Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

2000 Yılına Doğru Türkiye 

Prof. Dr. I. Doğan Kargül 

Türkiye ekonomisinin güncel iktisadî ve malî sorunlarının bir kısmı da yakın geçmişte­ki kararlardan kaynaklanmaktadır, iktisadın bir bilim olmasında çaba sarfeden kimseler şu sonuçlara varmışlardır; Milletlerin servet ve zenginlik kaynakları sadece sermaye mallarını yeni ve ileri teknolojiler kullanarak göreceli olarak ucuz ve kaliteli üretmek değildir. Millet­ler bu yoldan sermaye malı ve doğayı da kul­lanarak tüketim mallan üretip, çoğaltıp bunların ticareti ile zengin olabilirler. Ancak milletle­rin zenginlik ve refah kaynaklarından birisi de para ve finans vasıtaları ve politikalarıdır. Açık­çası sermaye mal ve hizmet piyasaları terazinin bir kefesinde para (döviz yani yabancı para va­sıtaları dahil) ve finans kaynakları ise diğer ke­fede bulunmaktadır. Güncel devlet yönetimin­de bütün hüner, bu dengeyi en iyide tutabil­menin yollarını bilmektir. Geçmiş yıllardan bi­linir ki Alman Merkez bankası yüzyılın başla­rında kendisine güvenip para yatıran yabancı finans kaynaklarım iflasa sürüklemiştir. 

1982 yılında Turgut Özal ekonomik iş­lerden sorumlu başbakan yardımcısı olarak İs­tanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve İşletme Fakültesi öğretim üyelerine Türkiye hakkında, gelecekteki düşünce birikimlerinin bir kısmını aktarmıştı. Ben ise endişelerimi dile getirerek sual tarzında bir açıklama yapmıştım o zaman dediklerim aynen şöyleydi: 

"Sayın başbakan yardımcısı siz Türkiye için gerek alt yapıda yani yollar, ulaşım, haber­leşme, toplu konutlar vb. gibi geniş çaplı bir perspektif yatırımlar cümlesine başlanabilece­ğinden söz ettiniz ama bunları karşılayacak sağlam bir finansman yapısının doyurucu kar­şılığını çizmediniz. Bana 'göre siz bu tutumu­nuzla Türkiye Ekonomisini önümüzdeki onlu yıllarda bir borç batağına sürüklüyorsunuz ve akabinde de Türkiye'yi bir Enflasyon girdabına sokmuş olursunuz" demiştim. Şöyle devam et­miştim: "Biz burada İktisat Fakültesinde öğren­cilerimize evvel emirde şunu öğretiriz. Ulusal bir ekonomide sağlıklı göstergeler şöyledir. 1) Ülkede fiyat istikrarı, 2) En düşük düzeyde iş­sizlik yani iyi bir istihdam politikası, 3) Dış ekonomik dengede istikrardır." 

"Bugün demiştim yukarıda sözü geçen istikrar politikalarım, devleti yönetenler iki ay­rı denge politikaları ile tıpkı bir cambaz gibi birlikte yönetmektedirler. Bu denge unsuru­nun bir ucunda sermaye mal ve hizmet piyasa­larıdır. Buna reel kesim diyoruz. Diğer ucunda ise para ve finans piyasaları yer almaktadır. Aralarında çoklu bir bağlantı düzeni vardır. Eğer iletişimi aksatırsanız veya bu bağlantılar­dan bazılarını keserseniz. Denge ve düzen di­ye bir şey kalmaz." 

Bu açıklamalarım Sayın Özal'ın hiç ho­şuna gitmemiş soğuk bir hava esmişti.

Nitekim Türkiye bugün enflasyon bata­ğından çıkmış değildir. İç ve dış borç düzeni Türk malî yapısına bir sarmaşık gibi dolandık­ça dolanmaktadır. Bugün halâ ekonomiden sorumlu bakanlar da enflasyon konusundaki gerçeği dile getirmek cesaretini gösterememek­te sadece ninni söylemektedirler. 

Bir ulusal ekonomide reel ve parasal pi­yasalar birbirine bağlı bir bütünlük içinde çalışırlar. Yani bu bağlılık ve çalışma kuralı evren­deki kozmik uzay yasaları gibidir. Eğer reel piyasalarınızı genişletmiş, buna karşılık parasal ve finans piyasalarında kapalı kalmayı tercih etmişseniz bu dengesizlik sizin tekerlerinize fren yaptıracaktır. Tersine reel piyasa envante­rinizin (sermaye-mal ve hizmet) üstünde bir para ve finans cirosuna giriyorsanız, bu balon dengesiz şişirildiği için patlayacaktır. 

