Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türkiye'de Kayıtdışı Ekonomi -Paradaki Sıfırların Artması- Rant Arama ve Enflasyon Vergisi Yönünden Yeniden Yapılanma 

Prof.  Dr. Osman Altuğ 

Gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülke­ler arasındaki en önemli fark sermaye bolluğu­dur. Gelişmiş ülkelerde sermaye çok, geliş­mekte olanlarda ya çok az ya da yoktur, yani sermaye ihtiyacı çoktur. Gelişmiş ülkeler bol sermayelerini ya yüksek faizle ya da kar payla­rı karşılığında gelişmekte olanlara döviz ve mal bazında satarlar, satış kredilidir. Gelişmiş ülke­lerdeki durgunluk dönemlerinde gelişmekte olan ülkelere sermaye çıkışı artar, varsıl ülkele­rin yoksul ülkelerdeki alacağı arttıkça buralar­daki riski artar. En güzel risk kontrol edilebilen risklerdir. "Alacaklı daima haklıdır" kuralının çalışması, borçlu ülkelerin ihraç mallarının fi­yatlarının kontrol altına alınması ile sağlanır. Kontrol, bu ülkelerin vadesi gelen dış borçları­nı ödemede sıkıntıya düşmeleri halinde IMF'den özel çekme hakkı verilmesi sonucu alacaklının değiştirilmesi (artık o ülkenin alacaklısı IMF'dir) ve bu şekilde IMF'ye borçlu olan ülkelerin devalüasyon yapmak için IMF'den izin almalan ile sağlanmaktadır. 

Alacaklının en büyük gücü alacağı ve borçlu ülkenin yeniden borçlanma (borcu borçla ödeme) umududur. IMF hem para, hem de umut satmağa başlar, finansmanın altın ku ralı varlığı olan borçlunun umudunu muhafaza etmesini sağlamaktır, bu da borçlunun duacısı alacaklısı'dır, şeklinde gerçekleştirilir. 

1950'li yıllarda başlatılan açık bütçe po­litikaları sonucu Türkiye'de de ülkeyi en çok borç yükü altına sokanların en büyük devlet adamı olarak kabul edildiği ve dış borçların sü­ratle arttığı bir gerçektir. Borcu seven gerçek kazanç üzerinden vergi almayı sevmeyen geç­mişimizdeki büyük devlet adamlarının İSTİK­BALE (yani bugüne) ÇEKTİĞİ POLİÇELERİN şimdi vadesi gelmiştir. Bugünkü nesiller, ken­dilerinin alıp tüketmediği prodüktif alanlarda kullanılmayan devlet borçlarını da ödemekle yükümlüdür. 

Böylelikle, IMF borç sever eski devlet yöneticilerimiz eliyle Türkiye'nin yarınlannı da alacaklı ülkelerin ipoteğine bırakmıştır. En gü­zel borç ödenmiş borçtur. Miras Hukukunda reddi miras imkanı olmasına karşılık Kamu Hu­kukunda devletin sürekliliği ilkesi doğrultusun­da reddi miras imkanı yoktur. Borç nasıl öde­nir? Çok üretip az tüketerek. IMF ne yapar? Borç verir, borcun tüketimde kullanılması ne­deniyle üretmeden artar, tüketim sonucu borç­lar faizle de katlanarak sürekli artar ve ülkede devletin egemenlik haklarının "IMF'ye sorula­rak kullanılması" gerçeği karşımıza çıkar. 

IMF alacaklı ülkelerin borçlu ülkelere karşı ortaklaşa yaptınm uygulamalarına imkan veren bir müessesedir. Alacaklı ülkelerin borç­lu ülkelere yönelttiği en güçlü silah olarak de­ğerlendirilebilir. Bir verip iki borçlandırmak, sonra da borcun nasıl ödenebileceği konusun­da akıl vermek "boynu eğri borçlunun şakşak­çısı alacaklısıdır" şeklinde özetlenebilir. Hele ülkenin milli para biriminin satınalma gücünün azalması ve milli paranın yerine Dolar ya da Mark kullanılmaya başlamışsa, artık IMF'leştir-me sürecine / güdümüne iyice girilmiş demek­tir. 

Her yıl yapılan G-7 diye bilinen Gelişmiş Ülkeler zirvesinde temel gündem maddelerin­den biri mutlaka Dünya Bankası ve IMF dir. IMF daha geniş kaynaklara ihtiyaç duy­maktadır. Meksika, Güneydoğu Asya ve Rusya krizi ile IMF tek başına başa çıkamamış ABD, Japonya ve AB'den mali destek almak zorunda kalmıştır. Dünya Bankası da IMF gibi imtiyazlı faiz hadleri uygulamak durumunda. Gelişmek­te olan kimi öteki ülkeler gibi Türkiye'de de, borçlar arttıkça faiz, faiz arttıkça enflasyon, enflasyon arttıkça paradaki sıfırlar, artmakta. Paradaki sıfırlar arttıkça gelir dağılımı bozul­makta. 

12 Eylül ekonomisinin mimarı Sayın Turgut ÖZAL: "Yüksek Faiz Politikasını izleye­ceğiz. Bu yolla Tasarrufları arttıracağız" diyor­du. Yüksek faiz politikasıyla tasarrufların arttı-nlabileceğini umuyor ve "Mevduata yüksek fa­iz vererek ülkedeki gelir dağılımını değiştire­ceğiz" diyordu. Oysa kuramsal olarak, tasarruf­lar faizin değil, gelirin bir fonksiyonudur. Kısa dönemde tasarrufları arttırmak için yüksek fa­izden yararlanılabilir, ama uzun dönemde yük­sek faiz politikası ekonomiye zarar verir. Tür­kiye ölçüsüz bir biçimde yüksek faizle borç­lanmış idari kararlarla faiz oranlarını şoklama yöntemlerle yükseltmiştir. Türkiye, 12 Eylül yönetiminin (Özal dahil) bu hatalarının bedeli­ni ödemektedir. Herkesi ve herkesimi vergi mükellefi yapmadıkları için kamu finansmanı­nı seçmen yapmadığından "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" kuralı kamu finansmanını borç vererek sağlayan iç ve dış borç vericiler için geçerlik kazanmış ve adeta "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Borç Vericilerindir" şekline dö­nüşmüştür. Çünkü hem kamu kesiminin hem de siyasetin finansmanı seçmenden ziyade borç vericilerce gerçekleştirilmiş ve ekonomi finans kesiminin buynığu altına sokulmuştur.

Türkiye'de paradaki sıfırlann artması uygulanan Yüksek Faizle Borçlanma Politikası sonucu 1980 sonrasında hızlanmıştır. 1927-1981 yılları arasında en büyük küpürlü bank­not 1.000.- TL iken, Kasım 1981'de 5.000.-TL'lık, Ekim 1982'de ise 10.000.- TL'lık bank­not tedavüle çıkarılmıştır. 

1988 yılı Mayıs ayında 20.000- TL'lık, 1989 yılı Mayıs ayında 50.000.- TL'lık, 1991 yılı Kasım ayında 100.000.- Tl'lık, 1992 yılı Ekim ayında 250.000.- TL'lık, 1993 yılı Mart ayında 500.000.- TL'lık, 1995 yılı Ocak ayında 1.000.000.- TL'lık ve son olarak da 1997 yılı Ocak ayında 5.000.000.- TL'lık kağıt paralar te­davüle çıkarılmıştır. 

Nakit para ile ödeme sistemi kayıtdışı ekonominin can damarıdır. Nakitle ödemede ne mal hareketi ne de para hareketi belgeye (fatura) bağlanmaz. Mal ve hizmet hareketi devletten gizlenerek devletin vergisi gaspedi-iir. Çünkü Türk Vergi Sistemi topaldır, ya alıcı vergi mükellefi değildir ya satıcı, ya da çoğu zaman rastlandığı gibi hem alıcı hem de satıcı vergi mükellefi değildir. 1980-1998 döneminde Hamiline Yazılı Ekonomiden Nama Yazılı Eko­nomiye geçiş için gerekli "Herkesi ve Herkesi­mi Vergi Mükellefi Yaparak", "Herkese Masra­fını Vergi Matrahından İndirim Hakkı Vererek" alıcı için faturayı ekonomik yönden cazip hale getirerek " Mükellefi Mükellefle Kontrol Siste­mi" ne geçmek böylelikle kamu finansmanını Kamu Gelirleriyle (daha çok Gelir ve Kurumlar Vergisi) karşılamak yerine, bir yandan parada­ki sıfırları arttırarak öte yandan iç ve dış borç alarak gerçekleştirilmiştir. (Cebimizdeki para­da TCMB'nın ibrazında ödenmesi gereken borç senedidir.) 

24 Ocak 1980'de 1 $ = 70.- TL'na yüksel­tildiğinde 1.000.000.- TL ile (4) ton et alınabilir­ken, bu gün 1.000.000.- TL ile ancak 400 gram et alınabilmektedir. 

1980 yılında Türkiye'nin yıllık ihracat tutan 2,5 milyar $ iken, 1997 yılındaki ihracatı­mız 26 milyar $'a ulaşmış, 1998 yılında ise 29 milyar $ ihracat hedeflenmiştir. 1980 yılından bu güne kadar İhracat 12 kat artmıştır. 1980 yı­lında en büyük küpürlü banknot 1.000.- Tl iken bugün 5.000.000.- TL'sına yükseldiğine göre para değeri 5000 kat düşmüştür. 24 Ocak 1980'de 1 $ = 70.-TL iken, bugün 276.000.-TL'sına çıkmış Türk Lirasının $ karşısındaki de­ğeri 3943 kat düşmüştür. 19801i yıllarda faiz oranlan % 15-20'lerde, enflasyon oranları yine aynı seviyelerde seyrederken bugün faiz oran­lan °/o 120-130'larda, enflasyon %90-100'lerde seyretmektedir. Enflasyonu indiremedikçe enflasyona zam, işsizliği gideremedikçe işsiz­liğe zam, döviz fiyatlarını uygun seviyelerde tutamadıkça döviz fiyatlarına zam, borçları ödeyemedikçe borç faizlerine zam, bu durum­da bırakılan Türkiye yüksek faizle borçlanma­ya devam ettikçe paradaki sıfırlar daha da arta­cak 1999 yılında 10.000.000.- TL'lık banknotun tedavüle çıkması bile yetmeyecek çok sıfırlı yeni banknot ihraçları söz konusu olacaktır.

Türkiye, kamu finansmanını borçlanma yoluyla değil, yeniden oluşturulacak müteşeb­bisi ürkütmeyen, para politikaları ile uyumlu Adil Bir Vergi Sistemi içinde vergi gelirleriyle karşılayacak, işsizliği önleyecek, gelir dağılımı­nı düzeltecek sosyo-ekonomik politikaların uygulanması ihtiyacı içindedir. Türkiye borçla-nn itfası için gerekli bilinen her çareyi (Konso-lidasyon dahil) tartışmak ve çözümlerini bul-mak-uygulamak zorundadır. Fiktif kazancın değil gerçek kazancın vergilendirilmesini sağ­lamak üzere ticari kazançlarda da Enflasyon Muhasebesi Sistemi ivedilikle uygulamaya so­kularak müteşebbisin önünde engel teşkil eden enflasyon unsuru kısmen de olsa ortadan kaldınlmalıdır. Kamu finansmanını daha dü­şük borçlanma (daha küçük faizle) yoluyla sağlamaya geçiş için ivedilikle kayıt dışı eko­nominin kayıt altına alınması zorunludur. Ka­yıt dışı ekonomi bir anlamda, seçmenin enflas­yon vergisi ile vergilendirilmesidir.

"Enflasyon Vergisi nedir? Vergi satınal-ma gücünü azaltıcı bir olgudur. Enflasyon, o da satınalma gücünü düşürür. Halkın satınal-ma gücünün düşürülmesi, ya vasıtasız ya vasi­tali vergi alarak, ya da para basarak (emisyon) küçültülür. Bu güne kadar devleti yönetenler, tüm seçmenleri vergi mükellefi yaparak mü­kellefi mükellefle kontrol sistemine geçmek ve vasıtasız vergi (Gelir Vergisi + Kurumlar Vergi­si) almak yerine, borçlanmayı tercih ederek, kamu finansmanını borç vericilere yaptırmıştır: Sonuçta seçmenin görevi oy vermek, siyasetçi­nin görevi borçlanmak olmuş, en büyük devlet adamı olarak devleti en çok borçlandııanlar, anılmıştır. 

"Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" ilkesi yavaş yavaş yerini "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Borç Vericilerindir" gibi somut bir çeliş­kiye bırakmıştır. Borç vericiler iki grupta top­lanmıştır: 

1- İç Borç Vericiler: Yüksek faiz de, ver-gisizlik de ve Hamiline Yazılı iç borç senetle­rinde ısrarlı olmuşlardır.

2- Dış Borç Vericiler: Yüksek faizin ya­nı sıra, siyasi taviz ve daimi devalüasyonda.ıs-rarlıdırlar. 

Bir yandan kamu finansmanı borç veri-cilerce karşılanırken, öte yandan siyasi partile­rin finansmanının da.bu partilerin üyelerinden ziyade yine borç vericilerce (varsıl kişi ve ke­simler) karşılanması doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa demokrasi, sade­ce seçmenin oy sandığına belli zamanlarda oy atması değildir. Seçmenin demokrasiye sahip­lenmesi, kamunun (demokrasinin) finansma­nına katılması ile mümkün olur. Vergi (para) veren seçmen hesap sorar, siyasetçiler seç­menden vasıtalı (çaktırmadan) vergi alarak seçmenin kendilerinden hesap sormasını en-gelleye engelleye bu güne gelmişlerdir. Ser­best pazar ekonomisi, "Serbest Bırak ve Kont­rol Et" şeklinde algılanırken, siyasetçinin seç­mene mesajı, "Serbest Bıraktım - Merak Etme -Kontrol da Etmem" şeklinde gelişince, enflas­yon vergisizlik nedeniyle giderek artmış alt ge­lir gnıpları yoksullaşırken, üst gelir grupları daha da zenginleşmiş, gelir dağılımında adalet bozulmuş, ülke ekonomisi adeta kayıtdışı eko­nominin kontrolüne girmiştir. 

Kayıtdışı ekonomi; ya hiç belgeye bağ­lanmayarak ya da içeriği gerçeği yansıtmayan belgelerle, gerçekleştirilen ekonomik olayın (alım-saüm) devletten ve işletme ile ilgili öteki kişilerden (ortaklardan, alacaklılardan, kazan­ca katılan işçilerden v.b.) tamamen ya da kıs­men gizlenerek, kayıtlı (resmi) ekonominin dı­şına taşınmasıdır 

Devletten ve/veya öteki kişilerden giz­lenen ekonomik olayın gizlenmesine kimi haklı gerekçeler (haksız vergi, rekabet gücü, istihdam yaratma v.b.) bulunabilir, gerekçesi ne olursa olsun kayıtdışı ekonomi dünyanın hemen her yerinde nedenleri, oluşumu, boyut-lan ve sonuçlan tartışılan kısacası kaçılamayan çoğu ülkelerde ise kolayca alışılan bir gerçek­tir.

Türkiye'de kayıtdışı çalışanların, yakla­şık resmi kayıtlı çalışanlar kadar olduğu tah­min edilmektedir. Türkiye GSMH'mn yaklaşık %50'si oranındaki boyutlan ile Dünya'da Rus­ya ve Polonya'nın ardından kayıtdışımn en yaygın olduğu üçüncü ülke konumundadır. (204.465 X 0,50 - 102.232 Milyar $) 

•  Bu gün dünyadaki kayıtdışı sektörün büyüklüğü 3 trilyon $ olarak tahmin edilmek­tedir. Gelişmiş ülkelerde kayıtdışı ekonomi GSMH'nın % 10-15'i civanndadır.

» Kayıtdışı ekonomi tüm Türk toplumu için siyasal, ekonomik ve ahlaki- moral değer­lerimizi kemiren üç ayaktan birisidir. Diğer iki ayak ise; gelir dağılımındaki adaletsizlik, rüş­vet ve yolsuzluktur.

Devletin görevi ekonomik gerçek ile vergileme düzenini uyumlu hale getirmek, alı­nan vergileri yerinde kullanmaktır. Çalışanla-nn ve çalıştıranlann görevi, devlete vergisini ödeyerek bu uyuma destek vermektir.

• Türkiye Ekonomisi Vadelidir. Vadeli ekonomide vergileri peşin para ile tahsilde ıs­rar etmek kayıt dışını büyütür.

•  Kayıtdışı ekonominin büyümesi sıra­sıyla; vergisizlik, borç, enflasyon, güven bunalımı, anarşi, moral yozlaşması, mafya ve deva­mında rejimin sonunu getirerek sonun başlan­gıcını oluşturur. 

* Yapılan hesaplamalar Türkiye'de dev­letin 1997 yılında kayıtdışı sektör nedeniyle günde 8 trilyon TL vergi kaybına uğradığını or­taya koymaktadır.

*  Kayıtdışı sektörden toplanamayan vergiler, vergisini ödeyen kayıtlı mükellefin sırtına yüklenmekte, böylece kayıtdışı sektörü bilinçsiı olarak teşvik etmekte ve haksız reka­bet daha da körüklenmektedir.

»Türkiye'de sayısı 4,5 milyona ulaşan kaçak işçilerin asgari ücretten sigortalanması durumunda tahmini açığı 535 trilyon TL olan SSK'nınlda 690 trilyon TL'lık ek kazanç elde edeceği hesaplanmıştır.

Kay.tdışı ekonomi vergi sistemi ile ters orantılı olup, haksız rekabettir. 

Politika İzlenen Yol Demektir 

Belirli bir amaca ulaşmak için alınan ön­lemlerin tümüne "politika" denir. Ekonomik yaşamda kapsamlı önlemler almak kudreti ise günümüzde devletin elindedir. Devlet;

 

a)  Doğadan doğruya ekonomik faali­yetlerde buluna-ak,

b)  Üretime, değişime (mübadele) fiyat oluşumuna, para'değerine, milli gelirin dağılı­şına v.s. müdahale etmek suretiyle "ekonomi politikasını" iki yddan uygular. 

Bu müdahafcler, özellikle ekonomik fa­aliyetlerin yasal yapısına (özel mülkiyet, çalış­ma özgürlüğü) ve üretim örgütlenmesine (özel sektör kamu sektöü) yöneltilir. Gelir dağılımı da fiyat kontrolü, vergi ve bütçe yoluyla yine devletçe etkilenir. Devlet, ekonomik yaşama tüm müdahalelerin, "milli gelirin arttırılması ve adil gelir dağılırkı" amacına göre yönlendi­rip "uyumlaştırmak" zorundadır. Birbirleriyle uyumlu olmayan ekonomik önlemlerle başarı­lı bir "ekonomi politikası" uygulanamaz. Ekonomi politikalarını; devletin ekonomik yaşama müdahale etmemesini öngören Ferdiyetçi-Li-beral sistemle, üretim ve bölüşüm işlemlerinin tamamını devletin eline vererek, toplumu bu şekilde yönetmeyi öngören "komünizm" ara­sında sıralamak mümkündür. Ancak her iki uç­taki ekonomik politikaların başarısı;

â) Kayıtlı ekonomik faaliyetler (resmi) ile 

b) Kayıtdışı ekonomik faaliyetler (gayri resmi) arasındaki oranla ölçülebilir, kıyaslana­bilir. 

Bir ülkedeki ekonomik faaliyet hacmi, Kayıtlı ve Kayıtsız Ekonomik Faaliyetlerin top­lamından oluşur. Ekonomi bir bütündüjr.

Bu matematik denklik içerisinde kayıt­dışı ekonomi büyüdükçe, kayıtlı ekonomi kü­çülür, eş deyişle kayıtdışı ekonomi, kayıtlı (res­mi) ekonominin rakibidir. Muhasebe bilimin­de birinci kural "belgesiz kayıt olmaz" kuralı­dır. Kayıtdışı ekonomide, alış/satışla hasıl olan kazanç (kar) faturasız işlem olduğu için resmi kayıtlarda gözükmez, devlete işlem ya da ka­zanç (kar) üzerinden ödenmesi gereken (KDV,Gelir/Kurumlar) vergiler, fo'nlar, harçlar da ödenmez. Devlet bir anlamda işletmelerin (alıcı/satıcı) en büyük ortağıdır, alıcı ile satıcı faturasız işlem yoluyla, üçüncü ortak olan dev­letin vergi alacağını paylaşırlar ve devlete kar­şı başkaldın içine girerler. Devle't, vergi alama­yınca görevlerini borç alarak yerine getirmeye başlar, verginin yerini borçlanma alır. Aşırı borçlanma yüksek faizi, kamu açığını ve enf­lasyonu getirir. Kayıtdışı ekonomi, kayıtlı eko­nomiyi boğmaya başlar. Kayıtdışı ekonomi, büyüdükçe kayıtlı ekonomi küçülür. Kayıtlı ekonominin küçülmesi, bir yandan haksız re­kabetin artmasını devlet-siyaset-mafya; siya-set-tarikat-ticaret üçgenlerinin genişlemesini rant arama faaliyetlerinin (yolsuzlukların) art­masını eş deyişle Ekonomik Kalkmma-Ekono-mik Yozlaşma, anlayışını, tüketiciyi koruma kanunlarının işlemesinin engellenmesini yasa­ma, yargı ve yürütme organlarının işleyişinde-ki tıkanmalan, getirir. Öte yandan kayıtlı eko­nominin küçülmesi vergisizlik demektir. Vergisizlik borçlanmayı, borçlanma faizi, faiz enf­lasyonu, enflasyon paradaki sıfırların artması­nı, sıfırların artması yeni rejim arayışlarını do­ğurur. 

Büyük küpürlü banknotlar, kayıtdışı ekonominin ve rant arama faaliyetlerinin en önemli aracıdır. Nakitle ödeme kolaylaştıkça, kayıtdışı ekonomi artar. Türkiye'de tedavüle çıkarılan büyük küpürlü banknotlar kayıtdışı ekonominin candamarıdır. Ödemelerin nakit yerine bankacılık sisteminin araçları (kredi kartı, çek, banka kartı, EFT vb.) ile yapılması kayıtdışı ekonominin kayıt altına alınması için şarttır. Bu ise, büyük küpürlü banknotlarla na­kit ödeme kolaylığından vazgeçerek, küçük küpürlü banknotlarla ödeme halinde ortaya çı­kacak zorluk karşısında milleti kredi kartı vb. ödeme araçlarına yöneltmek ile gerçekleşir. Gelişmiş ülkelerde nakit, yerini çek, kredi kar­tı, EFT ve benzeri ödeme araçlanna bırakmış ve kayıtdışı ekonomi bu yolla büyük ölçüde kayıt altına alınmıştır. O halde paradan üç ve­ya dört sıfır atmak yerine, kademeli olarak (5) milyonluk, (1) milyonluk, 500 binlik ve 250 binlik banknotları tedavülden kaldırmak gere­kir. Çünkü insanlar, ödemelerin nakitle yapıl­ması kolaylaştıkça, banka ödeme araçlarını kullanmazlar. 

Kayıtdışı ekonomi ile mücadelede, iki temel araç vardır: 

a)  Ekonomiyi hamiline yazılılıktan kur­tarmak;

b)  Ödemelerin nakit yerine banka öde­me araçları ile yapılmasını sağlamak.

Ekonomik faaliyeti nema yazılı belgele­re dayandırmak, belge düzeni kurmak üzere Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 241 ve 257. maddeleriyle Maliye Bakanlığı (MB)'na yetki verilmiştir. (Ekonomiyi hamiline yazılılıktan kurtarma görevi MB'nindir.)

Ödemeleri nakit yerine banka ödeme araçları ile gerçekleştirmenin yolu ise büyük küpürlü para basmamak, basılanları ise teda­vülden çekmektir. (Tedavülden çekme görevi ise T.C. Merkez Bankası'nmdır.) 

Rant Arama Faaliyetleri 

Klasik iktisatta Rant Kavramı, toprakta özel mülkiyete ve bunu yol açtığı tekelciliğe (monopole) bağlanmakta ve bu tekelcilik haklannın elde tutulması sonucu elde edilen gelir Rant olarak ifade edilmektedir. 

Neo Klasik İktisatta ise, rant kavramının yerini 'rant arama "kavramı almıştır. Rant ara­ma kavramı "mülkiyet ilişkisinden bağımsız olarak haklı ya da haksız bir ekonomik trans­fer edinme" olarak nitelendirilmektedir. Rant arama faaliyetleri, zaman ve para yatırımlarını (rüşvet) ve bu rantları elde etmek için yapılan çeşitli çabalan (lobicilik vb.) içermektedir. Rant edinme iki ana bölümde ele alınabilir:

1.  Doğal Rantlar: Serbest Piyasa kural-lanna uygun olarak arz ve talep fonksi­yonundaki değişimlerden elde edilen rantlardır. Rekabetçi bir piyasa ortamın­da "kar" ya da "rant" ekonomik yaşan­tının normal bir sonucudur. 

2.  Yapay Rantlar: Rekabetçi bir piyasa anlayışına uymazlar. Hükümet kısıtla­maları, kontrolleri ve politik müdahale­leri sonucunda oluşur. Yapay rantlar yok edilmedikçe yapay rantları elde et­mek için çeşitli girişimlerde bulunularak (lobicilik, rüşvet, bürokratlarla, siyaset­çilerle, organizatörlerle, bağlantı kurma v.b.) reel kaynaklar bu yolda harcanır. Yapay rant arama faaliyetleri ile devlet ve kamu sektörünün genel ekonomi içindeki payı arasında doğrusal ilişki vardır. Devletçe sağlanan "serbestiler", "kotalar", "izinler", "yetkiler", "onay­lar", "imtiyazlar" "emsaline göre düşük ya da yüksek bedelli ihaleler, özelleştir­medeki kayırmalar" kamu bankaların­ca verilen düşük faizli ya da geri dönüş­süz krediler, yapay rantların en belirgin örnekleridir. Rant arama faaliyetleri hem piyasada hem de politik süreçte oluşur. Serbest Piyasa sürecinde gerçek­leşen rantlar doğal yollardan (arz ve ta­lep kanununa uygun) oluşurken politik süreçte yapay düzenlemelerle yaratıl­maktadır. Rant arama faaliyetleri; Mono­pol, Tarife, Kota, Lisans, Teşvik arama ve bulma, Tarımsal teşvik ve destek fiyat arama-bulma şeklinde ( ehemmini mü-himmine tercih olarak) sıralanabilir. 

Devlet müdahalesi sonucu yaratılan rantlar üzerinde, bu rantları elde etmek isteyen kişilerin rekabetini konu alan rant arama faali­yetlerinin GSMH içindeki payını hesaplamak üzere bir model geliştiren, ithalat rejimlerinde miktar kısıtlamaları sonucu ithal lisanslannın dağılımıyla gerçekleşen rantlar üzerine geliştir­diği bu modeli, Türkiye ve Hindistan üzerine uygulayan A. Kruger, Hindistan'da 1964 yılı için rant arama faaliyetinin GSMH'nm % 7.5'ini " içerdiğini, Türkiye'de bu oranın 1968'de % 15 olduğunu iddia etmiştir. A. Kruger (The Politi-cal Economy of The Rent Seeking Society, American Economic Review Vol 64, 1974) 

1989 yılında Katz ve Rosenberg'in birlik­te yaptığı bir çalışmada, devlet bütçesi uygula­ma sonuçlarından kaynaklanan rantlann ölçül­mesi amaçlanmıştır. 1970-1985 yılları arasında başlıca 20 ülkede rant aramanın toplumsal ma­liyeti, toplam bütçe harcamalarının ve GSMH'nın bir yüzdesi olarak hesaplanmasına çalışılmıştır. Çalışma sonucunda bütçeye ilişkin rant arama değerleri Fransa'da 1.28, İsviçre'de 2.10, Türkiye'de 7.70 ve Mısır'da 10.19 olarak belirlenmiştir. Bu ülkelerde rant arama faaliye­tinin GSMH içindeki payları ise sırasıyla, % 1.51, % 0.19, % 1.78 ve % 5.19 olarak hesaplan­mıştır. E. KatzJ. Rosenberg, (Rent Seeking for Budgetary Allaocation: Preliminary Results for 20 Countries, Public Choice, Vol.60,No.2, 1989) 

Rant Arama Faaliyetlerinin   Gerçekleşmesi

Amacıyla   Ülkemizde Katlanılan   Toplumsal Maliyet: Kruger'e göre  GSMH'nın % 15'i Katz + Rosenberg'e göre GSMH'nın % 7.70 dır.

Türkiye'nin 1998 yılı GSMH'sı: 204.465 milyar $ olduğuna göre; (bu günde geçerli ol­dukları varsayımına dayanarak) Krugeryaklaşımına göre 204.465 x % 15 - 30.670 milyar $ 

(İthal lisanslarının devletçe dağılımın­dan ilke olarak vazgeçildiğinden Kruger yakla­şımı bir ölçüde geçerliliğini yitirmiştir.)

Katz + Rosenberg yaklaşımına göre 204.465 x % 1.78 - 3.640 milyar $ dır. 

Katz * Rosenbergin Bütçeye ilişkin Rant Arama Değeri: % 7.70 şeklindeki belir­lemesini 1998 yılı Bütçe Giderlerine uy­guladığımızda ise;

14.793 Katrilyon'* % 7.70 = 1.139 Katril­yon TL (4.746 Milyar $ )gibi muazzam bir top­lumsal (rüşvet) maliyet bedeli yüklenildiği or­taya çıkar. 

Büyük küpürlü nakit paralarla (5 mil­yon, 10 milyon v.b.) rüşvetin ödenmesi kolay­dır. Rüşvetin ödenmesini zorlaştırmak için de "Büyük küpürlü" nakit para basmamak gerekir. Küçük küpürlü banknot ile rüşvet al­mak zorunda kalacak olan bürokrat, siyasetçi, organizatör v.b. için küçük küpürlü para ola­rak alman rüşvet bedelinin sayması zor, sakla­ması zor, taşıması zor olur. Küçük küpürlü pa­ra, rüşvet alan kişi (kendisi) açısından caydırı­cı olacağı gibi rüşvet veren (iş sahibi) açısın­dan da caydırıcı olabilir. Genellikle çekle, kre­di kartı ile rüşvet ödenmez. Cebinizdeki nakit para, ibrazında ödenmesi gereken hamiline yazılı TCMB'ca imzalanmış bir borç senedidir. Kamu Yönetimi, Kayıtdışını teşvik ve Rüşvetin ödenmesini kolaylaştırmak istiyorsa, büyük küpürlü (10 milyon, hatta 50 milyon) bank­not basar, gerçekten Kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına alarak Rüşveti önlemek istiyor ise; 

1) Herkesive herkesimi vergi mükellefi yaparak,

2)  Herkese her çeşit masrafını vergi matrahından indirme hakkı tanıyarak,

3)   Ekonomiyi   hamiline   yazıldıktan nama yazılı hale getirerek,

Demokrasinin ve akılcı devlet an­layışının gereği Mükellefi Mükellefle Kontrol Sistemi'ne geçer.

Devletin iç ve dış borçlarının toplamı 1997 sonu itibariyle GSYÎH'nın % 58'ine eşittir.

*  Türkiye'nin 1997 yılı sonu itibariyle iç borç stoğu 28 milyar S'a, dış borç stoğu 84.5 milyar $'a yaklaşmıştır. îç borçlanmada kısa vadeli borçlann payının artışı hem borçlan­mayı zorlaştırmakta hem de faizlerin yüksel­mesine neden olmaktadır

*  1997 yılında devlet iç borçlanma senetleri için ödenen faiz tutarı, ilk kez toplam iç borç stoğunu geçmiştir. 1998 bütçesinin yak­laşık % 40'ı faiz ödemelerine harcanacaktır. (6 Katrilyon)

*  Hazinenin 1998 yılı için aradığı toplam borç 12 katrilyon TL iken aynı yılın konsolide bütçe açığının 5 katrilyon TL olması iç borç stoğunun ne kadar çarpıcı bir noktaya gel­diğinin göstergesidir.

*  Bütçe disiplinini gözardı eden popülist politikacılar her geçen gün artan doz­da devlet aygıtını kullanarak çeşitli kesimler arasında kaynak aktarımı yapmaktadır. Böy­lece doğan kamu açıklarını para basarak (tedavüldeki nakit banknot tutarı yaklaşık (1) katrilyon) finanse edilmesine olanak veren mekanizmaları değiştirmeye yanaşmamak-tadırlar.

Önemli olan, toplumda ve politikacılar­da yapay rantlar oluşturucu "vergi alma borç al, vergi alma oy al" anlayışının yerini; devletçi devlet, sermayeci devlet anlayışı bitti "akılcı devlet" anlayışını uygula, müteşebbisin önün­deki engelleri kaldır, işsizlere iş bulmalarını sağla gelir dağılımına adalet getir, yapay rant arayışlarına mani ol, açık ol, yapamayacağını vaad etme, vaad ettiklerini yap, adil ol, işsiz-yoksul insanlarını gözyaşına boğma, şeklinde bir anlayışa bırakmasıdır.

Türkiye'de yeniden yapılanma, iktisadi makamda şarkılarla, siyasi makamda türküler­le sazla-sözle değil, ancak akılcı (rasyonel) devlet anlayışının uygulamaya sokulması ile gerçekleştirilebilir. Türkiye, iç borçlanma se­netlerini "hamiline yazılı olarak" ihraç ettikçe eş deyişle kimden ne kadar borç aldığını kime ne kadar faiz (6 Katrilyon) ödediğini bilmedik­çe, kamu personeline resmen ödediği (4 Kat­rilyon) TL'sı, kamu personelinin masraflarını vergi matrahından indirme hakkı vermediği için, kayıtdışı ekonominin tertip, teşvik ve des­teğine dönüştükçe, siyasetin finansmanını da üstlenen enflasyon lobisinin rant arama-rant geliştirme faaliyetlerine devletçe yeşil ışık yakıldığı izlenimi-gerçeğinden, olumsuz sos-yo-ekonomik sonuçlarından ilelebet kur­tulamaz. 

Rüşvetle mücadele o kadar hassas bir konudur ki pek çok politik lider konuyla ilgili çabaları prensipte (teoride) destekleyip pratik­te sorumluluk yüklenmekten kaçınır, büyük küpürlü banknotları tedavüle sokmaya devam eder rüşvet ödenmesini kolaylaştırıcı bir unsur olduğunu gözetmez. Kayıtdışı ekonomik faaliyetlerin büyük küpürlü banknotların tedavülü ile tertip ve teşvik edildiğini görmez. "Kayıtdışı ekonomi, ekonominin lokomoti­fidir" diyerek kayıtdışı ekonominin boyut-lannm arttırılmasını gayrimemnun bir seçmen oluşturmamak için halka ödenen politik bir rüşvet olarak değerlendirmekten kaçınmaz. 

Unutulmamalıdır ki, ekonomik sistem sosyal bir organizasyondur. Bu organizas­yonunun görevi toplumu mutlu etmektir. Bir toplumun mutluluğu ise, o toplumdaki en mutsuz kişinin mutluluğu kadardır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005