Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Çağdaş Toplumlarda Vergi 

Yeminli Mali Müşavir A. Rüştü Çelebi 

Giriş 

Vergi iki hecelik bir kelime olmakla be­raber, söylenme kolaylığı aksine, çok yönlü, karmaşık, üzerinde çok konuşulacak bir olgu­dur.

Bugün, 4369 sayılı kanunla, çeşitli vergi kanunlarında; önemli değişiklikler yapılmış; 29 Temmuz tarihli Resmi Gazetede yayınlanan bu mevzuat, yetkililer tarafından adetâ önemli bir Reform olarak takdim edilmiş; mevcut hü­kümetin bir başarısı gibi propagandası yapıl­mıştır.

Bir çok mes'ele gibi, bu konu da politi-ze olmuş; bilimsel, sosyal, ekonomik, sosyo ekonomik, sosyal psikoloji, finansal kriterler­den çok; gerçek saygısından ve realiteden uzak politik çıkar düşünceleriyle, toplum ya­nıltılmak istenmiştir. 

Bazı gerçeklerin, doğmların, realitenin net ve açık söylenmesi, en azından bir aydın haysiyeti ve vatandaşlık görevidir.

Vergi konusu, söz konusu son değişik­liklerde, ülke gündemine oturmuştur. Borsala­rı, ticaret âlemini, piyasayı, iş dünyasını; mükellef olsun veya olmasın bütün toplumu kay­gılandırmış; geçmişte yaşanan acı tecrübelerin de tesiriyle; genel bir güvensizlik atmosferi doğmuştur. Kanunlardaki değişikliklerin ayrı ayn kritik edilmesi ayrı bir konudur. Ancak önemli kanun değişikliklerinin bir anda he­men her kesimde genel bir kötümserlik ve ümitsizlik psikolojisine sebep olması ve piya­sayı tedirgin ve allak bullak etmesi dahi; sade bir vatandaş için bu değişikliklerin olumlu ve­ya olumsuzluğu hususunda yeterli bir delil teş­kil edebilir.

Kanunların parlamentoda görüşülmesi­ne başlandığı tarihten bugüne kadar geçen za­man dilimi içinde dahi; ekonomideki olumsuz etkiler ve gelişmeler, oluşan zararlar dahi, bu konuda yeterli bir delil teşkil edecektir.

Eski maruf maliyecilerden merhum Nail Bey'in tabiriyle "Eski vergi, eski ayakkabı gibi­dir. Yeni vergiler ayağı sıkabilir. Alışmak lâ­zım!" Bu da bir gerçektir. 

Ancak, örneğin 1981 yılında yapılan önemli vergi değişimleri veya daha sonraki ye­ni mevzuatın hiçbirisi (KDV gibi) hiç bir zaman böylesine bir tepki ile karşılaşmamıştı. 

Günümüzde, ülkemizde, vergi konu­sunda uzman olan teknik kişiler, tecrübeli dev­let adamları, sanayiciler, iş adamları, ticaret ve sanayi aleminin, borsaların, odalann temsilci­leri; hasılı, olayı bizzat yaşayan ve muhatap olan, söz söyleme yetkisine ve yeteneğine sa­hip herkes, şimdi şikâyetçidir. Bir toplumda böylesine bir çoğunluğun ve "birden çok bi­lenlerin" aldandığını varsaymak, kendimizi al­datmak olur.

Bir nükte ile belirtelim: Vaktiyle, rah­metli Ömer Sabancı, Adana'da damdan düş­müş... Yakınları koşmuşlar; hemen, "Sana iyi bir doktor, iyi bir kırıkçı, çıkıkçı getirelim!" de misler. Rahmetli, O, Kayserili'nin kıvrak zekâsı ve bu zekâdan doğan esprisi ile "Bana damdan düşen birini getirin. Ne o, ne bu!" demiş... 

Bilindiği gibi, Sn. Süleyman Demirel'in ikinci başbakanlığı döneminde, 1970 yılı son­larında, Sn. Mes'ut Erez'in Maliye Bakanı oldu­ğu zamanda Devlet Personel Kanunu ve Fi­nansman Kanunu çıkmış ve yürürlüğe girmişti. O zaman da (özellikle yeni mer'i olan İşletme Vergisi gibi) önemli değişiklikler yapılmıştı. İş­te o günlerden sonra ve bilhassa 12 Mart 1971 tarihli maruf muhtıradan sonraki gelişmelerde-, 2359 yıl sonra o günkü italya'nın ekonomik düzeyine ulaşacağımız gibi, Nostradamus'un kehanetlerini geride bırakacak, bilimsel vecize söyleyen dehaların da yer aldığı tarihi "Beyin Kabinesi" kurulmuştu. 

Bu beyinlerin zaman-ı idaresinde; ülke­mizde bütün Vergi Dairelerine, Şekspir'in, Bergson'un, Hobbs'un, Dante'nin, Sadî-i Şira-zi'nin ve benzerlerinin vecizelerinden geri kal­mayacak bir vecize, slogan halinde yazılmıştı. Belki mukaddeslere, manevî ve moral değerle­re en azından laubali bakan bir görüşün; kut­sallardan medet uman bir ifadesiyle söylenmiş bir vecizeydi bu...

"Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır! "Bu espri ile, Matild Manukyan'ın namus ticaretin­den sağladığı kazanç bile vergisi verilmişse kutsal olmaktaydı... 

Şüphesiz; vergi bir vatandaşlık görevi­dir... Vergi hırsızlığı, almteri hırsızlığı gibi, şa­hıslara ve mala yönelen hırsızlık gibi; üstelik kamu hukukuna yönelmesi sebebiyle, hiç de kabul edilmeyecek bir hırsızlıktır.

Vergi, Anayasalar'da tanımı yapılmış bir görevdir. Vatandaşlık borcu, kamu alacağıdır... Vergisiz toplum, vergisiz devlet olamaz. Kamu finansmanının en önemli kaynağı vergidir... 

Ancak bütün sosyal, ekonomik, hukukî ve malî olgularda olduğu gibi, vergide de, ma­dalyonun iki yüzü vardır: Devletin mükellefe bakışjarzı; mükellefin devlete bakış tarzı...

Cumhuriyetimizin 75. yılında bu kritik konunun tarihine bakmakta da fayda vardır. Hiç bir sosyal olay, tarihi perspektifi ihmal edi­lerek irdelenemez. 

I. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Vergi 

1. Osmanlı Dönemi 

İmparatorluğun kuruluş ve genişleme yıllarında kamu gelirleri para olarak ödenen düzenli vergilere dayanıyordu Kamu maliyesi­nin başlıca kaynaklan, diğer devletlerden alı­nan haraçlar, bazı gümrük resimleri, gayr-ı müslümlerden alınan cizye idi. Devlet gelirleri­nin bir çoğu da, kamu hizmetlerini gören atan­mışlara (=Mansuplar) aynlıyordu. 

Örneğin, kamu hizmetinin bedeli ola­rak, bazı yerlerin öşürü (tarımsal ürünün onda biri) ve Ağnam (Hayvanlar Vergisi) gelirleri tahsis ediliyordu. 

Gelişme dönemlerinde, yeni topraklann fethedilmesi ile, bölgedeki kamu görevlilerine daha fazla "Tımar ve Zeamet" tahsis etme im­kânı doğuyordu. Bu suretle, merkezi devlet ekonomik ve askerî bakımdan daha güçlü ha­le geliyordu. (Bkz. Prof. Dr. Şerafettin Aksoy, Vergi Hukuku ve Türk Vergi Sistemi)

Her yeni toprak elde edilmesi, İmpara­torluğa başka yeni topraklar kazanma imkânı­nı da doğuruyordu.

Böylece, kamu görevlileri, yeni fetihler­le, daha fazla asker besleyebiliyor, cizye gelir­leri de devamlı artıyordu.

İmparatorluğun duraklama devresinden sonra; yeni fetihler yapılamadığından, üstelik merkezi devlet otoritesi de, giderek zaafa uğra­dığından, kamu maliyesinin vergi gelirlerinde düşüş başlamıştır. Aynca, önceleri haraç öde­yen yabancı devletlerin bazıları, devlet otorite-sindeki zaafı fırsat bilerek (=bütün inhitat dö­nemlerinde olduğu gibi) ödedikleri haracı, tür­lü bahanelerle ödememiş; geciktirmiş veya az ödemiştir. Açıktır ki, bu durum, çarkı tersine çevirmiş; gelirler yetmemeye başlamıştır.

İmparatorluğun çöküş döneminde ise; her sahada olduğu gibi, devlet gelirleri konu­sunda da, özellikle 19. asırda, malî sahada da reform düşünülüyor; bu reformlarla çöküşün en azından durdurulacağı ileri sürülüyordu... 

Haklı ve isabetli bir tutumla, merkezi hükümet ilk iş olarak, askerî ıslahata girişti. Ayrıca, kamu görevlilerine (=Mansuplara) tah­sis edilen vergi gelirleri, daha doğrusu mansup sisteminden dönülmeye başlandı. Bu suretle vergi gelirleri bir merkezde toplanmış oluyor­du. Tanzimat Fermanıyla birlikte, malî yapıda bölgeci ve aynî sistemden, merkeziyetçi ve nakdî ödeme sistemine geçiş çabası gösterili­yordu.

Merkezi devlet gelirlerinin esasını teşkil eden, Aşar ve Ağnam gelirleri, devletin ihtiya­cına yetmedi. Mültezimler eliyle toplanan ver­gi, mültezimlerin köylüye karşı baskı ve zu­lümleri sebebiyle, vergiye direnci artırıyor, ay­nca vergi toplama masrafı da hasılatı düşürü­yordu.

Bunun için 1858 Kanunnamesiyle, arazi değeri üzerinden bir Arazi vergisi alındı. Bu da yetmedi. Gümrük Vergileri de Kapitülasyonlar sebebiyle artırılamadı... 

Kamu finansman açığı arttı. Merkezi devlet, artan gelir ihtiyacını, dış borçlarla karşı­lamak zorunda kalıyordu. Ve sonuçta, artan ve ödenmesi zorlaşan dış borçlar, hükümetleri Dûyun-ı-Umumîye İdaresi'nin kurulması ve bu idarenin de hegemonyasının ve devlet gelirle­rine el koymasımn hazin tecellisiyle karşı kar­şıya bıraktı. 

2. Cumhuriyet Dönemi 

Başlangıçta, ülkemiz ekonomik açıdan oldukça geri bir ülke idi. Osmanlı'dan kalmış vergi sistemi, ıslah edilerek uygulama devam etti. Yani, Aşar, Ağnam (Hayvanlardan alınan baş vergisi), Temettü (-kazanç), Müsakkafat (-Bina) vergileri ve bazı tüketim vergileri alın­mıştır. Şüphesiz bu vergiler, gayr-ı şahsî, basit ve adaletsiz, gerçek geliri kavramayan vergi sistemini oluşturmaktaydı.

Bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşı'ndan he­nüz çıkmış bir ülke; öncelikle siyasal bağımsızlık kazanmış olmaktaydı. Ancak, M. Kemal'in veciz bir şekilde ifade ettiğibi gibi; 

"Siyasal ve askeri başarılar ne denli bü­yük olursa olsun, ekonomik ve malî başarılar­la desteklenmezse, sönmeye mahkûmdur."

Şüphesiz bu güzel bilinçle. BM M ilk defa 1 nolu kanun olarak, 24 4 1920'de Ağ­nam Resminin 4 misli olarak istifası hakkında kanunu kabul etmiştir. 

Lozan Antlaşması ile siyasî ve ekono-mik-malî bağımsızlık kazanılmış; Dûyun-ı Umumîye İdaresi kaldırılmış; 1927 yılından sonra da, koruyucu gümrük politikası uygu­lanmıştır. 

Bazı imtiyaz işletmeleri devletleştirilmiş; bunların borçları bir ödeme plânına bağlan­mıştır. Bu devirde, dış borçlanma imkânları da bulunamadığı için, Cumhuriyet yönetimi, bir yandan eski Osmanlı borçlannı ödemek; diğer yandan da, millileştirilen imtiyazlı işletmelerin tazminini yapabilmek için, eskiye nazaran da­ha çok gelir toplamak zorundaydı.

Osmanlı vergi sisteminde; tanm sektö­rünün vergi yükü çok ağırdı. Devlet gelirleri­nin hemen hemen yandan fazlası buradan kar­şılanıyordu. Bu yük azaltılmalıydı. Adalet bunu gerektiriyordu. 

1925 yılında Aşar Vergisi kaldırıldı. An­cak devlet büyük bir gelirden mahrum kaldı. Bunu telâfi için 1926 yılında Umumî İstihlâk Vergisi Kanunu çıkanldı. Kabul ve itiraf etmek gerekir ki, o günkü şartlar içinde, bu vergi ağır ve yanlıştı. Nitekim 1 yıl sonra kaldırıldı. Yeri­ne Muamele Vergisi getirildi. 

Burada belirtilmesi gereken önemli nokta; henüz iktisadi gelişme ve sanayileşme gerçekleşmemiş bir ekonomide, vergi yükü­nün tarımdan, sanayi ve hizmetler sektörüne kaydırılması umulanı veremeyecekti.

Lozan Antlaşması hükümlerine göre, 1927'den sonra koruyucu gümrük politikası uygulandı. Koruyucu gümrük tarifeleri konul­du. 

Teşvik-i Sanayi Kanunu ile bir çok vergi istisna ve bağışıklığı getirildi. Böylece sanayi teşvik ediliyor; vergiciliğin sadece fınansal ya­ni hazineye gelir sağlama amacı dışında, eko­nomiyi düzenleme, kalkınmayı sağlama ama­cının da realize edilmesi düşünülüyordu. Şüp­hesiz isabetli idi. Ancak 1929 dünya krizi bü­tün ekonomileri sarstı. Ekonomik ve mali ge­nel bir deprem yaşandı. 

Bu global ekonomik ve mali deprem, 1931-1939 döneminde, ülkemizde bazı deği­şiklikleri zorunlu hale getirdi.

1931 yılında eski" Müsakkafat (Kelime anlamı Çatılar demektir) Vergisi kaldırıldı. Bina Vergisi ve Arazi Vergisi getirildi.

1931 yılında bir de, Muamele Vergisi de­ğiştirilerek, Kazanç Vergisine bir zam şeklinde görünen iktisadi Buhran, Muvazene ve Hava Kuvvetlerine Yardım Vergileri çıkanldı. 

1936 yılında, Bina ve Arazi Vergileri, merkezi devlet gelirleri arasından çıkarılarak özel idarelere devredildi. Giderek, emlak de-ğerlerindeki takdirlerin, enflasyon sebebiyle çok gerilerde kalması ve vergi hasılatının göre­celi olarak düşmesi sebebiyle; Özel idarenin topladığı bu vergiler; o idarenin memur gider­lerini karşılayamayacak kadar azalma ve çar­pıklık göstermişti. 

1970 yılında bu uygulama değiştirilmiş; bu vergiler tekrar merkezî idareye alınmıştır. 1940-1949 döneminde 2. Dünya Savaşı sebe­biyle, kamu harcamaları artmış; bunun içinde bazı vasıtalı vergilere zam yapılmış; ve asıl dik­kat çekici büyük olay Varlık Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi gibi olağanüstü vergi kabul edilmiştir. 

1938-1946 dönemi, ülkemizde demok­rasi, insan hakları, millî irade kriterleri yönün­den çok farklı bir dönemdir. Eski bir deyimle Nev'i şansına münhasır (=Sui jeneris) jakoben, despot, dayatmacı, bir nev'i monark, tek parti diktası ve Milli Şef dönemidir. Türk demokrasi tarihi, vergilendirme zihniyeti, vergi ve de­mokrasi ilişkileri açısından; insan hak ve özgürlükleri açısından; günümüz politikacıları, entellektüelleri, araştırmacılar, tarihçiler, sos­yologlar, devlet adamları; matematik bir kesin­likle ifade edelim; bu dönemi tanımıyorlarsa, biliniyorlarsa; incelememişlerse, günümüzü ve halkımızı tanımamışlar demektir. Bugünü ve bugünün gelişmelerini, andığımız 1938-1946 ciönemini bilmeden anlamak ve anlatmak im­kansızdır. 

Eski bir Maliyeciyim. Halen bağımsız olarak vergi ve mali işlerle iştigal ediyorum. Olaylara, bu sıfatla değil de, halkın içinden çıkmış fakat halkın ve hakkın dışına çıkmamış sade bir vatandaş gözüyle batağımda da; özel­likle 1942 yılında kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu'nun tam anlamıyla tarihin laboratu­arında tahlil edilmesi gereken bir facia oldu­ğunu söylemeyi bir görev bilirim. Bu konuyu, bu yazımızda aynca ele alacağız. 

ikinci Dünya Savaşı sona erdi. Oldukça kanşık bir bünye gösteren ve uygulanma ola­nağı kalmayan Türk Vergi Sistemi, Reforma muhtaç hale gelmişti. 

1949 yılında işte bu reform yapıldı. Ka­zanç Vergisi kaldırıldı. Onun yerine (bu çok önemli ve isabetli bir gelişmedir) Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Esnaf Vergisi kabul edildi. 

Daha önce, her verginin usule müteallik hükümleri ayrı ayrı kanunlarda yer alıyordu. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ile bunlar tek ka­nunda toplandı. 1953 yılında ise, eski Tahsil-i Emval Kanunu kaldırılarak, yerine Amme Ala­caklarının Tahsili Hakkında Kanun kabul edil­di.

1957 yılında ise, bir vasıtalı vergi olan Muamele Vergisi kaldınldı. 6802 sayılı Gider Vergileri Kanunu getirildi. Harçlar Kanunu ka­bul edilerek; çeşitli ve dağınık hükümler tek kanunda toplanmış oldu. 1952 yılında, en çok şikayet sebebi olan ve aslında bir nev'i angar­ya ve zulüm olan Yol Vergisi kaldınldı. 

