Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Kültürel Homojenleştirme ve Amerikanlaştırma Olarak Küreselleşme 

Büyük oranda kültürel ürünler alanında yapılan alış­veriş dengesizliği çeşitli iddiaları gündeme getirir ve çe­şitli araştırmalara yol açar. Birincisi ortada büyük bir güç vardır ve diğer toplumları etkisi altına almış durumdadır ve bir kültür emperyalizminden söz etmek mümkündür. Herbert Schiller'in 1969'da yayınlanan Kitle İletişimi ve Amerika İmparatorluğu (Mass Communications and American Empire) isimli çalışması kültürel bağımlılık sorununu tah­lil eder. Aynı yıl Thomas Guback 1945'den beri Amerikan sinema şirketlerinin çözümlemesini Uluslar arası Film Endüstrisi (The International Film Industry) İsimli çalışmada yapmıştır. Schiller kültür emperyalizmi kavramını şöyle tanımlar: "Bir toplumu modern dünya sisteminin içine sokan süreçlerin tümü ve onun yönetici tabakasını hay­ran bırakma, baskı ya da baştan çıkarma yoluyla toplum­sal kurumları sistemin egemen merkezinin değerlerine ve yapılarına uygunlaştırmaya razı etme ya da onun öncüle­ri yapma biçimi." (Mattelart 1998; 92) 

Sömürgecilik döneminde egemen ülke koloni haline getirdiği ülkenin insanlarına öncelikle kendi dilini öğre­tir, pekiştirir ve kendine bağımlılığını artırırdı. İngiltere bunu en etkili biçimde uygulayan ülkelerin başında gelir. Sovyetler Birliği döneminde komünist sistemin egemen olduğu ülkelerde Rusça'nın yaygınlaştırılması da aynı şe­kilde dünya egemenliği peşindeki güçlerin temel strateji­lerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Küreselleş­me sürecinin önlenemezliğini savunanların iddiaları ara­sında dünyanın bütünleşmeye doğru gittiği ve bütünleş­menin ortak dili olarak da İngilizce'nin kullanılması gere­ği üstü örtülü olarak vurgulanmaktadır. Fakat fiili durum­da küreselleşen dünyada İngilizce hegemonyasının gittik­çe yayıldığı gözlenmektedir. İngilizce uluslar arası ve kültürler arası bir dil olarak dünya üzerinde hegemonyacı ve yeni-kolonici bir yayılma eğilimi göstermektedir (Tsuda 2001: l). Dil küreselleşen dünyada kurulmakta olan yeni düzenin önemli bir parçasıdır. Özellikle alternatifi olma­yan kaçınılmaz olma iddiasına karşı yeni düzenin bir meydan okuma tarzıdır. Dil aynı zamanda doğal ve evren­sel bir süreç olarak 'küreselleşme'nin yeniden takdim edilmesidir (Fairclough 2001: 2). 

Bir dilin küreselleşmenin aracı olarak dünya üzerinde yaygınlaşması genellikle kültür emperyalizmi çerçevesin­de değerlendirilebilir. Özellikle İngilizce'nin kültür ve medya emperyalizminin uygulama dili olarak uluslar arası kirle iletişiminin küreselleştirici bir aracı olması dikkat çekicidir. Toplumun Dallaslaştırılması (Dallasization) ve McDonaldlaştırılması (McDonaldization), global kültürün Amerikanlaşması, uluslar arası haber ve bilgi akışında ve internette egemen dilin İngilizce olması küre­selleşmenin kültürel boyutunu etkilemektedir. Küresel­leşme adı verilen süreçteki ilişkilerin genelde İngilizce ile yapılması bu iddiaların güçlenmesine yol açmakta ve küreselleşme ile İngilizce egemenliği birbiriyle paralel kullanılmaktadır. (Tsuda 2001: 2). Zaten İngiltere'nin sö­mürgecilik zamanında kolonilerinde dil ve kültür ege­menliği kurmuş olması tarihsel olarak küreselleşmenin bundan bağımsız düşünülemeyeceği iddiaları yer almak­tadır. (Hail 1998: 39) Yeni küreselleşme sürecinin getirdiği küresel kitle kültürü Batı merkezlidir ve daima İngilizce konuşur. İngilizce'nin tek bir versiyonu olmasa da, devşirilmiş çeşitli biçimleri konuşularak, diğer dünya dilleri üzerinde belli bir hegemonya kurulmuştur. (Hail 1998: 49) Küreselleşme ve Anglo-Amerikanlaştırma birbiriyle çoğu yerde paralel olarak düşünülmektedir. Dünya kül­türü bilgi ve eğlencenin küresel pazarında Anglo-Ameri-kan tekelleşmesine doğru bir gidiş yaşanmaktadır. Örne­ğin sinema alanında, video, müzik, haber, magazin, TV programı gibi uluslar arası kitle iletişimi alanında küresel pazarın Amerikan ürünleriyle kaplanması bunu göster­mektedir.  Amerikan  medya  ürünlerinin  dünya piya­sasındaki baskınlığı Amerika Birleşik Devletleri'ne kendi değerlerini dünyaya yayma bakımından bir güç sağlamak­tadır. Küreselleşen dünya için Amerikan değerleri ve İngi­lizce bu yolla yayılmaktadır.

Amerikanlaşma ve küresel­leşme böylece diğer ülkelerin kültürü ve egemenliği üze­rinde ideolojik bir istilaya sebep olmaktadır. (Tsuda 2001: 2) Bu anlamda etkili olan Amerikan merkezli Batı medya kültürünün diğer ülkeler üzerinde yaygınlaşmasıyla orta­ya bir kültür hegemonyası çıkmaktadır. Bu egemen kül­tür Batılı olmayan toplumların geleneksel ve milli kültürlerini etkileyerek homojenize etmeye başlar. Etki altında kalan milli kültürler kendi orijinal formlarından uzaklaşa­rak pasif ve durağan bir varlık olarak kalırlar. Bunu Kang kültür  emperyalizmi   olarak  nitelendirmektedir.   (Kang 2001: 1) 

Kültür kavramı Wallerstein'e göre tikel bir anlam taşır ve bir bütünden daha küçük olan bir parçanın değerler ve pratikler dizisidir. Bu anlamda milli devletler kültürün bi­rincil kapısıdır. Modernleşme ile beraber doğan milli dev­letler bir tarafından farklı kültürlerin temel birimleri olurken, bir taraftan da dünyanın bir ortak bilince, in­sanlık bilincine ulaşmasına yol açmışlardır. Buna göre bir yandan milli devletler doğarken, diğer yandan evrensel insanlık bilinci oluşmaya başlamıştır. Zaman içinde belir­li milli devletlerin kültürel form olarak giderek daha çok birbirine benzedikleri gözlenmektedir. Son yıllarda hızlı gelişme gösteren ulaşım ve iletişim araçları kültürel ben­zeşmeyi ve yayılmayı daha da artırmaktadır. Bilim ve tek­nolojinin yardımıyla daha önce birbirinden farklı grup­ların gittikçe siyasi-ekonomik-kültürel anlamda tek bir dünyaya doğru yol almaya başladığı iddia edilmektedir. (Wallerstein 1998: 124) Bu ilerlemenin devam etmekte oldu­ğu tezine dayalı bir küreselleşme anlayışıdır. Buna göre insanlık küçük parçacıkların birleşmesinden ve kültürle­rin benzeşmesinden ortak bir insanlık bütününe ve in­sanlık kültürüne doğru ilerlemektedir. 

Küreselleşmenin ana teması olarak toplumların eko­nomik, siyasi ve kültürel olarak gittikçe bütünleşmekte olduğu iddiası farklı milli kültürlerin de ortadan kalka­cağını ve dünya sahnesinden silineceğini varsayar. Farklı milli kültürlerin sosyal gerçekliğini inkar edemeyen nor­matif küreselci yaklaşımlar, kültürlerin birbiri içinde eri­diğini ve melez formlarda bütünleştiğini iddia eder. Batı kültüründeki siynretik düşüncelerin trans-, cross-, inter, and multi- eklerinin yaygın kullanımında bu durumun ifade edilebilmesi küresel kültür açıklamasını kolay­laştırmaktadır. Melez formlarda kültürlerin erimesi ola­rak trans-kültürellik ve inter-kültürellik olarak adlandırı­lan şeyler, tekil bir dünya kültürünü zirveye çıkarır. Bu küresel dünya kültürü, milli kültüre ve devlete dayalı mil­liyetçiliklerin yerine bir dünya milliyetçiliği öngörür. Bu­na göre milli devletlerin varolmasının milliyetçiliğinden ve küçük etnik-milli hareketlerin birbiriyle kaynaşması ve bütünleşmesinden bir dünya devleti çıkabileceği düşü­nülür. (Treanor 2001: 4) 

Küreselleşmenin temel iddialarından birisi ekonomi­nin küreselleşmesi, diğeri de kültürlerin küreselleştiği ve tek bir dünya kültürü oluşturulduğu şeklindedir. Dün­yanın tek bir mekan haline getirilmesi, kültürü küresel düzeyde bölünmez, bütünlüklü, dünyayı bütün olarak alan, çok büyük birimler olarak kabul eden küreselleşme anlayışı, bunu farklı toplumlar arasındaki etkileşimin art­masına bağlar. Bu anlamda küresel kültür, milli kültürle­rin başka kültürlerle iç içe geçerek farklı biçimlenmeleri ve karşılıklı etkileşimlerinin ürünü olarak kabul edilmek­tedir. (Robertson 1998: 119) Kültürel benzeşmenin ve iç içe geçmenin en önemli etkeni kitle iletişim araçlarının etkin biçimde kullanılmasıdır. Etkileşimin internet aracılığıyla dijital bir ağ yoluyla yoğunlaşması bu çerçevede dünyanın hem ekonomik, hem de kültürel olarak gittikçe küresel­leştiği iddiasını desteklemektedir. Fakat bu teknolojik araçların etkin kullanımı benzeşmeleri artırmasına rağ­men farklılıkları tamamen kaldırarak tek biçimli bir glo­bal kültürün doğmasına imkan verir mi noktası tartışma­lıdır. Bizim üzerinde durmak istediğimiz asıl nokta da za­ten burasıdır. 

Küreselleşme bizzat kendisinin kabul göreceği bir tür­deş (homojen) kültür oluşturma ihtiyacındadır. Dünyanın tek bir mekân gibi küçülmesi ve toplumlar arası te­masların sıklaşması ve sıkılaşması anlamında globalleş­me, sadece bu tek mekâna uygun bir türdeş kültür oluş­turma süreci şeklinde algılanamaz. Antropologlar uluslar ve uluslararası örgütler, gruplar ve bireyler arasında bir ağ şeklinde oluşan, yaygınlaşan ve dünyayı adeta tek bir mekâna dönüştüren ekonomik, sosyal, politik ve kültürel ilişkilerin en gerektirdiği ihtiyacın "kabul görme" (recog-nition) olduğu konusuna dikkat çekerler. Kültür aracılı­ğıyla kabul görme, globalleşmenin öncü toplumlarının dışındaki toplumların kendi kabul görme mücadeleleri için de açılan bir yol olduğundan, bu toplumlar içinde ye­niden bir kimlik arayışını ve tanımını teşvik edici yönde de çalışmaktadır. Dolayısıyla, kültürel bir olgu olarak glo­balleşmeyi incelerken, onun sadece türdeşleştirici değil, farklılaştırıcı boyutlarına da bakmak gerekmektedir. Glo­balleşme kültürel temelde hem bir benimsemeyi hem de bir reddiyeyi içerir. (Sanbay 2002: 2) Her ikisinde de etkili olan iletişim gücüdür.  Uluslar, uluslar arası örgütler, gruplar ve bireyler arasında kurulan ilişkiler ağı hem tür­deşliği sağlarken, hem de farklı kimliklerin bilinç düzeyi­ne çıkmasına sebep olmaktadır. 

Küreselleşmenin dijitalleşmeyle beraber gelişmesi, dünyanın aynı kültür kaynaklarından beslenmesi veya üretilen popüler kitle kültürünün etkisi altında kalması kültürel bir küreselleşmenin de varlığı tartışmasını artırmıştır. Kültür ürünlerinin de bir tüketim aracı olarak kabul edilip piyasaya sürülmesi ve diğer mallara uygula­nan satış ve üretim tekniklerinin uygulanması bu iddiayı desteklemektedir. Sermayenin ve üretimin küreselleşme­sine paralel olarak piyasaya sunulacak kültür ürünlerinin de aynı merkezlerden ve aynı biçimlerde üretilerek sunul­ması söz konusudur. Hollywood yapımı filmlerin bir endüstri alanı gibi üretilmesi ve dünya piyasasını ele geçirmesi buna örnektir. Bir diğer örnek ise içerik ve biçim yönünden birbirinin benzeri olan basit seviyedeki Meksi­ka ve Brezilya dizilerinin bütün dünya televizyonlarında izleyici bulması ve yaygmlaşmasıdır. Kültürün tekbiçimli ve görselliğe dayanan boyutuna dikkat çeken Hail, yeni oluşumu küresel kitle kültürü olarak niteler ve üç tespit­te bulunur: "Birincisi küresel kitle kültürünün Batı mer­kezli, daha da ötesinde Amerikan olması, ikincisi dilinin Anglo-Japonca, Anglo-Fransızca, Anglo-Almanca, hatta Anglo-İngilizce" olması, üçüncüsü de türdeşleştirici bir kültürel temsil biçimi olmasıdır. (Hail 1998:47) Ancak Hail, türdeşleştiricilik konusunda dikkatlidir: Küresel kitle kültürünün "Her yerde İngilizliğin ya da Amerikanlılığın mini-versiyonlarını üretmeye kalkmadığını" belirtir ve "Farklılıkları özümseyerek daha büyük, her şeyi kapsayan ve aslında Amerikan tarzı bir anlayışı olan çerçevenin içi­ne yerleştirmek" istediğini söyler ve ekler: "Yerel sermaye­ler, aracılığıyla, diğer siyasal ve ekonomik seçkinlerin iş­birliği içinde hüküm sürülebileceğini anlamış bir serma­ye biçimidir. Onları silip atmaya kalkışmaz; onların aracılığıyla işler" (Hail 1998: 49). 

