Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Demokrasi İçin Yenilenme İradesi 

Şeref Malkoç 

Modern toplumların çağdaş hukuk normlarını uygulamada ve giderek karmaşıkla-şan yönetme ve yönetilme problemlerini gi­dermede kullandıkları en etkin enstrüman de­mokrasidir. Özellikle, ikici Dünya Savaşı son­rası daha çok taraftar bulan ve daha kapsamlı uygulanma imkanı bulan demokrasinin farklı coğrafya ve medeniyetlerde farklı gelişimler sergilediği de bilinmektedir. 20. yüzyılın bu yönetim biçimi, hukuk devleti kavramı ve kuv­vetler ayrılığı ilkesinin gelişmesiyle devlet yö­netiminde vazgeçilmez bir fonksiyon üstlen­miş; ortaya bütün ülkeler için hukukun üstün­lüğüne dayalı modern demokrasi konsepti çık­mıştır. Nitekim, yüzyılın son döneminde bir ül­kenin sadece seçim, parlamento ve benzeri kurumlara sahip olmasının gerçek demokrasi anlamına gelmeyeceği dahası, hukuksal teme­li bulunmayan unsurların modern yönetim di­liyle demokratik değer taşımayacağı kabul edilmektedir.

Bu temel kriter, gerçek demokrasinin karşısında tehlike olarak beliren ""şekli de­mokrasinin tanımlanması için fonksiyonel bir anlam taşımaktadır. Anti-demokratik bir/hu­kuk ve bürokratik sistemle birlikte işleyen bir seçim sistemi "şekli demokrasi"nin belirgin ör­neğidir. Özellikle, demokrasiyle 50'li yıllarda tanışan ülkelerle, soğuk savaş sonrası bazı de­nemeler bu gruba girmektedir. Türkiye'nin de 50 sonrası yaşadığı üç askeri darbe deneyimi ve anıları henüz oldukça taze olan 28 Şubat sü­reci ile aynı gruba girdiğini söylemek zor ol­mayacaktır. Müdahale mantığı ve alışkanlığı, beraberinde rejimin demokrasi dışı güçler sa­yesinde ayakta durduğu kanaatin!, yani, san diktan yansıyan iradenin sadece bu güçlerle uzlaştığı müddetçe reel bir değer taşıdığı fikri­ni de empoze etmektedir, Bu fikrin dayanak noktası da demokrasi ya da bilinen müdahale deyimiyle "demokrasinin rayına oturtulması" olmaktadır. 

Bir Referans Olarak Demokrasi 

Türkiye tecrübesi, yer yer "şekli demok­rasi" yer yer de "yönetemeyen demokrasi" de­yimiyle uygunluk göstermekte; sonuçta ortaya salt halk iradesinin demokrasiyi oluşturmak için yeterli olmadığı gerçeği çıkmaktadır. Bu o denli belirgindir ki, son genel seçimlerden bi­rinci olarak çıkmış olan Refah Partisi, bir yıllık iktidar deneyiminin hemen ardından anayasal takibata alınmış ve kapatılabilmiştir. Demokra­tik usûllerle yükselen bir kariyere sahip oldu­ğu açıkça bilinmesine ve 'demokrasiye karşı' tek bir suç işlememiş olmasına rağmen Refah Partisi, demokrasi düşmanlığı ile suçlanmış ve aslında kamuoyunca bilinen kapatma neden­lerine karşın gerçek neden "demokrasi düş­manlığı" ile kamufle edilme yoluna gidilmiştir. Bu da, gerçekte var olmasa ya da eksik olsa bile demokrasinin bütün ülkelerde en geçerli savunma yöntemi olduğunu göstermektedir. Demokrasiyi referans almak o kadar geçerli bir yöntemdir ki, siyasi partilerin kapatılmasını açıklamak için bile yine demokrasiye müraca­at edilmektedir. Refah Partisi'nin kapatılması­nın kamuoyuna yansıtılmasında kullanılan en belirgin gerekçe bu partinin demokrasiyi kat­ledeceği varsayımıdır. Bu yaklaşımın anlamı gerçekte Türkiye Cumhuriyeti'nin "demokra-tikleşmesi" yani ülkenin demokratik bir Cum­huriyet haline gelmesi problemin de gözardı edilmesidir. 

Demokrasinin Evrensel "Olmazsa Olmazları 

Cumhuriyetin modern ve "yöneten" de­mokrasi hüviyeti kazanması kaçınılmaz bir ih-livaç olarak belirmiştir. Bunun için de huku­kun üstünlüğü çatısı altında temei insan hakla­rından olan ifade özgürlüğünün temini kaçınıl­mazdır. Bu hak, Avrupa insan Haklan Sözleşmesi'nde şöyle düzenlenmiştir: 

"1- Herkes ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak kanaat taşıma ve resmi makamlarca karşılamaksızın ve ülke sınırlarına bakılmaksı­zın bilgi ve fikirlerin alınıp yayılması özgürlü­ğünü de içerir... 

2- Kullanılması ödev ve sorumluluklar içeren bu özgürlükler, demokratik bir toplum­da gerekli olan, ulusal güvenlik, toprak bütün­lüğü ve kamu güvenliği, kamu düzeninin ko-nınmâsı veya suçun önlenmesi, genel sağlık ya da ahlakın korunması, başkalarının ün ve hak­larının korunması, gizli bilgilerin açıklanması­nın engellenmesi ya da yargının otorite ve ta­rafsızlığının sağlanması amacıyla kanunla ko­nulan kural, şart kısıtlama ve cezalarla bağla­nabilir." 

Yine aynı sözleşme "örgütlenme hakkı"nı da düzenlemektedir ki, bu hakkın da de­mokrasinin kurumsallaşması için vazgeçilmez olduğu açıktır. Evrensel örgütlenme hakkı şöy­le ifade ediliyor: 

"Herkes menfaatlerini korumak için sendika kurma ve onlara katılma hakkı dahil, barışçıl toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne sahiptir..."

ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlü­ğü, demokrasinin varlığının delili olarak kabul edilebilecek iki önemli haktır. Tek başına se­çim ya da beraberinde parlamentonun oluşma ve hatta kanun yapma hakkına sahip olması demokrasinin varlığı için yeterli değildir. Nite­kim, AİHM "ifade özgürlüğü" ile "demokratik toplum" arasındaki ilişkiye vurgu yapmaktadır: 

"ifade özgürlüğü demokratik toplumun hayati temellerinden birisi olup, bu toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için gerekli temel şartlardandır. O sadece 'lehte', 'gücen­dirmeyen' veya 'tarafsız' bilgi ve düşünceler için değil aynı zamanda devleti veya belli top-ium Kesimini gücendiren, şok eden veya rahat­sız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bütün bunlar 'demokratik toplum'un vazgeçil­mez unsurları olan çoğulculuk, hoşgörü ve müsamahanın gerekleridir." 

Bir Kıyaslama İmkanı 

Bu yaklaşım, ifade özgürlüğünün sınır­larını tayin ettiği ve genişlettiği gibi Türkiye için de kapsamlı bir mukayese imkanı ortaya çıkarmaktadır. Sadece sakıncasız düşünceler için değil, gerektiğinde statükoyu ve siyasal sistemi eleştirebilme hakkı, sistemi ifade yo­luyla 'rahatsız' edebilmek için de ifade hakkı kullanılabilmelidir. Düşüncenin sınırlanması ve örgütlenmenin baskı altına alınması başka bir delil aranmaksızın demokrasinin "şekli" ol­duğunu ve aslında bu haliyle bir baskı aracı olarak kullanılabileceğini kabul etmek demek­tir. Bu ise, soğuk savaş öncesi ve sonrası demokratikleşemeyen devlet yapılarının başvur­dukları en kolaycı yöntemdir. Nitekim, mo­dern dünya tarafından demokratikleşme baskı­sı altında tutulan "diktatoryal" devletlerin bu baskıları yatıştırmak için serbest seçim sözü vermeleri ya da bunu bir şekilde gerçekleştir­meleri tesadüf değildir. Ancak, çoğu kez bu adımın ardından beklenen hukuksal ve sosyal adımlar gelmemekte "gerçek demokrasi"ye ge­çiş mümkün olamamaktadır. Hukuka ve vatan­daşlarının birarada yaşayabilecekleri temel de­ğerlerin korama altına alan değerlere dayan-mayan devletler, doğal olarak millet iradesinin yansımasına da izin vermemektedir. 

