Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

2000 Yılı Genel Bütçesi ve Bütçe Kaynak İhtiyacı

2000 yılı bütçe büyüklükleri, son 10 yıllık dönemdeki bütçelerin genel yapı ve değişim eğilimlerine uygundur. Bu bütçe tasarısı bir borç ödeme belgesidir. Faiz giderleri, vergi gelirlerinin % 88'ine, bütçe giderlerinin % 44'üne denk düşmektedir. Bütçe açığı Genel Bütçe büyüklüğünün % 30'una, GSYİH'nin % 11'ine ulaşmıştır. Transfer harcamalarının da bütçe giderlerinin % 65'ine ulaşması nedeniyle, personel harcamalarıyla, zorun­lu diğer cari harcamalar dikkate alındığında bütçe esnekliği tümüyle kay­bolmuştur. Bütçede, kabaca % 90'lık bir bölüm önceden bağlanmış durum­dadır. Bütçe bu yapısıyla iktidarlara herhangi bir serbest politika belirleme esnekliği sunamamaktadır. Genel bütçe bu görünümüyle, ekonomi poli­tikası aracı olma fonksiyonunu yitirmiştir.

 Genel bütçe büyüklüğünün % 30'una ulaşan bütçe açığı nedeniyle kamu finansman dengesi bozulmuştur. Türkiye ekonomisi, değinilen bu kamu finansman açığı nedeniyle ciddi bir bunalım ve kriz içerisindedir. Devlet bu açığı iç piyasadan kağıt karşılığı borçlanarak kapatmaktadır. 

Türkiye'nin toplam iç borç kağıdı, Ağustos 1999 itibariyle yaklaşık 40 milyar dolardır. Bunun 7 milyarı nakit dışıdır. Yani Hazine'nin Ziraat ve Merkez Bankasına verdiği kağıtlardır. 13 milyar dolar değerindeki kağıt da repodadır. Geriye kalan 20 milyar doların yarısı munzam karşılık için tutu­lan kağıttır. Görülmektedir ki, bankacı, iş adamı ve yabancının alacağı toplam kağıt tutarı 10 milyar dolar civarındadır. Yani krediyi pahalıya satan bankacıların bütün oynadıkları kağıt tutarı 10 milyar dolardır. Bu durumda, iç ve/veya dış kaynaklardan 10 milyar dolarlık bir finansman olanağı sağlanabilirse, acil nitelikteki iç borçlar ödenebilir ve ülke, kısa dönemde krizden çıkma şansını yakalar. Bu tespit kuşkusuz, yapısal problemlerin çözümünün göz ardı edilmesini gerektirmemelidir. 

Çok açıktır ki temel sorun, kaynak yetersizliğidir. Enflasyon ve yüksek faiz, kaynak yetersizliğinin hem sonucu hem nedenidir. 

Kaynak yetersizliğinin giderilebilmesi için iç ve dış kaynaklar olmak üzere iki ayrı olanaktan yararlanılabilir. 

İç kaynaklar vergilendirme ve özelleştirmedir. Türkiye'de vergi yükü Milli Gelirin % 20'leri dolayındadır (18-22). 

Oysa toplam kamu harcamaları dikkate alındığında bu oran % 30'lara çıkar ki, Batı ülkelerinin vergi yükü rakamlarına yakındır. Kaldı ki, son Vergi Reformu Yasaları nedeniyle kamuoyunda böylesi bir reforma olan inanç kaybolmuştur. Kısa dönemde yeni bir reform paketi hazırlama olanağı yoktur. 

Özelleştirme de bir kamu geliri aracı olarak kullanılmamak gerekir. Zira çağdaş ekonomilerde özelleştirme çalışmalarında gözetilen amaç devlete gelir sağlamak değil, üretim verimliliğini arttırmaktır. Aksi uygula­malar Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için gerçekten kaynak israfıdır. Kamu işletmeleri eğer üretim verimlilikleri arttırılabilecekse özelleştir­ilmelidir. Olumsuz örnekler ortadadır. Süt Endüstrisi urumu, Et ve Balık Kurumu gibi binlerce insanı doğrudan istihdam eden, onbinlerce insana dolaylı olarak iş imkanı sağlayan kamu müesseseleri, herhangi bir üretim koşulu öngörülmeksizin özelleştirilmiş ve bugün önemlice bir bölümü, satın alanlarca tasfiye edilerek arsalarından spekülatif kazançlar sağlanmıştır. Sonuç, üretim ve istihdam kaybıdır. Sağlanan özelleştirme gelirinin devede kulak kalması bir yana, ülke büyük ekonomik kayıplara uğramıştır. Bu nedenle ülkemizdeki özelleştirme çalışmaları, dünyanın artık terk ettiği "gelir sağlama" amacı ile sürdürülemez. Bu konudaki alter­natifsiz yaklaşım üretim verimliliğinin arttırılması olmalıdır. 

Bütün bunlar göstermektedir ki, bu aşamada Türkiye'nin kendi kay­naklarıyla ekonomik dengeleri oluşturabilmesi zordur. Ciddi bir şekilde dış kaynağa ihtiyaç vardır. 

Dış kaynak üç yoldan temin edilebilir.

-       Dış kredi şeklinde

-       Portföy yatırımları şeklinde ve yabancı kaynak girişleri olarak Doğrudan yabancı sermaye yatırımları biçiminde.

Dış kaynağın dış kredi şeklinde gelebilmesi IMF'nin yeşil ışık yak­masına bağlı iken, doğrudan yabancı sermaye yatırımları ülkede güvenli ve istikrarlı bir ortamın mevcudiyetini arar. Yılda 1 milyar doları aşmayan yabancı sermaye yatırımları yalnızca, Tahkim vb. Örneği yasal düzenlemel­erle arttırılamaz. Aksi söz konusu olsaydı, yabancı sermayeyi teşvik mevzuatını dünyada ilk yürürlüğe koyan ülkelerden birisi olarak bugün, yabancı sermaye yatırımlarının yetersizliğinden söz etmememiz gerekirdi. 

Porföy yatırımları şeklinde yabancı kaynak girişleri ise ancak Menkul Kıymetler Borsasının giderek derinleşmesi ve ekonomiye duyulacak güvenle bağlantılıdır. Türkiye'de tasarrufçuların birikimi altın, döviz, devlet kağıdı ve banka mevduatı olarak 120-130 milyar dolar civarındadır. Buna karşılık Borsada 4,5 milyar doları yabancı fonlar şeklinde olmak üzere

yaklaşık 10 milyar dolar mevcuttur. Toplam tasarruf içerisinde borsaya kayan bu miktar % 8'ler dolaylarındadır. Yabancıların borsadaki birikim­lerinin toplam tasarruf içerisindeki payı ise % 4'tür. Yani borsanın derinliği Türk ekonomisi içinde çok önemli değildir. 

Görüldüğü gibi Türk ekonomisinin kaynak yetersizliği sorununun veri koşullardaki acil çözümü, IMF kaynakları ile özelleştirme gelirlerinden 10-12 milyar dolarlık bir kaynağın temini ile mümkün gözükmektedir. Nitekim, liberal ve muhafazakar ekonomistlerin yaklaşımı da genelde bu doğrultudadır. Oysa yukarıda da açıkladığımız üzere özelleştirme olayına salt gelir sağlama açısından yaklaşılması ülke ekonomisi yönünden sakıncalıdır. Bu yöntem, kısa dönemde gelir getirici gibi gözükse de uzun dönemde neden olduğu üretim ve istihdam azalması nedeniyle uygun bir model olarak savunulamaz. Özelleştirme, yalnızca verimlilik arttırıcı amaçlarla başvurulabilecek tali bir ekonomik önlemdir. 

IMF'den ve/veya uluslararası kuruluşlardan sağlanacak kredi destekleri ise başta ekonomik istikrarın sağlanması olmak üzere bazı hedef göstergeleri ön koşul olarak öngörmekte, bu koşulların gerçekleştir­ilebilmesi de koalisyon hükümetlerinde pek rastlanılamayan, "siyasal risk üstlenerek acı reçeteleri, kararlılıkla uygulamaya koyabilme özverisi"ni gerektirmektedir. Böylesi bir özveriye katlanılıp katlanılamayacağını göre­bilmemiz için ise kuşkusuz zamana ihtiyaç vardır. 

O halde, ülkemizdeki kaynak yetersizliği sorununun çözümü nasıl olacaktır?

Sorunun çözümü basittir ve üretimin etkili ve istikrarlı bir şekilde arttırılmasıdır. Bunun için acilen yapılması gereken tüm sektörlerde gerçek­leştirilecek bir üretim seferberliğidir. Tüm politikalar ve önlemler üretimi arttırmaya dönük olmalıdır. Üretim arttığında doğaldır ki vergi gelirleri de, tasarrufta, yatırımda, tüketim de, istihdam da artacaktır. İç ve dış kaynaklar bir bütün olarak harekete geçecektir. Zaten bugünkü ekonomik krizin nedeni de üretim yetersizliği değil midir. Krizin aşılabilmesi sanayi poli­tikalarının tutarlı bir biçimde belirlenmesi ve etkin uygulanmasıyla mümkündür. Yoksa, üretimi geliştirici ve yönlendirici politika ve stratejil­erle ilgilenilmeksizin sırf kur ve faizlerle oynanarak ilave ekonomik kay­nak sağlanamaz. Bugüne kadar yapılmayan ve yapılması gereken de budur.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005