Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Balkanlar'da Müslümanların Dünü, Bugünü ve Yarını 

Prof. Dr. Mustafa Kahramanyol 

İslâm, ana hatları ile, Osmanlı Türkleri vasıtası ile Balkan Yarımadasına yerleşmiştir. Bununla beraber, Osmanlılar'ın gelişinden ön­ce de Balkanlar'da ferdi ve sınırlı Müslüman varlığından söz edilmektedir. Türkler ise, Hunlar, Bulgarlar, Avarlar, Peçenekler ve Sel­çuklular olarak Osmanlılar'dan önce de Bal­kanlar'da bulunmuşlardır. Ancak, kalıcı Türk­lük damgasını ve kültürünü Osmanlı Türkleri yerleştirmiştir. Osmanlılar, ilk defa 1349 yılın­da, Gazi Süleyman Paşa komutasındaki bir bir­lik hâlinde ve Bizanslıların müttefiki olarak Balkanlar'a geçmişlerdir. Bu seferin amacı, Selânik'i Sırp kuşatmasından kurtarmak idi. Balkanlar'ın Osmanlı Türkleri tarafından fethi­nin Gelibolu Kalesi'nin 1354 yılında alınışı ile başlamış olduğu genel olarak kabul edilmekte­dir. Gelibolu'dan Budapeşte'ye kadar süren bu fetih boyunca Rum, Bulgar, Sırp, Karadağ, Bosna, Hırvat, Arnavut, Macar ve Romen kuv­vetleri ile bir çok savaş edilmiştir. Bununla be­raber, büyük savaşlarda bu kuvvetlerin yanışı­nı, daima Avrupa ortak gücünün birer parçası olarak Avusturya, Almanya, Fransa, Venedik, Ceneviz, Katalanya, Polonya ve Slovakya gibi ülkelerin askerlerini de diğerlerinin yanısıra Osmanlılar ile çarpışırken görmekteyiz. Nite­kim, Sırp Sındığı (1364), Hemus (1370), Çir-men (1371), Niş (1375), Savra (1385), Birinci Kosova (1389), Niğbolu (1396), Güvercinlik (1428), Varna (1444) ve İkinci Kosova (1451) gibi meydan savaşlarında Osmanlılar'ın karşı­sında daima müttefik Hıristiyan orduları bu­lunmuştur. Bu mücadelede, o sıralarda çok za­yıf durumda bulunan Bizans'a önemli bir iş düşmemiştir. Durum böyle olunca, Türkler ile olan mücadelede başarı sağlamak için rakipler tarafından çeşitli yollar denenmiş ve meselâ Papa IV. Inocentius, Sırp Kralı Duşan'a "Türk-ler'e Karşı Başkumandan" unvanını vermek ge­reğini duymuştur. 

Esasen, Türkler'in Balkanlar'a ayak bas­tıkları dönemde Bizans'ın gücü ve nüfuzu çok zayıflamış ve yanmada küçük devletçikler ve­ya beylikler tarafından idare edilir hâle gelmiş bulunuyordu. Adriyatik sahilleri ve Mora Yarı­madası ise Venedik Cumhuriyeti'nin yöneti­minde olan sömürge bölgeleri idi. Söz konusu devletçikler, beylikler ve sömürgeler, sürekli olarak birbirleri ile savaş ettikleri yetmiyormuş gibi kendi vatandaşlarını da zulüm altında in­letiyorlardı. Tüm yarımada, âdeta sefalet, ce­halet ve zulmün hüküm sürdüğü büyük bir esir kampına benziyordu. Ortadoks ve Katolik kiliselerinin nüfuz mücadelesi de yarımadada­ki  mevcut durumu  ağırlaştırıyordu.  Balkan­larda bir zamanlar çok canlı olan üretim ve ti­caret faaliyeti, kötü yönetim, zulüm, eşkiyalık ve savaşlar dolayısı ile ileri derecede azalmış bulunuyordu.   Diğer  taraftan,  Balkanlar'daki toplumların kültür seviyelerinin de bu dönem­de çok düşük olduğu gözlenmektedir. Okul, hastahane, yol ve köprü gibi yapılar çok az olarak görülmekte, han ve hamam kavramları­na nadiren rastlanmakta idi. Kültür faaliyeti, genelde çok dar olan kilise çevresinde ve bey saraylarında ilkel bir seviyede varlık gösterebi-liyordu. Balkanlar'daki toplumların edebiyat, felsefe, müzik, tıp, fen bilimleri, askerlik, ka­mu yönetimi ve hayır kurumları ile ilgili faali­yeti hem çağın çok gerisinde, hem de Bizans, Venedik ve Macaristan gibi güçlerin güdü­münde idi. Oysa, Osmanlı Türkleri, Ona Asya, İslâm ve Selçuklu kültürleri ile bunların üretim yöntemleri ve becerilerinin  mirasçısı olarak Balkanlar'daki   toplumlardan   her  bakımdan daha üstün idiler. Ayrıca, Osmanlı Devleti'nin yaşatmakta olduğu dinamizm de Osmanlı top­lumuna önemli bir üstünlük sağlıyordu. Bun­dan ötürü, Osmanlı'nın Balkanlar'a sahip ola­bilmesini   doğal   karşılamak   gerekmektedir. Fethettikleri bölgelerde, iyi yönetim, adalet ve barış getirmek, yaygın imar faaliyeti sürdür­mek, her alanda üretimi arttırmak ve ticareti devlet güvencesi altına almak sureti ile Os­manlı'lar asırlar boyunca yönetimi ellerinde bulundurabilmişlerdir. Bir örnek vermek gere­kirse, 1402-1413 yıllan arasındaki Fetret Döne­minde, Osmanlı Devleti'nin Anadolu kesimi harap olmuş ve bölünmüş olmasına rağmen, Balkanlar'da herhangi bir ayaklanma olmamış, tam tersi olarak Balkanlar'daki devlet ve top­lum yapısı Osmanlı İmparatorluğu'nu ayakta tutmuş ve devamını sağlamıştır. Bunun sırrı, Osmanlı Türk yönetiminin adaleti, hoşgörüsü, bilgisi ve becerisinde yatmaktadır. Halbuki, Macar Kralı Layoş, 1365 yılında 20.000 Bulgar'ı zorla Katolik yapmış, daha sonra isyan edenle­rin de binlercesini öldürmüştür. Böylesi bir tu­tum ile Osmanlı'nın tutumu arasındaki fark Osmanlı'ya Balkanlar'da üstünlük sağlamıştır. Tarihçi Gibbons, "Osmanlı'lar, yeni zaman içinde milliyetlerini tesis ederken, din hürriyeti ilkesini temel taşı olarak vazetmiş ilk millettir. Yahudiler'e sürekli baskı ve engizisyona res­men yardım sorumluluğunu taşıyan asırlar es­nasında, Hıristiyanlar ve Müslümanlar Osman­lı'nın idaresi altında, ahenk ve birlik içinde ya­şıyorlardı," demektedir. Hatta, "İstanbul Patri­ği, Papa IV. Urbanus'a 1385'te yazdığı bir nâmede, Sultan'ı açıkça öğüyor, O'nun Grek Kilise'sine verdiği tam serbestliği buna sebep gösteriyordu." şeklindeki ifadeler bu duru­mu daha da yalınkat olarak gözlerimizin önü­ne sermektedir. 

Balkanlar'ın fethi ile beraber, yüzbinler-ce Türk göçmeni Anadolu'dan getirilerek Bal­kanlar'a yerleştirilmiş olmakla bölgeye bir is­tikrar kazandırılmış ve her türlü üretimin arttı­rılması sağlanmıştır. Bu göçmenlere, daha ön­ce oraya yerleşmiş bulunan ve Müslüman ol­mayan Türkler kısa zamanda katılmış ve İslâm dinini gönüllü olarak kabul etmişlerdir. Boş­naklar ve Arnavutlar da, sırası geldikçe kitle halinde İslâmı benimsemişlerdir. Günümüzde­ki psikolojik yakınlığın kökleri bu dönemlere uzanmaktadır. 

Hülasa, Türkler, siyaset, askerlik, ikti­sat, bilim, kültür, sanayi, eğitim ve yönetim alanlarındaki üstünlükleri sayesinde Balkan­lar'a yerleşmişler ve beş asır süren bir dönem boyunca bu bölgede barışı ve refahı sürdür­müşlerdir. 

Osmanlı'nın Balkanlar'a yerleşmesine manî olamayan Avaıpa güçleri, bunları Bal­cı) A. Dnbinovltch, s. 429 kanlar'dan çıkarmak üzere, durmaksızın plânlar yapmaya ve elindeki her türlü gücü kullanmaya çalışmıştır. Bu amaçla, bir yandan Osmanlı'yı sürekli olarak harp ekonomisi için­de yaşatmak için, değişerek tek tek veya bir­kaçı birarada olmak üzere Osmanlı ile sık sık savaşılmış, büyük donanmayı İstanbul'da iken yakabilmek için bir çok teşebbüste bulunul­muş, Navarin'de ve Sinop'da büyük donanma yakılmış ve hatta İran ile sıkı bir işbirliğine gi­dilmiştir. Öte yandan, Balkanlar'da yaşayan milletlerin arasında Türk'e ve İslâm'a karşı sonsuz ve tedavi kabul etmez bir nefret hasta­lığının aşılanması için çok çalışılmış ve bu yol­da başarı sağlanmıştır. Elbette ki, cahillik, din taassubu, siyaset ihtirası, zenginlik ihtirası ve kişilerin kinleri bu faaliyete uygun bir zemin hazırlamıştır. Ancak, herhangi bir millete karşı olan bir nefret hastalığına tutulmuş olan kim­selerin, bu hastalığın bir gereği olarak, çevre­sindeki diğer milletlere karşı da nefret içerisin­de olmaları kaçınılmazdır. Bu yüzdendir ki, Balkanlar'da günümüzde bile herkes herkes­ten nefret etmektedir ve bu yüzden de Bos-na'daki savaş durdurulmamakta, Bosna'da soykırım, işkence ve tecavüz olayları devam etmektedir. Sürekli çaba ve savaşların sonu­cunda, Sırbistan (1812), Yunanistan (1829), Romanya (1866) ve Bulgaristan (1878) Devlet­leri öncelikle Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı birer prenslik olarak kuruldu ve daha sonra da Osmanlı'nın kaybı pahasına bağımsızlıkları sağlandı. Bunlar, bağımsız olmakla yetinmedi­ler, aksine Osmanlı'dan sürekli olarak toprak gasp ederek büyüdüler. Tüm bu oluşumlar, Avrupa'h güçlerin gözetimi ve koruyuculuğun­da gerçekleşti. Bu devletlerin kuruluşu sırasın­da, bir çok yerde bölge nüfusunun çoğunluğu Müslümanlara ait idi ise de, günün güçleri bu­nu gözönüne almamışlar, önceden tasarlanmış soykırımı onaylamışlardır. Nitekim, 1821 yılın­daki Yunan ayaklanmasında Mora'da bir gece içerisinde en az 40.000 Müslüman'ın öldürül­müş olduğu yazılmaktadır. 18. asrın başından günümüze kadar, Türk sınırlarının içine doğru sürekli bir göçmen akını vardır. Bu akın günü­müzde bile çok canlı bir şekilde devam et­mektedir.  Demek ki,  Balkanlar'daki  Müslümanları göçe zorlayan sebepler ortadan kalk­mamıştır. Esasen, Müslümanlar'ın Balkan­lardan temizlenmesi yönünde bir çok tasarı ve program yapılmıştır. Bunların en biçimli ör­neğini Sırp Bilimler ve Sanatlar Akademisi'nin 1844 yılında hazırlamış olduğu ve 1986 yılında yeniden gözden geçirdiği programdır. Buna göre, etnik bakımdan arınmış bir Sırbistan el­de etmek için şunların yapılması öngörülüyordu : 

1.  Tüm Müslümanlar göçe zorlanacak­tır.

2.   Göç etmemekte ısrar eden Müslü­manlar Hıristiyan yapılacaktır.

3.  Göç etmeyip Hıristiyan da olmayan Müslümanlar öldürülecektir.

4. Yukartdakilerin gerçekleştirilmesi için her türlü şiddet ve baskı mubahtır. 

Görüldüğü üzere, akademi programları­na rahatlıkla sokulabilen göç ve soykırım tasa­rılarının varlığı Sırbistan'da meşhurdur. Ancak, Balkanlar'daki her ülkede, yazılı olsun veya olmasın, aynı türde tasarıların varlığını tarih içerisindeki uygulamalar isbat etmiştir.

Tüm fırtınalara ve acılara rağmen, gü­nümüzde de Balkanlar'da Müslümanlar yaşa­maktadır. Bunlar Türk, Boşnak, Arnavut, Po­mak, Torbeş, Çerkez ve Çingene olmak üzere ayrılabilirler. Ancak, bunlar arasında etkisi çok büyük olan, ortak bir Osmanlı Kültürü yaşa­maktadır. Bu yüzden de çoğu Hıristiyanlar, Müslümanların tümünü Türk diye çağırmakta­dırlar. Arnavutluk'ta 3.000.000, Bulgaristan' da 2.000.000, Bosna'da 2.000.000, Kosova'da 1.800.000, Makedonya'da 900.000, Romanya' da 70.000 ve Yunanistan'da 120.000 kadar Müslüman'ın yaşadığı söylenmektedir. Kesin rakamlar siyasi sebeplerle elde edilememekte­dir. 

Balkan Müslümanları'nın geçmişinde refah, istikrar ve huzur dolu dönemler bulun­duğu gibi, zulüm ve acılarla dolu dönemler de vardır. Günümüzde ise, Müslümanlar Balkan­lar'da en fakir, en cahil ve en güçsüz kesimi teşkil etmektedirler. Bununla beraber, toplum hayatı, siyaset ve iktisat alanındaki haklarını almak yönünde, Müslümanlar1!!! son günlerde ciddi çabalan vardır. Bu çabalar, siyasi partiler içerisinde cisimleşmektedir. Günümüzde Bal­kanlardaki Müslümanlar'ın en önemli kurum­ları, sahip oldukları işbu siyasi partilerdir. Bu partiler sadece siyasetle uğraşmakla değil, ikti­sat, bilim, toplum bilimi, eğitim ve sağlık gibi konularla da uğraşmak zorundadırlar. Zira, kurumlaşması olmayan toplumların tek kuru­mu durumundadırlar. Müslümanlar'ın kendi aralarında meseleleri ve kör çekişmeleri ol­makla beraber, bulundukları devletler içerisin­de karşılaşmış oldukları sıkıntılar, bunlar ara­sında asgari bir dayanışmaya zemin hazırla­maktadır. Balkanlar'daki Müslümanların genel durumunu şöylece özetleyebiliriz. 

1.  Balkanlardaki Müslüman Toplumları­nın eğitim seviyesi çok düşüktür.

2.  Balkan Ülkelerindeki Müslüman Top­lumları bölgenin en fakir kesimidir.

3. Kişiler, yaşamakta oldukları ülkelerin yasalarının kendilerine vermiş olduğu haklan ve yükümlülükleri tam olarak bilmemekte ve dolayısı ile de haklarını kullanamamaktan ötü­rü daima mağdur olmaktadırlar.

4.  Balkan Ülkeleri'ndeki Müslüman Top­lumlarının fertleri, kamu yönetiminde, basında, bilim ve araştırma kurumlannda ve siyasette orantılı olarak temsil edilmek şöyle dursun, bunların çoğunda hemen hemen hiç yer alama­maktadırlar.

5.  Siyaset önderleri tecrübesiz, bencil, ve daha vahim olmak üzere, bazen de devlet istihbaratının adamlarıdırlar. Bunlar arasındaki çekişmenin faturası, Müslüman topluma paha­lıya nıâlolmaktadır.

6.   Aydın kesimi çok dağınık ve etkisiz­dir.

7.   Halk kesiminin tüm umudu Türki­ye'dir. Türkiye'ye göç eğilimi çok güçlüdür.

8.  Müslümanların kendi dillerinde eği­tim imkânı çoğu ülkede yoktur, olan yerlerde ise yetersizdir.

9.  Müslüman din kurumları sürekli ola­rak baskı altında bulunmaktadır. İşbaşındaki Müslüman din adamları, çoğunlukla yetersiz ve bazen de devlet istihrabatının adamıdırlar.

10.  Müslüman Vakıfları'nın malları bu­güne kadar sürekli olarak yağma edilmiş olup bu yağma bugün de devam etmektedir.

11.   Müslüman kültürünün eserleri ba­kımsızlık içindedir ve tamir izni alınamadığın­dan bu halleri ile ölüme terk edilmişlerdir.

Günümüz Dünyası'nda toplum, iktisat ve siyaset düzenleri ve ilişkileri hızla değiş­mekte ve yeni bir toplum düzeni oluşturulma­ya çalışılmaktadır. Buna "Yeni Dünya Düzeni" diyorlar. Esasen, apansız bastırıvermiş gibi gö­rünen bu değişim rüzgarının çok eski kökleri, sebepleri ve hazırlıkları vardır. Apansızlık sa­dece  hazırlığı olmayanların meselesidir.  Bu değişim süreci Balkan Ülkeleri'ni hazırsızlık yakalamış ve dayanılmaz bir dalga halinde kaplamıştır. Balkanlar'da birçok millet, kültür ve inanç iç içe yaşamaktadır ve bundan ötürü burada milli çıkarlar, tarihten gelme duygular, geleceğe yönelik hülyalar ve dış güçlerin etki­leri her değişim sürecine şekil, ruh ve renk vermektedir.  Bu yüzden,  orada çok hassas dengelerin  var  olması   doğaldır.   Bunlardan herhangi birinin bozulması, zincirleme tepki­ye ve sonunda da Balkan Savaşı'na sebep ola­bilir. Böyle bir savaş ise, Türkiye'yi de kolay­lıkla içine çekebilir. Çekemez olsa bile, diğer sıkıntılar bir yana, Türkiye'yi dehşetli bir göç­men dalgasının kaplamasına sebep olabilir. Sadece  böyle  bir dalganın yol  açacağı sı­kıntılar çok tahrip edici boyutlarda olabilir. Sa­dece ve sadece böyle bir tehlikeyi önlemek için, Türkiye'nin Balkanlar'da bansın varlığını ve devamlılığını sağlamak uğrunda çok ciddi çaba sarf etmesi gerekir. Kaldı ki, Balkan Ül-keleri'nde. barışın varlığı her alanda işbirliği imkânlarının doğmasına yol açacak ve ülkeler arasında kültür, siyaset, ticaret ve bilim alanla­rında önemli yararlar sağlayacaktır. Bunun te­mini için de, Türkiye'nin sürekli, akılcı, cesur ve ciddi bir siyaset gütmesi ve bu uğurda hiç­bir fedakârlıktan asla kaçınmaması gerekir. Bu siyasetin temel ilkesi, Balkan Ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirmektir. Esasen, Türkiye Cumhu-riyeti'nin emperyalist veya ırkçı bir siyaset an­layışı yoktur. Bunun doğal sonucu olarak da, Türkiye karşılıklı çıkarların hakça gözetileceği ilişkiler kurmaya daima hazır ve hevesli ol­muştur. Balkanlar'daki Müslüman Toplumları bu ilişkilerin geliştirilmesinde önemli bir kata­lizör işini yüklenebilirler. Bunun için de, bu toplumların güçlenmesi gerekir. Bunun sağ­lanması için birilerinin yardım etmesi şarttır. Bu birileri arasında Türkiye en uygun adaydır. En uygun adaydır; zira Türkiye'nin bu toplum­lar ile olan tarih ve kültür bağlan ile bunlara karşı olan duyguları ve vecibeleri inkâr edile­mez. Ancak, Türkiye bu toplumları kendi be­şinci kolu olarak görmek istememektedir. Bu toplumların fertleri, kendi kültür değerlerini korur ve geliştirirken, ülkelerinin çalışkan, üretken, bilgili, şerefli ve sadık vatandaşları ol­mak için çaba sarf ederlerse, Türkiye bununla mutlu ve gururlu olur. Bugün, böyle bir siya­set rüya gibi gelebilir. Ancak, bu rüya gerçek­leşirse Balkanlar'da kalıcı barış da gerçekleşir. Bununla beraber, aynı amaçla yardımcı olmak isteyen her devlet veya kuruluşun katkıları için zemin hazırdır ve her katkı Balkanlar'da barış oluşumuna katkı anlamında olacaktır. 

Balkanlar'daki Müslüman Toplumla-rı'nın günümüzde örgütlenmemiş, cahil ve fa­kir bir durumda bulundukları yukarıdan beri açıklanmağa çalışılmıştır. Bu toplumlar, bir çok yerde de ciddi bir baskı altında yaşamak­tadırlar. Bu toplumların güçlenmesi öncelikle kendi çıkarları açısından gerekmektedir. Çün­kü, güçsüz toplum hâlinde içinde yaşadıkları diğer toplumlar tarafından, eşyanın tabiatına uygun olarak, gereksiz bir yabancı madde di­ye bünyenin dışına atılmaya mahkûm olabilir­ler. Öte yandan, bu toplumların güçlenmesi, hem Türkiye'nin hem de Balkanlar'daki dev­letlerin yararına olacaktır. Bu bakımdan, her­kesin bu uğurda bir şeyler yapması, katkıda bulunması gerekmektedir. Yapılması gereken ve tabiri caiz ise "Balkan Kalkınma Tasarısı" olarak adlandırılabilecek işler, genel hatları ile şöyle özetlenebilir: 

1. Eğitim-Öğretim Alanında

1.1- Meslek lisesi, lisans ve lisansüstü prog­ramlar için Balkanlar'daki Müslüman Toplumlardan Türkiye'ye burslu öğ­renci kabulü devam etmelidir.

1.2-  Balkanlarda meslek liselerinde öğre­nim görmekte olan öğrenciler, yaz ta­tillerinde meslek içi eğitim veya çırak­lık eğitimi için Türkiye' ye getirilmeli­dir.

1.3-  Balkanlarda her türlü meslek kuruluş­larına üye olan sanayici, esnaf, hekim, öğretmen, din adamı, hukukçu ve bunlar gibi kimseler için bilgi-görgü arttırma ve Türkiyeli meslekdaşları ile tanışma seminerleri düzenlenmelidir.

1.4-  Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşları ve hayır kurumlan, Balkan Ülkele-ri'nde herkese açık okullar açmak için teşvik edilmelidir.

1.5-  Balkanlar'daki Müslüman din okulları ile Türkçe eğitim-öğretim veren okul­lar desteklenmelidir.

1.6-  Balkanlar'a Türkçe öğretmenleri gön­derilmelidir.

2. Kültür Alanında

2.1 Balkanlar'da millî kültürün geliştirilme­si doğrultusundaki her türlü faaliyet manen ve maddeten desteklenmelidir. İlgili ülkelerle, Türk ve Müslüman kül­tür mirasının korunması yönünde kül­tür antlaşmaları gerçekleştirilmeli ve bunlarla ilgili uygulamalar titizlikle ta­kip edilmelidir.

2.2- Türkiye'de kültür alanında çalışan ku­ruluşlar, Balkanlar'daki eşdeğerleri ile tanışmak ve işbirliği içerisine girmeli­dir.

2.3-  Balkanlar'daki her ülkede en az birer Türk Kültür Merkezi açılmalıdır.

2.4-  Balkan Ülkeleri'nin okullarında oku­tulmakta olan kitaplarda, Türkiye ve Türklük aleyhinde olan bölümlerin çı­karılmasına çalışılmalıdır.

3.  Beşeri Alanda

3.1 Balkan Ülkeleri'ndeki Müslüman Top­lumlarının meslek sahipleri ve aydın­ları, dernekler ve vakıflar yolu ile ör­gütlenmeli ve sivil toplumun bu tür kuruluşları ile haklarını korumalı ve her türlü beşeri gelişmeye zemin ha­zırlamalıdırlar. 3.2- Balkanlar'daki Müslüman vakıflar dağı­nıklıktan ve belirsizlikten kurtarılmalı, insanlara hizmet eder hâle getirilmeli­dir.

4. İktisat Alanında

4.1- Balkan Ülkeleri'nde birer Türk bankası açılmalıdır.

4.2-  Balkan Ülkeleri'nde yatırım yapacak Türk işadamlarına düşük faizli, önce­likli ve uzun vadeli krediler sağlanma­lıdır.

4.3-  Balkanlardaki Türk ve Akraba Top­luluklarına ait küçük ve orta boy işletmelerinin sahipleri, Türkiye'de KOS-GEB tarafından eğitilmeli ve Türk işa­damları ile ilişki kurmaları için zemin oluşturulmalıdır.

4.4- Balkanlarda planlanmakta olan ülke­ler arası doğu-batı ve kuzey-güney yö­nündeki otoyollar bir an önce hayata geçirilmelidir. Bu tasarı, Balkanlar için bir GAP olacaktır.

4.5-   Özelleştirme çerçevesinde, Türk işa­damları ile Balkanlardaki işadamları­nın ortaklıkları teşvik edilmelidir.

4.6-  Balkan Ülkeleri ile yapılacak bavul ti­careti için ulaşım, nakliye, konaklama ve güvenlik kolaylıkları sağlanmalıdır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005