Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Planlama ve Kalkınma 

2. Dünya Savaşı'ndan sonra en fazla ilgi çeken konulardan biri haline gelmişti. Bir çok ülkelerde kalkınma planları hazırlanmıştır. iktisadi kalkınmada fiyat sistemi ve planlama yollarından hangisinin tercih edilmesi gerektiği çeşitli açılardan tartışılan bir konudur. Bazı iktisatçılara göre, az gelişmiş ülkeler yapısal bir değişmeyi sağlamak zorundadırlar ve fiyat sistemi (Veya piyasa mekanizması) böyle bir değişmeyi.sağlayacak güçte değildir. Bu yolla gelişmiş olan ülkelere örnek göstermek mümkün ol­makla beraber, bu süreç çok uzun bir zamana ihtiyaç gösterir. Ayrıca bu gelişmede kamu kesiminin rolü de büyük olmuştur. Laissez faire doktrini­ne göre, bütün iktisadi kararlar özel müteşebbislere bırakılırsa, devletin müdahalesi olmaksızın, serbest rekabet baskısı ile ekonomide kıt olan kaynakların en iyi dağılımı ve kullanımı sağlanmış olur ve toplumun refahı maksimumdur. Böyle bir durumda marjinal özel maliyetler, marjinal sosyal maliyetlere eşit olur. Bunlar da, piyasa fiyatına eşittir. Devlet müdahalesi (Ve dolayısıyla planlama) ge­reksizdir, hatta zararlıdır. Fiyat sis­teminin iktisadi kalkınmayı sağlayamayacağını ileri süren görüş, dışsal ekonomi ve dışsal eksi ekonomi tahlillerine dayanmaktadır. Üretim ve tüketimde böyle ekonomiler varsa, marjinal özel maliyetler marjinal sosyal maliyetlerden farklı olur. kaynakların en iyi dağılımı sağlanamaz, serbest rekabetin tam olarak mevcut olması halinde bile. toplumun refahı maksimum olmaz. Bu durumda, devlet en iyi kaynak dağılımını sağlamak üzere, piyasa fiyatları yerine gölge fiyat­ları kullanarak fayda-maliyet hesapları yapabilir. Bundan başka, tamamlayıcı tesisler yoksa, herhangi bir endüstri özel yatırımcılar için karlı olmadığından, bu alana uzun süre ya­tırım yapılmayabilir. Bu bakımdan devletin iktisadi ve sosyal sabit sermaye yatırımlarını yapması, sanayi ve tarımdaki verimli yatırımların özel yatırımcılara bırakması öğütlenmektedir. Az gelişmiş ülkelerin çoğunda, halkın vergiler yoluyla sermaye birikimine yardımcı olma arzusu zayıf olduğundan. zorunlu olarak ödenecek vergi­ler yerine karların yüksek tutularak yeniden yatırıma akmasının sağlana­bileceği, sermaye birikimine yardımcı olmak bakımından müteşebbisin devlete nazaran daha iyi bir tahsildar olabileceği ileri sürülmektedir. Özel kesimin yenilik yaratma kapasitesinin de daha fazla olduğu söylenmektedir. Bazılarına göre, yukarıda ileri sürülen görüş gelişmiş ülkeler için doğru olmakla beraber. az gelişmiş ülkeler­de kamu kesimi geleneklere bağlı olan özel teşebbüse nazaran yeniliklere daha fazla açık olabilir ve yeniliklerin yaratılmasında öncülük edebilir. Bir kısım iktisatçılar ise, iktisadi kalkın­manın devlet memurların eline bırakılamayacak kadar önemli bir konu olduğunu ileri sürmektedirler. Bu görüşün savunucularına göre, devlet ik­tisadi kalkınmanın başlıca itici gücü olma görevini yürütmede zayıf kal­maktadır. Politikacılar verimli yatırımlar yerine gösterişi büyük olan ya­tırımları gerçekleştirmek isterler. Ayrıca, devlet idaresindeki israf ve bozukluklar kamu yatırımlarında da kendini göstermektedir. Bundan başka özel ve sosyal faydalar farklı olduğunda, özel sevk ve idare yerine kamu sevk ve idaresinin ikame edilmesi gerektiği ileri sürülmektedir. Buna karşı, özel sektörü köstekleyen etkenlerin kamu kesiminin de kapasitesini sınırlı yapacağı düşüncesi ile bu teorinin genelleştirilemeyeceği görüşü sa­vunulmaktadır. Kalkınma planlaması: Tam rekabet şartlarından sapmalar, özel ve sosyal maliyetler arasındaki farklar. kalkınmanın kısa süre­de başarılması gerektiği arzusu, yapısal değişmenin sağlanabilmesi gibi sebepler iktisadi kalkınmanın piyasa mekanizmasına terk edilmemesi gerek­tiğini ve planlamanın yararlı olduğuna delil olarak gösterilmektedir. Kalkınma planlarına benzeyen ilk belgeler İkinci Dünya savaşı içinde ortaya konulmuşlardır. Savaş sonrasında yeniden-yapım çalışmaları da planlı bir şekilde yürütülmüştür. Bu planlarda kamu kesimine ve özel kesime eşit bir ilgi gösteriliyordu. Az gelişmiş ülkelerde uygulanan ilk planlar kamu politikasına geliştirici ve kamu harcamalarında öncelikleri tespit edici bir nitelikte idiler. Bugünkü kalkınma planları genellikle cari, iktisadi ve sosyal şartlara genel bir bakışla işe baş­lar. Bu gibi taramaların yayımlanması yeni bir şey olmadığı gibi, plan uygulamayan bazı ülkelerde de görülmektedir. Kalkınma planlarının getirdiği yenilik, kamu harcamalarının bir kaç yılı da içine alacak şekilde, geniş olarak, öncelikleri de belirterek gözden geçirilmesidir. Daha önceleri göz önüne alınan dönem bir yılı aşmamakta idi. Zamanla, kalkınma plan­larının ağırlık noktası kamu harcamalarından iktisadi büyüme hızını arttırıcı diğer tedbirlere kaymıştır. Ana endüstri ve kesimlerin, yatırımların, tasarrufların ve ödemeler bilançosu gibi konuların ağırlık kazandığını görüyoruz. Ana kesimlerle ilgili bir pla­nın niteliği, bunların mülkiyet ve işletilmesinin devlete ait olup olmadı­ğına bağlıdır. Devlete aitse (Sosyalist ülkelerde olduğu gibi), plan bir yetki belgesi niteliğindedir. Bu kesimler özel kesimin mülkiyet ve işletmesinde durum farklıdır. Bu gibi durumlarda, devlet bazı alanlardaki yatırımları yasaklayabilir. fakat özel yatırımcıları istemedikleri alanlarda yatırıma zorlayamaz. Buna göre, özel kesim bakımından plan, analiz, haber verme, ikna etme, devletin sağlayabileceği teşvikleri belirtme gibi hususlarla ilgilenir. Bundan başka, bir kalkınma planı birkaç yıl için (Genellik­le beş yıl), her kesim için ekonominin tümüne ait üretim, tüketim, yatırım, ithalat ve ihracat projeksiyonları ya­pabilir. Amaç, izlenecek politikalara tutarlı bir temel sağlamaktır. Ekonominin tümü için yapılan tahminler emredici olmayan, yol gösterici planlama için (Özel kesim) de bir temel teşkil ederler. Bunlar yatırım seviyesini ve büyüme haddini geniş ölçüde etkileyebilirler. Kalkınma planları, kapsadıkları zaman bakımından, "Bir yıllık planlar", "Orta vadeli planlar" ve "Perspektif" planlar olmak üzere üçe ayrılabilirler. En geniş olanları perspektif planlardır. Bunlar genellikle 15-25 yıllık planlar olup, daha kısa vadeli planlara temel teşkil ederler. Orta vadeli planlar ise, dört, beş veya altı yıllıktır. Perspektif planların ve orta vadeli planların ana fonksiyonu hükümetin niyetlerini belirlemek olduğu halde, bir yıllık planlar farklı bir nitelik gösterirler. Bunlar bütçe tahminleri ile birlikte hazırlanırlar ve hükümetin bir taahhüdü anlamını da taşırlar. Bu bakımdan, bir yıllık planlar bütçelerin milli ekonomiye uzantısı olarak.düşünülürler.

Planlı Ekonomi 

Kaynakların kullanımının devlet tarafından belirlendiği ve kontrol edildiği ekonomi. Planlı ekonomilerde üretim, yatırım ve dağılım kararlarının tamamını veya büyük bir kısmını merkezi yönetimce alınmaktadır. Planlı ekonomi deyimi, yakın zamanlara kadar esas olarak sosyalist ülkeler için kullanılmakla birlikte, günümüzde bu ülkelerde de kaynak dağılımında piyasa göstergelerine daha fazla yer verilmesi yönünde değişiklikler yaşanmaktadır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri