Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Balkanlar ve Türkiye 

Doç. Dr. Şükrü Karatepe 

Müslümanlar Avrupa topraklan üzerin­de Hıristiyanlara karşı iki kez üstünlük sağladı­lar. Bunlardan birincisi Endülüs Emevileri dö­neminde İspanya'da, İkincisi Osmanlı döne­minde Balkanlarda gerçekleşti. İspanya'daki üstünlüğün sona erdiği 14. yüzyılda, Balkan­lardaki üstünlük hızla genişleyerek güçleni­yordu. Osmanlı orduları 1353'de Süleyman Pa­şa komutasında Çanakkale Boğazı'nı geçerek Rumeli topraklarını fethe başladı. 

1521'de Kanuni tarafından Belgrad'ın fethedilmesiyle Balkanlar tamamen Türklerin denetimine girdi. 

Türkler'in Balkanlar'daki ilk hakimiyeti değildi. Balkanlar'a ilk olarak Hun Türkleri geldiler. Kuzey'den gelen Hunlar Bizans'ı ye­nerek oradan Batı Roma üzerine yürüdüler. Fakat Balkan topraklarında yerleşerek uzun süreli bir hakimiyet kuramadılar. Daha sonra Avar Türkleri Balkanlar'da geniş toprakları fet­hederek 250 yıl süren bir devlet hayatı yaşadı­lar. Fakat 8. yüzyıl sonlarında Hıristiyanlığı ka­bul eden Avarlar, Slavlaşarak tarihten silindi­ler. Avarlar'dan sonra sırayla Balkanlar'a gelen Bulgar, Peçenek, Kuman Türkleri de çeşitli bölgelerde hakimiyetler kurdular. Ancak göçe­be topluluklar olan bu Türk boyları, zamanla Hıristiyanlığı kabul ederek Slav, Bizans ve Franklar gibi yerleşik kavimler arasında eriye­rek Slavlaştılar. 

Türklerin Balkanlar'daki ikinci üstünlüğü de, kan, gözyaşı, ihanet ve acılarla dolu 150 yıllık bir gerilemenin sonunda yıkıldı. An­cak bu yıkılış, kesin bir yokoluş değildi, ardın­dan yüzyılların silip ortadan kaldıramayacağı İslami bir miras bıraktı. Dünyadaki gelişmele­rin bir parçası olarak bu bölgede meydana ge­len hareketler içinde yeni bir arayış ve diriliş mücadelesi başlatan Osmanlı mirasının sahip­leri, yine kan, gözyaşı, ihanet ve acılarla dolu günler yaşıyorlar. 

Osmanlılar Balkanlar'a daha önceki Türk kavimlerinden farklı bir misyonla gittiler. Güçlü yönetim sistemleri, halka karşı adalet ve iyilikle davranmaları, iktidarlarını uzun ömür­lü yaptı. Tarihçiler, Osmanlılar'ın Balkanlar'ı kısa sürede denetim altına almalarında ve 500 yıla yakın ellerinde tutabilmelerinde, uygula­nan "toprak", "din" ve "iskan" politikalarının etkili olduğu üzerinde ittifak ediyorlar. 

Osmanlılar yönetimlerine geçen Balkan ülkelerinde, daha önce Bizans ve Haçlılar tara­fından kurulmuş olan feodal sistemi değiştirdi­ler. Fetihler iki kademede gerçekleştirildi. İlk aşamada, yerli hanedanların ve soyluların elle­rindeki araziler devletin korumasına alındı. İkinci aşamada, bu araziler tımar sistemine ge­çirilerek, hanedan ve soyluların köylüler üze­rindeki egemenliklerine son verildi. Böylece derebeylerin baskı ve zulmünden kurtulan köylüler, Osmanlı yönetimini kurtarıcı gibi karşıladılar. 

Balkan fetihlerinin başladığı dönemler­de, Papa'nın desteğini alan Katolik Ceneviz, Venedik ve Macar toplulukları ile, Ortodoks olan Rum, Sırp ve Bulgar toplulukları arasında din çatışmaları vardı. Papanın desteğinde güç­lü olan Katolik kral ve prensler, Ortodoks hal­ka zulmediyor, onları din değiştirmeye zorluyorlardı. Osmanlılar yerli halka dini inançları konusunda hiç bir baskı yapmadıkları için, Ka­tolik yöneticilere tercih edildiler. Hatta kendi istekleriyle dinlerini değiştirerek kitleler halin­de Müslüman oldular.

Balkanlarda Osmanlı fethini kolaylaştı­ran ve iktidar süresini uzatan etkenlerden birisi de uygulanan iskan politikasıydı. Fethedilen Balkan ülkelerine Anadolu'dan kitleler halin­de Müslüman nüfus nakledildi. Ancak getiri­len bu nüfus mevcut yerleşim alanlarında is­kan edilmeyip, kurulan yeni ve köy ve kasa­balara yerleştirildiler. Böylece bir yandan boş alanlar yerleşime açılırken, bir yandan da yerli halkın mallarına dokunulmamış oluyordu. Ay­rıca yeni kumlan köy ve kasabalara, Anado­lu'daki yerlerin ya da topluma önderlik eden, baba, dede ve şeyhlerin adları verilerek, tama­men Müslüman kimliği taşıyan yeni yerleşim birimleri kurulmuş oluyordu. 

Balkan kavimleri arasında yıllarca süren din ve siyaset çatışmaları, toplumu ekonomik ve kültürel yönden zayıflattı. Dış müdahaleye karşı koyamayacak kadar zayıflayan bu toplu­luklar, kurtuluşu Osmanlı yönetimine teslim olmada buldular. Türkler Balkanlar'daki siyasi ve dini çatışmaları sona erdirerek, banş ve adalete dayanan bir yönetim sistemi kurdular. Bu durum hem yerli halkın refah düzeyini yükseltti, hem de Türkler'in Balkanlar'a İslam damgasını  vurarak  yeniden  imar etmelerini kolaylaştırdı, Balkanlar'da kurulan bu barış ve refah düzeni Rusya'nın ve öteki Avrupalı dev­letlerin müdahalesine kadar sürdü. 

Balkanların kaybedilmesinde Batılı dev­letlerin ve Rusya'nın oynadığı rolün bilinmesi, halen ülkemiz üzerinde oynanan Batı oyunla­rının anlaşılması için de çok büyük önem taşı­maktadır.  Tanzimat ve  İslahat fermanlarıyla Osmanlı ekonomisi dışa açılmış ve Müslüman olmayan teb'aya bir kısım hak ve hürriyetler tanınmıştı. Batılı devletler Osmanlı devleti ile yapmış oldukları ticareti kendilerine daha ya­kın buldukları gayri-müslim tüccarlar aracılığı ile yürütüyorlar, bir yandan da gayri-müslim halka  fermanlarla verilen hakların yeterince uygulanmadığını öne sürerek devletin iç işleri­ne müdahale ediyorlardı. Bu arada zenginle­şen tüccarlar, gençlerini eğitim yapmaları için Avrupa ülkelerine gönderiyorlardı. Gerek tüc-carlar, gerekse eğitim için Avrupa'ya giden gençler, Fransız ihtilalinin getirmiş olduğu mil-liyetçi fikirleri öğrendiler ve ülkelerinde isyan  hareketlerini başlattılar. Bu arada Rusya'da el altından Ortodoks Kilisesi'ni Osmanlı'ya karşı isyana hazırlıyordu. 

Rusya'nın Avrupa devletlerinin tahrikle­riyle  Balkanlar'da  Osmanlı'ya  karşı  isyanlar başladı.  Tarihimizde  93  Harbi  diye  bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sonun başlangıcı oldu. Bu savaşın ardından 1878'de toplanan Berlin Kongresi'nde, Bosna ve Hersek Avus­turya nüfuzuna bırakıldı. Sırbistan ve Karadağ, yeni topraklar kazanarak bağımsız birer devlet oldular. Makedonya ve Trakya dışında kalan tüm Balkan Topraklarının Osmanlı yönetimin­den çıkmasıyla Ruslar bölgede en etkili güç haline geldi. 1912-13 Balkan Savaşı ve onu iz­leyen I. Dünya Savaşı'nda, bugünkü Trakya dışında kalan Balkan toprakları tamamen kay­bedildi. 

