Makro İktisat Okulları
Tarihi çok daha eski dönemlere götürülebilse de, bir
bilimsel disiplin olarak iktisadın tarihi için en
genel kabul gören başlangıç, 18.yy'ın ikinci
yarısıdır. Daha kesin tarihleme olarak genelde A.
Smitli'in Ulusların Zenginliği kitabının yayım yılı
olan 1776 verilir. iktisat bu başlangıç tarihinden
beri önemli evrimler geçirmiş, birçok disiplin içi
tartışmaya konu olmuştur. Bu tartışmalarda esas
parçalanma Makro İktisadi sorunlar sebebiyledir.
İktisat biliminin tarihi başlangıçtan günümüze doğru
ele alınırken, bu tarih, belirli okulların
egemenlikleri dönemlerine ad vermeleri şeklinde
tahlile tabi tutulmaktadır. Mesela klasik dönem,
neoklasik dönem gibi. Burada iki temel sorun ortaya
çıkmaktadır. Birincisi, belirli bir döneme egemen
addedilen yaklaşıma hangi kıstaslar çerçevesinde
'okul' vadı verilmektedir. İkincisi de incelenen
tarihe bakışta daha çok hangi okulun zaviyesinden
bakılmaktadır. Çünkü buna göre tarih kurgusu
değişebilmektedir.
İktisat bilimi tarihi ele alınırken belirli
dönemlendirmelerin yapılması, belirli okullardan
bahsedilmesi büyük ölçüde sosyolojik bir
perspektife dayanmaktadır. İktisatta belirli bir
görüş veya akımın "okul" olarak addedilmesinin
anlamı; belirli bir yaklaşımı savunan çok sayıda
iktisatçının mevcudiyetini, bir veya birden çok
derginin etrafında toplanmayı, belirli
üniversitelerde yoğunlaşma ve destek görmeyi ifade
etmektedir. Elbetteki tüm bunlardan önce genel
hatlarıyla ortak sayılabilecek rasyonel teorik bir
zeminin mevcudiyeti gerekmektedir.
'Okul'un ortaya çıkışı ve etkinliğinin, konjonktüre
de bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Mesela
Keynesgil iktisadın okullaşabilmesi daha çok 1929
iktisadi krizi sonrası son derece elverişli bir
siyasal konjonktür yakalamasıyla yakından
alakalıdır.
İkinci sorunsa, okullardan bahsedilirken ve iktisat
biliminin tarihi ele alınırken, bu okulların hangi
öncelik sırasına göre ele alınacağı belirlenirken,
ne tür bir yol izleneceğidir. Bu konuda iki temel
tutumdan bahsedilebilir. Bunlardan birincisi
ortodoks yaklaşım, ikincisi de heteradoks
yaklaşımdır.
Ortodoks yaklaşım hakim yaklaşımdır ve iktisat
biliminin tarihini bu zaviyeden, yani neoklasik okul
perspektifinden okur. Heteradoks yaklaşım ise
genelde ortodoksinin muhalifi olan okulların
yaklaşımlarını adlandırmak için kullanılır.
Heterodoks okullar bu yüzden ortodoks neoklasik
yaklaşımın okul kapsamına ve ilgi sahasına pek
girmezler. Bu durum iktisat politika uygulamaları
bakımından da geçerlidir.
Bu yüzden iktisat
okullarını daha tasviri bir yolla ele almak için
ortodoksi - heterodoksi tasnifine tabi tutmak uygun
görünmektedir. Bu okulların görüşleri metinde
iktisat politikaları açısından yeri geldikçe
serdedilmiştir. Burada yapılacak olan bir toplu
değerlendirme ve düşünce temellerine işaretten
ibarettir.
Ortodoks iktisat Okulları
Ortodoks İktisat okullarından kasıt halihazırda
sosyolojik anlamıyla hakim yaklaşımdır. Bu okullara
hem merkez, hem de hakim paradigmayı
oluşturduğundan ortodoksi sıfatı verilmektedir. Aynı
zamanda literatürde anaakım (mainstream), hakim
(dominant) yaklaşım adlarıyla da anılır.
İktisat biliminde ortodoksiyi neoklasik paradigma
oluşturur. Neoklasik yaklaşım merkezli bir bakıştan
iktisat bilimi tarihinde ele alınan okullar da bu
yaklaşım temelli okullar olmaktadır. Buna göre
iktisat bilimi, klasik iktisat okulundan başlayarak
(çoğu zaman çok daha önceden başlatılır) günümüze
kadar merkezi paradigma temelinde doğrusal
ilerleyen bir çerçeve çizmiştir. Bu gelişme tarihe
bakışla da yakından alakahdır. Ortodoksinin Felsefi
temelini Kartezyen düşünce oluşturmaktadır.
Bu
bölümde neoklasik paradigma temelli belli başlı
okullar sırasıyla ve genel hatlarıyla ele
alınacaktır.
a)
Klasik iktisat Okulu
Profesyonel anlamıyla iktisat biliminin tarihi
bu okulla başlatılır. Başlangıç tarihi olarak A.
Smith'in Ulusların Zenginliği kitabını yayınladığı
1776 yılı kabul edilmektedir.
Okulun ve aslında iktisat biriminin ortaya çıkışı
İngiltere'de vukubulmuştur. İngiltere aynı dönemde
sanayi devrimine de şahitlik etmektedir.
Dolayısıyla ayrı bir alan olarak iktisadi alanın
incelenmeye başlanmasıyla bu toplumsal altyapının
bir ilişkisi olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
A.
Smith' in okula katkıları doğal bir düzenin
varlığına ilişkin Skolastik yaklaşımı, Newtoncu
mekanistik Fiziğin imkanlarıyla birleştirip iktisadi
hayatta göstermenin yollarını aramasındadır.
Toplumdaki bireylerin çıkarcılıkları bu yolla tüm
toplumun refahını artıran bir mekanizmaya hizmet
etmektedir.
Klasik İktisat Okulunun diğer iki önemli ismi Ricamo
ve W.S. Mill' dir. Ricardo, daha sonra gelişecek
olan neoklasik okulun da öncüsü sayılabilecek
soyutlama temelli bir sistem kurdu. İktisatta
matematikselleşmenin ilk temellerinin Ricardo
tarafından atıldığı söylenebilir. Ricardo'nun en
önemli teorik katkılarının, rant kanunu, mukayeseli
üstünlükler ve emek-değerin daha sağlıklı bir
formülasyonu olduğu söylenebilir.
b)
Neoklasik iktisat, Neo
Klasik İktisatçılar
1870'li yılların başında ortaya çıkmış ve o günden
bu yana iktisat biliminin merkezi paradigmasını
oluşturmuştur. Hatta bu öylesine güçlü bir
hakimiyettir ki, günümüzde iktisat dendiğinde
anlaşılan neoklasik paradigma eksenli bir bilimdir.
Neoklasik iktisat, klasik iktisattaki emek - değer
teorisini ve dolayısıyla onun getirdiği bir sürü
sorunu bir kenara bırakarak, kendi içinde daha
tutarlı, matematikselleşmeye ve soyutlamaya çok daha
uygun fayda değer teorisini ikame etmiştir. Bu,
gerçekten de iki okul arasındaki en temel kopuş
noktasıdır. Bu yüzden neoklasik iktisat okuluna 'marjinalistler'
adı da verilmektedir.
İktisadın meşhur "kıt kaynakların etkin
dağıtılmasıyla maksimum fayda elde etmenin yolunu
araştıran bilim olduğu tanımı da bu dönemde
literatüre girmiştir. Dolayısıyla neoklasiklerin
temeli rasyonalite (rasyonel homoeconomicus) ve
maksimum fayda unsurlarından oluşmaktadır.
İktisat biliminin merkezi analiz konusu klasik
iktisattaki bölüşümden, neoklasik iktisatta seçime
(sınırsız ihtiyaçlara maksimum fayda temin edecek
rasyonel bir seçim), yine klasik iktisadın uzun
dönemi ve makro ölçekleri hesaba katan analizleri,
mikroanalize ve kısa döneme kaymıştır.
c)
Keynesci iktisat
J.M. Keynes, 1929 yılında Amerika'da ortaya çıkıp
tüm dünya ekonomisine yayılan büyük krizin
ertesinde, mikro temelli neoklasik denge
yaklaşımının yetersizliğini ortaya koyarak, 1936
yılında İngiltere de yayınladığı 'Genel Teori'
kitabıyla iktisatta analiz temelinin tekrar makro
analize kaymasına sebep olmuştur.
Keynes' in temel katkısı ekonominin kendi iç
dinamikleriyle he! zaman tam istihdam dengesini
bulabileceğine dair neoklasik yargıyı
reddetmesindedir. Keynes'e göre ekonomi tam
istihdamın altında bir noktada da (yani işsizliğin
mevcudiyeti durumunda da) bir denge bulabilir ve
kendi dinamikleriyle tam istihdama gelmesi sözkonusu
olmayabilir. böyle bir durumda kaçınılmaz olarak
devletin harcamaları artırmak yoluyla müdahalesi
gerekir ki, ekonomi tam istihdam dengesine doğru
hareket edebilsin.
Keynes'in bir diğer katkısı da para teorisine
olmuştur. Klasik ve neoklasik iktisadın muamele
amaçlı para talebi yaklaşımlarına, tüm bir parasal
kesim-reel kesim ilişkilerini etkileyecek olan,
spekülasyon saikiyle para talebini de eklemiştir.
Yalnız buraya kadar çizilen keynesci şemanın,
Keynes'in çıkışına yönelik yaklaşımlardan sadece
birisi olduğunu eklemek gerekiyor. Bu çizilen Keynes
tablosu, Neo Keynesci yaklaşım olarak bilinen ve
neoklasik mikro paradigma temelinde Keynesci makro
yaklaşımı içselleştiren bir yaklaşımdır. Hicks 'in
temelini attığı, IS-LM analizleriyle formüle edilen
ve Neo keynesci yaklaşım olarak ortodoks okullar
içinde yerini alan bu okul dışında, daha muhalif
Keynesci yaklaşımlar da vardır ki, bunlardan birisi
olan Post-Keynescilerin, Keynes anlayışlarına daha
sonra yer verilecektir.
d)
Monetarist Okul
1970'li yıllar başında, petrol şokunun da tesiriyle
dünya ekonomilerinde ortaya çıkan stagflasyon
olgusu (işsizlik ve enflasyonun bir arada
görülmesi), Keynesci iktisat teorilerini zor duruma
soktu. Çünkü Keynesci yaklaşım enflasyon ile
istihdam arasında bir tercihin zorunluluğunu
öngörüyor ve buna göre kamu müdahalesine görev
veriyordu.
Bu yeni durumun izahı Mohetarist okul olarak bilinen
ve öncülüğünü M. Friedman'ın yaptığı bir
yaklaşımdan geldi. Monetaristlere göre maliye
politikalarının uzun dönemde ekonomide nominal
göstergeleri değiştirmek dışında hiçbir tesiri
yoktur. Asıl önemli olan para politikalarıdır.
Monetaristler para politikalarının yoğun bir
müdahale aracı olarak kullanımının da yanında
değildir. Onlara göre uzun vadede bütün
politikların sonucu aynıdır. Bu yüzden para
politikası kısa dönemde bir tesir yapabilir ki, bu
da piyasadaki bekleyişlerin adaptif bekleyişler
olmasındandır. Dolayısıyla aslolan piyasalara kendi
dengelerini bulabilecekleri bir ortamı hazırlamak,
para arzı artışını da istikrarı bozmaması fakat
artan üretim ve ticareti finanse etmesi için belli
bir artış oranından otomatiğe bağlamak
gerekmektedir.
e) Rasyonel Bekleyişler Okulu,
Rasyonel
Bekleyişler Teorisi
Monetaristlerin bir uzantısı olarak addedilebilecek
bu okulla birlikte neoklasik gelenek restorasyonunu
tamamlamıştır. Bu yaklaşıma göre bireyler iktisadi
kararlarını verirlerken rasyonel davranırlar ve
bekleyişleri de rasyoneldir. Amaç tüketici birey
için faydanın, üretici birey için üretimin ve karın
maksimizasyonudur. 1970'li yıllarla birlikte ivme
kazanan ve günümüzün de hakim akımı olan bu
yaklaşımın monetaristlerden en temel farkı,
monetaristlerde bekleyişlerin adaptif (uyarlayıcı),
bu akımda ise rasyonel olmasıdır. Bu, şu anlama
gelir; adaptif bekleyişler geçmişe dayandığından
kısa dönemde politika değişiklikleri karşısında
yanılmalar ortaya çıkar ve politika etkili olur,
çünkü adaptasyon bir dönem sonra olur. Rasyonel
bekleyişlerde ise bir adaptasyon dönemi yoktur.
Bireyler rasyoneldir ve tam bilgi sahibidir; bu
yüzden herhangi bir politika değişikliğine hemen
tepki verir. Dolayısıyla bireyleri kısa dönemde dahi
aldatma şansı yoktur. İktisat politikalarının reel
bir tesiri olmaz. Rasyonel Bekleyişler okulu bir
anIamda politikasızlık politikası önermektedir.
Bu haliyle rasyonel bekleyişler
okulu, devletin ekonomiye her türIü müdahalesine
karşı çıkarak (çünkü politika işe yaramaz) liberal
bir tutum takınırlar ki, bu da 1980'li yıllarla
birlikte iyice ivme kazanan siyasal liberalizmle
paralellik arz etmektedir.
f)
Yeni (New) Keynesci iktisat
1980'li yıllarda Rasyonel Bekleyişler Okulunun hakim
hale gelişi ile Keynescilik (NeoKeynescilik) iyice
gözden düştü. Bunun üzerine Keynesci akımlara
meyilli bir kısım iktisatçı, daha uzlaşmacı bir
Keynescilik ortaya koydular. Yeni (New) Keynescilik
adı verilen bu yaklaşım temelde piyasa
başarısızlıkları gibi Keynesci unsurlar taşırken,
bunu rasyonel bekleyişler hipotezi ile
birleştirdiler.
Yeni Keynesci ıktisat Keynes'in makro ıktisadının
'mikro temellerini oluşturmak iddiasını
taşımaktadır ki, bunun anlamı rasyonel bekleyişler
zaviyesinden Keynesci makro iktisadi okumaktır. Yani
yeni Keynescilik, rasyonel bekleyişler ile
Keynescilik arasında bir uzlaşmanın peşindedir.
En
temel vurguları piyasa başarısızlıklarınadır. Mal
piyasasında fiyatların aşağıya doğru yapışkan
olduğunu savunurlar ve buradan hareketle
yapışkanlığın birçok mikro sebeplerini (menü
maliyetler vb.) araştırırlar. Emek piyasasında da
ücretlerin aşağıya doğru yapışkan olduğunu
savunurlar.
Heterodoks iktisat Okulları
Heterodoks okul, iktisatta ortodoksiyi oluşturan
neoklasik iktisadın dışında farklı paradigmalara ve
sosyolojik anlamda bir okul olmanın unsurlarına
sahip oluşurnlara denir. Heterodoks okulların en
temel ortak noktası neo klasik iktisada olan
muhalefetleridir. Bu muhalefet de, genelde
metodolojik seviyede yürütülür. Muhalefet, bir okul
bütünlüğünde olabildiği gibi, bireysel ikonoklastlar
(putkırıcılar) eliyle de yürütülebilir.
Heterodoks okul adıyla sınıflanabilecek oluşumlar
bakış açısına göre çok çeşitlilik arzedebilir.
Burada neoklasik iktisada muhalefetleri belirgin
olan belli başlı heterodoks okullar ele alınacaktır
a)
Tarihçi Okul
Neoklasik iktisadın doğuş ve kendini kabul ettirme
yıllarında AImanya'da ortaya çıkan, daha sonra
İngiltere ve ABD'de de etkili olan bir okuldur;
metodolojik açıdan neoklasik apriori yönteme karşı
empirik tarihselci bir tutumu savunmakta ve tamamen
empirik çalışmadan ve tarihsel verileri
değerlendirmeden yanaydılar. Kökeni Alman tarihselci
felsefi geleneğe dayanmaktadır.
19.yy'in ilk yarısına dek uzanan tarihinde okul asıl
kavgasını 19. yy'ın son çeyreğinde yeni ortaya çıkan
neoklasiklerle vermiştir. Özellikle tarihçi okulun
son kuşağından meşhur Schmoller'le, neoklasiklerin
Avusturya ekolünden Menger arasındaki yöntem savaşı
oldukça önemlidir. Bu, tümden gelirnci neoklasisizm
ile tümevarımcı tarihçi okul arasındaki bir anlamda
hakimiyet kavgası olmuştur. Bu kavga tarihçi okulun
ivme kaybetmesinin de başlangıç dönemini
oluşturmuştur. Fakat tarihçi okulun tesiri daha
sonra Amerika'da kurumsalcı iktisatçılar üzerinde
görülmüştür.
b)
Marksist Okul
19. yüzyılda yeni gelişen sanayi
kapitalizminin teşhisine ve eleştirisine yönelik
olan K. Marx'ın yaklaşımı, kendisinden sonra
kurumsallaşan birçok sosyal bilimi derinden
etkilemiştir. Bunda elbette Marksist ideolojinin
siyasi bir kampın desteğine sahip olmasının da payı
vardır. Bu da sosyal bilimlerde okulların ortaya
çıkış ve yaşayabilmesinde sosyolojik unsurun
önemini göstermesi bakımından ilginçtir.
İşe iktisat bilimi açısından
bakıldığında, neoklasik iktisat ile Marksist
İktisat farklı paradigmalara sahip olduğundan,
eklektik bazı çabalar hariç tutulursa, birbirlerinin
varlığıyla pek ilgilenmemişlerdir.
Marksist iktisat, Hegelci diyalektik kurgu üzerine
bina edilen tarihsel materyalist bir çözümleme
tarzına sahiptir. Bu tasarımda, toplumlar ilkelden
kapitaliste oradan da mülkiyetin ortadan kalktığı
kamünizme doğru deterministik bir tarihsel evrim
süreci geçirirler. Temel analiz aletleri itibariyle
neoklasik iktisattan tamamen farklı olan Marksist
iktisat, neoklasikleri burjuva iktisatçısı olarak
görür. Marksistler daha holistik, değer yüklü bir
kapitalizm analizinden yanadırlar.
Neoklasiklerle olan en temelli farklılıklardan
birisi de, klasik iktisadın bir uzantısı olarak
davranıp emek değere yani mubadele değerine
verdikleri önemdir. Neoklasikler ise bilindiği gibi
değişim değerini yani fayda-değer teorisini
savunmaktadırlar.
c)
Kurumsal iktisat
Amerikan kökenli olan okul, metodolojik düzeyde
Alman tarihçi okulundan etkilenmiştir. Tarihi 19.
yy.'m sonu ve 20. yy. 'ın başlarında T. Veblen'in
çalışmalarına gider. Okul uzun bir suskunluktan
sonra 1960.lı yılların sonlarıyla birlikte tekrar
canlanmış, 80.li ve 90.lıyıllarda ise ivme
kazanmıştır.
Neokklasik iktisadın metodolojik bireyciliğine
karış, holistik bi_ yaklaşımı savunmaktadırlar.
Analizlerinin temeli neoklasiklerin yaptığı gibi
birey değil, kurumlardır. Bu yüzden kurumsalcı
iktisat adını alır. Kurumun temel analiz aleti
haline getirilmesi beraberinde birçok sosyolojik
unsurun paradigma içine dahil edilmesi anlamına
gelir. Mesela önemli araştırma alanlarından birisi
kurumlardan kalkarak iktidar ilişkileridir. İktidar
ilişkileri iktisadi dünyada oldukça belirleyici ral
oynamaktadır. Diğer bir araştırılma alanı
kültürdür. Neoklasiklere göre hayli relativist ve
tarihselci bir tutumları olduğu için, kültürel ve
tarihsel farklılıkların iktisadi ilişkiler
üzerindeki rolüne dikkat çekerler. Bu yüzden
evrensel teoriler, apriori yöntemler yerine, daha
relativistik bir tutum ve empirik yöntem
peşindedirler.
Tarihsel sürecin determinist olmayan ama evrimci bir
seyir izledi- . ğini varsaymaktadırlar. Yani
neoklasiklerin mekanistik fizik evren
tasavvurlarına karşı, organistik biyoloji temelli
bir yaklaşımları vardır.
d)Post-Keynesci iktisat
Keynesciliğin İkinci Dünya Savaşından sonra
Neoklasik iktisatça içselleştirildiğini, oysa
Keynes'in neokklasiklere köklü bir itiraz hareketi
ortaya attığını savunmaktadırlar. 20. yy'ın son
çeyreğinde Journal of Post Keynesian Economoies
dergisi çevresinde hareket oldukça ivme
kazanmıştır.
Kullandığı kavramsal yapı ve analiz aletleri
itabiriyle neoklasiklerden o kadar da kopmayan Post
Keynescilerin en köklü itirazı neoklasik denge
fikrinedir. Onlara göre Keynes'in asıl ayırıcı vasfı
belirsizliğe yaptığı vurgu ve buradan kullanarak
denge fikrini reddetmesidir. Oysa geleneksel
Keynesciler bunu hesaba katmayıp denge merkezli
neoklasik paradigmaya teslim olmuşlardır.
İkinci önemli itirazları, neoklasiklerin gerçek
zamanı hesaba katmayan analizlerinedir. Oysa bu
iktisadi kararlarda çok önemlidir.
e)
Avusturya iktisat Okulu
Avusturya İktisat okulu birçok açıdan her zaman
neoklasik ortodoksinin içinde addedilmiştir.
Neoklasilerle ayrıldıkları en önemli noktalardan
birisi Hayek'in 'bilimdlik' kavramına yaptığı
saldırıdadır. Neoklasikler metodolojik monizm yani
Fizik ve sosyal bilimlerin yöntem birliğine inanır.
Oysa Alman anlama (verstehen) geleneğine yakın olan
ve pozitivizm karşısında her zaman hassas olan Hayek
metodolojik düalizmden yanadır. Yani sosal bilimler
ve fizik bilimleri farklıyöntemlere sahiptir. Bu
açıdan iktisadın mekanistik fiziğe benzetilip,
matematikselleştirilmesine sıcak bakmazlar.
Metodolojik bireycidirler ve güçlü bir apriori
yöntem taraftarıdırlar. Fiyat endeksi ve milli
gelir gibi makroekonomik toplamlara kuşkulu
bakarlar.
f)
Kamu Tercihi (Pu&lic (hoice) Okulu
20. yy.'ın ikinci yarısında Amerika'da ivme
kazanmıştır. Metodolojik anlamda heteradoks
değildir. Çünkü neokla.sik paradigmaya tamamen
sadıktır. Bu yüzden heterodoks okullar arasında
saymak da pek gerekmez.
Okulun asıl ayırıcı vasfı, neoklasik analiz tarzını
(fayda maksimizasyonu peşindeki rasyonel bireyi)
siyasete de taşımasıdır. Yani siyasi ilişkilerin
belirlenimi de tamamen homoeconomieusun davranışınca
gerçekleşir. Demokratik bir toplumda oy verenler ve
talep edenler tamamen bu maksimizasyon ilkesine
göre hareket ederler. Bütün bir iktidar ilişkileri
bu yolla çözümlenebilir.
Kamu Tercihi Okulu yoluyla neoklasik iktisat
emperyal bir tavırda siyaset biliminin konusunu da
kendi tekeline çekmiştir, denebilir
|