Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Say Kanunu, Walras Özdeşliği Ve Krizin Olanaksızlığı

Say Kanunu diye bildiğimiz tez birçok bakımdan iktisadın en ilginç tezlerinden biridir. İlginç olması sadece bildiğimiz şekliyle ileri sürdüğü şeyin cüretkarlığı ve sı­radan sağduyuya aykırı gibi gelmesinden değil adından bile başlar. Say Kanunu dediğimizde onun bir ekonomi yasası olduğunu ve onun mucidinin de adını aldığı 19. Yy. Fransız iktisatçısı Jean Baptiste Say olduğunu varsayarız. Halbuki daha ora­ya gelmeden olağan dışılık başlar. Say Kanunu dediğimiz şeye 1920’lere kadar kim­se Say Kanunu dememiştir. 19. yy klasik iktisatçıları buna Piyasalar Kanunu (The Law of Markets) veya Menfez Kanunu (The Law of Vents) dediler. Say’ın kullandığı terime gelecek olursak bu sonuncu ile aynı anlamda ‘des débouchés’i görüyoruz (Kates, 1997: 201). ‘Kanun’un adındaki karışıklık ‘Kanun’un üstündeki isim için de söz konusudur. Bu tez acaba ilk olarak kim tarafından ortaya atılmıştır? Karl Marx’a göre Say’ın yaptığı John Stuart Mill’in babası James Mill’in fikrini tekrar ifade etmek­ten ibarettir. Aslında Marx onu bir cins ‘plagiarism’ ile suçlar. * Buna karşılık marksist kriz teorisi ve Say Kanunu üzerine yazan Shoul, Say’ın daha önce benzer bir fikri çok açık olmasa da ifade etmiş olduğunu düşünür. Say’ı ve ‘Kanunu’nu savunan makalesinde Kates ise önceliği James Mill’e vermektedir. Kanun’un daha açık ifade­lerinin Ricardo ve dahası bütün klasik ekonomi politiği özellikle de Ricardo’nun fikir­lerini derli toplu ifade eden McCulloch’ta bulunduğu bellidir (Kates, 1997: 199).

Kanun’un adı ve mucidi konusundaki belirsizlik içeriği söz konusu olduğunda daha az değildir. Baumol, Say Kanunu’nun en az sekiz ayrı anlamı olduğunu ya da sekiz ayrı Say Kanunu’ndan bahsedebileceğinden dem vurur.2 (Kates, 1997: 195) Kanun’un iktisat ekolleri tarafından ele alınış kaderi de ilginçtir. Birçok karışık ve muğlak ifade tarzına karşılık klasik iktisatçıların genel tavrı Say Kanunu’nun doğru olduğu yönündedir. Marjinalist ekol ve onu doğrusu en çok savunması gereken Avusturya marjinalist ekolü garip biçimde ondan hemen hemen hiç bahsetmemiştir (Horwitz, 2003: 86). Kanun’un yeniden popüler oluşu Keynes’in Genel Teori’de onu klasik iktisadın orta direği olarak lanse etmesinden sonradır. Ancak ondan sonra Say Kanunu yeniden hatırlanmış ve bir anlamda Keynes’in eleştirilerinden onu kur-taracak şekilde rehabilite edilmeye çalışılmıştır (Macedo e Silva, 2004: 1). Bu yeni­den değerlendirmelerin Say Kanunu’nun ne olduğu konusundaki tavırları da çok ilginçtir. Bazıları özellikle de Avusturya ekolü ile genel liberal, parasalcı görüşlere yakın duranlar Keynes’in Say’ın görüşlerini tahrif ettiğini vurgulamıştır. Kates bu tezi en sert ifade edenlerden biriydi.

