Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Kapitalist Merhamet, Japon Modeli ve Türk Vakıfları 

İnsanların bir arada yaşamaya başladığı günlerden beri eşitlikçi düşünce var olagelmiş, fakat eşitlik hiçbir zaman gerçek­leşmemiştir. Bundan sonra da gerçekleşmeyecektir.

İnsanların kendi milletlerinin zenginliğinden aldıkları paylar farklıdır. Milletlerin dünya zenginliğinden hisselerine düşen ise daha da farklı bir manzara arzeder. Elimizdeki yeni iktisat kitabından rakamlar alarak fikrimizi tesbit edecek olursak: 

        1984 yılı rakamlarına göre Amerikada fert başına düşen milli gelir 14,900 Amerikan doları iken Hindistan'da 970 dolar idi. Fark 15 misli Amerikadaki gelir dağılışına bakalım": Yıllık geliri 5000 doların altındaki ailelerin nisbeti % 6 - 10,000 doların altındakiler ise % 16,6. 10.000 dolar o tarihlerde tesbit edilen fakirlik çizgisidir. Demek ki, her 6 Amerikan ailesinden biri fakirlik, her 17 aileden biri de sefalet çizgisinin altındadır. Bu nisbetler sanayileşmemiş milletlerde daha da dramatiktir. 

Eskiden de biliyorduk ama bugün iyice görülmüştür ki, milletlerin zenginliği kaynakların kullanılmasına ve doğru tahsisine bağlıdır. Kaynakların kullanılmasında ve tahsisinde kar motifinin ve 19. asırdaki felsefesinin ve tatbikatının sosyalizmden ve her türlü devlet müdahalecili­ğinden daha verimli ve üstün Olduğu bugün ga­liba çok daha geniş çevrelerce anlaşılmıştır.  

Zenginliğin paylaşılmasına gelince: Amerikada 1982 yılında milli gelirin % 4.7'sini alttaki % 20'lik dilim, % 42.7'sini ise üstte­ki % 20'lik dilim alıyordu. En üstteki % 5'lik zen­ginlere düşen pay ise % 16 idi.


           Gelir dağılışındaki bu eşitsizlik sanayi­leşmiş ülkelerde hemen aynı modeli takip eder. İngiltere ve İsveç gibi uzun sosyalizasyon denemesi geçirmiş olanlarda % 20'lik üst dilimler biraz daha düşük payalırlar. İngiltere’de % 40, İsveç'te 010 37 gibi. Ama bu nisbet Brezilyada o/o 65'e yükselir. Servetler arasındaki farklılık ise çok daha keskindir. Amerikada toplam servetin % 801i, % 20'lik üst dilimdedir. İngiltere’de bu nisbet % 90'ı bulur. Her iki ülkede de nüfusun % 40'ına isabet eden servetin payı yok mesabesindedir. 

Gelir ve servet dağılışındaki bu manzara yakın zamanın rakamları ile tesbit edilmiştir. Esas itibariyle kapitalist ekonominin sonucu­dur. Bir yanda maliyeti düşürmek, emeğin ve sermayenin verimliliğini artırmak suretiyle karı yükseltmek, kardan yeni teşebbüslerin gerek­tirdiği sermaye hissesini ayırmak ve yeni kar­ servet kapıları açmak; öte yandan emeğin pa­zarlık gücünü korumak, hatta artırmak; kabili­yetlere fırsat eşitliği sağlayan eğitim ve sağlık teknolojilerini de geliştirmek gayretlerinin ortak sonucudur. Kısaca, kapitalizmin içinde oluşan sosyal ve materyal teknolojilerin ortak eseridir. . 

Sosyalizmin sahneye çıkardığı ve ihtilal­lerle yürürlüğe koyduğu sosyal ve materyal tek­nolojileri bütün sonuçlarıyla iflas etmiştir, çök­müştür. Mülkiyet ve miras kurumları kaldırılmıştır. Çünkü eşitsizliğin sebeplerinin ve

kaynaklarının başında bu iki kurum gelmek­teydi. Üretim araçlarına el değiştirilmiştir. Bu altyapı kurumlarındaki devrim üstyapı kurum­larına da aktarılmıştır. ya­ratma çabaları yetmiş yıl kesiksiz sürmüştür. Sonuç? Gördük.

Kapitalist ekonomi ve siyasi demokrasi ile idare edilen ülkelerde modern devlet, sos­yal devlet, refah devleti gibi kavramlarla orta­ya dökülen yaklaşımlar ve tatbikat da, esas itibariyle eşitsizlikleri -ve elbette gelir dağı­!ışındaki adaletsizliği gidermeyi hedeflemiştir. Bunlar ta başından beri, gerek Bismarck'ın Prusyasında, gerekse de Gladstone'un veya Lloyd Georges'un, yahut (FabianYlerin İngilteresinde sosyalistlere karşı, tedbir olarak, gelişmiştir. Bugün de gelir dağılımının adaletli ol­duğunu kimse iddia etmiyor. 