Modern  düşüncenin kuralı bellidir: Devlet, vatandaşlarına  ifade  ve örgütlenme Hakkını verdiği müddetçe demokratik bir yapı­lanmaya kavuşabilecek, vatandaşlar da bu hak­ları özgürce kullanabildikleri zaman demokra­tik bir toplumun fertleri olabileceklerdir. 

Yenilenme İradesi 

Toplumlar tecrübelerinden aldıkları derslerle ilerleme ve ancak bu şekilde tarihin 'menfi' tekerrürüne mani olma imkanına sa­hiptirler. Üç askeri darbe, ara rejim denemele­ri ve siyasi parti kapatmaları... Bütün bunlar, Türkiye'nin ve demokrasinin acılarla ve zaman kayıplarıyla elde ettiği pahalı tecrübelerdir. Yaşanan son dramatik tecrübe, Refah Partisi'nin hukuk dışı yöntemlerle kapatılması, hu­kukun siyasallaştırılarak demokrasi üzerinde bir baskı aracı haline getirilmesidir. Demokra­siye yönelik bu darbe de öncekiler gibi ülke­nin temel dinamiklerinin ve tarihsel gelişimi­nin gerçekleşmesine mani olamayacaktır. Aslolan toplumun yenilenme iradesini özgürce ifade etmeye devam etmesi, bunun için; yani, demokrasi için yine demokratik yöntemleri kullanmaya ısrarla devam etmesidir. Bütün bu acı tecrübeler karşısında düşünce tarihinin kaydettiği bir değişmez gerçeğin varlığı unu­tulmamalıdır. Demokratik ve sivil yöntemlerle yapılan vurgular sonuçta birer demokratik fak­tör olarak baskın çıkma özelliğine sahiptirler.

Ve şimdi, bu vurguya en fazla Türk demokra­sisi ihtiyaç duymaktadır. Bu, her alanda bir ye­nilenme iradesinin sivil toplum marifetiyle ka­musal alana egemen olması ve devletin demokratikleşemeyen ünitelerini dönüştürmesidir.

Hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistem, farklılıklarını barış içinde yaşatabilen bir top­lumla anlam kazanabilir. Türkiye'nin temel problemi haradadır ve esasen yumuşak karnı da budur. Ancak bu altyapı, üzerine, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün hakim kılındığı bir toplumsal yapı, devleti de demokratik istika­mette dönüştürecektir. Hukuku veri olarak alan siyasal sistem ise bütün evrensel demok­ratik değerlerin teminatıdır. Siyasi partiler, yar­gı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı, sivil toplum örgüsü ve nihayet kuvvet­ler ayrılığı prensibi üzerine oturtulmuş bir yapı demokrasinin vazgeçilmez değişik unsurlarını ifade etmektedir. Hepsinin birarada temini ka­çınılmaz . bir zorunluluktur. Ve Türk toplu­munun çözmeye mahkum olduğu sosyo-politik bir problemdir. 

Hem devlet hem de toplum siyasal en­vanterini çıkarma becerisi ve cesaretini ortaya koyduğu taktirde sonuç kaçınılmaz olarak şek­li demokrasinin gerçek demokrasiye dönüş­mesi olacaktır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005