İş Ahlakı ve Sosyal Sorumluluk
Nedir
Çalışanların/İşçilerin Ahlaki Sorumlulukları
Patronunuzdan nefret ediyorsunuz. Çalışma
saatleriniz kötü. Maaşınız da çok düşük ve yıllardır
terfi ettirilmemişsiniz. Bu durumda bir işçi/çalışan
ne yapar? Duruma katlanamıyorsanız, şartlara daha
fazla tahammül edemeyecekseniz, işten
ayrılabilirsiniz. Serbest işgücü piyasasında,
hünerleriniz başka bir işyerinde daha iyi takdir
edilecektir. Ayrılma kararını kendi başınıza
vermenizden (manevî) tatmin elde edersiniz. Özgür
bir toplumda, işçiler/çalışanlar daha cazip başka
bir iş imkânı doğduğunda, mevcut işinde çalışmaya
mahkûm edilemez. Bu, özgür toplumun mensuplarına
sunduğu, insanlık tarihinin büyük bölümü boyunca
bilinmeyen muhteşem haklardan biridir.
Fakat işinizde kalırsanız ne olur? İşinizin o an
için muhtemelen yapabileceğiniz, bulabileceğiniz en
iyi iş olduğu gerekçesiyle mevcut durumunuzu devam
ettirmeyi seçerseniz ne olur? Bu soruların cevabı
yetmiş - seksen sene içinde dramatik biçimde
değişti. Bir zamanlar işçiler kendi kendilerine ve
maaşlarını veren kişiye (patronlarına) karşı ahlâkî
sorumluluklarını müdrikti. Bu, sözleşme şartlarını
yerine getirmek ve mümkün olan en iyi işi
çıkartmaktı. Verimli bir hayat, erdemli çalışma
alışkanlıkları ve temel ahlâkî değerlere bağlılık
gerektirir; bunun yanında tembel bir işçi haklı
olarak her an işten çıkartılabilir.
İşten çıkma hakkı ve işten çıkarma hakkı aynı
paranın iki yüzü gibidir. Patron işçiyi kalmaya,
işçi de patronu onu istihdam etmeye zorlayamaz.
Bunun iyi yanı, bu ilişkinin gönüllülüğe
dayanmasıdır. Birbirlerinden ne kadar
rahatsızlıkları olursa olsun, işçi ve patron
iktisadî mübadeleyi sürdürmeyi seçerlerse, kendi
serbest iradeleriyle bunu yaparlar. Serbest
piyasada bütün istihdam sözleşmelerinin her iki
tarafın da karşılıklı yararına işlediğini
söyleyebiliriz.
Bugünlerde bir işçinin günlük ödeme karşılığında
günlük iş yapmasını icap ettiren ahlâkî kural iyice
eridi. İşçiler üretimi ve dürüst çalışmayı gittikçe
daha az ve abartılı/temelsiz hakları, protestoları,
grevleri ve hukukî davaları gittikçe daha
çok düşünür hale geldi. 1996'nın en çok satan
karikatür kitabı ("Dilbert" karakterini canlandıran
kitap) işverenlere saldırmaya ve iş hayatını dev bir
soygun ağı olarak takdim etmeye -ki bu temelden
anti-kapitalist bir mesajdır- tahsis edilmiştir.
Şüphe yok ki, işe yönelik tavırda bu değişiklik,
çalışanlara şirketleri -hatta iflas etmiş olanları
bile- en küçük bir şikayet için dava etme imkânı
veren kanunların ortaya çıkmasından/gelişmesinden
çok önce başladı. İşçi sendikalarının iş yavaşlatma
ve grev tehdidi stratejileri çalışanların ahlâkî
kodlarını onyıllar önce budadı.
1950'lerin müzikal oyunu Pajama Oyunu'nda bir sendika üyesi
istihzaî şekilde patronuna "bir haftalık ödeme
karşılığında bir günlük iş" teklif etmekteydi.
Fakat, o günlere dönüldüğünde, bunu ancak aşırı
davranışlarla elde edebilirdi. İş gününün normal
akışı içinde yalnızca güçsüz "şikâyet komitesi"
daimî şikâyetçiye kulak asardı. Bu sendika taraftarı
müzikalde bile, yönetimin uygun gördüğü şekilde işçi
alma ve çıkartma hakkı -ve işçilerin normal
zamanlarda ellerinden gelenin en iyisini yapma
yükümlülüğü- asla ciddî bir şekilde
sorgulanmadı/tartışılmadı.
İş Çatışması
Şimdiki zamanlar o zamanlardan uzaktır. İşçiler içinde problem
yaratan tipler, işverenlerinden ne elde
edebilirlerse kapma yasal hakkı yanında yüksek bir
statüye de sahiptir. Bundan dolayı, çoğu işveren
şimdi işçilerinden ve hatta işe alma mülakatları
aşamasındaki potansiyel işçilerinden bile
korkmaktadır. Ayrımcılığa karşı kanun işvereni iki
bakımdan zor duruma düşürmektedir. Eğer işveren
işçiyi meziyetinden veya iyi takım oyuncusu
olmasından dolayı istihdam ederse, işe almadığı
kimseleri de düşünmek zorundadır. İşe alınmayan bu
kimselerin bazıları, federal olarak konman kurbanlar
(ki bunların listesi her yıl git gide uzamaktadır)
arasında olduklarını iddia edecek ve bundan dolayı
ayrımcılık sebebiyle dava açacak mıdır? Mahkemeler,
meselâ, alkoliklerin ve mahkûm edilmiş ağır
suçluların da diğer kimseler gibi bir iş için
kiralanmaya (istihdam edilmeye) haklan olduğunu
kabul etmiştir.
Pratikte, bu, işverenlerin yalnızca kendilerini hükümet
soruşturmasından ve sınıf-hareketi davalarından
korumak için kadrolarını resmî olarak kurban/mağdur
kabul edilen kimselerle şişirmeleri anlamına gelir.
Bu gerçek, işyerindeki kuvvet dengesini değiştirdi.
İşçiler artık ilk yükümlülüklerini kendileri ve
şirketleri için ellerinden gelenin en iyisini yapmak
olarak görmemektedir. Onun yerme, potansiyel davacı
olduklarını bilmekte ve dava tehdidini her önemsiz
mesele için yöneticiler ve işletme sahipleri
üzerinde (Demoklesin kılıcı gibi) muhafaza
etmektedirler. Şikâyetçi bir çalışan, orta veya
büyük bir firmada çalışan herkesin malûmu olan bir
taktikle, kurnaz bir yasal şantaj yoluyla maaş
artışları ve terfi talep edebi lir. İşverenler şimdi
terfiler ve elemeler için sıkı standartlar
kullanmaktan korkmaktadır. Bu tür değerlendirmeler
işyerinde temsil edilen demografik gruplar arasında
eşitsiz ücret ve maaş dağıtımıyla
sonuçlanabilir ve bundan dolayı hükümet memurlarının
ve smıf-hareketi avukatlarının dikkatini çekebilir.
Ancak, bu tür politik manevralar bile her zaman işe
yaramaz. Texaco Petrol Şirketi, Yıllarca, her türden
insanın, şirketin her çeşit faaliyetlerinde temsil
ed meşini sağlamaya çalıştı. Sadece protestocuları
ve dava avukatlarını kendinuzak tutabilme umuduyla,
kendisinin işe alma kota sistemini kurumlaştırmaya
gayret etti. Müracaatçıların ırkına dayanan şube
açma hakkı tanıdı ve "imtiyazlı olmayan" diye tabir
edilen gruplar için daha gevşek başvuru standartları
kullanılmasına/geliştirilmesine izin verdi. Buna
rağmen bir çalışanın rahatsızlığı yüzlerce işçiyle
ilgili bir sınıf-hareketi davasına dönüştüğünde
Texaco'nun şöhreti çamura bulandı ve şirket mahkeme
salonuna bile girmeksizin avukatlara ve çalışanlara
176 milyon dolar para yağdırdı.
Acı hikâye, şirketin Denver ofisinde bir şirket içi ırka dayalı
ayrımcılık yapıldığı şikâyetini, günümüzün işçi
aleminde çok güçlü bir silah yapan bir muhasebeci
ile başladı. Olayın tırmanmasından korkan müdürler
ve hatta daha üst seviye yöneticiler şikâyetçi
kadını mutlu etmek için mümkün olan her şeyi
yaptılar. Onu daha rahat çalışma şartları olan bir
başka bölüme naklettiler ve işinin garanti
olacağını belirttiler. Bu yeterli değildi. Birkaç
atak avukat meseleden haberdar olduğunda, olayın,
çoğunun hiçbir şikâyeti olmayan 1500 kişiyi kapsayan
bir genel hukuk davasına dönüşmesi sadece zaman
meselesiydi. Olan bitenlerin hiç biri şirketin
herhangi bir kimseye ırk temelinde kötü muamele
ettiği anlamına gelmemektedir. Sadece paranın ele
geçirmek için orada beklediği anlamına gelmektedir,
dolayısıyla kim onu kimsenin almaması gerektiğini
söyleyecektir?
Bu işi al
Serbest piyasada doğan geleneksel iş ahlâkı kodunda durum çok
farklı bir şekilde ele alınmış olacaktı. Muhasebeci
işini sevmiyorsa, işten ayrılacak ve kendisine daha
çok değer verecek biri için çalışmaya gidecekti.
Eğer durumundan çok fazla şikâyetçi olmaya, diğer
çalışanların morallerini bozmaya ve olumsuz bir
çalışma atmosferi yaratmaya başlarsa, işinden
kovulacaktı. Eğer hatalıysa işyeri ahlâkı ve insan
ilişkileri hakkında değerli bir ders alacaktı. Eğer
şirket hatalıysa kıymetli bir çalışanını kaybedecek,
bir dahaki seferde aceleci davranmamayı öğrenecekti.
Bu karşılıklı haklar sistemi işveren ve çalışan arasında barışçı
işbirliği yaratır. İşveren ve çalışan diğerine karşı
yükümlülüklerini idrak eder. Hedef, her ekonomik
mübadelede olduğu gibi, ilgili tarafların hepsinin
durumunu daha iyi hale getirmektir. Emek ile sermaye
arasında fıtrî bir çatışma olduğu yolundaki eski
Marksist iddianın tersine, serbest piyasa emek ile
sermayenin karşılıklı yararlarına ve kârlarına
olacak tarzda mübadelede bulunmasını mümkün hale
getirir.
Çalışmanın (işin) Hazları
Ludwig von Mises bu şekilde gönüllü ilişkinin
zahmeti (veya "yararsızlığı") işten/çalışmaktan
uzaklaştıracağını ve onu gerçek bir hazza
dönüştüreceğini iddia eder. İşçi, ister maddî ister
manevî olsun kişisel hedeflerini elde etmekten haz
duyar. "Kendi kendine saygı ve kendi kendisini ve
ailesini destekleme, başka insanların merhametine
bağımlı olmama bilinci kazanır. İşini yaparken,
işçi, becerisinin ve becerisinin ürününün estetik
zevkine varır. Bu yalnızca başkaları tarafından icra
edilen/üretilen şeyleri gözleyen insanların aldığı
düşünsel zevk değildir. "Bunların nasıl
yapılacağını biliyorum, bu benim eserim" deme
pozisyonunda olan kimsenin
gururudur. Dahası, "işlevini yapmaktan ve emeğinin
işe yaramazlığını aşmaktan memnun olmak/zevk duymak
insanları neşelendirir ve enerjilerini ve yaşama
güçlerini kuvvetlendirir."
Sadece yasal müdahaleler dengeyi kapitalistin ve
işçinin lehine olacak şekilde bozar. Hiç şüphe yok
ki, bugün, çalışan, kendi ahlâkî değerlerini zaafa
uğratacak şekilde, üstün konumdadır. İşverenlerini
dava ederek ve onlara şantaj yaparak, huzursuz iş
ortamları yaratarak, hükümeti müdahaleye davet
ederek, çalışan, zımnen, kendisinin olmayan
mülkiyeti ele geçirme tehdidinde bulunmaktadır. Bu,
şirket için, daha genelde toplum için ve hatta uzun
vadede çalışan için kötüdür. Bu, sadece çok ve sıkı
çalışmakla alâkalı olmaktan ziyade işin kurumsal
hedeflerinin hizmetinde mükemmelliğe ulaşmaya
çabalayarak imza attığınız sözleşmenizin şartlarını
yerine getirmekle alâkalı olan piyasaya dayalı
çalışma ahlâkına terstir.
Mises'in işaret ettiği gibi, işçi, kendisini "saçma
ve gayri âdil bir sistemin müdafaasız kurbanı"
olarak gördüğü zaman, "huysuz bir şikâyetçi,
dengesiz bir kişilik ve her türden şarlatanların ve
eksantriklerin kolay avı olur" ve hatta "haşin ve
asabî" hale gelir. Modern Amerika'nın bir tasviri
olarak görünen bir metinde, Mises şöyle yazdı:
"Emeğin can sıkıcılığının egemen olduğu bir sistem
(common-wealth) kinci, kavgacı ve öfkeli
gayrı-memnunların toplantısıdır."
Çalışma Ahlâkı, İş Ahlakı Nedir
Çalışma etiğinin hem ekonomik hem ahlâkî boyutu
vardır. Ekonomik yan mülkiyet realiteleri ve
sözleşme ilişkileri tarafından dikte edilir. Çalışan
işin/işyerinin sahibi değildir, sermaye sahipleri ve
hisse sahipleri işin/işletmenin sahibidir. İşçi,
işletmenin sahipleri tarafından işletmenin iyiliği,
yani kârlılığı için belirli bir fonksiyonu icra
etmek üzere kiralanmıştır. İşçi böyle yapmamayı
seçmekte serbesttir, fakat o zaman en azından
yapmayı kabul ettiği şeyi yapmak ve sonra işletmeyi
terk etmekte mükelleftir.
Bir yönüyle işveren işçiye/çalışana ekonomik iyilik
yapan/fayda sağlayandır. Kapitalist, işçilere
işçilerin mevcut üretiminin kârını görmeden ücret
öder. O, kesin olmayan (belirsiz) bir ekonomik
ortamda işçinin maaş alan kişilerin, omuzlamasının
istenmediği bir riski üstlenmektedir. Üstelik,
kapitalist sadece karşılayabileceği bir ücreti
ödemek durumunda değildir; o, daima işçilerin
rekabet içinde olduğu başka firmalar -hatta piyasada
daha az risk alanlar- tarafından çekilmesini
önlemeye çalışmak mecburiyetindedir.
Bir istihdam sözleşmesini kabul etmek demek bir
kararlaştırılmış para karşılığında belirli bir emek
miktarını sağlamayı kabul etmek demektir. Bu
sözleşmeyi icra etmemek, sözleşmenin şartlarını
ihlâl etmek ve kapitalistin benzersiz/eşsiz
müteşebbis rolüne saygı göstermemektir. Bu tavır,
ahlâkî olarak, işçiyi istihdam eden kapitalistin
mülkiyetini çalmakla aynı şeydir. Bu kişiye,
işverenine/kendisine fayda sağlayana cephe alma,
hatta insafsız/kıyasıya bir varlık mücadelesinde
daha fazla mülkiyet yağmalama hakkı veren bir
sistem, mülkiyet haklarına saygı gösteren bir sistem
değildir. Ahlâkî tarafta, Polonya'nın eski devlet
başkanı L. Walesa'mn "Polonya'nın ruhî önderi"
olarak adlandırdığı Stefan Wyszynski'nin (1901-1981)
parlak ve güzel yazılarına başvurabiliriz. Papa II.
