Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ticarette Korumacılığın Siyasi Ekonomisi: Liberal Bir Yaklaşım 

M. Sait Akman – M.Ü. Avrupa Topluluğu Enstitüsü Öğretim Görevlisi 

Ticarette "korumacılığa" karşı "serbest ticaret" tartışması modern iktisat biliminin baş­langıcından bu yana süregelmektedir. Hemen tüm iktisatçıların, en azından liberal gelenek içinde bulunanlann, üzerinde ittifakla birleş­tikleri bir konu korumacı politikaların serbest ticaret ile kıyaslandığında, ülke ekonomisi açı­sından olumsuzluklar taşıdığıdır. Buna göre, genel olarak serbest ticaretin ulusal refahı maksimize edeceği ve Pareto-etkin bir politika olduğu kabul edilir. Liberal bir ticaret politika­sının izlenmesinin yaratacağı ticaret artışının ülke ekonomisi açısından sayısız faydalan ol­duğu bilinmektedir. Piyasalarda mal çeşitliliği­nin artması ile tüketicinin tatmin seviyesininde yükselmesi, tekelci durumların ortadan kalk­ması ve ülke içi fiyat seviyesinin dünya fiyatla-n seviyesine çekilebilmesi, ortalama üretim maliyetlerindeki düşüşe bağlı olarak teknik açıdan daha etkin bir üretim yapısına kavuşul­ması, emek piyasalanndaki eksikliklerin azala­rak istihdamda artış sağlanması ve sermayenin daha verimli ve rekabet edebilir sektörlere yö­nelmesi ve kâynaklann daha iyi tahsisi bunlar­dan başlıcalarıdır. 

Pek çok düşünüre göre serbest ticaretin ekonomik etkileri yanında uluslararası ilişikiler açısından da yararları mevcuttur. Bu konuda ileri sürülen görüşler ticaret süreci ile bağlantı­lıdır. Buna göre ticaret ülkeler arasındaki ikti­sadi ilişkileri ve işbirliği imkanlarını geliştiren bir yapıya sahiptir ve serbest ticaret ile dünya banşı arasında bir ilişkiden bahsedilebilir, ör­neğin ünlü filozof Immanuel Kant'a göre "tıcaret ruhu savaş ile ters düşmektedir. C. Montes quieu barışı serbest ticaretin doğal bir etkisi olarak görmektedir. John S. Mili ise serbest ticareti dünya barışının en önemli garantörü olarak tanımlamaktadır.

Ekonomik hayata ve uluslararası siyase­te getirilerinin zikredilmesi, liberal bir değer olarak serbest ticaretin öneminin tam olarak kavranmasına yetmez. Konunun, bir de ahlaki boyutu mevcuttur. Devletin, ticaret hayatına müdahale etmemesi ve kişinin özgürce ticaret yapabilmesi kaynağını modern anlamda Locke'da bulan bir "doğal hak"tır. Norman Barry'nin de belirttiği gibi eğer liberalizm "başkalarına zorlama yapmadan ve onları ken­di tercihlerine göre yaşamaktan alıkoymadan ferdin dilediği gibi yaşayabilmesi özgürlüğünü gerektirir" ise ticarette özgürlükte liberalizmin bir gereğidir. Bu da serbest ticaret ile mümkündür. 

Bununla birlikte, uygulamada, farklı de­recelerde de olsa, hemen tüm ülkelerin çoğu zaman ticarette korumacı politikaları benimsediklerini görebiliriz. Tarife ve tarife dışı engel­lerin ekonomi politikasının bir gereği olarak algılanması sonucu, gümrük tarifeleri ve mik­tar kısıtlamaları, sık sık başvurulan anti-dam-ping soruşturmalan, her ne kadar Uruguay Round sonrası imzalanan anlaşmalar ile yasak­lanmış olsa da uygulanmaya devam eden gö­nüllü ihracat kısıtlamalarını (voluntary export restraints), ihracatta başvurulan devlet yardım­lar: vb. uluslararası iktisadi hayatin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Korumacılığın yaygın­laşmasında ve liberal iktisadi düşünce yapısı­nın temel dayanaklarından birini oluşturan ser­best ticaret karşısındaki bu ilerleyişinde hiç şüphesiz, serbest ticaret teorisinin varsayımla­rının genellikle politika belirleyici kesimler ve hatta bazı iktisat teorisyenleri tarafından yanlış olarak algılanmasının payı büyüktür.

Bu yazıda, klasik liberal öğretinin ser­best bir ticaret politikası izlenmesi yolundaki tüm uyanlarına rağmen, korumacılık politika­sının tercih edilmesinin altında yatan nedenle­rin kısa bir analizi yapılacaktır. Bu kısa ana­liz, korumacılığın altında iktisadi nedenlerden ziyade siyasi ve sosyal bazı nedenlerin yattığı görüşünü ele almaktadır. Ancak, burada koru­macılık kavramı ile ne anladığımızın kısaca be­lirtilmesinde fayda vardır. Bu çalışma çerçeve­sinde "korumacılık" ile "yerli sanayinin rekabet edebilirliğine pozitif yönde etki edebilecek ve­ya yabancı üreticilerin söz konusu yerli sanayi­nin rekabet gücüne zarar vermesini, ekonomik açıdan etkin olmayacak türden önlemler yo­luyla engelleyecek her türlü hükümet uygula­ması" kastedilmektedir. Yerli sanayi açısından, pozitif bir katkı ile kastedilen, bir tür ihracat sübvansiyonu ya da ticarete doğrudan olum­suz etki yapabilecek bir devlet yardımı olabilir. Yabancı rakiplerin engellenmesi ise tarife ve tarife dışı engeller yardımıyla yabancı ürünle­rin görece fiyat seviyesinin yükseltilmesi sonu­cu yerli üreticilere piyasa şartlarında elde ede­meyecekleri bir rekabet avantajının sağlanma­sıdır. Bu durum tamamıyla bir tür devlet müda­halesi içermektedir ve serbest piyasadan bir sapma olarak değerlendirilebilir. 

Serbest Ticaretten Sapmalar 

Serbest ticaret politikasından sapmaları genelde iki temel baz üzerine oturtmak müm­kündür. Bunlardan ilki serbest piyasa anlayışı­na dayalı neoklasik iktisadi düşüncenin temel varsayımlannın yeterince inandırıcı bulunma­ması sonucu geliştirilen teorilerin uygulama fırsatı bulmasıdır. Neoklasik iktisatçılar, bazı is­tisnai dunımlarda, korumacılığın ülke refahını artırabileceğini kabul etmekle beraber, tam rekabet modeline dayalı serbest ticaret politi­kasını savunagelmişlerdir. Tam rekabet piyasa­sının gerçek hayatta mümkün olmadığı du­rumlarda ise serbest ticaretin geçerliliğini yitir­memekle birlikte, inandırıcılığını kaybettiğini belirten görüşler ortaya atılmıştır. Özellikle "yeni ticaret teorisi" ya da "stratejik ticaret te­orisi" olarak adlandınlan bu iddialar başta ABD olmak üzere pek çok ülkede giderek da­ha fazla taraftar toplamaya başlamıştır. Esas itibarıyla, devlete ekonomik hayat içerisinde da­ha müdahaleci bir rol veren bu tür yaklaşımlar, klasik iktisadi düşünceden daha da fazla uzaklaşılmasına neden olmaktadırlar. 

Serbest ticaret politikası yerine koruma­cı bir politika benimsenmesinin ikinci önemli nedeni ise siyasal süreç bağlamında ortaya çı­kan "rant-kollama" çabalarıdır. Buna göre, her ne kadar ekonomik bağlamda rasyonel bir po­litika olmasa da, siyasi alanda bazı çıkar grup­larının, kendileri lehine rant aktarabilecek po­litikaların benimsemesi konusunda siyasetçiler ve devlet kurumları üzerinde etki yapmaları, ti­carette korumacılığa yol açabilmekledir. Koru­macılığın varlık nedenlerinin açıklanmasında siyasi ilişkilerin oynadığı etkin rolün, ilk olarak en kapsamlı şekilde, liberal düşünce çizgisin­deki "kamu tercihi" okulu tarafından dile geti­rildiğini görmekteyiz. Bu yöndeki çalışmaların üzerinde durduğu ortak nokta, serbest piyasa uygulamasının optimal sonuçlar doğuramaya-bileceği (market failures) iddialarına karşı hü­kümet politikalarının da yanılabileceği bir baş­ka deyişle siyasi piyasaların da eksik rekabet altında çalıştığı görüşünün (government fail-ure) savunulması ve devletin ekonomideki varlığına daima temkinli yaklaşılması gerekti­ğidir. 

Korumacılığın Siyasi Ekonomisi ve Rant Kollama: "Kamu Tercihi" Yaklaşımı 

Çoğu iktisat kitabında ticaret politikası­nın toplumsal refah etkisi analizi yapılırken ser­best ticaretin pareto-etkin olduğundan bahse­dilmekte ancak neden korumacı bir politika­nın serbest ticarete tercih edildiği konusu tam olarak anlatılmamaktadır. Genellikle neoklasik iktisada dayalı bu yaklaşımlarda kabul edilen iki temel varsayım konunun tam olarak anlaşıl­masını engellediği gibi aynı zamanda toplu­mun bazı kesimlerinin devletin iktisadi hayata müdahalesi sayesinde nasıl haksız kazanımlar elde edebileceklerinin de tam olarak gözler önüne serilmesine mani olmaktadır. 

Neoklasik iktisadi yaklaşımın bu söz ko­nusu iki varsayımından birincisi devletin her zaman toplumun genel çıkanını düşünen ve bu yolda hareket eden "iyi niyetli" kişilerce idare edildiğidir. Buna göre ülke için hangi politika­lar en optimal ise, bu kişiler o politikaları be­nimsemekte hiç tereddüt göstermezler, örne­ğin tarifelerin kaldınlması toplumsal refahı ar-üracak5a, devlet mutlaka serbest ticarete daya­lı bir politika izlemekte ve dış ticareti alabildi­ğince liberal bir hale getirmektedirler. Oysa mevcut korumacı uygulamalar durumun her zaman ve hatta çoğu zaman bunun tun tersine olduğunu göstermektedir. Yani çoğu zaman devlet politikası iktisat kitaplarında önerilen politikalardan tamamen farklı istikamette cere­yan edebilmektedir. 

Neoklasik yaklaşımda tartışmaya açık olan diğer varsayım ise, uluslararası ticaret iliş­kilerinin ülkeler arasında geçtiği ve ülke-içi toplumsal kesimlerin dış ticaret politikasının belirlenmesinde tamamen ya da büyük ölçüde etkisiz kaldıkları inancıdır. Stolper-Samuelson teorisi, her ne kadar sermaye ve emeğin farklı ticaret politikaları uygulanması yönünde hare­ket edeceklerini açıklasa dahi tam olarak ye­terli görünmemektedir. Bu durumun önemli bir nedeni vardır: Bu, söz konusu teorinin emek ve sermayeyi karşıt kamplarda algılar­ken, gerçek hayatta durumun bundan farklı olabileceği ile ilişkilidir. Bir örnek vermek ge­rekirse, ABD'de, Magee'nin yaptığı bir araştır­mada ele alınan 21 yerli sanayi dalından tam 19'unda emek ve sermaye ya serbest ticaret ya da korumacı bir politika izlenmesi yönünde ortak hareket ettikleri tesbit edilmiştir.'^ Yakın zaman öncesinde AB ile gümrük müzakereleri tartışmaları yaşanan ülkemizde de kimi sektör­lerde benzer durumlara rastlanmıştır. 

Aralarında "kamu tercihi" iktisatçılarının da bulunduğu Mancur Olson, Anne Knıeger, James Buchanen, Gordon Tullock, Charles Rowley, Bruno Frey, Robert Baldwin ve Robert Tollison gibi pek çok bilim adamı bu varsayım­ların doğruluğunu araştırıken, aslında devletin tamamen rasyonel politikalar uygulamadığını tam tersine çoğu zaman toplumun genel çıkarlarının tersine rant elde etme peşinde koşan çıkar gruplarının etkisi altında kaldıklarım gös­termeye çalışmışlardır. Buna göre, örneğin çe­şitli sanayi kartelleri, örgütleri ya da sendikala-nn ekonominin serbest akışını kendi lehlerine çevirebilmek için politikacılan ve devlet ku­rumlarını kendi çıkarları doğrultusunda hare­ket etmeye zorladıklan söylenebilir. Bunu şu şekilde de ifade etmek mümkündür. Çeşitli menfaat grupları siyasal iktidarı ele geçirme­den hükümet kararlarını etkilemeye çalışmak­tadırlar. Bu yolla kendilerine rant sağlama pe­şindedirler. 

Tollison'a göre rantın kaynakları ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki fiyat sistemindeki arz ve talepdeki kaymadan dolayı meydana gelen doğal rantlardır ve rekabetin işlemesiyle ortadan kalkması da kaçınılmazdır. Burada esas üzerinde durulması gereken ise hüküme­tin ekonomiye müdehalesi sonrasında yani pi­yasa mekanizması dışında cereyan eden rant­lardır. Tollison'a göre bu suni bir rant yaratıl­masıdır/10' Tekel veya ithalat lisansı haklarının belirli kişilere verilmesi, gümrük tarifesi veya kotalar yoluyla bazı yerli sanayilerin fiyat deza­vantajlarının ortadan kaldırılması vb. bu tür­den rantların oluşumuna neden olan uygula­malara örnek olarak verilebilir. Devletin elinde böyle bir rant yaratabilme imkam olduğu müd­detçe bu rantın peşinde koşan kesimlerde da­ima bulunacaktır. Aslında bu toplumun bir ke­siminden diğerine kaynak transferinden başka bir şey değildir. Yani durum mevcut kaynakla­rın devlet eliyle yeniden dağıtımı anlamına gel­mektedir. Hükümeti arkasına alan çıkar grup­ları, normal piyasa şartlarının işlemesi halinde toplumun başka kesimlerinin cebinde kalması gereken kaynakları, kendi ceplerine aktarmayı becermektedirler. 

Doğal olarak bu transferin gerçekleşme­si göründüğü kadar kolay olmamaktadır. "Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" zihniyetiyle hareket eden bu kesimler suni (devlet tarafın­dan yaratılan) bu rantlan ele geçirebilmek için elbetteki bazı harcamaları da göze alacaklar­dır. Bu tür harcamalar elbetteki söz konusu ke­simler açısından göze alınabilir ancak ekonominin geneli açısından kaynak israfından öte­ye geçemez. İşte Tollison'a göre de "rant kolla­ma" ekonomideki kıt kaynakların bu türden transferler uğaına harcanmasından başka bir şey değildir. Bir sektördeki gümrük tarifeleri­nin indirilmesini engellemek, bazı sektörlerin korunma tarifeler veya kotalar gibi ticaret poli­tikası araçları ile altına alınması için çaba gös­termek, kota lisanslarını ele geçirmeye çalış­mak bunun en somut örnekleridir. Liberal bir anlayıştan uzaklaşılması ticaret politikasının bu türden örnekler ile dolmasına yol açacak ve kaynak israfına neden olacaktır. 

Kaynakların etkin bir şekilde dağılımı­nın önündeki en etkin çıkar gruplan baskı gruplarıdır (pressure groups). Meynaud'a gö­re, bu gruplar istediklerini elde edebilmek için çeşitli yöntemlere başvurabilirler:'11'

1.  Hükümetleri ve yetkili organlan is­teklerinde ne denli haklı olduklarına ikna et­meye çalışırlar,

2.  Bekledikleri ilgiye mazhar olamama­ları dunımunda, bilhassa seçim zamanlarında siyasi parti ve politikacılar üzerinde bir parasal güç tesis etmeye çalışırlar; bu parasal desteğin çekileceği tehdidi yoluyla olabilir,

3.  Bazı politikacıları ve parlamento üye­lerini parasal yolla destekleyebilir ya da kamu görevlilerine para yedirebilirler,

4.  Hükümetin görevlerini yerine getir­mesini engellemeye çalışabilirler,

5.  Genel grev, lokavt vb. yollarla doğru­dan eyleme geçerek ekonomik hayatı etkiler­ler. Hükümetler böylesi durumlara uzun müd­det seyirci kalamazlar. 

Politikacıların ve yetkili devlet ya da hü­kümet organlarının neden bu tür rant kollama peşinde koşan grupların etkileri altında kaldı­ğını anlamak geleneksel iktisadi düşüncenin varsayımlan ile hareket edilmesi halinde pek de kolay olmamaktadır. Kamu tercihi yaklaşı­mı ise bu konuya özel bir açıklık getirmek­tedir. Buchanen bu durumu açıklarken kamu tercihi yaklaşımının temel öğelerinden biri ola­rak homo economicus kavramını vermektedir. Buna göre, politikacılar ve bürokratlar da dahil tüm bireyler kendi çıkarlannı maksimize etme­ye çalışmaktadırlar. Buchanen bunun açıklanmasındaki argümanlardan birisini şu şekilde ifade etmektedir "Bireyler mal piyasasındaki alıcı ve »atıcı rollerinden siyasi süreçteki seç­men, vergi mükellefi, politikacı veya bürokrat rollerine geçerken bir karakter farklılaşmasına manız kalmazlar". 

G. Tullock bu konuya daha açıklık geti­rirken politikacıların genel refahtan ziyade kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalıştıklarını ve seçmenin neyi ödüllendirmesi gerekti­ğinden daha ziyade neyi ödüllendireceğini dü­şündüklerini söylemektedir. 

Politikacıların kendi çıkarlarını maksi­mize etmeye çalışan aktörler olduklarını kabul etmek, kendilerine yeniden seçim kazandıra­cak politikaları tercih etmelerini beklemeyi ge­rektirir. Seçimlerin kazanılabilmesi daha fazla oy ile mümkün olduğundan bu da daha fazla seçmeni memnun etmeye dayanmaktadır. Seç­menlerinde kendi çıkarlannı maksimize ede­cek politikaları benimseyen politikacıları ödül­lendirmesi kadar normal bir şey olamaz. Bu mantıktan hareketle serbest ticaretin toplumsal refahı ve daha fazla sayıda insanın gelirini artı­racağı düşünülürse, politikacıların korumacılık yanlısı politikalardan uzak durması beklen­mektedir. Gerçek hayattaki durumun farklılığı­nın anlaşılabilmesi toplumsal karar alma me­kanizması ile ilgili başka bazı noktalarında açıklığa kavuşmasına bağlıdır.

Bunlardan ilki bireylerin kendileri ile il­gili kararları alırken her zaman rasyonel bir davranış sergileyemedikleridir. Pek çoğumuz hükümetin tercih ettiği politikaların üzerimiz­de yaratacağı etki konusunda tam bir bilgiye sahip olamadığımız gibi;bazı durumlarda bu konu ile ilgili uğraşmanın yaratacağı zaman ve maddi kayıplardan dolayı ilgisiz de kalabil­mekteyiz. İşte bu "rasyonel ilgisizlik" ve "bilgi­sizlik" cebimizdeki kaynağın başkalarının ce­bine transfer olmasına (aktarılmasına) sessiz kalmamıza yol açabilmektedir. Zaten çeşitli çı­kar ve baskı gruplarını harekete geçiren ve po­litikacıları ekonomik hayata bu denli müdaha­le etmeye iten teme! nedenlerin başında da bu olgu gelmektedir 