1956 yılında Esnaf Vergisi de kaldırıla­rak, Gelir Vergisi şümulüne alındı. 1959 yılın­da, modern vergilendirmede atılan adımlara ek olarak Veraset ve intikal Vergileri Kanunu değiştirildi. 

Kabul edelim ki, 1949 yılı Vergi Reformu'nda, tarım kazançlarının vergi dışı bırakıl­ması büyük bir eksiklikti. 1960 yılından sonra bu eksiklik giderildi. 

Gelir Vergisi Kanunu tıpkı Ticaret Kanu­nu gibi, Alman Vergi Kanunu'ndan esinlene­rek yapılmıştır. Modern vergiciliğin şahsî be­yan ve gerçek geliri kavrama esasına dayan­maktadır. 27 Mayıs Hükümet Darbesi'nden sonra ve daha sonraki dönemlerde de önemli değişikliklere uğramıştır. 1961 yılında ilk defa Servet Beyanı müessesi getirilmiş; ancak Varlık Vergisi'nin çok kötü izlenim ve tecrübeleri ve darbe hükümeti zamanında (1961 yılında) çı­karılmış olması sebebiyle, mükellefler nezdin-de güvensizlik doğduğu için, ilk beyannameler sağlıklı olmamıştır. Ekonomide, bazı servet un­surlarının resmi kayıt ve bildirim dışında kal­ması sonucunu doğurmuştur. 

Servet Bildirimi bu yüzden, istenen ne­ticeyi verememiş; vergilendirmede, mükellefin devlete bakış tarzının ve güven unsurunun ne derece önemli olduğunun göstergesi şeklinde tecrübe ve ibret konusu olmuştur. Gayesine ulaşamayan ve ekonomide tıkanmalara sebep olan Servet Beyanı, rahmetli Özal'ın da gayret­leriyle 1983 yılında kaldınlmıştır. 

Bu arada, 1961 yılında Gelir ve Kurum­lar Vergisi'ne, yatırımları teşvik için getirilen yatırım indirimi istisnası ve sonraları ihracat is­tisnaları şüphesiz önemli ve faydalı değişiklik­lerdir. 

Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Gider Vergileri oranlan değiştirilmiş; Emlâk Alım Vergisi, Motorlu Kara Taşıtları Vergisi, Damga Vergisi, Harçlar, Bina, Arsa, Arazi Vergilerinde yenilikler getirilmiştir.

Genel çerçevede, 1967 yılında ve 1970 yılında yapılan bazı vergi kanunu değişiklikle­ri ve yeni vergiler (1970 yılı Finansman Kanu­nu) dışında, 1981 yılma kadar Vergi Reformu­nun   genel   presnsipleri   hâkim   olmuştur. 

1975'den sonra, ülke ekonomisindeki gallo-pan enflasyon, 1980 yılında had safhaya ulaş­mış; özellikle Gelir Vergisi dilim ve oranlan korkunç bir adaletsizlik doğurmuştur. 1981 yı­lındaki değişikliğe kadar, örneğin yıllık bir mil­yon lirayı gelirin aşması halinde, % 60 oranın-it Gelir Vergisi ve % 3 oranında Mali Denge Vergisi ödenmesi geıekiyordu. Kabaca bir hesaplama ile, istanbul'da senede 1 milyon liradan az fazla kazanan bir tüccar, bu kazancı­nın yarıdan fazlasını vergi olarak ödeyecekti. Enflasyonun % 100'ü aştığı bir dönemde bu çok ağır bir vergi yükü idi. 

1981 yılında önemli değişiklikler yapıl­dı. Gelir ve Kurumlar Vergisi, Vergi Usul Kanu­nu, Veraset ve İntikal Vergisi, Emlâk Vergisi v.s. değişikliklere uğradı. Defter ve belge dü­zeni değiştirildi. Vergi Usul Kanunu'nun ru­hunda önemli bir değişiklikle (ekonomik Delil anlayışı) gibi yeni bir kavram getirildi. 1983 yı­lında, kurumlardan alınan temettüler (kâr pay­lan) vergi dışı bırakıldı.

25.10.1984 tarihinde 3065 sayılı Katma 

Değer Vergisi Kanunu kabul edildi. 1.1.1985 tarihinden itibaren uygulanmaya başlandı. Bu yepyeni bir sistemdi. Belge kulanımmın, kayıt dışı ekonominin azalmasını sağlamak gayesi de vardı. Ancak oranların zamanla, batıdaki emsallerine nazaran yükseltilmesi, açıktır ki, bu vergide de, istenen neticeyi tam anlamıyla sağlayamamıştır. 

Yukarıda açıklanan değişikliklerden sonra; Gelir ve Kurumlar Vergisi'nde 1994 yı­lından itibaren uygulanmak üzere bazı önemli değişiklikler yapılarak, bu tarihten sonra, ku­rumlardan elde edilen kâr paylarının kurum ortakları tarafından menkul sermaye irade şek­linde bildirilmesi ve vergilendirilmesi şeklinde, 1981'den önceki uygulamaya dönülmüştür. Bu değişiklik, kurumlaşma, atıl sermayenin şirket­leşme şeklinde bir araya gelmesi vs. bakımın-dan, vergiciliğin malî olmayan, ekonomik ve sosyal tesirleri açısından isabetli sayılmaz. 

4369 sayılı son Reform Paketi iddiasın daki değişiklik öncesi, normal bir kurum kazancı kurum bünyesinde % 44 oranında vergi ve fon yüküyle mükellefti. Eğer kurum kâr da­ğıtır ve kurum hissedarı bu kârı beyan ederse ödenecek gelir vergisi de dikkate alındığında, kurumu bu kazanç sebebiyle ödediği vergi ile; bu kazançtan pay olan hissedann ödeyeceği vergi yükü toplam % 73 oranına ulaşmaktaydı. Hiç bir batı ülkesinde böyle vergi yoktur. Hiç bir batı ülkesinde ülkemizdeki enflasyon yok­tur. Hiç bir batı ülkesi, adeta mükellefi imha edecek böylesine zulme varan bir uygulamayı sindiremez 

Türk Vergi sisteminde, 29 Temmuz 1998 tarihinde yayınlanan 4369 sayılı hemen hemen bütün vergi kanunlarını önemli ölçüde değiştiren Mali Milâd kavramını icat eden, "Ne­reden Buldun?" sorusunu bütün vatandaşlara yükleyen son Vergi Reformu (!)na kadar olan serüveni ana hatlarıyla özetlemiş bulunuyoruz. Söylenecek söz çoktur. Ancak, ülke mes'elele-rini ciddi ve değişik perspektif ve kalemlerden irdeleyen Yeni Türkiye Dergisi'nde, öncelikle Varlık Vergisi olayını açıklamayı, özellikle yeni kuşaklara-, heyecanlı maliyeci genç uzman ar­kadaşlara, vergi idaresine, eskimiş bilgilerin tekrarı ve ibret sergilemesi açısından faydalı görmekteyim. 

Il. Varlık Vergisi Faciası 

Bu tabir bendenize ait değildir. Böyle bir ifadeyi, eğer başkası kullanmasaydı; ben T.C. hükümetinin çıkardığı bir kanunun yanlış uygulanması olarak düşünür ve ne olursa ol­sun, bu olaya facia demeyi uygun bulmayabi­lirdim. Ancak bu tabir, Varlık Vergisinin çıktığı 1942 yılında bu vergiyi bilfiil uygulayan veya bu verginin en çok etki yaptığı İstanbul'da def­terdarlık yapan ve İstanbul Valisinden sonra; o günkü devlet otoritesinin en büyük temsilcisi olan rahmetli Faik Ökte'ye aittir. 

Rahmetli Faik Okte; bu isimde bir kitap  yazmış ve olayı anlatmıştır. Şimdi gelelim hikayeye: 

Başbakan Şükrü Saraçoğludur. Yıl 1942'dir. (O günün şartları şüphesiz bu gün­den çok farklıdır. Her kanunu kendi şartlarının zorladığını da düşünerek kritik etmek bir hak­kaniyet gereğidir).

Hükümet tarafından meclise verilen ya­sa önerisi 11 Kasım 1942 günü oybirliğiyle ka­bul edilmiş; meclisten kanun olarak Varlık Ver­gisi çıkmıştır. 

Burada anlatacaklarımı bazı kimseler abartılı, egzantrik vs. bulabilir. Ben bu kanunu uygulayanlardan bir kısmını, yaşayanlardan bir çoğunu dinledim. Araştırdım, inceledim. Bu konuda televizyonda 1998 yılının baharında, halen parlamenter olan, ciddi araştırmacı, ya­zar, ekonomist Sn. Yılmaz Karakoyunlu'nun da katıldığı başarılı bir program yapıldı. Aynca, ülkemizin gözde sanayicilerinden Alarko Hol­ding sahibi Sn. İshak Alaton, bir televizyon programmda babasının yaşadıklarını açıkça anlattı. 

Bütün maliyeci dostlarıma, siyaset adamlarına, tarihe meraklı olanlara bu konuya eğilmelerini tavsiye ediyorum. Tarih laboratu-varında, geçmişten geleceğe uzanan labirent­lerde, bu güne ışık tutan belgeleri, bilgileri te­min ederler diye... 

Yasanın hedefi, levanten azınlıkların adetâ imtiyazlı bir şekilde, vurgun, karaborsa, haksız kazanç sağlayarak ekonomide egemen oldukları düşüncesiyle onlardan bu haksızlığı telafi edici vergi almaktı. Genelde biraz farklı da olsa azınlıklar dışındakilere de uygulandı. Maliye Bakanlığı İstanbul Defterdarlığı'na gizli bir tamim gönderiyor; İstanbul'da büyük hak­sız kazanç sağladıklan; bunlann savaş döne­minde elde ettikleri faiz ve kabul edilen servet üzerinden müslüman ve yabancılar 1/8, dön­meler 1/4, gayr-i müslümler 1/2 oranında Var­lık Vergisiyle mükellef tutuluyordu. 

C.H.P. grubundaki görüşmelerde Şükrü Saraçoğlu, "Bu kanunun, hassaten ekalıyetten olan vurguncular istihdaf ettiğini" bildiriyor; bazı tarihçiler, Saraçoğlu'nun bu tutumuyla Alman (Hitler) Nazi Rejimini taklit ettiği kanısını taşıyorlardı. 

O zamanlar, sonraları D.P. döneminde bakanlık yapan ve halen sağ olduğunu sandı­ğım Sn. Emin Kalafat Maliye Müfettişidir. Şu anda rahmetli olan ve benim de kendisini ya­kından tanımış olduğum, maruf hesap uzman­larından Ömer Berk de, o zamanki unvanıyla "Hesap Mütehassısadır. Sn. Kalafat'ın başkan­lığında, merhum Ömer Berk ile başka bir he­sap mütehassısının üyeliğinde 3 kişilik koordi­natör bir komisyon kurulur. Bu komisyona bağlı diğer bir çok takdir komisyonu vardı. Bunlar mükelleflerin bütün varlığım (ticari iş­letme, ev, işyeri, eşyalar vs.) takdir ve tesbit ediyordu, l'tirazı, temyizi yoktu. Komisyonla­rın takdir ettiği değerler o ilin ve ilçenin en yüksek mülki amiri tarafından mükelleflere tebliğ ediliyor; verginin 15 gün içinde öden­mesi gerekiyordu. Bir mükellef fabrikasını, evini bütün servetini saüyor; yine vergi borcu kalıyordu. Bu nasıl bir Varlık Vergisidir ki, var­lığın tamamını veriyorsunuz; yine borcunuz kalıyordu. Ödeyemeyenler çalışma kampları­na gönderiliyor; verginin tahsili için, mükelle­fin eşinin, ana babasının ve çocuklarının mal­larına el konuyordu. Varlık Vergisini ödeyebil­mek için, vatandaşlar yok pahasına mal ve mülklerini satıyorlar; yine borç bitmiyordu. Acı bir tablo: Sırf bu nedenle, İstanbul'da 330 ev, 197 dükkân, 190 arsa, 80 apartman, 42 depo satıldı. Bu emlak belki de (günümüze çağrışım yapsın!) o günün mafya ve çete kılıklı insanla­rın eline geçmiştir. (Bk. İstanbul Ansik. sh. 369) 

İstanbul'da vergiyi ödeyemeyen bazı azınlıklar, H. Paşadan hayvan vagonları ile Aş­kale'ye toplama kamplarına sürüldü. Vergileri­ni ödeyemeyenler zorla çalıştırılacak, vergi böylece tahsil edilecekti. 

Çalışana verilecek ücretin yansı fiilen verilecek, yarısı da bloke edilecekti. Yiyecek, içecek, barınma çalışana aitti. Vergi borçları ödeninceye kadar bunlann bir kısmı buzlar al­tında Aşkale'de yol işçisi olarak çalıştılar (Bkz. 100  Somda  Devletçilik-Korkut  Boratav sh. 342). 

Çalışma kamplarına gönderilmek üzere toplanan 2057 kişinin 1809 adedi İstanbul'dan­dı. Aşkale'ye gönderilen 1400 kişinin de 1229'u İstanbul'dandı Bunlardan 21 adedi çalışma kampında öldü (Rk. İstanbul Ansk. sh. 369) 

Sn. İshak Alaton, televizyon programın­da; babasının bütün servetini Varlık Vergisi se­bebiyle kaybettiğini; hayvan vagonları ile Aş­kale'ye gönderildiğini; orada soğuk kış şartla­rında 4 yıl kaldığını; İstanbul'a dönebildiği za­man, tanınmayacak şekilde yaşlanmış ve çök­müş olduğunu anlatmıştı. 

Vaktiyle, mûz'iç karakteri sebebiyle her­kesi rahatsız eden ve öldüğü zaman, o günkü şiir uygulamasıyla ölümüne tarih düşürülen Halet Efendi için, nüktedan bir şair; 

"O da bir Halefti, geçti!" şeklinde, eb-ced hesabına göre tarih düşürmüştü.

Varlık Vergisi, Yol Vergisi ve Ağnam Resmi gerçekten vergicilik, vergi adaleti, insan hak ve özgürlükleri, mülkiyet ve yaşama hak­kının dokunulmazlığı gibi evrensel kavram ve erdemler açısından, Türk Toplumu, devlet ida­resi, devlet-vatandaş, Maliye İdaresi mükellef ilişkileri açısından ibretamiz hazin tecellilerdir.

Halet Efendi'nin vefatı için söylenen söz gibi;

"O da bir devirdi!" veya "O da bir vergi idi geldi geçti!" diyemeyiz.

Sosyoloji, kamu hukuku, kamu vicdanı bakımından bu olaylann derinlemesine analiz edilmesinde; bundan sonraki uygulamalarda, yanlışlık, haksızlık, zulüm şeklinde ortaya çı­kan bu ve benzeri olayları günümüzün küre­selleşen dünyasında; evrensel kriterlerle ve standartlarla masaya yatırmakta sayısız fayda­lar görmekteyiz. 

Rahmetli başbakan Saraçoğlu'nun lâka­bı Varlık Vergisi'nden sonra "Haracoglu" ola­rak halk arasında yayıldı. Türk halkınım, şaşmaz ölçüsü ve kritik edici zekâsı bir devlet adamına bir sıfat yakıştırınca; o devlet adamı­nın siyaseten ölü sayılacağının sayısız misalle­rini gördük ve, rahmetli Saraçoğlu; D.P. iktida­ra gelip; C.H.P. muhalefete düştüğünde, kennaatında ısrar edeıek   O gün Vergisini gerektiriyordu. Bu gün

lar olursa; aynı vergiyi uygularım!" demiştir. 

Burada C.H.P.'yi iktidardan uzaklaştıran sebepler arasında; bu vergilerin ve zulümle ta­kip ve uygulanmasınıri ağırlığını unutmamak gerekir.

D.P. devrinde kaldırılan Ağnam Resmi ve Yol Vergisi de adetâ bir zulümdü. Mükellef 6 lira yol vergisini ödeyemez; amele olarak yevmiye ile yol yapımında çalıştırılırdı. Vergi borcunu tahsil için; Jandarma, Maliyenin tah­sildarı ve mahallenin muhtarı, evlere baskın yapan; fakir ve çilekeş vatandaşın yatak ve yorganına kadar haczedilir; ayrıca hapsen taz­yik yapılırdı. 1940'h yıllarda, bir koyun için ör­neğin 50 kııaış Ağnam Resmi istenir; koyunu satsanız 50 kuruş etmezdi. 

Bugünün anlayışında ve günümüz in­sanlarına hattâ komik ve trajik gelen bu olayla­rı lütfen yaşlılara, yaşayanlara sorunuz. Ve bel­ki de, bir derece yine de, insan hak ve özgür­lükleri, vergi adaleti vs. açısından, milli şef dö­nemine göre de olsa; bugün çok ilerdeyiz de­yip teselli bulabilirsiniz... 

Enflasyon ve Vergi 

Ekonomistlerin ve maliyecilerin deyi­miyle "en zalim vergi enflasyondur." Enflasyo­nun hakim olduğu ülkelerde, eğer vergi açısın­dan enflasyon muhasebesi uygulanmıyorsa; vergi adaleti bir aldatmacadan ibarettir. 

En somut örneği basit şekilde göstere­lim: Bir kurum 1997 sonunda 100 lira vergi matrahı sağlamışsa; ödeyeceği vergiler şöyle­dir. (Kâr dağıtmadığını ve dolayısıyla, hisse­darlarının da bu kârı Gelir Vergisi Beyanname­si ile beyan etmediğini farzediyoruz)

25,- TL Kurumlar Vergisi 15,- TL Gelir Vergisi Stopajı 40,- TL Vergi Toplamı 4 ,- TL Fon 44,- TL. Vergi yükü

1997 yılı enflasyonu ise % 82'dir. Bu du­rumda, 100 lira kazanç sağlayan kurum 44 lira vergi ödeyecek; geriye 56 lira kalacak; bu para da enflasyonla ortadan kalkmış olacaktır. Ve firma, reel ölçülerle; öz varlığından kaybetmiş olacaktır. işte, basitin basiti bu örnek, enflasyo­nun ne kadar zalim olduğunu; bir firmayı ne hale getirdiğini gösteren çarpıcı bir örnektir. 

Enflasyon, gizli bir hırsızın, siz farkında olmadan cebimizdeki parayı çalması hadisesi­dir. 

Bugün Amerika Bııicşık Devletlerinde enflasyon oram % 5-6'dır. Ve buna rağmen orada enflasyon muhasebesi vardır. 4369 sayı­lı kanun değişikliklerinde Enflasyon Muhase­besine yer verilmeyişi en büyük hatadır. Eğer enflasyon muhasebesi olsaydı, bu kanuna kar­şı toplumun bütün katmanlarında bu kadar di­renç gösterilmezdi. % 100 enflasyonun sürdü­ğü bir ülkede, üstelik yüksek oranlı vergileri tahsile kalkmak ve kalkışmak, vergi ismi altın­da haraç almak, gasbetmek veya zulüm şeklin­de telâkki edilmekte ve bu şekilde tecelli et­mektedir.

Giyom Teü'in ifadesiyle "Haddinden aşırı şiddet, gayesindeki hikmeti kaybeder". Maliyecilikte tersine müterakkiyet denen bir olay vardır. Vergi oranlannı, makul oranın öte­sinde artırırsanız, hasılatınız aynı oranda art­maz; azalır...

Size çok çarpıcı bir misal arzedeceğim: 1982 yılma kadar, iplik fabrikalarında iplik tes­liminde pamuk ipliği için % 30, sun'i ve sente­tik iplik için % 36 İstihsal Vergisi mükellefiyeti vardı (6802 sayılı Gider Vergileri Kanunu). 

Yani bir fabrika 100 lira iplik satarsa, müşteriden 30 lira da gider vergisi tahsil ede­cekti. O zaman vergili fiat 130 lira oluyordu. Bu çok ağır bir vergi idi. 

Fabrikalar faturasız satış yapıyorlardı. O zaman devlet bir tek lira istihsal Vergisi alamı­yor; üstelik fatura kesilmeden satış yapıldığı için iplik satışı gelir ve ya kurumlar vergisi dı­şında da kalıyordu. İplikte başlayan bu vergi kaçağı, Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi açısın­dan, kumaşa boyaya konfeksiyona kadar zin­cirleme vergi kaçağına yol açıyordu. Yani dev­let (maliye) 100 liralık satıştan 30 lira gider ver­gisi alacağım derken, hiç bir vergi alamıyor; as lında gider vergisi (0) olsa; Gelir veya Kurum­lar Vergisi alacaktır. 

İşte bu çarpıcı örnek; 1970'li yıllardan 1982 yılına kadar şahsen hatırladığım kadany-la; sanayicilerin o yıllarda hey'etler halinde 12 bakan­larla görüfmelerine rağmen düzeltilemedi. Çünkü, Bakanlığın üst düzey bürokratları, ba­kanlara "yılda şu kadar ton iplik üretiliyor. Bu­nun satış değeri şu kadar milyar liradır. % 30 tutarı şu kadar vergi olur. Biz bu % 30 oranını mesela % 10 yaparsak %.20 oranında kaybımız şu kadar olur!" şeklinde masa başı ve kağıt üzerindeki hesaplamalarla hesap çıkararak ya­nılttılar. Son olarak, 12 Eylül öncesi rahmetli Yılmaz Ergenekon Maliye Bakanı idi, yine Anadolu'dan sanayiciler de dahil, bir heyet ba­kana gitti. Rahmetli Ergenekon sanayicileri haklı buldu. Ancak % 30 ve % 36 istihsal Ver­gisini düşük oranlara indirmeye fırsat kalmadı. 12 Eylül 1980 darbesi oldu. En sonunda, 1982 yılında, rahmetli Özal pamuk ipliğindeki % 30 oranını % 8 oranına, sun'i ve sentetik iplikteki % 36 oranını % 12'ye indirdi. Ve, bundan son­ra, gider vergileri tahsil edilebildi. Üstelik Gelir ve Kurumlar Vergisi'ndeki kaybı da önledi. 

işte feraset budur. Vergicilik budur. 1985 yılında KDV uygulamasıyla da, zaten is­tihsal Vergileri de kaldırılmış oldu.

Bugün, ülkemizde hazinenin ihtiyacı arttıkça yeni kaynak bulmak için, vergi oranla­rı sık sık artırılmaktadır. Yukarıda verdiğim çarpıcı örnekteki yanılgı (veya yanılgıdan da öte fahiş hata) burada da caridir.

KDV oranları başlangıçta genelde % 10 idi. Sonraları (gıda ve benzerleri hariç) en az % 15 olmuştur. % 40 oranı da vardır. Bu oranlar ağırdır. Hiç bir batı ülkesinde yoktur. Kağıt üzerindeki oran artar amma; gerçekte ve fiili­yatta vergi azalır. KDV ödememek için, belge­siz satış--yapılır. Gelir ve Kurumlar Vergisi'nde zincirleme vergi ziyaı doğmuş olur.

Vergi oranları düşürülmeli, vergi yay­gınlaştırılmalı; böylece vergi hasılatı artırılmalı­dır. 

Vergi bürokrasisi azaltılmalıdır. Katma Değer Vergisi'nin en iyi uygulandığı batı ülke­si Belçika'dır. 1970 öncesi, o zaman hesap uz­manı olan değerli maliyeci ve parlamenter Ay-kon Doğan Belçika'daki sistemi incelemiş; etüd yapmış; "Belçika'da Katma Değer Vergisi" ismi altında      ciddi etüdü yayınlamıştır.