Türkiye 1980 öncesi daha mütevazi iç ve dış borçlarını denetim altında tutarken bu­gün bu kontrol çığırından çıkmıştır.

Gecikmiş alt yapı yatırımlarını sağlam finans kaynaklarınız varsa hemen gerçekleşti­rebilirsiniz. Ama bu yoksa uzum döneme ya­yılması şart olan perpspektif planlamayı kısa döneme sığıdıramazsınız! Eğer borçlanarak sığdırmak isterseniz dengeleri bozarsınız. Makro iktisatta dengelerin tekrar yerine otur­ması salınım (oscilation) nedeniyle zaman ge­cikmelidir. 

Nitekim 1997 yılında ortaya çıkan Asya krizi bu gerçeği bir daha gözler önüne sermek­tedir. 

Dünya ekonomik sisteminde sermaye-mal ve hizmet piyasalannda yeni bir yol ara­yan Japonya 1965 yılından sonra atağa kalkmış büyük bir reel sektör genişlemesini gerçekleş­tirmiş, savurganlığa kaçmadan harcama den­gesini kontrolda tutarak tasarruf-yatınm ilişki­sini kendi içinde bütünleyici olarak geliştirmiş sonra da bu büyümeye paralel şekilde para ve finans düzeninde de atılım yapmıştı. Japonya fazla parasal kaynaklarının bir kısmını (bu yaklaşık 350 milyar dolar) da ABD devlet tah­villerine yatırmıştır. 

Japonya'nın, 1965-1995 arasında yaptığı dengeli reel ve parasal atakları Asya krizinin patlaması ile denge zemininden oynamıştır. Şimdi Japonya kendisine yeni bir denge yatağı bulmak zorundadır. Bu yeni dengeyi kurama­dığı takdirde devrilmek ve yoksullaşmak zo­runda kalacaktır. 

İşte Asya krizine neden olan Tayland, Malezya, Endonezya ve Güney Kore ve Asya kaplanları; Singapur, Tayvan, Hong-Kong, reel piyasalarının çok üstünde olan bir para ve fi­nans dengelerine sıçramak istemişler ve kur­dukları bu yapay dengenin altında ezilmişler­dir. Japonya'yı kendine örnek alan ve çabuk kalkınmak isteyen bu ülkeler iflasa sürüklen­mişlerdir. 

Türkiye bugün bozulan gelir bölüşümü ile yeni sıkıntıların eşiğine girmiştir. Türkiye'de toplam yaratılan gayri safi millî gelirin nüfusa göre paylaşımı kabaca şöyledir: Yaratılan gay­ri safi millî gelirin % 35'i nüfusu % 62'si tarafın­dan alınırken, millî gelirin geri kalan % 65'i ise nüfusun neredeyse üçte biri olan % 38'i tarafın­dan yönetilmektedir. Bu değerler bizim ulusal paylaşımın dengesini gösteren ünlü Lorenz eğ­risinden büyük sapmalar olduğunu göster­mektedir. 

Türkiye'de nüfus artışının hızlı tırma­nışı da istihdam politikasını olumsuz yönde et­kilemektedir. Bugün Avrupa topluluğuna gir­meye hazırlanırken topluluk üyesi ülkelerde yıllık net nüfus artışı % 1 ve onun da altına ge­rilerken Türkiye'de son yıllarda net nüfus artı­şı yıllık %1.5'in altına düşmemiştir. Bu da AT topluluğunun serbest emek dolaşımı halinde ciddi ciddi düşündürmektedir. Diğer yandan sektörlere göre değişse de, kişi başına istihdam yaratacak sermaye oluşumu ve eğitime ayrıla­cak alt-temel yapı yatırımları için bir maliyet unsunı oluşturmaktadır. Türkiye'de orta öğre­tim için aynlan bütçe, bazı hükümet bütçeleri­nin büyük bir kısmına karşılık gelmektedir. 1997 yılı itibariyle yıllık nüfus artış hızı % 1.65'dir. Türkiye yaklaşık 65 milyon kişi ile en çok nüfusa sahip ülkeler sıralamasında 15'in-cidir. Türkiye'de 0-14 yaş grubu toplam nüfu­sumuzun % 31.2'sini oluşturmaktadır. 1997 yılı itibariyle istihdamın sektörel dağılımı ise şöyle­dir: % 41.8 hizmetler, % 39.5 tanım ve % 18.7 sanayidir. 

Türkiye'de enerji darboğazı da bulun­maktadır. Ekonominin genişleyen yapısına kurulu güç düzeni yeterli gelmemektedir. Türki­ye'de hidroelektrik santrallerinin yanında kök­ten çözüm getirecek olan nükleer elektrik santrallerinin kurulması gerekmektedir. 

istatistik değerlere bakıldığında 1990 yı-lından bu yana enerji talebi her yıl % 10 ortala­ma artış göstermektedir. Türkiye'de toplam enerji tüketimi 1997 yılı itibariyle yaklaşık 80 milyon kw saattir. Bu toplam enerji tüketimi­nin sanayi payı ise 1997 yılında yaklaşık 45 milyon kw saata ulaşmıştır. Bunun yanısıra 1998'de toplam enerji, tüketiminin 90 milyon kw saate ulaşacağı bunun sanayi payının da 1998'de 50 milyon kw saat olacağıdır. 

Türkiye dış ticaret açığında da sıkıntı­lar yaşamaktadır. 1998 yılı itibariyle ihracat gerçekleşmesinde program tahmini yaklaşık 30 milyar dolar, ithalatta ise -50 milyar dolar­dır. Dış açığın, -21 milyar dolar olarak gerçek­leşeceği öngörülmüştür.

Toplam dünya ticaretinin ortalama altı trilyon dolara yakın olduğu kabul edilirse bu sıralama içinde Türkiye'nin 1997'de ihracatta yeri 37. sırada ithalatta ise dünyada 27. sırada bulunmaktadır. 

Türkiye mevcut kurulu potansiyaline göre yıllık ihracatını 80 milyar doları hedefle­mek mecburiyetindedir. İthalatta ise yapabile­ceği en çok kısıntıyı gerçekleştirmek duru­mundadır. Dış ticaret fazlası, dış dengede en yakın hedef alınmalıdır.

Türkiye'nin Kamu Maliyesi'nde de açık­lan   bulunmaktadır. 1998 yılı için öngörülen gelirler toplamı cari fiyatlarla 13.141 trilyon TL'dir. Buna karşılık harcamalar -16.493 trilyon TL'dir. 

Türkiye'de siyasilerin de körüklediği bir kamu israfı bulunmaktadır. Bunlar; makam arabası saltanatı, KİT'lere yerleştirilen personel saltanatı, kredi saltanatı, gereksiz harcırahlar saltanatı ve daha yüzlerce sayacağımız kalem­leri cumhuriyet hükümetleri kısacak olurlarsa toplam yıllık kamu harcamaları en azından yarıya düşecektir. Bilgisayar ağı iyi kurulup yurt içinde de yaygınlaştırıldığı takdirde gelir ve kurumlar vergisindeki artışlar (kayıt dışı kaçan dahil) % 150 artış gösterecektir.

Türkiye ekonomisinde israf olarak bir­çok kaynak boş yere harcanmaktadır. Tür­kiye'de akar sular ve yeraltı sulannın değerlen­dirme projeleri yapılmış değildir. Tarım alan­larının uydu rasat sistemlerinden yarar­lanılarak toprağın dönüşümlü değişik ekimi yapılmamaktadır. Hayvancılık çağ dışında kal­mıştır. Rüzgar ve güneşten yenilenebilen doğal enerji projeleri geri planda kullanılmaktadır. Araştırma gelişme projeleri hiçbir şekilde teş­vik edilmemektedir. Güneydoğu Anadolu'nun ekonomik kalkınması için Makro bir plan ha­len yürürlüğe konulmamıştır. Yerel yönetimle­rin geliştirilmesi için hiçbir önlem alınmamak­tadır. Özelleştirme işlemi son derece ağır ak­sak gitmektedir. Yüksek ve Orta öğretimin de özel kesime devredilmesi gerekmektedir. 

Bunlar üç bininci yıla girerken Türki­ye'nin acilen gerçekleştirmesi gereken pro­jelerdir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005