“Genel Teori’nin yayımlanmasından sonra Say Kanunu’nun anlamı kökten biçimde değişti. Say Kanunu ile bir arada düşünülen cümle artık Keynes’in ortaya attığı ‘arz kendi talebini yaratır’ idi. Bununla anlaşılan ise üretilen her şeyin satılacağıydı. Bu yüzden Keynes’e göre eğer Say Kanunu doğru olsaydı resesyon ve yüksek işsizlik oranları teorik olarak olanaksız olur; veya bunlar vuku bulsa bile çok kısa sürerdi. Böylece Say Kanunu’na yapışan anlam, klasik iktisatçıların inkar ettikleri söylenen bizatihi resesyonun olanaklılığıydı.” (Kates, 1997: 192)

Aralarında Keynesçilerin de bulunduğu başka iktisatçıların tutumu da ilginçtir. Clower ve Leijonhufvud (1973), Say Kanunu’nu bırakın Keynes karşıtı bir düşünce olmayı, tersine yeni Keynesci akımın öncüsü ve doğru dürüst her ekonomik teorinin geliştirilmesi için temel bir önerme olarak görür (Macedo e Silva, 2004: 1), (Kates, 1997: 195). Schumpeter ise Say Kanunu’nun ‘açıkça doğru olduğunu ileri sürer (Schumpeter, 1954: 617). Üstelik Schumpeter’in yorumunda paradoksal biçimde Say, Keynes ve makroekonomik analizin bir önceleyicisi gibidir (Macedo e Silva, 2004: 2). Horwitz, (Jonnson, 1997) ve (Kates, 1997) ye uyarak Say’ın resesyonları inkar etmek bir yana modern iş çevrimi teorinin kurucusu sayılabileceğini ileri sürer; hatta 19. yy. boyunca üzerinde kıyamet kopmuş ‘genel bolluk tartışması ‘ (general glut discussion) adıyla bilinen büyük tartışmanın bile anlamını farklı yorumlar. Ona göre Say genel bolluk olasılığını bile reddetmemiştir!

Aynı kişi ve aynı tez için bu kadar farklı yorum biraz yazanların niyetinden kay-naklanıyor denilse bile biraz da 19. yy klasik iktisatçılar döneminde kavramların ve analizlerin oldukça gevşek, müphem ifade ediliyor oluşlarındandır. İki önemli tartışmacı Thomas Malthus ile J. B. Say bu konuda özellikle ünlüdür (Baumol, 2003: 40), (Maclachlan, 1999: 563).

Kimi zaman öne sürüldüğü gibi sınıfsal veya başka toplumsal etkilerden ortaya çıksın veya çıkmasın o dönemki polemikler birçok şeyi aynı anda tartışıyor konum-daydı. Örneğin Say ve Ricardo gibi liberal geleneğin öncüleri tıpkı ‘hocaları’ Adam Smith gibi bir taraftan merkantilist geleneğin bakiyesi saydıkları devlet müdahalesi, korumacılık gibi uygulamalarla; diğer yandan yine merkantilist geleneğin ‘paranın önemli olduğu’, servetin, ‘ulusların zenginliği’nin paradan oluştuğu fikri ile mücadele ediyorlardı. Öyle olunca ‘sık sık paranın kendi başına hiç bir ihtiyacı gidermediği’5 ya da paranın reel olayların üzerini örten bir peçe gibi olduğu tezini vurguluyorlardı. Piyasaların eksik veya aksak işlemesi kavramı hele de o zamanki ilk kapitalizm dö­nemlerinde ciddi bir sorun iken bu tezin kabul edilmesi devlet müdahalesini getire­ceğinden klasik iktisatçılar aksaklıklardan çok piyasaların uyum, etkinlik ve çabuk adaptasyon yeteneğini öne çıkardılar. Böylece klasik iktisatçıların Say Kanunu’nu ifade edişleri kiminle tartıştıkları ve hangi konuyu tartıştıklarına bağlı olarak da deği-şiklik gösterdi. Buna Say ve Ricardo’nun yazıları da dahildir. Öyle olunca en azından Say tarafından ortaya konulduğu düşünülen tarihten 207 yıl sonra bile bu kanun gerçekte ne anlama gelir tartışılmaya devam etmektedir.

