Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Makro İktisadın Kökenleri, Makro İktisatın İlgi Alanları

1930'lu yıllar boyunca yaşanan Büyük Bunalım dönemindeki ekonomik olaylar iktisatçıları makro ekonomiyle ilgili konular üzerinde durmaya yönlendirdi. 1920'li yıllara gelinceye dek dünya ekonomisinde çok büyük sorunların yaşanmadığını söylemek mümkündür. Bu dönemde iş arayan herkes çok fazla zorlanmadan iş bulabilmiş, gelirler önemli ölçüde artmış ve fiyatlar nispeten istikrarlı bir seyir iz­lemişti. Ancak 1929'un sonlarına doğru işler birden ters gitmeye başlamıştı. Örne­ğin, ABD'de 1929 yılında 1.5 milyon kişi işsiz iken 1933'te işsiz sayısı on kat arta­rak yaklaşık 13 milyona ulaşmıştı. Öte yandan ABD ekonomisi 1929'da 103 mil­yar dolar değerinde yeni mal ve hizmet üretmişken bu rakam 1933'te yaklaşık ya­rı yarıya azalarak 55 milyar dolara düşmüştü. Ekim 1929'da yaşanan borsa çökü­şü sonucunda milyarlarca dolarlık kişisel servet kaybedilmişti.

Büyük Bunalım öncesi dönemde geniş ölçekli ekonomik sorunların incelen­mesinde iktisatçılar, kimi zaman klasik modeller olarak da adlandırılan, mikro ekonomik modelleri kullanmışlardı. Hatta "makro iktisat" deyimi ikinci Dünya Sa­vaşı sonrası döneme kadar kullanılan bir deyim bile değildi. Örneğin, klasik arz ve talep analizine göre işgücündeki arz fazlasının ücretleri aşağıya çekerek, yeni bir denge noktası oluşturacağı ve bu nedenle uzun süren bir işsizliğin söz konu­su olamayacağı kabul edilmekteydi. 

Ancak, Büyük Bunalım dönemi olarak adlandırılan 10 yıl boyunca işsizlik ol­dukça yüksek düzeylerde kalmış ve bu kadar uzun süren bir yüksek işsizlik dö­nemini açıklayabilmekte klasik modellerin yetersiz kalması makro iktisadın gelişi­mine öncülük etmiştir. 

iktisat tarihinin en önemli çalışmalarından birisi John Maynard Keynes tarafın­dan kaleme alman ve 1936'da yayınlanan İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teori­si isimli kitaptır. Keynes, piyasaların ve bunların davranışları ile ilgili bilgileri kul­lanarak karmaşık iktisadi olayları açıklamaya dönük bir teori geliştirmişti. Bu ne­denle makro iktisadın kökenleri büyük ölçüde Keynes'in sözü edilen kitabına da­yandırılır. Zira Keynes, klasik modellerin öne sürdüğü şekilde istihdamın fiyatlar ve ücretler tarafından belirlendiği görüşünü reddetmiş ve ekonomide üretilen mal ve hizmetlere olan toplam talebin istihdamı belirleyen temel faktör olduğu görü­şünü geliştirmiştir. Keynes devletin çeşitli politikalarla ekonomiye müdahale ede­bileceğini, böylece üretim ve istihdam hacmi üzerinde etkili olabileceğini savunu­yordu. Bu görüş klasik modellerin kabul ettiği bırakınız yapsınlar-bırakınız geç­sinler felsefesinin tamamen zıddı olarak değerlendirilebilir. Keynes'in yaklaşımı özel sektör talebinin yetersiz kaldığı bir dönemde, üretimdeki ve istihdamdaki dü­şüşü önlemek için devletin toplam talebi destekleyerek ekonomiye müdahale et­mesi gerektiği şeklinde özetlenebilir. 

Keynes'in bu görüşleri ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra, özellikle 1950'li yıllar­da hem iktisatçılar arasında hem de devlet yöneticileri arasında artan bir şekilde taraftar bulmaya başlamıştı.Bu dönemde, devletin ekonomide belirli bir istihdam hacmini ve üretim düzeyini gerçekleştirme, üretim ve istihdamda gözlenen dalga­lanmaları hafifletme gibi hedeflere ulaşabilmek için elinde bulunan vergi ve har­cama miktarı gibi araçları kullanabileceği inancı yaygınlaşmıştır. Böylece, makro iktisat, mikro iktisattan farklı kavramları, konulan ve analiz yöntemiyle gündeme gelmiş oldu. 

Makro İktisadın İlgi alanları

Bir ülke ekonomisinin sağlıklı işleyip işlemediğine ilişkin, dolayısıyla makro ikti­sadın ilgi alanına giren üç temel göstergeden söz etmek mümkündür: işsizlik ora­nı, enflasyon oranı ve üretim artış oranı. Her hükümet bu göstergeleri büyük bir dikkatle izlemek durumundadır. Öte yandan sözü edilen bu göstergeler günlük yaşantımızı çok yakından etkilediği için toplumun büyük bir bölümü de bu gös­tergelerle ve bu göstergeleri etkileyebilmek amacıyla izlenen politikalarla yakın­dan ilgilenmekte, özellikle işsizlik ve enflasyon oranını makul sayılabilecek dü­zeylerde tutmaya ve üretim hacmini arttırmaya dönük politikalara büyük ilgi gös­termektedir. Ancak düşük işsizlik, düşük enflasyon ve hızlı üretim artışı son dere­ce açık seçik hedefler niteliğinde iken, bunlan her zaman gerçekleştirmek müm­kün olmayabilir. Makro iktisadı öğrenmeye çalışırken sürekli aklımızda bulunma­sı gereken bir gerçeği hemen belirtelim: 

Örneğin, bazı iktisatçılar enflasyonla mücadele etmenin tek yolunun ekonomide üretim artışını yavaşlatmak ve işsizliği arttırmak olduğunu savunurlar. Bu ne­denle makro iktisat zıt yönlü ilişkilerle dolu bir alandır ve kitabınızın bundan son­raki ünitelerinde bu zıtlıkların yapısı ortaya konmaya çalışılacaktır.

İşsizlik ve İstihdam Düzeyi 

İşsizlik sözcüğü tüm lisanlardaki ürkütücü sözcüklerden birisidir. İşsiz bir insan moralsiz hale gelir, prestij ve statü kaybına uğrar ve hatta ailesi parçalanma tehdi­di altında kalır. Bir an düşündükten sonra hepiniz çalışma güç ve isteğinde olan herkesin bir işe sahip olması gerektiği konusunda hemfikir olacaksınız. Ancak ekonomik anlamda bu her zaman mümkün olamamaktadır. 

Çalışma ve gelir sağlama kararında olan bireylerin, hizmetlerinden yararlan­mak üzere çalıştırılmalarına istihdam denmektedir. Buradaki çalıştırma sözcüğü zorla değil, gönüllü çalışma anlamını taşımaktadır. Bir ekonomide çalışanlarla iş arayanların toplamı işgücünü oluşturur, işgücü rakamına varmak için diğer bir yol, çalışabilir yaştaki nüfustan bedenen ve zihnen yetersiz olanlarla cari ücret haddinde çalışmak istemeyenlerin toplamını çıkartmaktır. Burada işsizlik kavramı­nın açık bir tanımını yapmak gerekmektedir. Cari ücret haddinde çalışma ve gelir sağlama isteğinde olmayanların durumu işsizlik olarak nitelenebilir mi? Bu soru­ya olumlu cevap vermek güçtür. Çünkü iktisat biliminde yalnızca çalışma isteğine ve yeteneğine sahip olup, cari ücret haddi ile çalışma saatlerini kabul ettiği halde iş bulamayan kimseye işsiz denir. 

Şüphesiz yapısı ve nedeni ne olursa olsun işsizliğin tamamen ortadan kaldırı­labileceğini söyleyemiyoruz. Örneğin, işsizliğin bir bölümü geçici olabilir. Bu ne­denle işsizliğin türlerini ortaya koymak gerekir, işsizlik türleri; kısmi ve yaygın, geçici ve sürekli olmak üzere çeşitli bakımlardan tasnif edilebilir. Olumsuz etkisi en az işsizlik türü, kısmi ve geçici olan friksiyonel (arızi) işsizlik olup, yer ve mes­lek değiştirme sırasında belirir. Geçici fakat yaygın işsizlik türlerinden en tipik olan ikisi, konjonktürel ve mevsimlik işsizliktir. Konjonktürel işsizlik, iktisadi yaşamda zaman zaman beliren daralmaların yarattığı işsizliktir. Tarımsal yapılı ül­kelerde en çok rastlanılan işsizlik türü mevsimlik işsizliktir. Kısmi fakat sürekli olan başlıca iki işsizlik türü, bölge veya sektör işsizliği ile teknolojik işsizlik ola­rak bilinir. Belli bir sektörün veya bölgenin çekici bir alan olmaktan çıkması, o bölge veya sektörde üretimi daraltır ve dolayısıyla işsizlik yaratır. Uzun süre emek yoğun üretim metodu uygulanmış bir alanda sermaye yoğun tekniklere geçilme­si, kullanılan emeğin bir kısmını gereksiz hale getirir ve teknolojik işsizlik doğar. Yapısal sorunlar ve sürekli durgunluk hem yaygın, hem de sürekli işsizlik türleri­nin ortaya çıkmasına yol açar. Ekonominin bütün sektörleri ile toplu ve devamlı olarak durgun bir düzeyde kaldığı dönemlerde yapısal işsizlik belirir. Gelişmiş bir ekonominin çeşitli nedenlerden dolayı ekonomik durgunluk içerisine girmesi büyük kitleleri işsiz ve gelirsiz bırakmış olabilir. Bu tür işsizliğe sürekli durgunlu­ğun yarattığı işsizlik adı verilmektedir. 

Bu işsizlik türlerinden başka bir de gizli işsizlik denilen durum vardır. Belli bir üretim kolunda istihdam edilenlerden bir kısmı faaliyetten çekildiği zaman üretim hacminde bir daralma meydana gelmiyorsa, faaliyetten alınan kimseler adı geçen üretim kolunda gizli işsiz durumunda idiler demektir. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda, özellikle tarımsal üretim alanında gizli işsizlik hayli yaygındır.

Enflasyon 

Basında ve televizyon kanallarında hemen her gün sözü geçtiği için herkes enf­lasyon sözcüğü hakkında bir fikir sahibidir. Enflasyon ekonomideki tüm fiyatlar­da görülen genel artıştır. Ancak tek bir malın fiyatındaki artış ile tüm malların fi­yatlarının (fiyatlar genel düzeyi) artmasını birbirinden ayırmak gerekir. Mikro ikti­sattan hatırlayacağınız gibi, tek bir malın fiyatı o malın arz ve talebindeki dalga­lanmalarla birlikte artabilir veya azalabilir. Eğer tek bir malın fiyatında bir artış varsa bunu enflasyon olarak değerlendirmek doğru değildir. Bir ekonomideki mal ve hizmetlerin büyük bir bölümünün fiyatları, yani ortalama fiyat düzeyi artarsa enflasyon ortaya çıkar. 

Fiyatlar genel düzeyi 

teorik olarak ekonomideki bütün mal ve hizmet fiyat­larının belli bir dönemdeki tartılı ortalamasını göstermektedir. Fiyatlar genel düze­yi bir indeksle belirtilir. Bunun için önce herhangi bir yılın fiyat düzeyi temel ka­bul edilip 100 ile gösterilir. Sonra diğer yıllara ait düzeyler basit bir orantı hesabı ile bu 100 değerine göre değerlendirilir. Böylece çeşitli yıllardaki fiyat düzeyleri­nin, temel yılın fiyat seviyesine göre yüzde kaç alçalıp yükseldiği açıklanmış olur. Temel yıl gelişigüzel seçilmez, seçim sırasında çeşitli ekonomik, siyasal ve sosyal olaylar ve etkiler dikkate alınır.

Enflasyon paranın değerinin azalması ile sonuçlanmaktadır. Bir para biriminin değeri bununla satın alınabilecek mal ve hizmet miktarı ile ölçülmekte ve satın alınabilecek miktar da o mal veya hizmetin fiyatı tarafından belirlenmektedir. Eğer fiyatlar yükselirse bir liranın değeri önceki duruma göre daha düşük olacaktır. Pa­ranın değerindeki bu düşüşü değerlendirebilmek için hiperenflasyon denilen ve  fiyatların çok hızlı arttığı dönemleri ifade eden bir ortamı düşünmek yararlı olur. Hiperenflasyon dönemleri nadiren yaşanan dönemlerdir. Örneğin Birinci Dün­ya Savaşı sonrasında Almanya'da yaşanan hiperenflasyonda 1921-1924 yılları ara­sında fiyatlar yüzde 30 milyar kat artmıştı. Yakın zamanlarda, 1984 yılında Boliv­ya'da yaşanan bir diğer hiperenflasyonda ise haftalık fiyat artışı yüzde 300'e ulaş­mıştı. Bu tür ortamlar nadiren yaşanmasına karşın iktisatçılar ılımlı bir enflasyonun maliyetlerini ve sonuçlarını değerlendirebilmek için uzun yıllardan beri çok sayı­da araştırma yürütmüşlerdir. Bu araştırmalarda cevaplandırılmaya çalışılan sorular arasında "Enflasyondan kim kazanır, kim kaybeder?", "Enflasyon topluma hangi maliyetleri yükler?", "Enflasyonun nedeni nedir?" ve "Enflasyonu durdurmanın en iyi yolu nedir?" gibi sorular yer almaktadır. 

Üretim Artış Oranı

Bir ekonominin performansının nasıl olduğunu ve ülkedeki genel ekonomik ko­şulların durumunu değerlendirmede kullanılan temel göstergelerden birisi de ül­kenin toplam üretim miktarı, daha doğru bir deyişle bu miktarda bir önceki dö­neme göre meydana gelen değişim oranıdır. Toplanı üretim bir ekonomide be­lirli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin toplam miktarıdır. Ekonominin sözü edilen mal ve hizmet üretme kapasitesindeki artış ise ekonomik büyüme olarak adlandırılmaktadır. Öte yandan ekonomik büyümeyi ülkenin üretim imkanlarının genişlemesi şeklinde de tanımlamak mümkündür. Buna göre ekonomik büyüme, ülkenin üretim imkanları eğrisinin dışa doğru kayması olarak değerlendirilebilir. 

Ülkenin refah düzeyinde genel bir artışı ifade ettiği için ekonomilerin mümkün olan en yüksek hızda büyümesi arzu edilir. Ancak tüm ülkeler her zaman yüksek bir hızda büyümek yerine, ekonominin performansında kısa dönemli dalgalanma­lar yaşarlar. Bir diğer deyişle ülkedeki üretim hacmi kimi zaman hızla artarken, ki­mi zaman azalma sürecine girmektedir. Üretim hacmindeki bu artış ve azalış şek­lindeki dalgalanmalar konjonktür olarak bilinmektedir. Ekonomide daha az mal veya hizmetin üretildiği, bir diğer deyişle toplam üretimin azaldığı dönemler daralma (resesyon) dönemleri olarak adlandırılmakta ve bu dönemlerde üretim kısıldığı için işsizlik artmakta, dolayısıyla ortalama yaşam standardı düşmektedir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri