Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Kıbrıs'ta Son Durum 

Rauf R. Denktaş 

Kıbrıs ve KKTC açısından Ulusal Kıbrıs davası hangi noktadadır? Kıbrıs nereye gidi­yor? Türkiye Avrupa Gümrük Birliğine girdiği takdirde TC ile KKTC arasındaki ekonomik ilişkiler ne olacak? Türkiye, Gümrük Birliğine girebilmek için Kıbrıs'ta taviz verdi mi? Bu ve benzeri sorular Ulusal Kıbrıs davasına gönül  bağlamış olan herkesin sorduğu sorulardır. 

Kıbrıs davası hangi noktadadır sorusu­nun tek bir cevabı vardır : Rumlar açısından Kıbrıs'ı bir Rum Cumhuriyetine dönüştürmek için başlatılan mücadele bütün hızı ile devam etmektedir; Kıbrıs Türkleri açısından da bu mücadeleye "dur" demek ve Girit benzeri bir sonucu engellemek için kurulmuş olan KKTC'nin varoluş ve tanınma mücadelesi de­vam etmektedir. Rum tarafı "Kıbrıs Cumhuri-yeti'nin meşru hükümeti" unvanına sahip çık­tığı için ulusal hedefine ulaştığı inancı içinde­dir ve bu inançtan kaynaklanan cesaretten al­dığı güçle korkusuzca silahlanmaktadır; bu sahte unvan altında diğer hükümetlerle ikili anlaşmalar yapmaktadır; Yunanistan'la yaptığı anlaşmalarla Kıbrıs meselesinde kararların bir­likte alınacağı (siyasi entegrasyon), müşterek savunma doktrini tahdında müşterek manevralar, ve Yunanistan'a deniz ve hava üssü verme kararı, Yunanistan'dan beş bin paralı asker celbi ile askeri entegrasyonu gerçekleştirmiş bulunmaktadır. En önemlisi bu sahte isim al-tında "Kıbrıs"ı Avrupa Birliğine üye yapma ça­basını Yunanistan'la birlikte açıkça yürütmekte ve bu konuda Uluslararası desteğe sahip ol­duğu inancı ile hareket etmektedir. KKTC hal­kının bu üyeliğe destek vermesi için yabancı temsilciler Kıbrıs Türk tarafına baskı yapmak­tadırlar. 

KKTC olarak bizim bu konuya yak­laşımımız gayet açıktır : (1) Rum tarafı Kıbrıs adına konuşacak yetkiye sahip değildir. 32 yıllık mücadele Kıbrıs'ın tümü için konuşabi­lecek her iki halkı temsil eden meşru bir hü­kümetin yeniden kurulabilmesi içindir. Bu oluşmadan, sadece taraflardan birinin istemi ile Kıbrıs'a üyelik kapılarını açmanın anlamı yoktur. (2) Böyle bir konunun toplumlararası gündeme gelebilmesi için Kıbrıs meselesinin halledilmiş olması (veya hiç olmazsa tüm kri­terlerde anlaşılmış olması) gerekir. BM Genel Sekreteri'nin de görüşü bu merkezdedir. AB'ne giriş, kurulması öngörülen iki kesimli federasyonun dış politikası ile ilgilidir. Buna ancak iki halk ayrı referandumlarla karar vere­bilir. O zaman henüz gelmemiştir. Saniyen, "Kıbrıs'ın" bir bütün olarak AB'ne girmesine temelde yasal bir engel daha vardır. 1960 An­laşmaları yapılırken böyle bir olasılık görül­müş ve Averof ile Zorlu arasında "her iki ga-rantör'ün üye olmadığı herhangi bir Birliğe Kıbrıs giremez" mutabakatına varılmıştır. Ave­rof bunun nedenini gayet net bir şekilde açıklamış ve "aksi takdirde Kıbrıs, böyle bir Birlikte üye olan Anavatanla Enosis yapmış olur" demiştir. Dolayısı ile, Türkiye de Avrupa Birliği'ne üye olmadıkça Kıbrıs'ın bir bütün olarak Avrupa Birliğine üyeliği düşünülmeme­lidir. Ancak Avrupa bu mülahazalarımızı hiç­bir zaman kaale almamış ve Kıbrıs rum idare­sini "meşru hükümet" addetmek yanılgısı için­de Rumların müracaatını yürütmeğe devam etmiştir. Bu durum son Korfu toplantısında Rumlara daha da ceraset vermiş ve 6 Şubat 1995 tarihinde konunun ele alınışı ve bunun 6 Mart 1995'de Türkiye'nin Avrupa Gümrük Bir­liğine girişine bağlı bir olay addedilmesi ile daha da karmaşık bir hâl almıştır. 

Türk yetkililer (1) Kıbrıs'ın üyeliği ile Türkiye'nin Gümrük Birliğine katılımı arasında bir bağlantı kurulamayacağını; (2) Kıbrıs'ta KKTC'nin varlığına işaretle, müracaatın Gü­neydeki Rum idaresi tarafından yapıldığını; (3) bu müracaat ileri götürüldüğü takdirde KKTC ile TC'nin de birleşmeye gideceklerini vurgulamışlardır. Yapılan beyanatlardan bu açıkça görülmektedir. 

Biz KKTC olarak, "Kıbrıs"la ilgili karar­ların ve işlemlerin sadece Güney'deki idareyi kapsadığını, kuzeydeki KKTC devletini etkile­mediğini ve etkileyemeyeceğini savunmak­tayız. Bunun bir sonucu olarak da konu ile il­gili bazı diplomatlar Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyesi olabilmesi için evvelâ birleşmesi gerek­tiğini savunur hale gelmişlerdir. İçlerinde, İn­giliz Yüksek Komiseri gibi bize tehdit savuran­lar da vardır. İngiliz Yüksek Komiserine göre "Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne girişini Türk tarafı ilâ nihaye veto edemez.. Kıbrıs Avrupa Birli­ği'ne üye olacaktır... Türkler bunu böyle bil­meli ve ona göre hareket etmelidirler." 

İngiliz Yüksek Komiseri büyük bir ya­nılgı içindedir. Kıbrıs'ta Rumlarla Türkler nihai hâl çaresinde anlaşamadıkları sürece Avrupa Birliği'ne girebilecek BİR Kıbrıs, TEK Kıbrıs yoktur. Dolayısı ile Kıbrıs adı altında müracaat eden Rumlar Avrupa Birliği'ne alındıkları tak­dirde Kuzey Kıbrıs bunun dışında kalacaktır. Bu bir veto meselesi değil, 32 yıllık ayrılığın doğal bir sonucudur.

Beklentilerimiz nelerdir? Bunca yıllık mücadeleden aldığımız dersler ışığında Rum-Yunan ikilisinin atmakta oldukları her adıma denk adımları TC ve KKTC olarak atmamız ge­rekmektedir diye düşünmekteyiz. Rum-Yunan ikilisinin birlikte atmakta oldukları adımların hedefi Kıbrıs'ın bir Rum-Elen adası olduğunun tescili ve bu Elen adasını Türkiye'nin işgal etti­ği tezlerini gündemde tutmaktır. Yunanistan'la yapılan ikili anlaşmaların hedefi budur. Diğer ülkelerle yapılan ikili anlaşmalar da bu hedefe yöneliktir. 

Diğer yandan, Rum liderliğinin görü­şüne göre "Kıbrıs"ın Avrupa Birliğine girişi ile garanti anlaşması etkisiz hale gelecektir. Bu nedenle şimdiden "Kıbrıs" ile Yunanistan arasında askeri işbirliği anlaşması yapıp yürür­lüğe koydular. Bunun cevabını aynı şekilde vermeliyiz ki dünya, Kıbrıs'ta ikili savunma anlaşmaları yapacak statüde ikinci bir devletin varlığına tanık olsun ve Rum Yunan ikilisinin imzalamış oldukları savunma anlaşmasının KKTC'nin sınırlarını geçmeyeceği belirlensin. 

Biz KKTC olarak Rum ne yapar, dünya "Kıbrıs" dediği Rum idaresi ile ilgili olarak ne kadar alır konularında rahatız ; Bunlar KKTC' ni ilgilendirmez diyoruz. 

Bu noktada TC ile birlikte çok kararlı bir tavır koymamız gerekmektedir. 

Türkiye, Avrupa Birliğine girdiği takdir­de TC ile KKTC arasındaki ekonomik ilişkileri ne olacak sorusunun cevabını Türkiye Güm­rük Birliğine girmeden vermeli ve bunu Avru­pa Birliğine kabul ettirmelidir düşüncesi kaale alınmalıdır. Çünkü Türkiye Avrupa Birliğine girdiği takdirde Avrupa Birliği'nin yasalarına ve kararlarına tabi olacaktır. Herhalde, bu yasalar ve kararlar Avrupa Birliği'nin tanımadığı

KKTC'ni koruyacak mahiyette  olmayacaktır. 

Bildiğimiz kadarı Türkiye, bu konuda gereken tedbirleri almaktadır. Merak edilecek bir şey yoktur. Bize söylenen şudur. Biz KKTC olarak

6 Mart'ı merak ve endişe ile beklemekteyiz. Bu arada Yunanistan'da 4 emekli devlet adamının ortaya atmış oldukları şu görüş vardır;

"Ne var ki gelişmeler sıkı ya da gevşek bir konfederasyona sürüklenmekte olduğu­muzu gösteriyor. Rum tarafı bunu reddediyor. Fakat bu olmadığı takdirde, Türk Tarafı'nın ya­rattığı ve yaratmaya devam edeceği oldu bitti-den kaynaklanan bugünkü ayrılıkçı statüko sürüp gidecek ve kesinleşecektir. Bu durumda iki ayrı devlet olasılığının incelenmesi gerekir. Gerekli ve mümkün görülen avantajlar ya da bedeller sağlamamız karşılığında iki ayrı dev­let formülünün kabulünü düşünmeliyiz." 

Güney Kıbrıs'ın eski Dışişleri Bakanlarmdan Rolandis ise "birleşmenin yaratacağı tehlikelerden"   bahseden   iki   açıklamasında

"yeniden bir araya gelindiği takdirde, tek bir  öldürme olayı bütün Kıbrıs'ı yeniden kana bo-yayaeaktır" demektedir. 

Kıbrıs'ın gerçekleri bunlardır. Ancak ABD-İngiltere-Genel Sekreterlik bu gerçekleri görmezlikten gelmekte ve medeni şartlar altın­da biraraya getirdikleri Türkler'den ve Rum-lar'dan oluşan grupların birbirleriyle konuşa­bildiklerine bakarak "iki toplum bir arada ya­şayabilir" yargısına varmaktadırlar. Bize göre birarada yaşamanın tehlikelerine ek olarak böyle bir oluşum, anlaşmanın temelini teşkil edecek olan iki kesimliliği ortadan kaldıracak ve Kıbrıs'ı yeniden Rum hegemonyasına terk ettirmiş olacaktır. Bu nedenle sınırları çizilmiş iki komşu egemen halkın oluşturacağı müşte­rek bir tavan altında, iki Federe Devletin iş­birliği esas alınmalıdır diye düşünmekteyim. Kıbrıs Rumları dünyanın kendilerine hibe et­tiği "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin meşru hükümeti unvanından vazgeçmiyeeeklerine göre, dün­yanın Kıbrıs Türklerinden meşru bir şekilde, halk oylaması ile kurmuş oldukları KKTC ol­gusundan ve bunun ifade ettiği hak ve hürri­yetlerden vazgeçmesini beklememelidir. O halde sonuç, BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs'ta bir ara özel temsilciliğini yapmış olan Arjantin­li Büyükelçi Hugo Gobbi'nin akılcı formülü etrafında, er geç, düğümlenmektedir. Bu for­mül, iki egemen devletin işbirliği esaslarına dayanmaktadır. Rumlar "Kıbns Hükümeti" un­vanında direndikleri sürece başka çıkış yolu bulmak zor olacaktır. 

Bu düşünceler, Kıbrıs meselesi nasıl halledilecekse edilsin, o noktaya varış için çıkış yoludur. 32 yıllık mücadele, 28 yıllık gö­rüşme süreci göstermiştir ki iki toplum ara­sındaki güvensizlik uçurumu çok derindir. Güvenin oluşabilmesi için Rum tarafı, güven­sizliği ve kanlı mücadeleyi başlatmasına ne­den olan ilkelerden vazgeçmemekte ısrarlıdır. 1995'de Rum lideri Kleridis 1964-65'lerde Ma-karios'un söylediklerini tekrarlamakta ve EO-KA'nın canlanması için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Biraz daha dikkatli bakarsak Rum tarafı Yunanistan'la yapmış olduğu ikili anlaşmalarla Güney'i bir bakıma Yunanistan'la birleştirmiştir. Avrupa Birliğine giriş bu bir­leşmeye yasal bir çerçeve geçirecektir. Rum basını bunun bilinci içindedir ve bu olayı perdelemek için "Kıbrıs Türkleri ile Ankara ara­sında zaten birleşme olmuştur" demekte ve bunun ispatı olarak da KKTC'ne Türk parası kullanıldığını Türk askeri "işgalinde" olduğu­muzu, Ankara'nın her konuda karar mercii ol­duğunu yazmaktadırlar. Biz Kıbrıs meselesine siyasi açıdan egemen ve eşit halkın bugünkü konumu esasından bakıyoruz. İki eski ortak, iki ayrı bölgede iki ayrı demokratik idarede yaşamaktadır. Aradan 32 yıl geçmiştir. Kıbrıs Türkleri mutlak bir "temizleme operasyonun­dan" ancak Türkiye'nin askeri müdahalesi ile kurtulabilmişlerdir. Rum tarafı Barış Hare­katına kadar Türklere yaptıklarını hatırlamak istememektedir. Kıbrıs meselesinin Türk Barış Harekatı ile başladığını yayarak Kıbrıs'ı Rum­laştırmak mücadelesini sürdürmekte ve Ku-zey'deki mal ve mülküne gelip yerleşmeyi hak bilmektedir. Varılacak bir anlaşmayı ise, mes­ai bir Kıbrıs Devletinin varlığına dayamakta, bu devletin meşru hükümeti olduğu iddia­sından da vazgeçmeyecek federal bir anlaş­manın temelini teşkil eden her ilkeyi reddet­mektedir. Kısacası, Kıbrıs Rum tarafı dünya ta­rafından meşru hükümet olarak tanınmayı, Türklerle yeniden yetki paylaşımı anlamına gelen federal formüle tercih etmektedir. Dün­yanın tanıdığı "Kıbrıs Hükümeti"nin (yani Rum idaresinin) "Meşru Hükümet" olma ihtiyacı yoktur. Çünkü dünya kendisine bu unvanı vermiş bulunmaktadır. Halbuki toplumlararası görüşmelerde elde edilmek istenilen sonuç her iki topluma dayalı meşru bir hükümet oluşturmaktır. Taraflardan biri halen "meşru hükümet" addedildiğine göre, bu eksersizde sadece zaman kazanmak için rol oynamaktadır. 

Kazanılan zamanı da ikili anlaşmalarda, uluslararası toplantılarda "Kıbrıs" olarak bulu­nup tek yanlı kararlar istihsal etmekle, 1963-1974 arasında Kıbrıs'ta Türklere yapılanları ha­tırlamayan bir dünyaya "Kıbrıs meselesinin 1974'de başlayan bir istilâ meselesi olduğunu" yaymakla iyice kökleşmektedir. Bu gidişatın cevabı KKTC bazında sağlam durmak, KKTC' nin ekonomisini güçlendirecek tedbirleri aci­len almak, içteki idari Kaos'u ortadan kaldıra­cak tedbirleri a4arak Başkanlık sistemine geç­mek olmalıdır. Bana göre "Kıbrıs" ile ilgili her kararını Güney'deki idareyi ilgilendirdiğini ye KKTC'ni kapsamadığını fiilen gösterecek adımları cesaretle atma zamanı gelmiştir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005