Kanun’un gerçek tarihsel ortamda nasıl çıktığı Blaug tarafından iyi özetlenmiştir. İlk müphem ifadesi, ya da bu ‘kanun’a götüren ilk tezler fizyokrat ekolden geldi. Blaug, Mercier de La Riviere’ın yazdığı L’Ordre Naturel et Essentiel (1767) adlı eserde ‘hiç kimse aynı zamanda bir satıcı olmadan alıcı olamaz’ ya da Quesnay’ın ‘alınan her şey satılır; satılan her şey alınır’ tezlerinden Say Kanunu’na gitmek için sadece bir adım kalmıştı der (Blaug, 1988: 28). Ona göre Quesnay’in Tableau’sunun özündeki ders, paranın sadece bir değişim aracı olduğu -ki bu da ticareti esas olarak bir takas ekonomisine indirgiyordu- ve ‘bir ürünün üretilmesinin, harcanmasıyla yeni bir üretim devresine sokulabilecek geliri otomatik olarak yarata-cağı’ydı. Tableau iktisat tarihinde makroekonomik bakış olarak önemli bir ilerleme olmakla beraber elbette hayli soyut bir yaklaşımdı. Bu yaklaşım içinde krizlere yer olamazdı. Klasik iktisatçılar merkantilizme ilk karşı çıkan fizyokratların bu yaklaşımı­nı ödünç aldılar. Ama ilginçtir, daha somut incelemelerinde kendinden öncekilerin ciddi kimi uyarıları nedense aynı etkiyi onlarda yaratmadı. Ve Say aslında onlardan aldığı bu Piyasalar Kanunu yaklaşımını, daha somut analizlerinde bunun zorlukları­na değinen fizyokratların bizzat kendisine karşı geliştirmiştir.

“Fakat yeterince tuhaftır, Say, bu Piyasalar Kanunu’ nu kendi fizyokrat öncellerine karşı yö-neltti. Çünkü onlar, kazanılan gelirin gelir akımına yeniden katılmasının otomatik olarak ger­çekleşmediğini söylüyorlardı. Cantillon’un vurguladığı üzere toprak sahibinin (landlord) geliri, karşılığında zorunlu olarak bir maliyet kalemi olmadığından; ve böylece (akımın içinden – C.A) çekilerek, gelir akımını kırabilirdi. Malthus’un geliştirdiği, toprak sahiplerinin dengeli lüks harcamaları ile o gelir akımı çemberinin devamını ve ekonomik refahı sağlayan bir faktör olduğu fikrinin kaynağı buradadır. Aynı şekilde, Quesnay’dan Thomas Spence gibi İngiliz fizyokratlarına ve Malthus’tan Ricardocu sosyalistlere, kapitalizme Marx tarafından tam te­şekküllü bir hücuma yol veren eksik tüketim tezlerinin de kaynağı budur!” (Blaug, 1988: 28-29)

Blaug’un kurduğu Marx ve eksiktüketim ilişkisinin ne kadar doğru olduğu ileriki bölümlerde tartışılacak ancak en azından iki şeyi çok iyi vurguluyor: Birinci olarak klasik iktisatçılar Say Kanunu’nun ham halini fizyokratlardan aldılar ancak bunu ek-sik bir tarzda yaptılar. Ya da kendi düşüncelerine göre onu tam/mükemmel hale ge-tirmek için kendilerine göre daha eski dönemlere ait olduğunu düşündükleri mü-kemmel olmayan özelliklerinden soydular. İkincisi Say Kanunu özellikle bunun James Mill’in ünlü yorumuna ne kadar çok şey borçlu olduğunu düşünecek olursak yukarıda adı geçen İngiliz fizyokratlarına karşı bir polemik içinde geliştiğini akılda tutmak gerekir. James Mill, ziraatı ve toprak sahiplerini önemseyen ve ticareti, özel-likle de dış ticaretin servet yaratıcı olmadığını vurgulayan Spence’e karşı Ticareti Savunmak adlı eseri yazdı. Başta Marx olmak üzere birçok yazara göre Say Kanunu diye bilinen şey asıl burada ifade edilmiştir. James Mill söyleyeceği şeyin ilk bakışta paradoks gibi görünmesine rağmen hem kesin olarak doğru hem de çok önemli ol-duğunu vurguladıktan sonra konuyu şöyle özetler.

