Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

21. Yüzyıl (Bilgi Çağı) ve İslamiyet 

Dr. İ. Ertan Yülek 

"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (H.Ş.) 

Bilgi çağı ile dine, özellikle İslamiyet'e yönelme birbiriyle örtüşmektedir. Önü­müzdeki çağ bilgiye hakim olanın, di­ğerlerine nazaran çok üstün durumda olacağını işaret etmektedir. İslamiyet'in ilme ve bilgiye verdiği değer, İslamiyet'i bilenler için aşikardır. Bu noktadan hareketle, "Bilgi Çağı"nın aynı zaman­da "İslam Çağı" olacağı düşünülemez mi? (E. Y.) 

Bu yazı, uzun zamandır düşündüğüm bir konuyu dile getirmek amacıyla yazılmıştır. -Beni bir mühendis olarak bu yazıyı yazmaya yönelten ve adeta mecbur eden unsur, dünya­da ve Türkiye'deki gelişmelerin zorlamasıydı. Mesleki ilgi alanımın oldukça dışında olan bu konu hakkındaki bu kısa deneme, konuya ilgi duyanlar için bir giriş mahiyetindedir. Şüphe­siz bu konu ile yakından alakadar olacak kişi­ler bu konuda ciltler dolusu kitap yazılabilece­ğini takdir edeceklerdir. 

"Bilgi Çağı", "Zenginliklere ulaşmanın başlıca aracı olarak bilgi", "Bilgi tabanlı örgütler", "Bilgi İktisadı", son birkaç yıldır bu, ve benzeri yeni terimlerle karşılaşmadığımız ne­redeyse tek bir gün geçmiyor. Kuşkusuz bun­lar boş sözler değil ve "akıllı biletler", "İnternet bankacılığı", "bilişim kurultayları" gibi birkaç yıl öncesine kadar hayal bile edemeyeceğimiz yenilikler artık günlük hayatımızın birer parça­sı haline geliyor. Çocuklarımız bilgisayarı, bu eşsiz bilgi, iletişim ve yenilik aracını kullanma­yı ve kendi varlıklarının bir uzantısı haline ge­tirmeyi inanılmaz bir çabuklukla öğreniyorlar. 

Yaygın kullanımıyla, çağımızın "Bilgi Çağı" olduğu söylenmektedir. Bu çağda yaşa­yan toplumlar ise bilgi toplumlarıdır. Bu terim; İngilizcedeki "Infomıation Society"nin Türkçe karşılığı olarak kullanılmaktadır. Halbuki bu­nun daha doğru Türkçe karşılığı "Bilgilendir­me Toplumu"dur. Yani, bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu bir ortamı ifade etmektedir. Di­ğer bir deyişle, "Information Society" ile ifade edilmek istenen mana, bir yönüyle, bilgisayar, mikro elektronik ve iletişim' teknolojisindeki yenilikler ve bu yeniliklerin, bilginin etkin kul­lanımında sağladığı desteği, öbür yönüyle de Information kelimesinin içerdiği ve talepkar olan kitlenin pasif bir biçimde üretilen bilginin alıcısı konumuna gelişini ve zihinlerin biçim-lendirilişini ifade etmektedir. 

Maddeci (eşyacı) bir aklın ürettiği, "Müs­pet ve Tecrübeye dayalı İlim" olarak bildiğimiz, pozitivist ve deneyci bilimsel bilginin, dünya­ya, insan zihnine ulaşan tek yol olarak girişiyle yaşanmaya başlayan, "Bilim ve Din Karşıtlığı" henüz yeterince aşılmış bir olgu değildir.

Bugün, bilgi çağı olarak nitelendirilme­yi hak eden şartlarda egemenliğinin gücü ve kapsamı çok daha artan Bilimsel Bilgi, 17. yy.dan bu yana Avrupa merkezli bilimsel geliş­me süreci içinde oluşan bilim-din karşıtlığının, bütün dünyada zımnen de olsa kabul gördüğü sürecin bundan böyle de din aleyhine gelişme­ye devam edeceği düşünülebilir. 

insan zihnini ikiye bölen bu anlayış; ül­kemizde hem dine karşı, hem de dindar olanların ortak anlayışıdır. İlerlemenin, kalkınma­nın doğaya ve topluma egemen olmasıyla mümkün olacağını savunan anlayış ile bilimsel bilginin bu rolünü kabul eden, fakat, dini (ma­nevi değerleri) bu süreçte bir manivela olarak gören anlayışın, nihai amaç bakımından birbi­rinden hiçbir farkı yoktur. Eğer temel hedef, insan varoluşunun nihai amacından bağımsız, salt insanın çıkarlarına hizmet eden bir kalkın­ma, ilerleme ise bu durumda dini bir kenara atmamak için hiç bir sebep yoktur. Bu amaç­lar için dini muhafaza etmenin faydası olmadı­ğı açıktır. Dolayısıyla doğayı ve insanı yorum­lamada hakimiyet kuran bilimsel bilgi; doğayı dönüştürme ve toplumu yönlendirme işlevini de tekelinde bulunduruyor. Bu bilimsel bilgi­nin, toplumsal değerlerden, siyasetten ve ikti­dar ilişkilerinden bağımsız, özerk bir faaliyet olduğu söylenegelmiştir. Ancak belirtilen an­lamda bilimsel bilginin, böylesi bir bağımsız özerk tabiatı olmadığı, aksine insan şuuru üze­rinde denetim ve hakimiyet kuran bir toplum­sal aracın parçası durumunda işlev gördüğü açıktır. Ancak, insan zihnini ikiye bölen ve bir bölümünde bilimsel bilgi ve diğer bölümünde dini inancı barındırmaya çalışarak her birine ayrı bir işlev yükleyen anlayışın, geçmişte ol­duğundan farklı olarak, Enformasyon Toplu­munda hiçbir şansı olmayacaktır. Bu durum in­sanı, toplumu ve evreni yorumlamada, dini re­ferans alanların şimdiye kadar, bilimsel bilgi karşısında aldıkları pozisyonu değiştirmeleri gereğine işaret eder. Alınacak yeni pozisyonda ilk kavranılması gereken şey; "Bilimin" top­lumsal değerlerden, siyasetten ve iktidar ilişki­lerinden bağımsız, özerk bir faaliyet olmadığı ve toplumsal yaşam açısından bilgi ile inanç arasında kurulan ayrım çizgisinin hiç de öyle belirgin bir çizgi olmadığıdır. 

Dinin yerini bilimin tutacağı düşüncesi, yukarıda değindiğimiz çarpık gelişmenin ürü­nüydü. Oysa bilim kuruluşu ve işleyişi itibariy­le Din'le karşı karşıya konulmaz yapıdaydı, çünkü, din-dışı bir gelişme göstermiş olsa bile, bilim, nesnenin.nesneyle münasebetini incelerken iyi ve kötü ayrımı yapmayı, güzele ve  çirkine mesnet sağlamayı, hayır ve şer hakkın-da değer yargısı getirmeyi öngörecek bir yapıdan yoksundu. Bugün artık aklı başında her­kes için dinle bilimin çatışması söz konusu ol­maktan çıkmıştır. Bilimin kendini yerleştirdiği alan, aşağı yukarı İslam'ın ona tanıdığı alandır; "matematik denklemler" artık doğayı değil, onunla ilgili bilgimizi gösteriyordu, bu demek­tir ki, yüzlerce yıldan beri yapılageldiği üzere, doğayı anlatmaktan vazgeçilmiştir. Oysa on yıl öncesine kadar bu, bütün kesin bilimlerin doğal amacı sayılmaktaydı Doğayı anlatmaktan vazgeçmek demek tabiatın mahiyetini açıkla­maya girişmenin bilimin sınırı dışında olduğu­nu kabul etmek demek değil midir' 

Bu noktada bir hatıramı anlatmadan ge­çemeyeceğim: 

"1970 yılında Komünizmin en haşmetli devrinde Sovyetler Birliği'ne gitmiştim. Orada kaldığını üç ay içerisinde, materyalist ve tam bir pozitivist anlayışın hakim olduğu, dinin 1920'lerden beri dışlandığı bir ateist toplumda, dini olmayan spiritüalist bir anlayışın rejimin itici ve geliştirici bir gücü olduğunu gördüm.

Aynı yılın Aralık ayının görülmedik de­recede güzel ve ılık bir gecesinde, ateist rejim­de doğup büyüyen ve yetişen, dünyaca meş­hur kristal fizikçisi, değerli dostum, merhum Hudu Mehmedov ile Bakü'de, Hazer'in kıyı­sında bulunan şirin bir parkta, kah oturarak, kah yürüyerek, sabahın ilk ışıklarına kadar ilim ve din üzerine münakaşa demiyorum ama soh­bet ettik. Sonuçta ikimiz de aynı noktalarda buluştuğumuzu farkedince rahmetli: "Ya Er-tan bey, görüyorsun ki ilimle de aynı noktaya geliniyor." dedi. Bunun üzerine ben de, " Evet doğnı Hudu bey, ancak ben kendimi bildim bileli, de ki, 7 yaşından beri aynı fikirlere sahi­bim, siz ise, bu hakikate ancak 35 yaşında ula­şabildiniz." Ve ilave ettim; "Hem herkesi Hudu bey gibi büyük bir alim ve yaratılışın sırrı ile alakalı bir kristal fizikçisi yapmak mümkün de­ğildir."

Buradan çıkan sonuç aşikardı. İslami­yet, ilime gerçekten büyük önem vermektedir, İlim asla gerçek din İslamiyet ile çatışmıyor, aksine ilim nihai amacının bilginin gerçek sa­hibini bulmak olduğunu idrak ederek, onun haklılığını ortaya koyuyordu. 

Dünyadaki semavi ve dünyevi dinler ile, felsefi akımların hiçbirisi, ilime, bilgi edin­meye ve bilgiye islam dini kadar önem verme­miştir. Kur'an-ı Kerim'in ilk ayeti, Allah'ın ilk emri, dolayısıyla islam'ın anahtan "oku" ol­muştur. 

islam Dininin ilime verdiği önemi ve bu konuda ne kadar teşvik edici oluşunu yüce ki­tabımız Kur'an-ı Kerim'de bir çok yerde göre­bilmekteyiz; 

"Kime de hikmet verilmişse ona çokça hayır verilmiştir." (Bakara, 269)

"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Ez Zümer, 6)

"Ve onlardan bilgide derinlik kazan­mış olanlara... Büyük bir mükafat vereceğiz." (Nisa, 162)

"Allah sizden iman edenleri ve kendile­rine ilim verilenleri derecelere yükseltir." (El -Mücadele, 11)

"Rabbim benim ilmimi artır, de" (Ta­ba, 114)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) de insanları ilime teşvik etmiştir:

"Alimler, enbiyanın varisleridir."

"İlim talebi, her Müslüman erkek ve ka­dına farzdır. "

"Yeryüzündeki alimler gökteki yıldızlar gibidir."

"Hoş geldin itim öğrenmek isteyen. Me­lekler, ilim öğrenene sevgilerinden dolayı ka­natlarını açarak, etrafında göğe kadar yükse­len bir halka meydana getirirler."

"Alimin abide üstünlüğü, benim sizin en alt derecede bulunanıza olan üstünlüğüm gibidir."

Bu konuda daha bir çok ayet ve hadis yazmak mümkündür.

Öte yandan, Kur'an-ı Kerim'i sırf bilim­sel açıdan ele alarak incelediğimizde, onun bi­ze insanlar tarafından keşfedilmeden çok önce haber verdiği bilimsel gerçeklerden dolayı hayrete düşmemek imkansızdır. 

1-) Kainatın Yaratılması: "Sonra (Allah'ın ira­desi) göğe yöneldi; o zaman gök duman ha­linde idi." (Fussilet, 11)

"inkarcılar bilmezler mi ki, göklerle yer birbirine bitişik idi; onları biz ayırdık ve canlı her şeyi sudan yarattık. Hala iman etmezler mi?" (Enbiya, 30)

2-)Dünyanın Dönüşü: " Gök cisimlerinden) her biri, kendine mahsus hareketiyle, bil yö­rünge üzerinde yüzerler." (Yasin, 40)

3-) Güneşin Sonu: " Güneş dürülüp sarıldığı veya körletildiği zaman" (Tekvir, 1)

içinde bulunduğumuz sistemin merkezi olan güneşin sonunu da Kur'an onbeş asır ön­cesinden haber veriyor. Hem de ilmin şimdi varabildiği gerçeklerden daha çarpıcı ve ibret­lerle dolu olarak. 

Bilgi yaratılıştaki ilahi müdahalenin ta­nınmasıdır. Bilime varan, bilmede tanınan şey aynı zamanda unutulan şeydi. Çünkü insanlar bir şeyi tanımakla onu kendi elleri altında da-ha kolay tutabileceklerini sanırlar. Oysa ki, "Bilgi", birşeyi tanımakla onun gerçek sahibini tanımayı öğretir. Bu yüzden: 

"Allah'tan Kulları içinde ancak alim­ler, (gereğince) korkar." (Fatır, 28)

"Biz insanlara mesel söyleriz,  onları ancak alimler anlar" (Ankebut, 43)

işte çeşitli sebeplerden dolayı Kur'an-ı Kerim'deki bu ilahi mesajlara ulaşılamamış, in­sanlık bu mesajların içeriğinden yüzyıllar boyu malınım kalmıştır. Şimdi entelektüel sermaye­nin gerçek zenginlik kabul edildiği, gayret ve çabaların artık "bilgi" için yapıldığı çağımızda, Kur'an-ı Kerim'in ne dediğine ulaşmak bir an meselesi olup, bunu kimse engelleyemeyecek­tir. Toplumlar artık bilgiye nasıl ulaşacaklarını bilmektedirler. 

Internet'e veya benzer bilgi bankalarına, Kur'an-ı Kerim'in bütün ayetlerinin meali, hadislerin içerik ve anlamları geçirilecek ve bunlar sadece Müslüman, mütedeyyin insanlar için değil, her dil, din ve ırktaki toplumların her katmanındaki insanların rahatlıkla ulaşıp, referans alabileceği bilgiler olacaktır. Dolayı­sıyla insanlardan bilgiyi (gerçekleri) saklamak mümkün olmayacak, İnsanlar yanıltıcı bilgile­re muhatap olmayacaklardır. Bilginin gerçek değerini kavrayan ve bunu en iyi şekilde kul­lanan dünyaya hakim olacaktır.

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin müjdesine göre, İslam'ın engellenemez uyanışı gelişmeye devam edecek ve XXI. Asır İslam ve iman asrı olacaktır. Şöyle diyor Bediüzzaman: 

"İslamiyetgüneşinin tutulmasına, inki­şafına ve insanlığı nurlandırmasına mani olan perdeler açılmaya başlamışlar. Kırk beş sene evvel o fecrin emareleri göründü. Yetmiş birde (Miladi 1951) fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kazip'de olsa. otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak." 

Sanki birileri, yıllar öncesinden günü­müzde olanların ve gelecekte olacakların ha­berini veriyor. 

Yaşadığımız dönemde şahidi olduğu­muz tslami gelişmeler, bu yıllar öncesinin müj­delerini doğaılayan birer ipuçlarıdır. Bilgiye ulaşma gelişip kolaylaştıkça, kimilerinin bir ta­kım konulara karşı olmasının sebepleri orta­dan kalkıyor ve sebepleri ortadan kalkan bu konuların incelikleri insanları cezbediyor. Do­layısıyla önceleri bağnazcasma uzak durdukla­rı o fikirlere hayranlıkla sahip çıkarak, onların savunucusu duaımuna geçiyorlar. Her alanda kendini ispat etmiş yüzlerce değerli insan İs­lam'a koşuyor, uzun yıllar süren arayışları İs­lam ile nihayetleşiyor, Porf Dr. Roger Gara-udy'den (Reca Carudi), Cat Stevens'a (Yusuf İslam), Prof. Dr. Matırice Bucaille'den Art Bla-key (Abdullah Bin Buhayna)'ya kadar kendi alanlarında en yüksek seviyeye gelmiş kişile­rin, araştırmaları sonucunda varabildikleri ye­gane nokta İslam olmuştur. Nitekin), gelecek­teki İngiltere kralının (ki o kral İngiliz kilisesi­nin başıdır) eski eşi Diana'nın Müslüman ola­cağını ve bir Müslüman ile evlenmek İsteyece­ğini, 50 yıl önce kimse düşünemezdi. Aynı şe­kilde,   müstakbel  kral Charles'in,  Cambridge'deki Islami Araştırmalar Merkezinin baş­kanlığını yapacağını da kimse hayal bile ede­mezdi. 

Bilim ve onun uygulaması olan teknolo­ji, pozitivist bir şekilde kendi mecrasında geli­şerek, tabiri caizse, harikalar meydana getire­rek, doğaya sahip olup, kendisini bu hale geti­ren insana bile meydan okuyor ve bireyler, on­ları r. getirdiklerini ve getireceklerini insanoğ­lunun ortak kullanımına imkan verecek înfor-matique (Bilgi edinme) ve bilgiye doğru ve sü­ratli ulaşma ortamını hazırlamakla meşguldür.

İlim, teknoloji ve bilgi entelektüel birer sermayedir. Ancak buna ulaşabilenler onun ni­metlerinden istifade edebiliyor. Tıpkı yer altın­da bulunan bir petrol, doğal gaz veya altın ma­deni vs.ye ulaşanlar bu servete sahip olup, zenginleşerek diğerleri üzerinde hakimiyet ku­rabiliyorsa, ilim ve teknoloji de sınırsız bir ser­vet olup, ona ulaşabilenler ancak ondan istifa­de edebilecek ve diğerlerine üstünlük sağlaya­bileceklerdir. Bu sebeplerden dolayı bilgiye sahip olanlar, geleceğe hakim olacaklardır. 

Sonuç olarak insanlar, tüm bunları ilahi bir vahiyle haberdar eden; ve bu meflıumlara çok büyük değer atfeden İslam'ın, zamanın belli bir kesitinde (hiç şüphe yok ki, ve ta ba­şında) buluşup örtüştüğünü kabul edecekler­dir. Bilgi çağında İslamiyet'e doğaldan ulaşma imkanları artınca, menfi yönlendirmeler yerini, tarafsızca tanışıklığa bıraktı ve antipati sempa­tiye dönüştü. Benim de zaten iddiam, menfi yönlendirmeyi önleyen Bilgi çağı, islami bilgi­lere doğaldan ulaşmayı sağlayarak, İslam'a yö­nelmeyi hızlandıracak ve iki ayrı mekanda ak­tığı düşünülen, ilim ve İslam, insan zihninde tekrar buluşup örtüşecektir. İslam güneşi bü­tün dünyayı samimi sıcaklığı ve şefkatli nuru ile aydınlatmaya başlamıştır. Bu, yeni bir dün­yanın başlangıcı, yepyeni bir çağın açılışıdır. Bilgiye ulaşma yolunda uğraş veren insanlar, bilginin gerçek sahibiyle tanışacaklar ve bu çağ, bilgiye hakim olup onu kontrol edenin olacaktır. Dolayısıyla, İlime, bilgiye ve öğren­meye son derece ehemmiyet veren yegane din olan İslam, 21. Yüzyıla damgasını vuracak, Bil­gi Çağı, İslam'ın Çağı olacaktır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005