Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ekonomi ve Politika 

Kapitalist sistem, serbest piyasa ve demokrasi kavramları, hemen hemen birbirinin yerine kullanılabilecek kadar eş-anlamlı olarak algılanmakta ve biri olmadan diğeri ya da diğerlerinin olamayacağı sanılmaktadır. Üstelik, piyasa kavramının başına bir de "serbest"' ifadesi getirilerek, bu konudaki tüm olası eleşti­riler de önlenmektedir. 

Piyasa, gelir ve kaynak dağılımını gerçekleştirmek için kullanılan bir araçtır. Bu araç, salt kapitalist sisteme özgü olmadığı gibi, kapi­talist sistemde piyasa, monopoller nedeni ile daraltılmaktadır. Piyasa daraldığı derecede de, ekonomik ve diğer haklar tahdide uğramakta­dır. Piyasa sistemi içinde. Batı dünyasında geliştirilmiş olan bireyle­rin yasal haklan ve özellikle de 1940'lardan sonra gündeme gelmiş olan sosyal hak kavramları, hep piyasa sisteminin ortaya koymuş olduğu olumsuzlukları gidermeye yönelik önlemlerdir. Birer hak olarak toplumlara sunulan bu önlemler, ortaya çıkmış olan bozuk­lukların en iyi birer kanıtıdır. 

Piyasa diye algılanan sistem içinde, ekonomik güçler öbeklenip, insanların hukuk sistemi karşısındaki haklarını da tehdit etmeye başlayınca, siyasal bir çözüm geliştirildi; insanla­rın yasalar karşısında eşit olduğu ileri sürüldü. Ne var ki. karşı­sında herkesin eşit olduğu ileri sürülen yasalar, eşitler tarafından ve eşit koşullar altında yapılmıyordu! 1980"ler Türkiye'si bu tür sosyo-ekonomik yapılanmaların harika bir örneğini oluşturmaktadır. Bir grubun vergi vermeme eylemi haklı davranış olarak kabul edilirken, başka bir grubunki kaçakçılık olarak algılandı. Çünkü birinci gaip eylemlerinin yasal temellerini oluşturabile­cek kadar güçlü, diğeri ise. görece zayıf idi. 

Kendilerini piyasa ekonomisti olarak tanımlayan bir grup iktisat­çı, gelir ve kaymak dağılımında piyasanın tek kurum olmadığı, bunun yanında, başta politik kurumlar olmak üzere, birçok kurumun söz konusu olduğunu ileri sürmektedir. Hiç kuşkusuz, siyasal partiler, bu arada siyasal karar gücü çok önemlidir. Bu görüş, piyasa gücü­nün yanına diğer güçleri de kovarak, piyasanın gücünü demokratik düzeye çekiyor görüntüsü veriyorsa da. aslında başka bir gerçeği vurguluyor: ekonomi ile siyasetin çakışması! 

Türkiye bir Cumhurbaşkanlığı seçimi yaşadı, bir de parti baş­kanlığı seçimi ve Başbakanlık ataması yaşayacak. Olan ve olması beklenen bu siyasal olayların ne boyutu ile "klasik" demokrasiye uygun olduğu ya da ne kadarı ile manipüle ediliyor olduğu fazla belli değil. Çünkü, eğer olaylar manipüle ediliyor ise, zaten gerçek boyutu ile halk tarafından algılanmıyor, demektir. Buna rağmen, tüm per­delemelere karşın, sisler arasında bazı ipuçları görülebilmektedir. Cumhurbaşkanlığı oylaması arifesinde, bir Devlet Bakanı, kendisine devlet görevi edinerek İngiltere'ye gitti ve şu anda İngiltere'de de aktif gücü olmayan bir kişiden. Demirel'in Cumhurbaşkanlığının doğal olacağı mesajını aldı ve yemeden-içmeden bu haberi sevgili Türk seçmenlerine ulaştırdı. Böylece Batı. sadece haberin içeriği ile ilgili değil, fakat haberin taşıyıcısı ile de önemli mesajlar vermiş oldu. Bu, sisler arasında görülenlerden sadece bir tanesi. Daha bir­çok böylesi var! 

Parti başkanlığı ve dolayısıyla Başbakanlık yarışı da, anlaşıl­dığı kadarı ile iç ve dış güçlerle dostça dayanışma içinde yürütü­lecektir. Globalleşen bir dünyada, bir ülkenin, diğer ülkelerin olası tepkilerini dikkate alarak karar vermesi sadece olağan değil, doğrudur da. Yanlış olan: ülke halkını ikinci plana iterek, ülke içi dar gruplar ve dış çevrelerle karar oluşturma stratejisi gelişmek­tedir. Böyle bir yola girmenin nedeni ekonomiktir; Cumhurbaş­kanlığına giden yoldan, Başbakanlık hesaplarına dek tüm strate­jiler, ekonomik çıkar çevrelerine göre yapılmaktadır. Bunun ö-nemli bir kanıtı; işbaşında bulunanların icraatı ortada iken, bun­ların tekrar hükümete talip olmalarıdır. Bu noktada siyasal karar organlarının asıl amacı sezilmektedir. Yine aynı noktada, icraatın kimler tarafından nasıl algılandığı ve değerlendirildiği de açıkça görülmektedir. Enflâsyon, çarpık vergi düzeni, işsizlik vb. gibi çok ciddi sosyo-ekonomik sorunlar, tehlike, boyutlarına gelmemek koşulu ile, aslında bir gruba yarar sağlamaktadır. Başka bir açıdan bakıldığında, bu sorunların çözümüne girişmek, bugünkü hakim gruplardan kaynak aktarımına neden olacaktır. Bu neden­le, söz konusu yaraları sarmak bir tarafa, etkili grupları incit­memek için, bunları fazla kurcalamamak gerekiyor. 

Ne var ki, bu konulan gerçekte kurcalamamak gerekmekle bera­ber, bunlarda uyanık olmak ve hatta "sosyal demokrat" bir görüntü vermek de gerekiyor. Böylece, hem gerçek sosyal demokrat ya da sol grupların siyasal karar örgütlerini ele geçirmeleri önlenmiş, hem de uygulanan sistem yumuşatılmış olmaktadır. Ayrıca, olası bir sosyal tehlike de önceden sezilerek, bunun önüne geçilmiş olur. Bu nedenle, iktidarda olmak gerekiyor, onu paylaşmak değil! Terslik şurada ki; galiba bu ilke fazla demokratik değil. Peki, kapitalist sistem uygulanmıyor mu? Ya da "serbest" piyasa düzeni yok mu? O zaman demokrasi nasıl işliyor? Demokrasiyi bir taraf bırakalım da, diğer ikisi de çok şüpheli, bana göre! 

Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi Maliye Bölümü

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005