İkinci nokta küçük çıkar gruplarının ta­şıdığı avantajlı konum ile yakından ilgilidir. Ol-son'a göre toplumsal anlamda sayıca az olan bu gruplar (örneğin tarife ya da kota kollayan yerli sanayiciler ve işçi grupları vb.) daha geniş çevrelere göre daha rahat bir kollektif hareket imkanına sahiptirler. Olson bu durumu izah ederken, küçük gruptaki üyelerden hiç olmaz­sa en az bir ya da birkaçının, kollektif hareke­tin sürdürülmesinin sonucu (örneğin hükümet nezdinde lobi faaliyetinde bulunmak) kişisel kazancının ya da kazançlarının böyle bir faali­yetin doğuracağı toplam maliyetini aşabilece­ğine inandığını ve bu yüzden davalarında da­ha kararlı olduklarını belirtmektedir.'14' Dola­yısıyla bu gruplarda "free rider" etkisi kırılmış­tır. Korumacılığın bu kesimler açısından yara­tacağı rant imkanının büyüklüğü korumacı çı­kar gruplarını her zaman, serbest ticaretin geti­receği genel ekonomi açısından toplam olarak büyük ama fert başına küçük kazanımlar için mücadele etmesi beklenen kesimlere göre da­ha aktif hale getirmektedir. Stigler'in de belirt­tiği üzere grup içindeki asimetriler daha etkin bir kollektif hareket imkanı sağlayabilmekte­dir. Konımacılık yanlısı çıkar çevreleri grup içinde kendilerini en iyi şekilde temsil edeme­diklerinde amaçladıkları politikalara ulaşama­yacaklarını çok iyi bildiklerinden dolayı konu­nun üzerine daha bir hassasiyetle giderler. Oy­sa büyük (serbest ticaret taraftarı) gruplarda bi­reyler eyleme katılmadan da nihai faydaların­dan yararlanabileceklerine emin oldukları için aktif bir lobi çalışması ya da grup katılımı göstermezler. Bu da onlann hükümet politikalarının tercihi aşamasında yeterince etkili olamamalarına yol açar. 

Kamu tercihi yaklaşımının ortaya koy­duğu bu durum aslında siyasi sürecinde tıpkı mal ve hizmet alım satımında olduğu gibi bir tür piyasasının olduğunu ve bu piyasanın tam rekabet şartlarında çalışmadığını ortaya koy­maktadır, Politikanın karmaşık bir mübadele türü olduğu şeklinde açıklayabileceğimiz bu duruma ünlü düşünür Hayek catallaxy ismini vermiştir. İşte daha önce bahsettiğimiz siyasi piyasaların eksik rekabet ortamında çalıştığı faraziyesi böylesi bir dunımun ürünü olup, hü­kümet politikalarının her zaman pareto kriter­lere bağlı kalmayabileceğim göstermesi açısın­dan önemlidir. Bu durum, devlet içindeki un­surların iktisadi hayata daha fazla karışır hale geldikçe rant fırsatı ve bunun kaçınılmaz sonu­cu olarak rant kollayan bir kesim yarattıklarının anlaşılmasının da kolaylaştırmaktadır. Bhagwati bu faaliyetlerin mal ve hizmet üreti­mi yapmadan parasal getiri sağlayan ve bu ne­denle "doğrudan üretken olmayan kar amacı kollayan aktiviteler oduğunu belirtmiş ve bunların gerçek kaynakları kullanıp tükettikleri müddetçe üretim imkanlarının da aşağıya çe­kilmesine yol açacaklarını söylemiştir.'16' Ör­neği gümrük tarifesi lobiciliği ya da kota kol­lama özelde kimi kesimler için karlı girişimler­dir ancak bunların doğrudan mal ve hizmet üretimine doğrudan katkılan yoktur. Bu faali­yetlerin ekonomide yaratacağı kaynak tahriba­tın önlenmesi ancak liberal (serbest ticaret) bir politika ile sağlanabilir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005