“Üretilmiş metalar için pazarı yaratan, bu pazar için evrensel ve tek sebep olan şey metaların üretimidir. Bir pazar dendiğinde ne anlaşıldığına inceleyelim. Elimizden çıkaracağımız bir meta karşılığında değişilmeye hazır bir şey değil de nedir? Mallar pazara getirilirken istenen şey başka bir şeyi satın almaktır. Fakat satın almak için önce ödeme aracına sahip olmak gerekir. Bu sebeple, açıktır ki toplumun elindeki kolektif ödeme araçları toplamı ulusun bütün pazarını oluşturur. Fakat ulusun bu kolektif ödeme araçları neyin içinde bulunur? Bunlar ulu­sun yıllık ürünü, ülke sakinlerinin yıllık gelirinden oluşmaz mı? Fakat bir ulusun satın alma gücü tam olarak onun yıllık ürünü ile ölçülüyorsa, ki şüphesiz öyledir, siz bu yıllık ürünü art-tırdığınız ölçüde, bizatihi bu eyleminizle, ulusal pazarı ve ulusun alım gücü ve gerçek alımla­rını artırmış olursunuz. Bu nedenle malların ilave miktarı her ne olursa olsun tam olarak ye-terli bir ilave alım gücü aynı anda yaratılır. Öyle ki ulus asla doğal olarak ne sermaye ne de metalar bakımından aşırı mal yığılmış (overstocked) duruma düşmez; sermayenin bizatihi kendi işleyişi (operation) kendi menfezini (vent) yaratır.” (Mill, 1808: 38-39)

Tartışma büyük ölçüde Adam Smith’in nasıl yorumlanacağı üzerine cereyan et-tiğinden bu tezin adam Smith’de bir benzerinin olup olmadığına bakmak yerinde olur.

“Her yıl tasarruf edilen miktar, her yıl harcanan miktar kadar düzenli bir biçimde ve de nere­deyse aynı süre zarfında tüketilir (...) (Zengin biri gelirinin bir kısmını tasarruf edince –CA) Tasarruf ettiği o kısım ya kendisi ya da bir başkası tarafından kar elde etmek amacıyla der-hal sermaye olarak istihdam edileceğinden aynı şekilde, ve de hemen hemen aynı süre zar-fında tüketilmiş olur; fakat farklı bir grup insan tarafından...” (Smith, 1985(1776): 277)7

Tarihsel perspektifte ana fikrin böylece şekillenmesi biraz daha yakından ince­lenmesi gereken ‘Say Özdeşliği mi yoksa Say Eşitliği mi?’ veya ‘Say Kanunu mu yoksa Walras Kanunu mu?’ gibi tartışmaları aydınlatmakta faydalı olacaktır.

Say Kanunu’nun nasıl yorumlanması gerektiği üzerinde en önemli kafa karışık-lıklarından biri Say Özdeşliği-Say Eşitliği tartışmasında belirgin hale gelir. Say’ın en yeni yorumlarının tersine bütün klasik dönem yazarları ve yakın döneme kadar her-kes Say Kanunu’nu, genel bir aşırı üretimin ve bütün sektörlerde bir genel bolluğun olanaksız olduğu tezi ya da en azından bunu da içeren bir Kanun olarak algıladığın-dan o zamanlar ancak bu tezin tam olarak ne anlama geldiği tartışılmıştır. Yukarıda­ki alıntılardan ve daha pek çoğundan Say ve klasiklerin ürünlerin, arada para olsa da aslında ürünlerle değiştirildiğini düşündükleri üzerinde genel bir uzlaşma vardır. Bunun birinci anlamı her ne kadar paradan bahsedilse de söz konusu olanın bir cins takas ekonomisi olduğudur. Ancak para üzerinde bu kadar çalışan o iktisatçıların, teorik modelleri ne olursa olsun (örneğin Ricardo’nun buğday modeli vb) böyle bir ilkel ekonomiyi varsaydıklarını düşünmek zordur.

Eğer parasal bir ekonomiden bahsediyorsak mal piyasalarının toplamında talep fazlası (veya azlığının) olanaksız olması tek bir anlama gelebilir; o da para piyasa­sında talep fazlasının (veya azlığının) olanaksız olmasıdır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri