Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Demokrasi Adalet İçindir! 

Orhan Öztürk

"Türkiye hukuk devleti değil, kanun devletidir." 

Bülent Eczacıbaşı (TÜSİAD Eski Başkanı) 

Ülkemiz 1946 yılından bu yana çok par­tili siyasi bir sisteme dayanan, temsili hüviyeti ağırlıklı demokrasi ile yönetiliyor. Geçen 50 yılda üç askeri darbe yaşayarak sabaha karşı Harbiye Marşı ve rahmetli Hasan Mutlucan'ın "yine de şahlanıyor aman kolbaşının da kıratı" türküsüyle uyandık. 50 yılın yarısından fazlası­nı terör, olağanüstü hal ve sıkıyönetimler ile geçirdik. Toplumun ve ekonomimizin dışa ka­pandığı yıllardan sonra içeride savaşı birbiri­mizle yapmaya başladık. Hiçbir şeyi beğen: mez, şikayetçi, dırdırcı, dedikoducu insanlar olup çıktık. Dünyada hiçbir ülkede görülme­dik ölçüde haklı-haksız sistemi, yönetimi ve devleti tenkit ettik. Tamama yakınımız memle­ket kurtarmaya hevesli ve gayretli olduğumuz halde konuşan rakamlar durumumuzun olma­sı gereken noktaların gerilerinde seyrettiğimizi söyledi durdu. Bu arada demokrasinin edebi­yatında o kadar aşama kaydettik ki onu sade­ce çaya şeker diye koymadığımız kaldı. 

Neden? 

Zenginliğin tek başına bir ülkenin ge­lişmişlik ve kalkınmışlığını göstermediği bir gerçektir. Bugün dünyada halkın katılımının idari, iktisadi hatta adli ve askeri alanda olma­dığı, sadece siyasi boyutta kaldığı, buna rağ­men geliştiği, kalkındığı müreffeh olduğu bir ülke örneği henüz yoktur. Toplumun prob­lemlerini çözüm konusunda devre dışı kaldı­ğı, yapılanları uzaktan takip ederek övdüğü veya tenkit ettiği, yapanları da sadece alkışla­dığı veya tokatladığı bir sistem demokratik bir sistem değildir. Bu tür demokratik bir sistem örneği de dünyada henüz yoktur.

Halkımızın yönetime temsili hüviyette sadece siyasi boyutta katılmasının ortaya çı­kardığı sonuç, ihtiyaç ve beklentilerin gerisin­de kalan mevzuat sürekli eksiklikleri telafi, ge­leceğe hazırlıksızlık, gülünecek, utanılacak bazen de ağlanacak uygulamalardır. 

Katılım eksikliğinin ortaya çıkardığı adaletsizlikler ve problemlerin çözümünde halkın devre dışı kalması üretim ekonomisinin zayıflığına, didişmeye, memleket kurtarma ideolojilerine, icraat yerine saldırı - savunma mekanizmalarına yol açmaktadır. Her konuda itidali, temkini, sükuneti ve orta yolu tercih eden toplumumuzun mızmıza bir görüntüsü vardır. 

Katılımın yaygınlaşması ve demokrasi­nin ülkemizde çok geniş biçimde idari, iktisa­di alanlarda eksiksiz yerleşmesine yönelik sosyal talep, genel bir arzu güçlü olarak mev­cuttur. Yıllardır yerel nitelikli problemlerinin yerinde ve zamanında çözülememesinin, istik­rarlı bir gelişimin sağlanamamasının, tedbirle­rin ve planların yetersizliğinin, proje kavra­mının hâlâ yokluğunun zararını çeken bu top­lum, bizim toplumumuzdur. Binadaki yangını bardakla su taşıyarak söndürmeye benzer mevzuat ve uygulamalara bu toplum muha­taptır. 

İmkanlar, yetkiler güçlü olarak merkez­de, sorumlular kayıptır. Yapılmayan hizmetin, ihmalin ve keyfiliğin müeyyideleri labirentler arasında kaybolmuştur. 

Devlet, toplum ve ekonomi müthiş öl çülerde dışa kapanmış, dünyadaki gelişmeler den kopmuştur. Bu durum bir ülkenin geri kalması için fazlaca yeter sebebtir. İçten içe karpuzun kendini yemesi gibi o toplum çürür. Katılım; iletişim ve etkileşimle eş anlamlıdır. 

Dünyadaki gelişmeler sonucu demokra­si kavramı yerini giderek katılım ve çoğulcu­luk kavramlarına devretmekte, klasik tanımla­rından uzaklaşmakta, interaktif demokrasi, medyatokrasi, siberdemokıasi gibi teknik yö­nü ağır basan sıfatlarla berabar telaffuz edil­mektedir. Bu olgu ülkemize de yansımaktadır. Toplumumuz artık demokrasinin sadece siya­sal katılmadan, beş yılda bir önündeki alterna­tiflerden herhangi birini tercih etmekten ibaret olmadığını anlamıştır. Sivil toplumcular, hiye­rarşi dışı yatay örgütlenmeler bunun için ilgi çekmekte, ne dedikleri ve yaptıkları izlenme­ye değer bulunmaktadır. 

Günümüzde katılımın ekonomik boyu­tunda siyasi tercihlerin ve ekonomik zaruretle­rin de etkisiyle her geçen gün hareketlenme, yaygınlaşma sözkonusudur. Global köy, küre­selleşme, tüketizm gibi vs... kavramların, özel­leştirme, gümrük birlikleri, ithalat yasaklarının azaltılması, mal ve menkul kıymetler borsaları­nın gelişmesi, uluslararası piyasalara uyum sağlama gayretleri bunun göstergeleridir. Bu süreç giderek hızlanacağa benzemektedir. 

Katılımın idari boyutunda ise ülkemizin özellikle Avrupa Birliğine girmeye çalıştığı mevcut ortamda durum kelimenin tam anla­mıyla fecaattir. 1930'ların memurin kanuni ile liyakat değil kıdem esasına dayalı idari kadro­laşma ve idari yapı oluşturulmuştur. Halkla ilişkilerinde talep olursa hizmet üreten, hiye-rarşik ilişkileri ön plana çıkaran, halkın da baştan güvenilmez olduğu esasını benimse­yen, genelci, köprü fonksiyonunu kaybetmiş ve duvar fonksiyonunu iktisap etmiş, evlere şenlik idari bir sistemimiz mevcuttur. Bu sis­temde ithal ineğin vatandaştan daha kıymetli sayılması gibi traji-komik yüzbinlerce örnek .sayabilirsiniz. 

 Ülkemizde politikacıların acıklı serüveni   idari   katılım   eksikliğinden   kaynaklanan mevzuat ve  uygulama problemlerini çözmek

mecburiyetlerinden kaynaklanmaktadır.  Seçmenlerinin, isteklerini yerine getirmek, seçim çevrelerinin menfeatlerini korumak isterler­ken asli görevlerini yerine getirememekte, yü­rütmeye yerli yersiz müdahaleler söz konusu olabilmektedir. Ekonomik, psikolojik ve fiziki yönden yıpranan politikacıların çoğu bugün memleketine çivi çakmamış kişi unvanına "Mazhar" olmuşlardır. 

İdari sistemde devletin politika ve eği­limleri tesbit, teknik destek sağlamak ve de­netlemek fonksiyonları özellikle bakanlıkların merkez ve taşra kuruluşları aracılığı ile icraata girmeleri, işletmecilik yapmaları sebebiyle du­mura uğramıştır. Yanlış idari sistem zamanla kendi dengesini ve mantığını oluşturduğu için kısmi düzeltme çalışmaları sonuçta sistemi iyi­ce bozmaktadır. 

İdari katılımın eksikliği sebebiyle oy getirmeyen problemler, konular sahipsiz kal­makta ve kangrenleşmektedir. Sonuçta de­mokrasi ve katılım konuları akademik lafa­zanlıklara malzeme olmakta, aydınlar aristok­rasisine dönmektedir. Aydınlar her rejim ve sistemde kendilerine yer bulabilmekte, olan halka olmaktadır. Katılım ve demokrasiye esas ihtiyacı olan halktır. 

Katılım eksikliğinin acı sonuçlarından birisi de devletin yapmak istediklerinin tersi sonuçların ortaya çıkışıdır. Eğittiğini kaybe­den, koruduğu ormanlar ve toprak sürekli yok olan, mücadele ettiği terör devamlı artan, demokratikleşmek istedikçe anti-demokratik özellikler iktisap eden, yapmak istediğini bo­zan, geliştikçe dengelerini kaybeden vs... baş­ka bir ülke sanıyorum yoktur. Herşeyi yapma­ya talib olan ancak bunların tamamına yakının dünya standartlarının, çağdaş ölçülerin içinde karşılayamayan ülkemizde isyankârlık ideolo­jilerinin ve hareketlerinin neden bu kadar prim yaptığını anlamak zor değildir. 

Türkiye'de idari ve ekonomik muhteva­daki katılımın eksikliği sebebiyle kurum ve kuruluşlar asli fonksiyonlarını ifâ edemez hâle gelmekte, kendisi ile ilgili olmayan değişik fonksiyonlar üstlenmekte, yasama yürütmeye, yürütme yasamaya ve yargıya müdahalelerde bulunmakta, iş adamları politika, politikacılar iş adamlığı yapmakta, basın, sendika ve der­nekler iktidar mücadelesinin aktif tarafı haline gelebilmektedir.

Mecburiyetler, mahkumiyetler ülkemiz­de katılımın yaygınlaştırılmasına yönelik pek çok proje, tanzimat ve çalışmanın gündeme

da hangi esaslar ve usullerin dikkate alınması gerektiğine bakmak lazımdır. 

Bu meyanda birkaç husus son derece hayati önemi haizdir. Bizim toplumumuzun kültürü ve geleneğinde çoğulcu yapıdaki sivil sosyal kurum ve kuruluşların örgütlenmelerin­de eşitlik ve özgürlükten ziyade adaletin en ince teknikler kullanılarak teessüsü önceliği haizdir.

Adalet toplumumuzun bazen demokra­siden de öncelikli olan bir numaralı ihtiyacı­dır. Demokrasi adaletin tesisi yolunda günü­müzde mevcut sistemlerin en ideali, en az kö­tü olanıdır. 

Batılı ülkelerde hayranlıkla izlediğimiz ve anlattığımız olaylar ve konulara dair husus­lar dikkat edilirse bu ülkelerin adil ve insana değer veren yönleridir. 

Batı toplumu esasta tarihsel kökenden kaynaklanan sebepler ile sınıflı sosyal yapıya sahip oldukları için (protokol bundan dolayı çok önemli ve hassas bir konudur) adalet ihti­yaçlarını eşitlik ve özgürlük kavramlarının ağırlıklı olduğu oluşumlar, mekanizmalar yo­luyla karşılamaya çalışmışlardır. Doğu'da özel­likle Türklerde ve Araplarda göçebelikten yer­leşikliğe geçiş ve sonrasında statüko farklılık­larının mevcudiyetine rağmen sınıflı bir sosyal yapı oluşmamıştır. Örneğin Marx Türkleri yani Osmanlıları ve Selçukluları ekonomik temele oturan sınıf teorileri içerisine dahil edemediği için ayrı bir sınıf teorisini icad etmek suretiyle Asya Tipi Üretim Tarzı gibi tam anlatamadığı yeni bir sınıf teorisi geliştirmek zorunda kal­mıştır. 

Meşruiyetin kaynağına yönelik felsefi tartışmalarda Batı'da değişik sıfatlar ile (basit, nispi vs...) ifade edilen parmak esasına dayalı çoğunluk kavramı ön plandadır. Doğu'da özellikle bizim gibi toplumlarda meşruiyetin temeli ve kaynağı yanlış söylenen tanrısal ira­de gibi belirsiz bir kavram değil adalettir. Yö­netim adil ise meşrudur. Bu çerçevede iktida­ra güç ve şiddet kullanarak gelen, adil bir yö­netim tarzını gerçekleştirebilirse meşru sayıla-bilmektedir. İhtilal ve darbelerin tasvip edile­cek hiçbir yönü olmamasına rağmen belli bir zaman geçtikten sonra benimsenmesi, meşra addedilmesi toplumumuzun bu anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu anlayışın sivri yansı­maları olabilmektedir. Örneğin "demokrasiler­de zalimi halk seçer" özdeyişi bunun ilginç bir ifadesidir. 

Toplumumuzun yapısı ve geleneği Ba-tı'daki gibi düalist -tez-antitez-sentez gibi ça­tışmacı bir. zihniyet ve kültürün yansımalarına (Örneğin parti, dernek, sendika, anonim şir­ket vs...) yabancıdır. Bunun yerine uzlaşmacı vakıf ve imece gibi işbirliğine dayalı, iç mü­cadele ortamından, didişmelerden uzak örgüt­lenmelere daha yakın ve yatkındır. 

Tepkilerimiz ve protestolarımız yapımız gereği Batı'dan biraz farklı olarak pasif karak­terde ancak çok büyük gizli dirence sahip, uzun vadeli, bireysel yanı ağırlıklı bir mahiye­te sahiptir. Bu özellik son derece duyarlı bir iktidar ve hükümet etme metodlarını zaruri kılmaktadır.

Katılımın yaygın karakterli olduğu Batı­da sosyal, siyasal ve ekonomik örgütlenme­lerde karar vericilerin sayısının önemi çok bü­yüktür. Buna karşılık bizim pederşahi yapımı­zın niteliği dolayisiyle başarı; mümkün olan en gelişmiş, en teknik mekanizmalar yoluyla danışma, inceleme ve araştırmadan sonra en az sayıdaki karar vericinin mevcudiyetindedir. Bu çerçevede yerel ve ulusal parlamentolar yasama fonksiyonlarını ifa ederken karar veri­ci değil, danışma organı hüviyetinde olmaları, ancak yaygın bir katılım ile danışma fonksi­yonlarını tam olarak yerine getirebilecek ko­numda olmalan daha uygundur. Yine yöne­ticiliğin profesyonelliği gerektirdiği, basit bir oy meselesi olmadığı da bilinmesi gereken ay­rı bir gerçektir. Son zamanların başkanlık sis­temi tartışmalan esas bu açıdan da ele alınarak değerlendirilmeye muhtaçtır.

Günümüz yüksek teknolojisi demokra­silerde seçilmişlerin eski önemini sürekli azalt­makta, teknokratlan devamlı ileri çıkarmakta­dır. Dolayısiyle işçinin oyu, profesörün oyu gi­bi saçma münakaşalar kendiliğinden lüzum-suzlaşmaktadır.

Katılımı her alanda yaygınlaştırmak top­lumsal kimliği, şahsiyeti güçlendirmek sonu­cunu doğuracaktır. İnsanımızın kendine olan güveni yeniden tazelenecektir. 

Bunu sağlarken kültür, gelenek, ihtiyaç ve beklentilere cevap verebilecek kritik esas­ları gözönüne almak, Türkiye'nin yeniden in-şaasında rol. oynayacak mimarların tarihi mis­yondan kaynaklanan görevleridir. Bunu yeri­ne getirene kadar demokrasinin bazen bol ge­lip içinde kıvır kıvır oynadığımız, bazen de eksik ve yetersiz kalıp toplumun, sistemin ve devletin tıkandığı, yönetimin halkın gerisinde kaldığı, sözleri bol bol söylenecektir. Kısacası ifrat ve tefrit arasında hep tarihi tekerrür ettireceğiz. 

Öyleyse yeni nesil yeni seçim... Pepsi reklamindaki gibi... 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005