinin yükselmesini ifade eder. Ekonomik
kalkınmanın
ardında, insan öğesine yapılan
yatırımlar ve genel olarak yaşam standartlarının
gelişmesi vardır Çalışkan, 2010: 26).
İktisatçılar, ülkelerin kalkınma
düzeyini ölçmek üzere önemli göstergeler
kullanmaktadır. Bunlardan ilki, kişi başı gelir ya
da büyüme kriteridir. Gelir düzeylerinin ülkelerin
kalkınma düzeylerini kıyaslayabilmek için oldukça
mantıklı olduğu belirtilmektedir. Ancak bu bakış
açısına alternatif diğer yaklaşım ise, kalkınmanın
oldukça karmaşık ve çok yönlü bir kavram olması
nedeniyle sadece gelirden ziyade daha kapsamlı bir
şekilde düşünülerek ve daha farklı standartlar
yardımı ölçülmesi gerektiğini savunmaktadır.
Ülgener’e göre kalkınmanın
ölçülebilmesi bir dizi sosyo-ekonomik gösterge
vardır. Bunlar, kişi başına mili gelir veya sabit
kapital payı gibi ölçülmesi mümkün olan kriterlerden
başlayarak, nüfusun çoğunun köylerde veya şehirlerde
oturması, okuma-yazma bilenlerin nüfusa oranı (Ülgener,
1954: 5), kişi başına yüksek enerji tüketimi, kişi
başına yüksek kalori tüketimi, yaşam süresinin
artması, kişi başına düşen doktor sayısının artması,
sosyal ve kültürel yapının iyileştirilmesi gibi daha
çok sosyal strüktüre ait kriterlere rakam ve
formüllere sığdırılması mümkün olmayan kıyaslamaya
yarayan göstergeler içermektedir (Berber, 2006: 11).
Bu göstergelerden temel olan üçü alt başlıklar
altında şu şekildedir:
Kişi Başı Gelir Düzeyi ve Büyüme Oranı
Hatırı sayılır sayıdaki iktisatçının
kabul ettiği ve diğer kalkınma göstergelerine
nazaran ülkelerin kalkınmışlık derecelerini
kıyaslama açısından daha büyük kolaylık sağlayan
kalkınmışlık ölçüsü kişi başına düşen gelir
düzeyidir. Ancak daha öncede belirttiğimiz gibi
iktisadi kalkınma sadece kişi başına düşen gelir
miktarı yardımıyla belirlenemez. Onu -yaşam
süresinin uzatılması, okur- yazarlık oranı, bebek
ölümlerinin azaltılması vs- gibi unsurlarla birlikte
ele almak gerekir. Hâl böyleyken de bu işlem daha
karışık ve zor bir durum halini almaktadır. Çünkü
bunu savunan iktisatçılar bu göstergelerin topyekûn
verilerinin toplanması ve diğer ülkeler bazında
kıyaslama yapmak oldukça zor olduğunu kabul
etmektedirler.
Kişi başına düşen gelir miktarı
ülkelerin gelişmişlik sıralamasının oluşturulmasında
önemli yer teşkil ederken kimi iktisatçılara göre
ise gerçekleri tam manasıyla yansıtmamaktadır. Bunu
altında yatan asıl sebep ise hesaplanan gelir
düzeyinin her düzeydeki ülke için farklılık
içermesidir. Bu duruma örnek olarak ise düşük ve
orta gelir düzeyine sahip olan ülkelerde üretilen
mal ve hizmetlerin büyük bir oranın pazarlama
amacıyla değil de temel tüketim için üretilmesi
sonucunda ticari değer taşımaması ve GSMH içinde
kendine yer bulamamasıdır. Bunun içindir ki GSMH ve
de dolayısıyla kişi başına düzen gelir düzeyi olması
gerekenden düşük çıkmaktadır. Aynı şekilde yine
düşük ve orta gelir seviyesine sahip ülkelerde
kırsal kesimde çalışan, ekmek pişiren veya evinde
çocuklarına bakımını üstlenen annenin ekonomiye
katkısı kişi başı gelir düzeyine yansımaz. Fakat
aynı ürün yada hizmeti satın aldıklarında yüksek
gelir düzeyine sahip ülkelerin kişi başı gelirine
eklenmektedir. İşte bu örnekte olduğu gibi kişi
başına düşen gelir hesaplamasında ortaya çıkabilecek
hatalar veya oluşabilecek belirsizlikler bu ölçüm
sisteminin negatif özelliğidir (Berber, 2006:
214-225; Özcan, 2011: 61-62).
Fiziksel Yaşam Kalite İndeksi
Bir diğer kalkınmışlık ölçütü
Fiziksel Yaşam Kalitesi İndeksi’dir. Bu indekse
göre, toplumdaki bireylerin barınma, beslenme,
sağlık gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması
kalkınmanın önemli bir göstergesidir.
Kişi başına düşen gelir düzeyinin
eksik yönlerini -daha önce belirtimiz gibi- gidermek
amacıyla oluşturulan bu yöntem, kalkınma denince
belki de akla ilk gelen insanların iyi bir şekilde
beslendiği, giyindiği, boş zaman ve eğlence imkânına
sahip, sağlıklı bir çevresel yaşamın sürülebildiği
bir toplumdur. Bu yapıdaki toplumda şiddet ve
ayrımcılık yoktur, hastalar yeterli tedavi imkânı
bulabilmektedir vs. Kısacası bugün, kalkınmış bir
toplum için asgari gereksinimin, yüksek fiziksel
yaşam kalitesi olduğuna ve bu kalitenin de sadece
toplumun küçük bir kesiminin kullanımında olmaması
gerekliliği savunulmaktadır.
Ekonomik kalkınmanın tek başına gelir
düzeyi ile açıklanamayacağının kabul edilmesinin
yanı sıra, kişi başına düşen gelir düzeyinin
kalkınma oldukça önemli bir paya sahip olduğu da
vurgulanmaktadır. Çünkü insanların temel
ihtiyaçlarını karşılayabilmek için gelir önkoşuldur,
kalkınmanın geniş çaplı tanımının içerdiği amaçları
elde edebilmek için temel bir araçtır (Özcan, 2011:
62-63).
|