Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Büyüme, Yatırım Harcamaları ve İstihdam İlişkisi 

İktisadi büyüme; belirli bir dönem için örneğin üç ay veya bir yıllık dönemlerde, gayri safi yurt içi hasılada meydana gelen reel artış, fiyat değişmelerinin etkisi giderildikten sonraki artış oranıdır. Ülkenin kalkınmasında hayati önem taşır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından ilan edilir. (Korkmaz, 2010: 3) 

Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH); bir ekonomide yerleşik olan üretici birimlerin belli bir dönemde, yurtiçi faaliyetleri sonucu üretmiş oldukları tüm mal ve hizmetlerin değerleri toplamından bu mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılan girdiler toplamının düşülmesi sonucu elde edilen değerdir. (Korkmaz, 2010: 3) 

Büyük ölçüde eksik istihdam olan bir ekonomide işsizleri işe alarak üretimi artırmak mümkündür. Ancak mevcut emek, toprak ve sermayeyle arttırılacak üretim miktarı için bir üst sınır vardır. Bu sınırın ötesinde üretimi arttırabilmek için hem mevcut kaynaklara ilavede bulunulması hem de teknolojide gelişme sağlanması gerekir. O halde ekonomistler ekonomik büyümeden söz ettiklerinde, teknolojik ilerleme ve ek fabrika, makine teçhizat ve diğer kaynak artışlarından söz ediyorlar demektir. (Parasız, 1995: 8)

Ekonomik büyüme hızı (oranı), reel GSMH’nın artış hızıdır. Büyümenin ya da reel GSMH’nın zaman içinde artmasının iki kaynağı vardır. Birincisi, üretimde kullanılan üretim faktörlerinin (emek-sermaye) miktarının artmasıdır. Bu ise, nüfusun artması ve sermaye birikimi ile gerçekleşir. Büyümenin ikinci kaynağı ise, üretim faktörlerinin etkinliğinin (verimliliğinin) artmasıdır. Zamanla, aynı miktardaki üretim faktörleri ile daha fazla üretimin yapılması mümkündür. Bu verimlilik artışı eğitim, tecrübe artışı, işbölümü ve daha ileri teknolojilerin geliştirilmesi gibi sebeplerle üretim faktörlerinin niteliğinin yükselmesinden kaynaklanır. (Korkmaz, 2010: 3) 

Herhangi bir memlekette iktisadi kalkınmanın ortaya çıkışı, adam başına düşen milli gelirin tersine çevrilmesi mümkün olmayan bir hareket halinde devamlı ve reel olarak artmasıdır. Milli gelirin gittikçe artan bir kısmını yatırımlara ayırmak mümkün hale gelir; milli gelirin daha büyük bir kısmının yatırımlara ayrılabilmesi sermaye birikiminin artması demektir. İktisadi kalkınmanın başka bir tezahür şekli de müteşebbis kütlenin büyümesi şeklinde ortaya çıkacaktır. Üretim birimlerinin organizasyonları değişecek, boyutları değişecek, iktisadi hayatta büyük işletme ve teşebbüsler yalnız insan gücü ile üretimde bulunmayacakları için milli ekonomi içindeki enerji tüketiminde de, iktisadi kalkınma ile birlikte bir artış husule gelecek, köylerdeki çiftçiler sanayileşmeye uygun olarak şehirlere akın edecek, şehirleşme ve işgücü pazarlarının teşekkülü, iktisadi kalkınmayı simgeleyen özellikler olarak ortaya çıkacaktır. (Türk, 1994: 222)

Ekonomiyi iktisadi kalkınma engellerinden kurtarmak, daha hızlı bir iktisadi kalkınmaya kavuşturmak üzere, ekonomide sermaye birikimini, üretilmiş üretim araçları stokunu arttırmak gerekmektedir. Ekonomide işgücü başına isabet eden kapital stokunu arttırmak gerekmektedir. Ekonomide sermaye birikimi arttırılırken işgücüne daha iyi eğitim ve öğrenim imkânları sağlanmalıdır. Ekonomik kaynakların daha iyi değerlendirilmesi, yönetilmesi veya yönlendirilmesi işgücü veya sermayenin veya her iki üretim faktörünün verimliliğini artırmakla mümkündür. Eğer iş adamlarına, sahip oldukları kapital stoklarına yeni ilavelerde bulunmak, tesislerini modernleştirmek üzere araştırma ve geliştirme hizmetlerini yaymak ve işçilerini hizmet içinde eğitmek ihtiyacı duyulur ve arzusu verilirse, üretim faktörlerinin verimliliği artar. Devletin doğrudan doğruya araştırma ve geliştirme faaliyetlerine veya bayındırlık hizmetlerine yatırım yapması ekonominin üretim kapasitesini arttırır. (Türk, 1994: 225) 

Bir toplumun, bir firmanın ya da hane halkının sahip olduğu mal varlığı stokunda (sermaye stokunda) belli bir dönemde sağlanan net artışlara yatırım denir. Bir harcamanın yatırım harcaması sayılabilmesi için yeni bir üretim kapasitesi yaratmak amacıyla yapılmış olması gerekir. Yeni sermaye malları ve ara mallarının, emekle birleştirilerek yeni üretim kapasiteleri yaratılması gerçek anlamda yatırım faaliyetidir. Bir kimsenin parasını arsa, eski bir konut satın almak için kullanmasına plasman adı verilir. (Parasız, 1995: 218) 

Ekonomik hayatta; insan gücü ve mali imkânlarla, vatandaşın beceri ve eğilimlerini göz önüne alan bir planlama muhakkak ki, kalkınmayı hızlandıracaktır. Bugün üzerinde en çok kafa yorulması ve çaba harcamamız gereken endüstrileşmektir. Ama endüstri kurmak demek, rast gele fabrika kurmak demek değildir. Birbirini tamamlayan tesis ve fabrikalarla bir endüstri havzası kurmak demektir. Vatandaşın bilgi, emek ve nakit her türlü sermayesi ile bu endüstri havzasında yerini alabilmesi için; devletin istikrarlı bir ekonomik politikası olması, herkesin bunu bilmesi ve bu politikaya güvenmesi gerekir. Devletin yatırımları yönlendirmek, öncelikleri tespit ve istenen amaca varmak için teşebbüs gücünü teşvik tedbirleri ile özendirmelidir. Ancak buradaki teşvikler, kalkınmanın özgürlük ve teşebbüs hürriyeti içinde ekonomik kurallara uygun olmalıdır. (Er, 1979: 5) 

İktisadi kalkınma dediğimiz olayın özünde tasarrufların teşekkül ettikleri zamanda yatırımlara dönüşmesi olayı vardır. (Türk, 1994: 276). Hür teşebbüsün varlığından ancak, hür demokratik parlamenter rejim içinde söz edilebilir. Hür teşebbüsün amacı, ne şekilde olursa olsun üretim değil, piyasa ekonomisi kurallarının geçerli olduğu bir düzende üretimdir. Her iktidar ve hatta her hükümet değişikliğinde modeli tartışma konusu olan bir sanayileşmenin ve ekonomik yapının ileriye dönük, güven verici bir gelişme göstermesi bir ölçüde mucize beklemek olur. (Kartay, 1979: 4) 

Kalkınma hamlemizin devamı ve tamamlanması, asil Milletimizin layık olduğu muasır medeniyet seviyesine ulaşması, çalışma hayatının huzuru ile mümkündür. Günden güne artan işsizlik problemine çare bulunması, üretimimizin ve ihracatımızın artırılması ile mümkün olacaktır. (Çetinoğlu, 1979: 13)

1979 yılında Türkiye Madeni Eşya Sanayicileri Sendikasınca (MESS) yayımlanan Hür Teşebbüs ve Devlet Planlaması adlı eserde yer alan, o tarihlerde MESS Yönetim Kurulu Üyesi ve Eski DPT Müsteşarı olan Turgut ÖZAL, Sanayimizde Planlama ve Strateji başlıklı yazısında; 

Bu memleket endüstrileşmek mecburiyetindedir. Muhtelif istikametlerde yürümek zorundadır. Aksi halde hayatiyetini kaybeder. Sanayileşme ancak bir yatırım mevzuudur. Yatırım için sermaye lazımdır. Birçok sahalara yatırım yapmak lazımdır. Hepimiz biliyoruz ki; sermaye, dünyanın her yerinde vardır ve her tarafa akar. Fakat hüner ona mecrayı çizmektir. Ayrıca eğitim sistemimiz de sanayimizi kafi derecede takviye etmemektedir. Bugün memleketimizin nüfusu 45 milyonu geçmektedir. 10 sene içinde bu rakamın 60 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu büyüklükte bir nüfusun arz ettiği önem şudur; bilindiği gibi sanayi projelerinde önemli bir husus bunların ekonomik büyüklüklerde kurulmasıdır. Ekonomik büyülükler ise bu sanayi ünitelerinin ürettikleri malların satışına bağlıdır. Eğer daha büyük kapasitelerde üniteler gerekli ise onların ürettiği malların satılmasıyla ancak bu üniteler kurulabilir hale gelir. Türkiye nüfusunun süratle büyümesi birçok sanayi dalında çok kısa zamanda ekonomik kapasitelere erişmemizi sağlayacaktır. Yani birçok fevkalade ekonomik şartlar içerisinde kurabilmek imkânına sahip bulunmaktayız. 

Diğer taraftan önemli bir başka husus ta Türkiye’nin kendi kendine yeterli tabii kaynaklara sahip olmasıdır. Bu tabii kaynakları başta zirai üretim, ormanlar, madenler olarak belirleyebiliriz. Türkiye birçok memleketin aksine hemen hemen dünyada pek az memlekete nasip olmuş bir tarzda kendi yiyeceğini, kendi giyeceğini çıkarabilmekte, hatta fazlasını ihraç edebilmektedir. İyi bir planlama ve gerekli tedbirler alındığı takdirde Türkiye 60 hatta 100 milyon nüfusu besleyebilecek imkânlara sahiptir. Bu imkânların yanında ihraç potansiyelimiz de mevcuttur.

 Bir Türk vatandaşı olarak hepimizin arzusu biran evvel sanayileşmek ve önümüzde olan sanayileşmiş ülkelere biran önce yetişmektir. Türkiye’nin sanayileşmesinde bu güzel arzunun bazen büyük hayaller sonucu ekonomik potansiyelimiz, insan gücümüz nazar-ı itibara alınmadan çok yanlış adımlar atıldığı, bunun neticesinde kalkınmamızın aksadığı, sanayileşmemizin istenen seviyelere gelmediğini müşahede etmek mümkündür. Kanaatimizce hedefler, mevcut imkânlarımız içerisinde, hayalci değil, gerçekçi bir tarzda tespit edilir ve hareketler ona göre yapılırsa hızlı sanayileşme daha kolay yapılacaktır. Unutmamak lazım ki, ekonomik gelişmenin tabii bir hızı vardır, bu hızı çok büyük bir şeklide arttırmak mümkün değildir. Doğru ve planlı bir şekilde hareket ettiğimiz takdirde bu hızda artmalar yapabiliriz, bunlar limitlidir, bunun haricinde yapacağımız yanlış hareketler bu hızı düşürecektir. (Özal, 1979: 93-101)’ demiştir.

Büyüme hedefinin yüksek tutulması her zaman geçerli değildir. Bütün harcama planları ve yatırım programları bu hedefe göre hesaplanacaktır. Sonuçta, gerçekçi olmayan büyüme hedefleri, cari ve tüketim harcamalarının hızla artmasına ve yatırımların vaktinde tamamlanamamasına neden olacak ve ekonomi daha büyük bir darboğaza ve enflasyona düşürülmüş olacaktır. (Yazar, 1979: 84) 

1980’lere kadar oluşan sanayi yapısını üç ana özellik çerçevesinde tanımlamak ve açıklamak mümkündür. Bunlar, ekonominin dışa kapalı olmasından kaynaklanan yapısal özellikleri, sanayinin ekstansif (niteliksel üstünlüklerden yoksun niceliksel gelişme veya niteliksiz boyut ve kapasite artışı olarak tanımlanabilir Türkkan, 1992: 51) bir gelişme göstermesinden kaynaklanan yapısal özellikler, nihayet ekonomide kamu sektörünün ağırlıklı oluşmasından kaynaklanan yapısal özelliklerdir. Bu nedenle Türkiye’de 1980’lere kadar oluşan sanayi yapısını doğrudan doğruya bu stratejilerin dayandığı iktisat politikalarıyla açıklamak mümkündür. (Türkkan, 1992: 50) 

1980 öncesinde toplam kamu yatırımlarının yaklaşık dörtte biri imalat sanayisine yapılmaktaydı. 1980’li yıllarda bu oran sürekli olarak azaltılmış ve yaklaşık yirmide bir düzeyine düşürülmüştür. Türkiye, kamu yatırımları yoluyla sanayisini geliştirme politikasından tümüyle vazgeçmiştir denilebilir. Kamu kesiminin sanayi yatırımlarından vazgeçmesi bu boşluğun özel kesim tarafından doldurulduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim 1980 sonrasında hiçbir yıl özel sektör yatımlarından sanayiye ayrılan pay 1980 öncesinin yıllık düzeyine ulaşamamıştır. Bir başka anlatımla kamu sektörü gibi özel sektör de sanayileşmeyi bir yana bırakmış görünmektedir. (Kepenek ve Yentürk, 2009: 357)(Tablo)

Tablo: Kamu ve Özel Sektörde Yatırımlar; 1998-2007 (1998 Fiyatlarıyla, Bin TL)

 

Yıllar

2001

2002

2003

2004

2005

2006

2007

Kamu Sektörü

2.866,5

3.103,1

2.633,7

2.460,1

3.074,1

3.154,5

3.383,7

Özel Sektör

8.193,9

9.581,5

11.848,1

16.129,0

18.747,5

21.559,9

22.690,0

Aktaran; Sönmez, 2010: 10 

Bir yanda hızlı kamu altyapı yatırımları için finansman kaynağı bulma gereği ulusal tasarrufun, kredilerin kamu sektörüne kaymasına sebep olmuş, öte yanda konut politikalarının özel sektör için yarattığı çekicilik ve karlılık üretken imalat sanayi yatırımlarının umulanın çok altında kalmasına sebep olmuştur. Bu çelişki ve iktisat politikalarının yeterli derecede tutarlı ve dengeli olmaması 1980-1990 döneminin çarpıcı özelliklerinden biridir. Bugün ihracat sektörünün büyük ölçüde siparişleri karşılayacak güçlü, agresif bir ihracat politikasına sahip olamamasının sebepleri arasında, belki de başında bir ihracat sanayinin kurulamaması gereği vardır. (Kılıçbay, 1992: 405) 

Ulusal üretimden yatırımlara ayrılan pay 1980’lerin ortalarında ve 2000’li yılların başında % 20’nin altına düşmektedir. Bu azalmalarda, ekonomide istikrar sağlama amaçlı politikaların etkisi olduğu kadar, kamu kesiminin yatırım yapmasını azaltarak ekonomide devleti küçültme anlayışı da etkilidir. Kamu yatırımlarının sınırlı tutmak istenmesi ve nitelik değiştirerek altyapıya yönelmesi ekseninde yürütülen yatırım politikasının, sayısal olarak da gelişmesi gereken bir ekonomi için yetersiz sonuçlar vereceği söylenebilir. (Kepenek ve Yentürk, 2009: 352) 

80’li yıllardan 2000’li yıllara kadar olan dönemde giderek yükselen enflasyon ekonomide ve toplumda kalıcı sorunlara neden olmuştur. Devlet bütçesini ipotek altına almış ve toplumsal dengeleri alt üst etmiştir. Enflasyonun 20-60 puan üzerinde oluşan ortalama kredi faiz oranları, ekonomide yatırım ikliminin kaybolmasına neden olmuştur. 1994 krizinden sonraki son 6 yılda iç borçlanma bileşik faiz oranı ortalaması yaklaşık % 124 olmuştur. (Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği, 2009: 1-2)(Tablo).

Tablo: İç Borçlanma Faiz Oranları

 

Yıllar

1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999

TÜFE

66,1

106,3

89,1

80,4

85,7

84,6

64,9

İç Borçlanma Ortalama Faiz Oranı

87,8

164,4

121,8

132,8

108,1

105,6

111

Kaynak; DİE, 2000 Yılı Programı 

Aktaran; Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği, 2009: 1 

1980 yılına kadar ithal ikameci sanayileşme stratejisi izlenmiş, 80’de alınan ekonomik önlemlerle ekonominin dışa açılması sağlanmış ve ihracatın sürüklediği sanayileşme stratejisine geçilmiştir. Ancak ekonomik istikrarsızlığın getirdiği yüksek enflasyon ve enflasyonun üzerinde seyreden kredi faiz oranları, yatırım ve kalkınma ortamını olumsuz etkilemiştir. (Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği, 2009)(Tablo). 

Tablo-7: İç Borç Stoku ve GSMH Artış Hızı

 

1992

1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999

GSMH Artış Hızı

70,1

66,1

106,3

89,1

80,4

85,7

84,6

64,9

KBMG

2708

3094

2184

2759

2900

3080

3255

2878

İç Borç Stoku

 

357

799

1361

3148

6283

11612

22990

İç Borç/GSMH

 

17,9

20,6

17,3

21

21,4

21,9

27,6

Dış Borç/GSMH

 

37

50

42,6

45,5

46,9

50,7

55,6

KKBG/GSMH

 

12

7,9

5,2

8,9

7,6

9,2

14,3

Kaynak; DİE, 2000 Programı

Aktaran; Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği, 2009: 2 

24 Ocak kararlarının özünde, yeni yatırımlardan çok mevcut kapasitenin mümkün olan maksimum kullanımı amaçlandığından, faiz oranlarına karşı duyarsız olan kamu yatırım harcamalarının azaltılması doğaldır. Reel tüketimde artışına rağmen, reel yatırımlardaki bu azalışlar yurt içi talepte ortaya çıkan durgunluğun en önemli nedenlerinden birisi olmuştur. (Parasız, 2003: 236) 

Yüksek faiz oranlarında gerçekleştirilen kamu borçlanması; bir yandan bütçede büyük bir yer tutarken diğer taraftan özel sektörü yatırılabilir fonları kullanmaktan mahrum bırakmıştır. Borçlanmanın bütçe üzerinde oluşturduğu yük, bir yandan devletin bütçe düzenine zarar verirken, diğer yandan maliyet enflasyonunu besleyerek, enflasyon ve kredi faizlerinin daha da yükselmesine yol açmıştır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005