Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Geçmişi İle Övünme Hastalığı 

Geçmişi ile övünme, toplumumuzun bir hasta­lığı. Hem de hiç iyileşmeyen ve gittikçe müzminleşen bir hasta­lığı. Bu öyle bir hastalık ki, virüsü toplumumuzun yedisinden yetmişine, kadınından erkeğine, kısacası her ferdine bulaşmış. Galiba, henüz virüsün aşısı da bulunamamış. 

Anadolu'nun herhangi bir köyündesiniz, köy kahvesinde pişpirik oynayan kasketli vatandaşımızı bir dinleyin, bakalım. Ağzından ne inciler dökülür. Sanki ağzından bal akar. "Biz öyle bir milletiz ki, dünyada hiç eşine rastlanmaz. Yedi düvele mey­dan okumuş bir milletin torunlarıyız, biz!.."

Kahveden çıkın, camilerde dolaşın, kürsülerdeki vaizleri dinleyin. Onların da sizlere anlatacakları çok duygulu ve an­lamlı sözleri var. Neler mi dersiniz? Şüphesiz geçmiş ile övün­me. "Biz üç kıtada at koşturan ecdadın torunlarıyız. Dünyada mevcut her türlü bilimsel icadı önce bizim dedelerimiz yapmış. İlk astronomi üniversitesini ecdadımız kurmuş, Kırşehir'de. îlk kağıd fabirkasını yine müslümanlar kurmuş Bağdat'da. İlk, ilk, ilk... Hep ilkler bizim ecdadımıza ait..." 

Camiden çıkın. Herhangi bir okula gidin. Bir de Tarih öğ­retmenini dinleyin. "Bizler, Viyana kapılarına dayanmış, As­ya'yı, Afrika'yı ve Avrupa'yı fethetmiş kahraman bir milletin torunlarıyız. Bizler, İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmed'in nesliyiz..." Daha gezinize devam edin. Çiftçiye uğrayın, her hangi bir iş merkezine uğrayın, işadamını dinleyin. Ankara'daki yöneticilerimizi dinleyin. Hep geçmiş ile övünen insan­ları görürsünüz. 

Dinleyin, dinleyin, karşılığında onlara şu soruyu sorun. "Peki, ecdadınız bu kadar kahramandı, bu kadar bilimsel icadlarda bulundu. Bu kadar ilklere imzasını attı. Ya siz? Ya siz Efendim? Bugüne kadar ne yaptınız? Bu yaşınıza geldiniz, han­gi baltaya sap oldunuz? Gelecekte sizin çocuklarınız kiminle övünecek?"... Cevap yok. 

Sahi, biz kimiz? Neyin nesiyiz? Sürekli övündüğümüz ec­dadımızla ne kadar bağımız kalmış? Biz gerçekten gelecekte nasıl anılacağız? Bu cevaplar üzerinde, hiç duran yok. İşte, ge­leceğe bir şey aktaramayan ve onlara övünme payı bırakmayan bir nesil olarak, geçmişle övünmek, hastalıktan başka bir şey değildir. 

Üç kıtada at koşturan bir milletin torunları, yaya bile yü­rümeye takati kalmamışsa, Viyana kapılarına dayanmış bir or­dunun nesilleri, bugün Avrupa'dan atılıyor ve öldürülüyorsa, geçmiş ile övünmenin ne anlamı var. Eğer Fatih, bugün aramıza gelse, İstanbul'u bir dolaşsa, inanın İstanbul'u fethettiğine piş­man olur. Ve şu aciz ve pısırık torunlarının suratlarına tükürür. Hem de bin kere... 

Bugün övünme hastalığı ile yanıp tutuşan neslimiz, gele­ceğe yönelik lafla çok ayrıntılı projeler üretmektedir. Ancak iş uygulamaya gelince, insanımız ortadan kayboluvermektedir. Peki neden?

Nedeni gayet açık. Geçmiş ile övünürken ağzımız açık amma kulaklarımız tıkalı, gözlerimiz kapalıdır. Söz buraya gel­mişken bir kıssa anlatalım. Belki hisse alan olur. Kıssa şöyle; Bir gün Öğretmen öğrencilerine önemli bir konu anlatır. Anlat ma bittikten sonra; "Anlattıklarımı tekrar anlatacak biri var mı?" diye sorunca, sınıftan çıt çıkmaz. Öğretmen; "Çocuklar, anlattıklarım kulaklarınıza iyi girmedi galiba. Sol kulağınızı ka­patın ve sağ kulağınızı bana doğru çevirip, iyice açın ve dinle­yin." der ve konuyu bir kez daha anlatır ve yine "Anlayan var mı?" diye sorar. Yine çıt yok. Bu kez, sağ kulaklarını kapatıp, sol kulaklarını açmalarını söyler ve konuyu tekrar anlatır. Anla­yan tek öğrenci çıkmaz. Bu defa, iki kulaklarını da iyice açıp dinlemelerini tenbih eder. Ancak nafile. Bir türlü konuyu anla­yan öğrenci çıkmaz. Sonunda, dayamaz ve öndeki öğrenciyi ayağa kaldırır ve " Yoksa, bu sınıfın hepsi sağır mı?" diye so­rar. Öğrenci gayet sakin bir şekilde şu cevabı verir; "Yok ho­cam, hepimizin kulağı iyi duyar. Lakin sizin anlattıklarınız bi­zim kulağımıza kadar gelmiyor. Hepsi, burnumuzun üstünden teğet geçiyor. Onun için anlayamıyoruz." İşte böyle, galiba gü­nümüz kuşağı, geçmişi ile övünürken, bugünü değerlendirme­nin gereklerini bir türlü anlayamıyor ve sözler muhatabını bul­madan, herkesin kulaklarından teğet geçiyor. Peki neden böyle bir nesil olmuşuz? 

Çünkü, atlamak için, arşını değil Halep'i isteyen bir nesil yetiştirmişiz. Lafla peynir gemisi yürütmeye çalışan, laf ebesi bir millet olmuşuz, işin en önemli tarafı, söylenen sözlere söy­leyenin de gönülden inanmadığı ve sadece ağızların oynadığı hatip bir toplum haline gelmişiz. Herkes birbirine çalışmaktan, haktan, adaletten, azimden, güçlü olmaktan, sanayileşmekten, kültür seviyesini yükseltmekten, ticari bakımdan gelişmekten bahsediyor. Ama gelişmenin ve ilerlemenin temel taşlarından herhangi birine ben sahip olayım demiyor. Nedir efendim? Bu ülkede bir ben mi varım? Canım bu söylediklerimizi başkaları yapsın. Hele bizden geçti. İyice yaşlandık. Umudumuz yeni ne­silde. İnşaalah yeni nesil bu milleti kurtaracak... Ve baştan sona görevden ve çalışmaktan kaçmak için çeşitli uydurma bahane­ler. Galiba bu da, geri kalışımızın sendromlarından biri olsa ge­rek. 

Geçmişi ile övünmek için, geleceğin bugün ile övünmesi zeminini hazırlamak gerekir. Geleceğin bugün ile övünmesi için, geçmişten çok daha iyi bir seviyeye ulaşmak mecburiyeti vardır. Yoksa, gelecek, geçmişinden bahsederken, övünme has­talığına tutulmuş ecdadından bahsedecektir. Geleceğimize kar­şı, övünülecek bir millet olabilmek için, lafçı değil, uygulamacı bir toplum olmak zorundayız. Bunun için de, çok çok çok çalış­malıyız. 

Doç. Dr. Ramazan OZEY

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005