Balkanlar, Osmanlı'nın kurmuş olduğu adaletli düzen ve insani yönetim altında var­lıklarını sürdürüyorlardı. Fakat, Avrupa'nın ve Rusya'nın tahrikine kapılarak isyan ettiler. Ön­ce aralarında birleşip Osmanlı'ya karşı savaştı­lar. Fakat Osmanlı'nın gitmesiyle problem çö­zülmedi. Osmanlı öncesinde olduğu gibi bir­birleriyle savaştılar. Bu savaş o günden bu ya­na değişik aralıklarla sürüp gelmektedir. Bal­kanlar en büyük hatayı Ruslar'a ve Avaıpalıla-ra inanmakla yaptılar. II.  Dünya Savaşı'nda Almanlar ve İtalyanlar Balkan ülkelerini baş­tan başa işgal ettiler. Savaştan sonra ise Rus or­dularının desteğinde komünist rejimler iktida­ra geldi. Komünist rejimlerin diktası altında sürdürülen istikrar, bu rejimlerin yıkılmasıyla yerini çatışmalara terketti ve Balkanlar'm ger­çek yüzü tekrar ortaya çıktı.

Balkan topluluklannın kültürleri; din, dil, soy ve tarihleri bakımından karmaşık bir çeşitlilik göstermektedir. Bugün Balkan Yan-madası'nda yer alan devletlerden hiç birisinin sınırı, din, dil, soy ya da tarihi süreç gibi bir öl­çüt esas alınarak çizilmemiştir. Makedonya'da Yunanca, Yunanistan'da Türkçe, Bulgaris­tan'da Romence, Romanya'da Macarca, Yugos­lavya'da Arnavutça konuşan çok sayıda nüfus vardır. Dinler ve soylar bakımından da bir ayı­rım yapmak kolay değildir. Bölgede 2 milyon civarında ve kendine özgü bir dili olan çinge-ne yaşamaktadır, Az. miktarda Rus ve Alman nüfus da bulunmaktadır. 

Balkanlar'daki en kalabalık din grubu Ortodokslardır, Yunanistan, Sırbistan, Bulga­ristan, Makedonya, Karadağ ve Romanyalı Hı­ristiyanlar Ortodoks mezhebindendir. Balkan­lar'daki ikinci kalabalık din grubu Müslüman­larda". Müslümanlar tüm yarımadaya yayılmış­tır. Fakat yoğunluklu olarak Kosova, Make­donya, Bosna, Bulgaristan, Arnavutluk ve Yu­nanistan'da yaşamaktadırlar. Ayrıca Roman­ya'da 70 bin Müslüman yaşamaktadır. Üçüncü din grubunu ise Katolikler oluşturmaktadır. Katoliklerin çoğu Macar asıllı olup, Slovenya, Hırvatistan, Bosna ve Erdel'de yaşamaktadır. En kalabalık dini grubu oluşturan Ortodoks­ların 55 milyon, ikinci sırada yer alan Müslü-manlar'ın 9 milyon, Katolikler'in 45 milyon ci­varında olduğu sanılmaktadır. 