John Paul'un hocası olarak, Kardinal Wyszynski,
bizzat görmemesine rağmen, Polonya'daki ko-münist
rejimin alaşağı edilmesinin ardındaki anahtar dinî
ve entellektüel güçtü. Kendisini "Polonya Halk
Cumhuriyeti'nin en büyük düşmanı" olarak etiketleyen
bir totaliter rejim tarafından üç sene hapsedilen
Wyszynski, yıllarca, özgür bir toplumda ve özgür
olmayan bir toplumda çalışmanın mahiyeti ve ahlâkı
hakkında görüşler ortaya koydu. 1946'da işçilerin
ahlâkî yükümlülükleriyle ilgili kapsayıcı bir
felsefî açıklama yayınladı.4 Günlük
hayatın ahlâkı üzerine bir deneme olarak, bu metnin
gücü aşılamaz.
Kardinal' in çalışmayla ilgili görüşleri, emeği
küçümseyen pagan çalışma anla-yışına itiraz içinde
doğdu. Paganlar (putperestler) "fizikî çalışmayı
insana yakışmayan bir şey olarak mütalaa etti." der
Wyszynski. "Fizikî çalışma kölelerin göreviydi.
Özgür aklın ululuğuyla bağdaştınlamazdı, çünkü özgür
aklı çok sınırlandırmaktaydı ve onu hem kendisine
hem diğerlerine bağımlı hale getirmişti."5
Fakat, Hristiyanlığın doğuşu bu hatayı düzeltti,
çalışmayı Tanrı'nın yaratıcı işine bir iştirak etme
seviyesini yükselti. Hristiyan görüşü, John'un
İncil'inde, "Babam çalışmayı asla bırakmadı ve ben
de çalışıyor olmalıyım" diyen İsa örneğini izler.
İşle/çalışmayla ilgili Hristiyan veya Batı görüşü
ruhî işle fiziksel işi birleştirmenin önemini
vurgular. Erken manastır hayatında, yüce tasavvur ve
zor fizikî emek elele gitti ve bireysel ruhun
kutsallığının kazanılmasını tamamlayıcı olarak
görüldü. Zebur'un (Davut Peygamber'in) dediği gibi,
"kendi ellerinin emeğini yediğin için, takdis
edilirsin ve o seninle iyi olur."
Kabiliyeti İcraata Koymak
Her insana verimliliğe müsaade eden hünerler
verilmiştir ve bu hünerlerin Tanrı'nın ve diğer
insanların hizmetinde kullanılmasına niyet
edilmiştir. Bundan dolayı insanın kaderi yalnızca
dua etmek veya çalışmak değildir. Çalışma bizim
kutsiyet kazanmamıza yardım eder ve kutsallık
verimli çalışma için gerekli iç ahenge müsaade eder.
St. John'un İncil'i kurtuluşla ilgili bir pasajda
her iki imajı da kullanır: "Harmanı kaldıran,
mahsulü toplayan kişiye ödenen ücretler, ekiciyle
orakçının birlikte haz duyduğu ebedî hayattır."
Emeğe yönelik bu keşiş tavrı, inancın yayılmasına
paralel olarak bütün topluma yayıldı ve en sonunda
hem çalışmanın yalnızca köleler için olduğu
yolundaki pagan görüşün hem de köleliğin kendisinin
yerini aldı.
Wyszynski'nin Hristiyan ideali ile ilgili olarak
yazdığı gibi: "Çalışma insanın görevidir. Bu görev,
çalışmanın insanın mükemmelliği için gerekli olması
kadar
insan hayatının ihtiyaçlarından doğar. Çalışma
olmaksızın hayatı sürdürmek veya insanın kimliğini
gerçekleştirmesi noktasına ulaşmak mümkün değildir.
Çalışma Tann'nın hediyesinin, ve bizim şahsımızda,
hayatın, hayatın ihtiyaçlarını münasip biçimde
tatmin etmenin ve rasyonel tabiatımızı
mükemmelleştirmenin aracıdır."
Meşguliyetsiz vakit (rahat) tabiat hali değildir. Wyszynski pagan
görüşe ters olarak, çöküşten (ilk günahtan) önce
bile çalışmak gerekliydi der. Çalışma günahın bedeli
olan ceza değildir; Çalışma "insanın rasyonel
tabiatıyla yakından bağlantılıdır."6
Oluşum hikâyesinde Tann'nın Adem'e dünyayı
zaptetmesi ve idare etmesi yolundaki talimatı ilk
günaha ve Tann'nın muhakemesine takaddüm
etmektedir. Günahın sonucu yalnızca çalışmanın
yüküdür." Ekmeği alnının teriyle yemelisin." Bu
yükü, kendimizi ve Tanrı'yla ilişkimizi geliştirme
arzumuzun parçası olarak sevinçle omuzlamalıyız.
Wyszynski'nin farkına vardığı noktalar daha uzun bir şekilde
alıntılanmayı hak etmektedir. "Bu şekilde anlaşılmış
çalışmadan en fazla istifade edecek olan çalışan
insanın kendisidir. Bunun sebebi onun çalışmasının
karşılığı olarak ücretlerini elde etmesi değildir,
fakat, şahsıyla ayrılamaz biçimde iç içe geçmiş
işinin, onun fizikî ve ruhî hünerleri kadar aklını,
iradesini, hislerini ve çeşitli moral değerlerini ve
karakter özelliklerini keskinleştirmesi ve
geliştirmesidir. Aklımıza ve özgürlüğümüze dayanan
çalışma vicdanlılığımızı, görev ve sorumluluk
duygumuzu geliştirir. Ancak o zaman rasyonel bir
varlığın çalışması olacaktır. Bu şekilde anlaşılmış
çalışma bize hemen her insanın şahsî çalışmasında
ulaşması gereken iki hedef gösterir: Şeylerin
mükemmelleştirilmesi ve çalışan insanın
mükemmelleştirilmesi. Bu, sosyal-ekonomik
ilerlemenin ve gerçekten dünya kültürünün başlangıç
noktasıdır."
Gerçek Sosyal Çalışma
Çalışmayla birleşen birçok sosyal değer vardır. Çalışma insanlar
arasında bağlar yaratır, çünkü diğer insanlarla
barış içinde bir araya gelmemizi gerektirir. Hem
işbirliğine dayanan davranışa ve hem de insan
kardeşlerimizle rekabet etmek için gerekli daimî
kişisel gelişmeye sebep olur. Ailelerin kurulmasını
ve yaşamasını mümkün kılar. Kendi kendilerinin
seçmediği sebeplerden dolayı çalışmaya muktedir
olmayanlara karşı cömert olmamıza izin verir.
Çalışma, uluslararası işbölümüne katılmamız ve bütün
dünyada daha müreffeh bir sosyal düzen ortaya
çıkannak için gerekli bilgiyi elde etmemiz suretiyle
üniversel iyiliğe dahi katkıda bulunur.
Şüphesiz, işçinin ve istihdam edenin birbiriyle
sözleşme yapma özgürlüğüne sahip olmadığı
kollektivist bir sistemde bunların hiçbiri mümkün
değildir. Çalışmayı asilleştiren kurumsal düzenleme
piyasaların, rekabetin, ve hepsinin üstünde, özel
mülkiyetin kurumsal düzenlemesidir. Wyszynski özel
mülkiyeti "iyi-düzenlenmiş bir toplumun öncü
prensibi" olarak adlandırmaktadır.8 Özel
mülkiyetin hakikî şerefi kişisel birikime imkân
tanıması değildir. Daha ziyade, adil bir şekilde
verilen ve alınan ücretlerle başkalarını istihdam
etmeyi ve işletmelerde
istihdam edilmeyi mümkün kılması ve böylece ortak iyinin
hizmetinde refahı toplumunun gitgide daha çok
üyesine yaymasıdır.
Emeğin Altı Meziyeti, İşletmelerde İş Ahlakı
Çalışmanın sosyal meziyetine ilâveten, bizi istihdam edenlere karşı
moral yükümlülüklerimizi yerine getirmekle birleşen
bireysel erdemler de vardır. Kaliteli çalışma onlara
ihtiyaç duyar ve onları teşvik eder ve işgücünde
serbest bir piyasa onları ödüllendirir. Wyszynski bu
değerleri şu şekilde sıralar ve izah eder:
1. Sabır.
Sabrın görevi aşırı ve disiplinsiz kederi ve işler
istediğimiz gibi gitmediği vakit şikâyetçi olma ve
sağa sola saldırma eğilimini kontrol eder.
Genellikle bizim işletme açısından değerimizin bizi
istihdam edenlerin değerinden daha fazla olduğuna
kaniyizdir, bu yüzden, hak ettiğimizi düşündüğümüz
itibarı görmediğimizde küskünlüğü ve umutsuzluğu
bir tarafa bırakmak için sabra ihtiyaç vardır. Sabır
göstermekte başarısız olanlar "kederliliklerinden
kaynaklanan şikâyetler, rahatsızlıklar ve ağıtlarla
doludur"
2. Tevekkül:
Bu, dayanma veya uzun süreli
acıya/ıstıraba katlanma meziyetidir. Wyszynski,
"uzak iyinin takibinde kalıcı gayret ruhu"
demektedir.10 Her işveren mesai
saatlerinin başından sonuna "saati gözleyen", hafta
sonu ve tatiller için yaşayan, önemli bir projede
işin sonuna kadar gidemeyen türden işçileri bilir.
Bu işçiler acele ve kaba iş görürler, çünkü
tevekküllü değildirler, yaratıcılıklarım ve umudu
kaybederler, kendilerini geliştirmezler ve en
sonunda kendilerini istihdam edenlere karşı ahlâkî
yükümlülüklerini ihlâl ederler.
3. Sebat
(ısrar-azim): Bunun anlamı "Arzu edilen bir iyiye
yönelik olarak rasyonel biçimde alınan kararda
ihtiyatlı, daimî ve sürekli sebattır"" . Hepsinin
üstünde, bu, mesai arkadaşlarımızla veya
işverenlerimizle aramızda nefret doğmasına sebep
olabilecek hissî patlamalardan ve keskin tavır
değişikliklerinden ve onlara zarar verecek şekilde
tasarlanmış eylemlerden kaçınmak demektir. Meselâ,
işverenine karşı bir hukuk davasının peşine düşen
kimse, soğukkanlılıkla düşünse, uzun vadede,
becerilerini geliştirerek, rasyonel davranarak ve
yukarı tırmanmaya çalışarak daha fazla kazançlı
çıkabileceğini görecektir. Sebat başkalarının bize
güvenmesini sağlar.
4. Devamlılık
(sadakat): Bu meziyet, hedeflerimizi, haricî
şartlardan doğan engeller neler olursa olsun, takip
etmemize izin verir. Belki bir işçinin patronu
insanlara gayri adil bir şekilde muamele eder. Belki
bir kişinin terfisi veya yükselmesi haksız şekilde
engellenir. Belki sebepsiz yere işten atılır.
Devamlılık kişiyi bu eski belirsizlikleri geçmişe
itmeye, daha geniş kişisel hedeflere yönelmeye ve
onları elde etmek için ne yapmak gerekiyorsa onu
yapmaya yönlendirir. Wyszynski, "devamlılıkla
donanmış olarak, en nahoş sürprizleri bile
soğukkanlılıkla bekleriz" demektedir.
5. Yumuşaklık:
Bu erdem düzensiz bir ortamda zihnini işe vermeyi
sürdürebilmek için gereklidir. Wyszynski, "ister
tabiat üstü bir eylemle, ister bilim dünyasıyla,
ister sıradan bir günlük işle uğraşalım, sessizlik
ve sükûnet her çeşit işte verimliliğin esas
şartıdır" demektedir.13 Her işveren
üretmekten çok konuşmaya vakit ayıran ve düşünceden çok gürültü üreten işçileri/çalışanları bilir. Hem
kendimiz hem işverenlmiz için gerçekten iyi
çalışmak "lüzumsuz heyecanlan süzgeçten geçirmeyi"
ve zihnî yetenekleri kontrol etmeyi gerektirir.
6. Vıcdanlılık:
Bu, işbölümünü mümkün kılan ve işyerini bir
karşılıklı yardım-laşma yerine çeviren meziyettir.
Her organizasyonda bazı insanların diğer
bazılarından talimat alması gerektiğini anlamalarına
yardımcı olur. itaat edilmesi gereken
otorite yapıları vardır. İşçiler talimatlara uymalıdır.
Wyszynski işçilere bunun otori-te/iktidar-temelli
bir ilişki değil, işte mükelleşmeyi hedefleyen
eğitimsel bir ilişki olduğunu hatırlatır. Vicdanlı
olmak aynı zamanda mütevazı olmaktır ve tevazu
"tartışmaları, uyumsuzluğu, kavgacılığı ve
bölünmeyi"15 ortadan kaldıran bir
tavırdır. Böyle olması, herkesin birbirinin boğazını
sıkar gözüktüğü, abartılı hak talepleri peşinde
koştuğu ve birilerini haklarını ihlâl etmekle
suçladığı modern işgücü ortamında ne hoş bir
değişiklik olurdu.
Wyszynski, bu altı meziyet gelişirse, işgücünü izleyen bir boş
vakit ve refah ortamına kavuşacağımızı, bir ömürlük
mücadele ve koşuşturmadan sonra Tarın'nın varlığının
hazzına varacağımızı ve bu sayede kederimizin hazza
dönüşeceğini söylemektedir.
Bu meziyetler bir zamanlar kültürümüze derin bir şekilde nüfuz
etmiştiyse, şimdi çoktan beridir ortadan kalkmış
görünmektedir. Bu değerleri ancak büyük-büyük
babalarımızın günlüklerini veya ABD'nin New-Deal
(Yeni Hamle) öncesi ilgili edebiyatını okuyunca
görebilmekteyiz. Fakat, bu meziyetleri çoğu iş
arkadaşımızda veya her gün haberlerde karşımıza
çıkan işyeri çatışmalarında göremiyoruz. Bu
meziyetler canlı, kaçınılmaz olarak çatışma getiren
devlet müdahalelerinden özgür bir piyasa ekonomisi
tarafından beslendi. Bu öyle bir sistemdi ki,
kişisel sorumluluk gerektirirdi, meziyeti
ödüllendirirdi ve başkalanndan çalma kötü arzusunu
budardı.
Mamafih, bu sistemin geçip gitmesi çalışmanın her alanında mevcut
moral yükümlülükleri kabul etmemeye ve onlara itaat
etmemeye mazeret teşkil etmez. Erdemli çalışma
özgürlüğün sosyal ve kültürel temelidir ve
özgürlüğümüzü tekrar kazanacaksak iş ahlâkını
yeniden talep etmeliyiz. Wyszynski'nin dediği gibi
"çalışmacın) sıkıcı bir yumruk ve büzülmüş bir kalp
ile sürdürülemez"16 olması, her zaman
geçerli olan bir gerçekdir. Çünkü, "insanın
çalışmasının sonucu sadece üretilen şeyin
mükemmelleştirilmesi değil, fakat aynı zamanda
çalışanın mükemmelleştirilmesi, sadece işte dış
düzen değil fakat aynı zamanda insanın içindeki
düzen olmalıdır".
Çeviren:
Atilla YAYLA
Kaynak:
Jeffrey TUCKER
|