Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

IMF – Dünya Bankası; Dost Mu, Düşman Mı? 

1944 yılı. Batı dünyası fınans merkezlerinin oluşturulduğu yıldır. Savaş sona ermek üzere iken toplanan Bretton Woods konferansı, bugünkü IMF ve Dünya Bankası'nı doğurmuştur. İşte 1994 yılı, bu başlangıcın 50. yılıdır. 

Savaşın sonuna doğru, yıkılmış ülkeler ve ödemeler dengesi sı­kıntısı çeken ekonomiler, Batı'nın hakim güçleri tarafından dikkatle, bazen de şefkatle izlenmek durumunda idi. Kalkınma durumunda olan ülkelere nezaret etmek gerekli idi. Büyüyen ve çoğalarak güçle­nen komünist rejimler karşısında, bu sorunlara tarafsız kalınamazdı. Üstelik bu politika, hem denetimli bir merkezden uygulanmalı, hem de objektif bir görüntü içinde olmalı idi.

Konferans "da İngiltere ve ABD'nin tezleri çatıştı. Bu çatışma dahi, çıkar ilişkilerinin ye politikaların çıkarlar doğrultusunda oluş­tuğunun açık delili idi. Alacaklı durumda olan İngiltere, Keynes Planı ile üye ülkelere büyük dış ödeme kolaylıkları öneriyordu. Buna karşılık, önemli altın stoklarına sahip olan ABD'nin sunduğu White Planı"nda ise, uluslararası ödemelerin altın esasına bağlanması öne­riliyordu. Sonuçta White Planı kabul edildi. 

Konferansın sonucunda iki kurum dünyaya geldi. Uluslarara­sı ödemeler ve ulusların ödemeler dengesi sorunları ile ilgili olan Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund - IMF) bu kurumlardan biri idi. Diğeri ise, özellikle kalkınma durumunda olan ülkelerin sermaye sorunları ile ilgili olan, ilk adı ile Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası (International Bank for Reconstruction and Development - IBRD), sonraları Dünya Bankası (World Bank) diye anılan uzun-dönemli kredi sağlayan kurumdur. 

Bu iki kurum, fevkalade büyük bir ahenk içinde ve yönetim ku­rulları kararlan doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmektedirler. İşin enteresan yanı, bu kurumların politikalarının, çeşitli ülke koşullarına göre değil, fakat hakim kapitalist dokunun gereksinimine göre şekillenmesidir. Örneğin. Hindistan ile Türkiye'ye ya da herhangi başka bir ülkeye aynı programı önerirken, ithal-ikameci politikalar dönemi ile globalleşme ve serbest ticaret dönemlerinde, dönemlere göre şe­killenmiş politikalar geliştirmişlerdir. 

Bu kurumlanıl politika önerileri, standart ders kitabı kalıplarına uymakla birlikte, ülke koşullanılın dikkate alınmaması, ülkeleri zor duruma sokarken, teknik ve teorik suçlu bulunamamaktadır. Bunun tipik örneğini IMF'nin ülkelere önerdiği dış ticaretin serbestleştiril­mesi politikası oluşturmaktadır. Bir zenginler kulübü olan AT top­luluğu ülkeleri, ilk hali ile müşterek pazar üyeleri olarak, kendi ara­larındaki gümrük duvarlarını, bir takvime bağlı ve uzun bir zaman dilimine yayılı olarak indirirken, ithal ikameci politikalar gerisinde uzun yıllar korunmuş olan bir ekonomiye önerilen serbest dış ticaret politikası, teorik olarak suçlanamaz, ama kasıt taşımadığı biçiminde rahatça da savunulamaz! 

Bu kurumlar, özellikle de Dünya Bankası, özelleştirme uy­gulamalarında "borç/öz sermaye değişimi" projeleri geliştirmiş ve bu amaçla kaynak dahi ayırmıştır. Özellikle Latin Amerika ülkelerinde görüldüğü gibi, bu projeler, uygulayan ülkelerde yoğun biçimde yabancılara satışları ve monopolleşmeyi getir­mektedir. 1970'lerde artan uluslararası dış borç sorununda aktif rol oynayan bu iki kurum, 1980'lerin ikinci yansından itibaren, bu çabaların sonucunu fazlası ile toplamaya ve net bakiye ver­meye başlamıştır. 

Tüm bu sonuçlardan, doğal olarak IMF ve Dünya Bankası'nı sorumlu tutmak doğru olmaz. Ancak bu kıskaçtan kurtula­bilmek için. ülkelerin kendi kaynaklarını iyi değerlendirmesi, geliştirmesi ve böylece finansman ağırlığını kendi içinde sağla­ması gerektiği gibi dış finansman ihtiyacını da, bu kurumları destek almadan karşılayabilecek bir düzeye gelmesi gerekmekte­dir. Her hal ve koşulda dış tasarruf kaynaklan, kesinlikle tüke­timde kullanılmamalı, çok sıkışmadıkça borç ödemesine tahsis edilmemelidir. Bu tür kaynaklar, potansiyel faiz yükü üzerinde gelir sağlayacak yatırımlarda kullanılmalıdır. Ancak bu anlamda dış destek yararlı ve ekonomiktir. Bu koşullara uyumayıp, IMF-Dünya Bankası yörüngesinde kalındığı sürece, sanayi ve milli para birimi çöker, faiz haddi yükselir, bir tür "dolarizasyon" olayı başgösterir. Böyle bir olumsuzluk içinde, karar yetkilerini bu denli kaybetmemiş ülkeler kendilerini koruyabilir. 

Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi Maliye Bölümü

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005