Müslümanlar, Osmanlı egemenliğinin sona erdiği günden beri yaşadıkları her bölge­de zulüm ve işkence görmekte, diktatör yöne­timler tarafından göçe zorlanmaktadır. Türkiye bu kardeşlerine acılarını dindirme yönünde fazla bir şey yapamamakta, sadece gelen göç­lere kucağını açmakla yetinmektedir. Balkan bozgunundan bu yana Türkiye bu topraklar­dan kesintisiz göç almıştır. Bu topluluklar zul­me uğramaktadır, fakat sanıldığı kadar acz içinde değildir. Kendilerine öz kardeşleri de el uzatamaz olunca, problemlerini kendi başları­na çözmenin yollarını aramışlar ve bunda belli mesafeler almışlardır. Bugünkü gelinen nokta­da, Balkanlar'daki eski Müslüman kimlik ha­yatta kalabilmek için siyasi ve kültürel müca­dele vermektedir. Müslümanlar, Yunanistan Parlamentosu'nda temsil edilmekte, Bulgaris­tan'da iktidara ortak olmakta, Makedonya'da kurulan devletin asli unsuru olarak öne çık­makta, Bosna-Hersek'te ise kendi bağımsız devletini ayakta tutmanın mücadelesini ver­mektedir. Çok hızlı değişen bu siyasi yapılan­ma içinde serhat boylarının soylu çocukları endişeli, korkulu, fakat her şeye rağmen iman­lı ve umutlu olarak yarınları gözlüyorlar. Kaf­kasya'dan Çin seddi'ne kadar doğumuzda bekleyenler gibi, Balkanlar'daki Müslümanlar da sadece Osmanlı döneminde gördükleri o ebedi huzur ve güveni yeniden yaşayacakları günü ve bu uğurda uzanacak adil ve merhametli eli arıyorlar. Hepsi gözlerini üzerimize çevirmiş, bunu öncelikle Türkiye'den bekli­yorlar. 

Türkiye'nin hazırlıksız yakalandığı bu gelişmeler karşısında, kendisine uzanan her ele yetişmesi bugünkü şartlarla mümkün gö­rünmemektedir. Belki maddi gücü yetersizdir diyerek böyle bir imkansızlığı mazur görenler de çıkacaktır. Fakat, maddi güçten önce çözül­mesi gereken daha çok problem vardır. Bir kere "Yurtta sulh, cihanda sulh" sloganının kutsiyetine bağlı olarak Edirne ve Van arasın­da sıkıştırılan tarih şuurumuzun, hürriyete ka-vuşaırulması gerekir. Altı kelimelik bir dünya görüşü ile bir topluma istiklal tayin edilemeye­ceği gibi, bir iki cümlelik sloganlarla dış politi­ka yapılamayacağı anlaşılmalıdır. En üzücü olan ise, Türkiye'nin kendisine uzanan elleri değil, açılan gönülleri geri çevirmesidir. Bu çarkın tersine çevrilmesi ise Osmanlı mirasının yeniden keşfinde yatmaktadır.

Kendi içerisinde tutarlı ve pratikte bir­leştirici olan Osmanlı kültürü rnüsüm-gayri-müslim ayınım yapılmadan Varna Limanı'ndan Estergon Kalesi'ne kadar Balkanlar'm her ye­rinde halen yaşamaktadır. Balkan ülkeleri si­yasi egemenliğini reddettikleri Osmanlı'nın, hayat tarzını ve kültürünü tamamen reddede-memişlerdir. Bu hayat tarzının gerçek sahibi olan biz Türkler o kültürden çağımıza uygun yeni bir yaşama biçimi üreteceğimize, kökünü kurutmayı, hem de devlet eliyle bunu yapma­yı bir marifet bildik. Batılaşma, ananevi Os­manlı siyasetinin içtimai dayanaklarının yıkıl­masından öte bir yarar sağlamadı. Diplomatı­mızı, siyasetçimizi, aydınımızı çaresizliğe itti.

Komşularımız Bizans mirasını diriltir­ken, biz Osmanlı mirasını reddederek evimizi kendi ellerimizle yıktık. Ama büyük devletler kurmak kolay olmadığı gibi, bu devletlerin mi­raslarını reddetmek de sanıldığı kadar kolay değildir. Nitekim biz ne kadar vazgeçtik desek de, düşmanlarımızın çıkarlarına geldiğinde mi­rasçı olarak faturayı bize ödetiyorlar. Hiç bir gayretimiz olmamasına, hatta her türlü engeli çıkarmamıza rağmen, tarih kendi tabii seyrine ve diriliş çizgisine yöneliyor. Türkiye istemese de Osmanlı misyonu tekrar mecbur duruma geliyor.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005