Finansal Küreselleşme ve Yabancı Bankacılık
Küreselleşme, en basit anlamıyla dışa açılmak, dünya ekonomisiyle
bütünleşmek şeklinde tanımlanabilir (Berber, 2004:
365). Küreselleşme, ulusal sınırların dışına
çıkılması sebebiyle sosyal, kültürel, siyasal ve
iktisadi alanda tüm dünyada görülen benzeşme olarak
da tanımlanabilir.
İktisadi küreselleşmenin dört türü mevcuttur. Buna göre üretimin
küreselleşmesi, ticaretin küreselleşmesi, emeğin
küreselleşme(me)si yanında finansal küreselleşmeden
bahsedilebilir. Finansal küreselleşme, sermayenin
ulusal sınırları aşarak çeşitli ülkelerdeki
bankacılık ve finans piyasalarında rahatça
dolaşması, küresel çapta kar fırsatları kollaması,
gittiği ülkede herhangi bir olumsuz havanın esmesi
durumunda hızlıca burayı terk ederek daha güvenli
limanlara sığınması demektir (Öztürk, 2007: 251).
Mevcut ekonomik küreselleşmenin, dünya çapında
faaliyet gösteren finansal piyasaların birleşmesi
ile birlikte başladığı genel kabul görmüş bir
kanaattir. Dışsal mali serbestleşme ile a) yurt
sakinlerinin dış piyasadan serbestçe borçlanmasını
ve yurt sakini olmayanların serbestçe iç mali
piyasalarda plasman yapabilmesini, yani içeri doğru
her iki kaynaktan sermaye girişinde sınırlamaların,
denetimin kalkmasını sağlar; b) yurt sakinleri
dışarı serbestçe sermaye transfer edip yabancı
varlık kalemlerini tutabilir, yurt sakini olmayanlar
da aynı şekilde iç mali piyasalardan borçlanabilir;
c) yurt içinde sakinler yabancı paralar üzerinden
serbestçe bütün işlemleri yapabilirler (Kazgan,
2002: 177).
Finansal küreselleşmeye neden olan başlıca faktörleri şu şekilde
sıralamak mümkündür (Öztürk, 2007: 259; Küreselleşme
ve Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2000: 34):
• Başlangıçta sanayileşmiş ülkelerin, daha sonraki yıllarda da
gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret ve sermaye
hareketlerini düzenleyen kuralları zaman içinde
serbestleştirmeleri,
• İletişim ve bilgisayar teknolojilerindeki hızlı gelişmeler ve
bankacılık endüstrisinin bu teknolojileri yoğun
biçimde kullanması,
• Bankalara rakip diğer mali kuruluşların da uluslararası mali
piyasalara katılmaları,
• Lider konumundaki gelişmiş ülkelerin finans piyasalarının
çeşitli kontrol ve sınırlandırmalardan arındırılması
ve finans piyasalarının uluslar arası rekabete
açılmaları,
• IMF ve Dünya Bankası’nın önderliğinde, ülkelerin finans
piyasalarında rekabet elde etmeleri için ulusal
modernizasyon projelerini devreye koymaları,
• Enformasyon teknolojilerindeki gelişme ile birlikte finansal
işlemlerin uluslararasılaşmasındaki yükselmenin
zaman ve mekanı yakınlaştırması, maliyetlerin
azalması,
• Yeni gelişen finansal enstrümanların (future,
opsiyon, swap vb.) ödünç alanlarla ödünç verenler
için faiz oranları ve kurlardaki dalgalanmaların
getirdiği riskten korunma olanağı sağlaması,
dolayısıyla büyük ve riskli finansal yatırımları
teşvik etmesi,
• Gelişmekte olan ülke piyasalarında getiri oranlarının
yüksekliği ve ayrıca bu ülkelerin artan cari ve
bütçe açıklarını yabancı tasarruflarla kapatma
istekleri,
• Uluslararası Ödemeler Bankası (Bank for International
Settlement-BIS) ve AB’nin girişimiyle finansal
hizmet piyasalarının düzenlenmesi konusunda bir çatı
kurulması,
• 1980’li yıllarda ABD’nin dış ödemelerindeki açıklar, doların
değerindeki düşüşler ve Japon mali piyasalarındaki
hızlı gelişmeler.
Günümüz dünya ekonomisinde para hareketleri, dolaşım alanları ve
kredi akışları mal ve hizmet akışından bağımsız
olarak işlemektedir. Böylece bütün dünyada
enflasyonist fiyat hareketleri ve kısa süreli
spekülatif kazanç için kriz oluşturucu parasal
hareketler görülmektedir (Şimşek, 2002: 40).
Ekonomik liberalleşme evrensel düzeyde serbest piyasa ekonomisine
geçişi, tüm ülkelerin dünya piyasasıyla
bütünleşmesini, mal, hizmet ve sermaye mobilitesinin
tam anlamıyla serbestleşmesini ve küreselleşmenin
gerçekleşmesini ifade etmektedir. Ekonomik
liberalleşme doğrultusunda dış ticarette korumacı
nitelikli politikalar kaldırılmakta, fiyat
sübvansiyonları terk edilmekte, paraların
konvertibilitesi sağlanmakta, devlet tekelleri yok
edilmekte, kamu teşebbüsleri özelleştirilmekte, mal,
hizmet ve sermaye mobilitesini engelleyen faktörler
bertaraf edilmekte ve doğrudan yatırımlar, portföy
yatırımları ve kısa vadeli sermaye hareketleri
denetim dışında tutulmaktadır. Böylece dünya
ekonomisi özel müteşebbislerin yer aldığı,
piyasalarına rekabet şartlarının egemen olduğu ve
temel itici gücün kar kabul edildiği ekonomik bir
yapıya kavuşacaktır (Aykaç, 2001: 34).
Dış finansal serbestleşmenin yararları konusunda öne sürülen beş
temel görüş vardır (Saygılı, 2001: 169):
• Sermayenin gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan
ülkelere akması dünyadaki kaynak dağılımında
etkinliği sağlayacaktır.
• Yabancı sermaye iç tasarrufları destekleyerek yatırımları ve
büyümeyi teşvik edecektir. Artan toplam gelir
düzeyi, tasarrufları ve yatırımları da arttıracak ve
böylelikle sürdürülebilir (istikrarlı) bir ekonomik
büyüme sağlanacaktır.
• Dış rekabet sayesinde finansal sektörlerde de etkinlik
artacaktır.
• Gelişmekte olan ülkelere sermaye akımı yerleşiklere portföy
yatırımlarında uluslararası
düzeyde çeşitlilik sağlayacaktır.
• Uluslararası finans piyasalarına girişi kolaylaştıracak
borçlanmanın maliyetini azaltacaktır.
• Doğrudan dış yatırımlar yönüyle ele aldığımızda ise en
belirgin olumlu etkilerin istihdam artışı, yeni
teknoloji transferi, ödemeler bilançosu açığının
kapatılması yönünde olmasıdır.
Ekonomi tarihçileri 1870’li yıllardan itibaren finansal
küreselleşmenin varlığından söz etmektedirler. XIX.
yüzyıldan önce uluslar arası sermaye hareketlerinin
ekonomik öneme sahip olmadığı görülür. XVI, XVII,
XVIII. yüzyıllarda ülkelerarası sermaye hareketleri,
daha çok askeri operasyonlar, borç, haraç, vergi ya
da kamu yararına parasal katkı şeklinde görülmüştür.
XIX. yüzyılda ise sermaye hareketlerinin önemli
boyutlara ulaştığı görülür. Bu dönemde uzun dönemli
borçlanma aracı tahvildir (Öztürk, 2007: 257).
İkinci dünya savaşından 1970’li yıllara kadar geçen
zamanda uluslar arası sermaye hareketlerinin önemli
bölümünü; Dünya Bankası gibi resmi nitelikteki
kurumların desteklediği projelerin finansmanı için
açılan krediler, ülkeden ülkeye sağlanan krediler ve
çok uluslu şirketlerin yatırımlarının gerektirdiği
sermaye hareketleri oluşturmaktaydı. Bretton Woods
sisteminin sona ermesi ve petrol krizi ile başlayan
1970’li yıllarda uluslar arası bankacılık
faaliyetleri önemli gelişmeler göstermiştir. Bretton
Woods sisteminin sona ermesi ile birlikte birçok
ülke sabit kur rejiminden esnek kur sistemine geçmiş
ve kambiyo rejimlerini gözden geçirerek sermaye
hareketlerini kısıtlayan düzenlemeleri
yumuşatmıştır. Petrol fiyatlarında dört kata
yaklaşan artış ise petrol ihraç eden ülkelerin (OPEC)
elinde çok önemli meblağlara ulaşan fonların
birikmesine yol açmıştır. OPEC üyesi ülkeler atıl
fonlarını özellikle sanayileşmiş ülkelerin
bankalarına yöneltmişler ve söz konusu bankalar OPEC
fonlarını uluslar arası piyasalarda yeniden dağıtma
işlevini üstlenmişlerdir. Öte yandan birçok ülkede,
mali piyasalarda etkinliği artırmak amacıyla,
bankacılık faaliyetlerinde deregülasyona
gidilmiştir. Bütün bu faktörler 1970’li yıllarda
uluslar arası finans piyasalarının hızla
derinleşmesine katkıda bulunmuştur (Küreselleşme ve
Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2000: 34).
Finansal küreselleşme süreci, 1970’li yılların sonuna doğru, önce
merkezin “büyük” ve “güçlü” ülkelerinin (ABD,
Japonya, İngiltere) uygulamaya koyduğu, daha sonra
Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere çevre’de
yer alan pek çok ülkenin benimsediği (ya da
benimsemek zorunda kaldığı) “yapısal dönüşüm”
programlarının doğurduğu sonuçlar sayesinde derinlik
kazanmıştır. Bu programlar üç önemli hedef ortaya
koymaktadır. Bunlardan birincisi makroekonomik
istikrarı sağlamak, ikincisi mal ve faktör
piyasalarını serbestleştirmek, üçüncüsü devletin
iktisadi gücünü azaltmaktır (M. K. Aydın, 2004:9).
1980’li yıllarda sermaye piyasalarında küreselleşme artmış, bu
yıllar sermaye piyasalarının liberalleştiği,
1970’lere oranla gelişmiş ülkelerde enflasyon
oranlarının düştüğü, uluslar arası bankacılıkta kar
marjlarının azaldığı, bankalar arası rekabetin
arttığı bir dönem olmuştur. Dünya genelinde hisse
senetleri piyasalarında özellikle 1982 yılından
itibaren hızlı bir gelişme yaşanmış, 1987’de Wall
Street’de ve 1990’da Tokyo piyasasında çöküş ile bu
hızlı gelişmelerde duraklamalar olmuştur. İşte bu
tarihten sonra gelişmekte olan ülkelere yönelen
uluslar arası özel sermaye akımlarında çok büyük bir
artış dönemi başlamıştır (Öztürk, 2007: 258).
Finansal piyasalarda küreselleşme olarak
nitelendirebileceğimiz uluslararası finansal
entegrasyon süreci 1980’li yıllarda ivme kazanmıştır
(Küreselleşme ve Özel İhtisas Komisyonu Raporu,
2000: 34). 1980’li yılların ilk yarısından itibaren
bilgi teknolojilerinin yaygınlık kazanması, dünyada
mesafe kavramının bilinen, gerçek anlamını ortadan
kaldırmıştır. Bu durum küreselleşme bağlamında belki
de ilk etkisini finans piyasalarında hissettirmekle
birlikte, bu etki sonraki yıllarda çok daha geniş
alanlara yayılmıştır (Hablemitoğlu, 2004: 27).
Sermaye dolaşımının serbestleşmesi, hacminin artması, hızlanması,
yaygınlaşması ve yeni yatırım araçlarının devreye
girmesi küreselleşmenin itici gücünü oluştururken
son yıllarda finansal piyasalar ufuklarını daha
evvel hiç görülmemiş derecede genişletmişlerdir (Akdiş,
2002: 3).
19. yüzyıl ile 20–21. yüzyıl küreselleşme evrelerinin sermaye
hareketleri açısından en önemli farkı, birincisinin
reel bir mal ile (altın standardında) düzenlenirken,
günümüzde fiyat değişimlerinin kağıt paraların
nominal değişim hareketlerine dayalı olmasıdır.
Ulusal paraların değişim hadlerindeki bu
belirsizlik, finansal sistemin işleyişi açısından
bir yandan büyük riskler taşırken bir yandan da
spekülatif nitelikli kazançları özendirmekte ve
finansal sermayenin akışkanlığını uyarmaktadır
(Berber, 2004: 371).
|