Ülkemizde KDV kanunlaşmadan önce 1984 yılında kanun çıktı; 1985 yılında uygula­ma başladı) KDV tartışılmış ve lüzumlu olduğu görüşü hakim kılınmıştı. Ancak kanun haline getirebilme şerefi Sn. Özal'a nasip olmuştur.

Belçika'da KDV sistemi basittir. Türki­ye'de kanun maddeleri, tebliğler, tamimler, ih­racattan doğan KDV iadesi çok çapraşık ve karmaşık hale getirilmiş; adeta zorlaştırılmış sanki zorlaştırmada Maliye'nin yararı olur, gibi hareket edilmiştir. 

Sn. Besim Tibuk'un sık sık tekrarladığı gibi, bir KDV beyannamesini doldurmak, bir hüner ve cesaret mes'elesi olmuştur.

En karışık Batı ülkesi Belçika'da KDV beyannamesinde 38 adet kolon veya bölüm vardır. Ülkemizde ise, eğer ihracat varsa; veya ihraç kaydıyla teslim varsa; beyannamede 100'den fazla kolon ve ek föyler vardır. Bunun ne gibi pratik bir faydası olduğunu veya olabi­leceğini halen 10 yıldan fazla bakanlıkta mer­kezi denetim elemanı olarak çalışmış ve 1976'dan bu yana özel sektörde bu işlerle uğ­raşmış sabık (ve sabıkasız) bir maliyeci olarak anlamış değilim... 

Kısaca, vergi kanunları enflasyonu dik­kate almak zorundadır. Kanunlar adil olmalı­dır. Mükelelfin ekonomik gücüyle orantılı ver­gi alınmalıdır. Bürokrasi azaltılmalıdır. Vergi işlemleri basit hale getirilmelidir. Vergicilikte, münhasıran hazineye para tahsili değil; diğer ekonomik, mâli, sosyal amaç gözetilmelidir. Vergiler sadece hazine için, fiskal gayelerle de­ğil; ekonomi ve malîi politikalardan bir araç ve düzenleyici (=nâzım rol oynayıcı) olarak düşü­nülmelidir. 

Vergiler ihracatı, yatırımı, istihdamı, üretimi, kalkınmayı, gelir dağılımındaki adale­ti artırıcı, düzenleyici, eski deyimle gayr-ı malî maksatları gerçekleştirici rol oynamalıdır. Sa­dece devlete gelir sağlamak amaç olmamalıdır. Ülkemizde, genelde sadece hazine ihtiyaç dü­şünülmektedir Çok yanlıştır. Adaletsizliğin se­bebi budur. 

Eski şairlerden sanırım Hoca Behhanî bir beytinde şöyle demektedir:

"İster isen mülk-i hûsn abad ola, dâd eyle kim,

Padişahlar dâd ile mülkünü abâd eyledi."

(Anlamı "Güzellik mülkünün mamur olmasını is­tersen, adaletli ol) 

Padişahlar adalet ile mülkünü, ülkesini ihya eyledi." Burada şunu da ifade edeyim: ideal ülke olarak kabul ettiğimiz ve genelde vergi kanunlarımızı bir bakıma tercüme ettiği­miz batı ülkelerinin hiçbirisinde bu kadar ağır oranlı vergiler yoktur. Bu kadar çeşitli vergiler yoktur. Fiatın arkasına gizlenmiş; herhangi bir makbuzla ödemediğimiz için, yergi ödediğimi­zin farkında olamadığımız, sürü sepet tüketim vergisi yoktur. 

Gümrük Birliğine dahil ülkelerde ve AB'ye dahil ülkelerde Gelir Vergisi oranları, belli düzeylere kadar % 15'te başlayıp; devam etmekte, nihâi olarak en fazla (maksimum) % 30-35'e çıkmaktadır. 

O ülkelerde, ülkemizdeki gallopan enf­lasyon yoktur. Son değişikliklerin Meclis'te müzakeresi sırasında Sn. Maliye Bakam; enf­lasyon muhasebesini İsrarla talep edenlere ce­vap olarak "Enflasyon muhasebesi için şartla­rın ve alt yapının oluşmadığı; bu enflasyon muhasebesinden büyük firmaların faydalanıp küçük ve orta tip firmaların faydalanamayaca­ğı bunun da büyükler lehine adil olmayan so­nuçlar doğuracağı" şeklinde ifade buyurmuş­lardır. Kanımızca sırf hazine gelirleri düşünüle­rek söylenmiş bir cevapür. isabetli bulamıyo­ruz. 

Sn. Bakan ve özellikle hükümet kamu­oyuna karşı, eskilerin yapamadığı reformu (!) yapabilmiş olmak ve bu reformla kayıt dışı ekonomiyi önlemek veya minumuma düşür­mek; böylece enflasyonla mücadelede vergi yoluyla başarı kazanmış gözükerek, ekonomik istikrarin gözüken, ancak, ekonomimizin şartlarını; içinde bulunduğumuz kritik durumu, milli ira­deye dayanmayan ve dolayısıyla güvensizlik veren politik ortamı dikkate almayan, Türk halkının sağduyu ve hissiyatım gözetmeyen, sosyal psikolojiyi hiç hesaba katmadan; medya desteği ile kamu oyu oluşturacağını zanneden yanlış değerlemeler yapılmış; zamanlama, tak­dim şekli ve bütün artılarına rağmen; sermaye­yi, parayı, mükellefi ürkütücü ve herkesin he­men hemen benimsediği liberal ekonomiyi devlet kontrolünü alma intibaı verici olumsuz özellikleriyle, son kanun değişiklikleri; bir be­yaz sahife açacak Mali Miladı bir serap haline dönüştürmüştür. Sn. Tibuk, bu değişiklikleri bir "Fiyasko Kitabı" olarak nitelemektedir. 

Kanımızca; bir sosyal barışa, rehabilitas­yona, müşfik ve adil bir uygulamaya; zayıfı, acizi, haklıyı korumaya, güçten ve kuvvetten yana değil de, acizden ve haklıdan yana olma­ya, bu tür bir uygulamaya vatandaş hasrettir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005