İktisatçıların Pareto kanunu dedikleri bir tesbit var: Değişik ülkelerin gelir dağılışla­rının üst diliminde tam bir çakışma vardır ve bu benzerlik hangi tedbir alınırsa alınsın değişmiyor. Müterakki gelir vergisi sisteminin bunu değiştireceği yolunda ciddi iddialar var­dır. Bunlar bir devre için şekil olarak doğru ise de mahiyet değişikliğine şüphe ile bakmak gerekir. 

Görülmüştür ve şimdi de görüyoruz ki, bahse konu olan gelir ve servet dağılışının şekli değildir. Bu dağılışı, mesela insanların kabiliyet ölçülerinde olduğu gibi, bir çan eğri­si haline getirmek mümkün değildir. Gelir da­ğılışı eğrisi fakirlik tarafına yatıktır, yani fakir­ler çok, zenginler azdır.

O halde bahse konu olan nedir?www.ekodialog.com

          Bu dağılışın mağdurlarına sahip çıkmak ve onları esirgemektir. Merhamet kelimesini daha yaygın manası olan acımaktan ziyade esirgemek şeklinde alıyorum. 

Kapitalizmin merhameti önce, her mer­hamette olduğu gibi, dindarların, zenginlerin ve özellikle dindar zenginlerin hayırsever insaniyetperver şeklinde tecelli etmiştir. Amerika gibi her dinden ve her mezhepten insanın toplandı­ğı bir ülkede, herkes kendi inancını yayma yarışına girmiş, kiliseler, okullar, hapishaneler, toplantı salonları açıldıkça açılış, kitaplar ve incil basılıp dağıtıldıkça dağıtılmıştır.

19. Asırda ticaretin ve sanayinin baş döndürücü zenginliği ile kuduran dünya nimetlerine düşkünlüğün ve nefsaniyetin tırmanışı  kapitalist merhametin insaniyetçi, çabalarını yetersiz kılmıştır. 

Burada devletin devreye girdiğini görüyoruz. Almanya Şansölyesi Otto von Bismarck" ilk (Sosyal Sigortalar)'ı kuruyor. İnsanları kazaya, hastalığa ve yaşlılığa karşı sigortalıyor. Bunu İngiltere'de Fabian sosyalistlerinin yürüttüğü gayretler takip ediyor ve 20. asrın başında İngilizler emeklilik ve sağlık sigorta kanunlarını çıkarıyorlar. 

Amerika'da kapitalist merhameti devletleştiren Franklin D. Roosevelt olmuştur. Üni­versitelerin (kampuslerında oluşturulan "New Deal" programı ile iktisatta Keynes'ci doktrinin icapları yerine getirilirken sosyal siyasetin nere­deyse bütün yükünü devlet yüklenmiştir. Eğitimde, Sağlıkta ve Sosyal Yardımlarda dağınık işleri toparlamak üzere kurulan (1953) (Depat­ment of Education, Health and  Welfare = Eğitim, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı), 1970'lerde yılda 160 milyar dolar harcayan dev bir kuruluş haline gelmişti. 

Kapitalist merhametin devletleşmişi), aynen bizim KİT'ler gibi hantallaşmaya ve verimsizleşmeye yüz tutmuştur. Bunların özel sektördeki yardım teşkilatları (welfare organisation)'nın ve insaniyetçi vakıfların önce dengelenmesi ve sonra zaman içinde tasfiyesi gerekecektir. www.ekodialog.com

                      Batının, yani kapitalist dünyanın, sosyal siyasetteki tıkanmasının başlıca sebebi harcamaların büyümesi ve kaynakların küçülmesi­dir. Tabii bu bağlantıda milli gelirden devlet harcamalarına ayrılan payın önemli yeri vardır. Biz buradan başlayarak, sosyalist devlet haline geldiği söylenen ve yaptıkları çok övülen İsveç ile İngiltereyi Japonya ile mukayeseli olarak ele alacağız.

 Yurtiçi hasılaya göre devletin nihai tüketim harcamaları

ülke                    1970              1980          1989

japonya                7.4                9.8             9.3
İngiltere               17.5              21.2           19.4

İsveç                   21.6              29.0           26.2
 

Burada açıkça görülüyor ki, Japonyada devlet küçüktür. 

Yurtiçi hasılaya göre sosyal güvenlik harcamaları

ÜLKE                  1970                  1980             1989

Japonya                5.3                   10.8              14.0
İngiltere              13.7                  17.3              20.5
İsveç                   18.6                  31.9              35.2
 

Burada da, hem harcama nisbetlerinde ve hem de artışlarda Japonya'nın ötekilere göre daha düşük seviyede olduğu görülmektedir.

Japonya'da işçi hareketleri hiçbir zaman Avrupadaki güce ulaşmamıştır. Bir defa firma­lar kendi işçilerine sahip çıkmışlar, onları iş güvenliği bakımından tatmin etmişlerdir.

Japonyada iki türlü işçi vardır: Bunlar­dan birincisi asıl işlerde çalışan daimi işçiler­dir ve işlerinde ömür boyu kalırlar. Ötekiler tali işlerde çalışan geçici işçilerdir. Bunlardan birincilerin sendikaları vardır. Ama bu sendika­lar işkolu veya firma seviyesinde sendikalar­dır. Kamu kesiminde çalışan işçilerle büyük firmalarda ve asıl işlerde çalışan işçilerin sen­dikalı olanları fazladır ve bunların toplam Ülke işçilerine nisbeti şimdi % 27'ler civarındadır. 

Japonya’da emeğe destek veren siyası partiler de zayıftır. Liberal Demokrat Parti hep iktidarda olmuştur. Muhalefetteki sosyalist partilerin oyları toplamı % 30'lar civarında dolaşmaktadır. LDP bir defa, 1976'da % 41'e dÜş­fi1ÜŞ, sonra toparlamıştır.

Liberal Demokrat Parti'nin de, işçilerin de, patronların da Avrupa’nın refah devleti de­diği sisteme pek sempatisi yoktur. 

Japon ekonomisinin ana karakterinde şu üç çizgi tutturulmuştur ve devam etmekte­dir: 1) Düşük vergilendirme, 2) Düşük faiz, 3) Yüksek tasarruf ve sermaye teşkili. Buna bir , de istikrar iradesini eklemek gerek. İşçisinde de, işvereninde de, bürokratıyla ve siyasetçi­siyle, devletinde de uzun vadeli ve sürekli fay­da anlayışında buluşma görülmektedir. Onun için işçi tedirgin değildir ve gelişigÜzel ücret talebinde de bulunmaz. Herkes de hesabını buna göre yapar.

            Sosyal siyaset veya sosyal yardım politi­kalarında devletin yeri elbette vardır, fakat esas zemin fert, aile ve cemaat dayanışn1asıdır. Bir zamanlar -1970'li yıllarda- Avrupaya ben­zemek hevesiyle zorlanan devlet elindeki sos­yal yardım teşkilatından sağlanan faydalar da, devlet sosyal yardım sisteminin rolü de şimdi azaltılmıştır. www.ekodialog.com

İhtiyarlık sigortası biraz daha farklıdır. Bu konu 65 yaşın üzerindeki nüfus nisbetiyle yakından ilgilidir. Japonya'da, İngiltere'de ve İsveç'te 65 yaşın Üstündekilerin 1993 yılındaki nisbetleriyle, 2010 ve 2030 yıllarında bekle­nenler aşağıda gösterilmiştir: 

ÜLKE                  1993            2010            2030

Japonya              13.4            18.6             20.0
İngiltere             15.8             14.6             19.2
İsveç                  17.16           17.5             21.7
 

Burada 2010 yılına ait tahminlerden İngiltere ve İsveç ile ilgili olanların daha şimdi­den aşıldığı görülmektedir. Rakamlar ayrı kay­naklardan derlendiği için tahmin hatası da olabilir. Her ne ise, görülüyor ki, Avrupa gibi Japonya da, daha yavaş olmakla beraber, ihti­yarlamaya yüz tutmuştur. Bu ülkelerin nüfus artışlarında da dikkate değer düşüşler görül­mektedir. Son rakamlara göre Japonyada yıllık nüfus artışı binde üç, İngilterede eksi binde üç ve İsveçte binde altıdır.

Sosyal güvenlik mi dersiniz, sosyal dev­let veya refah devleti mi dersiniz, ne ise, yirmibirinci asra darboğazIa girecektir.

Bizim gibi Avrupa taklitçisi ülkelerde durum biraz daha değişiktir. Bizde 65 yaşın üzerindeki nüfus 1993 yılında % 4.3'Ü göster­mektedir. Her ne kadar kötü idare yüzünden bazı alarm zilleri çalmakta ise de, becerikli hü­kümetler olursa bu geçitten geçilir. 

Bizim meselemiz gençliğimizdedir. On beş yaşın altındaki nüfus japonyada % 16.8, İngilterede % 19.3, İsveçte % 18.8 iken bizde % 33.7'dir. Bu durumda münhasıran ve ağırlık­lı olarak eğitim meseleıııiz vardır.

Devletimizin Başkanı siyaset meydanla­rının otuz yılda kazandırdığı alışkanlıkla, her çıkışında "aş lazım, iş lazım" diyor. Halinden ve lafın gidişatından anlıyorsunuz ki, bu bir vaad­dir, bir taahhüttür ve devlet adına yapılmıştır.

        Okul lazım, hastahane lazım. Kim yapacak, kim işletecek? Devlet.

        Askerlerin birkaç defa başında bekleyip yazdırdıkları Anayasamızda sosyal siyasetin bütün sorumluluğu devlete yüklenmiştir. ikin­ci maddeye göre sosyal devletiz. Beşinci mad­deye göre "devletin temel amaç ve görevleri" arasında "kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağ­daşmayacak şekilde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak" ve' "kişile­rin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak" var. 

           Biz Türkler refah ve saadetimizi devletimizin bekasında görürüz.www.ekodialog.com

           Devletlerimiz de, Bilge Kağan'lardan beri açı doyurmak, çıplağı giydirmek, azı çok etmek gayreti içinde olmuşlardır. 

Ne var ki, bu temel amaç ve görevlerin yürümesi ciddi metod değişikliği gerektirmek­tedir. Refah devleti, sosyal devlet, modern devlet diye tarif ettiğimiz yapının modası geç­miştir veya geçmek üzeredir. Japon misalinde görüldüğü gibi, refah devleti değil, refah top­lumu arayışı öne geçmiştir.

Eğitimin, sağlığın, konut edindirmenin, bölgeleri kalkındırn1aaın, aile gelirlerini destek­lemenin ve benzeri tedbirlerin masrafa ve bü­rokrasiye boğulduğu, gevşediği, hantallaştığı görülmüştür. Şimdi kar gözetmeyen (non­protiü, resmi olmayan (non-governmental), gö­nüllü (voluntary) teşebbüsler rağbettedir. Batı­nın bu yönde gelişmelere yöneldiği görülüyor. 

İşte tam bu zamanda Türk vakıflarını ele almak, geçmişiyle ve geleceğiyle yeniden değerlendirmek adeta (emr-i zaruri) haline gelmiştir. Bunun için pek çok işaret ve pekçok gerekçe vardır. Barut mesabesinde olanı da şu devlet harcamalarının düştüğü zavallı durum­dur. Devletimiz milletten topladığı vergileri ; maaşlara ve borçlara yatırır duruma düşmüş­tür. Sosyal devlet olsa ne yazar, refah devleti olsa ne değişir?

Zengin Türk beyleri toy tertipler, serve­tini yağmaya verirdi. İslamiyetle teşerrüften sonra vakıflar devreye girdi. Müslüman Türk­ler dertlere şifa bulmayı ücrete bağlamadı. Him edinmeyi, ilim yaymayı ücrete bağlamadı. Bu işleri hep vakıflar gördü. Açın, susuzun, yolda kalmışın, çaresizin, mahrumun imdadına daima vakıflar yetişti. 

Cihan devletlerinin, Selçuklunun ve Os­manlının amme hizmetini, sosyal yardım hiz- . metini vakıflar görmüştür. Bu topraklarda Nizamiye medreselerinden bu yana nerde eğitim varsa hepsi vakıftır. Nerde Darüşşifa, Bimarha­ne, Kervansaray, külliye, han, hamam varsa hepsi vakıftır. 18. asırda devlet varidatının üçte birine yakını vakıflardan gelmektedir. 

Vakıf kültürümüzün şu özelliklerini bir kerre daha hatırlatmak' yerinde olacaktır: Va­kıfta hasbilik esastır. Vakfedenin bu işten hiç­bir menfaat beklemesi bahse konu değildir. MÜslümanlar kitaplarındaki emre uyarak yara­danıarına (arz-ı hasen)'de bulunurlar. 

 Vakıf vakfedenin mülkiyetinden çıkar, başka hiç kimsenin mülkiyetine girmez. Miras yoluyla kimseye intikal etmez. Vakıfta hayra­tın devam etmesine ebediyen yetecek akar tahsis olunur. 

Cumhuriyetin hızlı inkılapçıları bu işleri devlet görür, vakıf da neymiş havası içinde ecdat;

emanetini tarümar etmişlerdir. Şimdi taklitçilik yolunda sürüklendiğimiz şu badireden kurtul­mak için vakıflardan, dolayısıyla ecdadımızın mübarek ruhlarından istimdat eylemeliyiz.

Tövbe-istiğfar da kime nasib olmuşsa Cenab-ı Hak gafur ve rahimdir. Amenna. 

Kaynak: Prof. Dr. Şaban Karataş

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005