Küreselleşme yeni kapitalizmin farklı biçimleriyle dünya üzerinde ekonomik, kültürel ve siyasal egemenliği­ni pekiştirme süreci olarak yorumlandığında, merkez dışı ülkelerin her yönden etki ve kıskaç altında tutulmaları durumu gözlenebilir. Oktay, Türkiye'de küreselleşmecile-rin sermaye ve bilgi akışının yaratacağı faydalardan sıkça bahsederken, kapitalist dünya-sisteminin ürettiği yeni ta­hakküm ve sömürü biçimleri üzerinde hemen hiç düşün­mek istemediklerini ve görmezden geldiklerini belirtir. (Oktay 2001:2) Ekonomik düzeyde olduğu gibi kültürel dü­zeyde de emperyalizm olgusu bir sorunsal olma özelliği­ni korumaktadır. Ania Loomba, emperyalizm ve kolonya-lizm terimlerinin geçirdikleri "tarihsel mutasyonlara bağlı olarak" farklı biçimde yorumlanabileceklerini söyler. Ko-lonyalizm dünyanın farklı yerlerinde farklı biçimlerde karşımıza çıkabilir. Ortak yönü kolonyalizm terimi ile, başka insanların toprakları ve mallarının zaptedilmesi ve denetlenmesidir. Batı Avrupa'da kapitalizmin kuruluşuna eşlik eden modern kolonyalizm, zaptettiği ülkelerden ha­raç, mal ve zenginlik toplamaktan fazlasını yapmıştır. (Lo-omba 2000: 19-21) Sanayileşmenin ve modernleşmenin Batıda ortaya çıkması ile birlikte Batı ile Batı dışı ülkeler arasında kurulan ilişki tarzı Batının daha da egemen ol­ması yönünde gelişmiştir. Daha önce kolonicilik şeklinde ve yine Batının üstünlüğü yönünde kurulmaya başlanan ilişki, gelenekselden moderne dünyada Avrupa merkezci bir yayılmanın önünü açmıştır (Dirlik 2002:1). 

Avrupa kapitalizminin doğumuna ve gelişmesine yardımcı olan önemli unsurlardan birisinin kolonyalizm olduğu kabul edilir. Avrupalı koloniciler bazı toplumlara derinden nüfuz ederken, bazılarıyla göreceli yüzeysel bir temas kuran çok çeşitli tahakküm teknikleri kullanmış­lardır. Marksist literatürün kapitalizm sonrası kolonicili­ği emperyalizm olarak adlandırması bazı yanlışlıklara se­bep olabileceği için, kavramların tarihsel süreçleriyle bağ­lantılı kullanılmasında fayda vardır. Bugün için küresel­leşmenin açıklaması yapılırken tek bir duruma bağlı kav­ramlarla ifade edilmesi de yanıltıcı olabilir. Emperyalizm resmen koloniler olmaksızın işleyebilir (bugünkü ABD emperyalizminde olduğu gibi), ama kolonyalizm işleye­mez. Dolayısıyla tarihsel alanda görülen bazı süreçler ve olgular bugünkü olayları açıklarken birebir anlam taşımazlar. Sadece benzerlikleri yönünden açıklayıcı rol oynarlar. Yeni küresel düzen, ne tam olarak kolonicilik üzerine kuruludur, ne de emperyalizmin klasikleşmiş egemenlik biçimlerini kullanır. Bu düzen bazı ülkelerin başka bazı ülkelere ekonomik, kültürel ve siyasi yönden nüfuz etmesine izin verir. (Loomba 2000: 23-25) 

Berenson'un (2002: 2) tespitine göre, modernleşme sürecinin üçüncü dünya ülkelerinin lokal kültürünü öldürdüğü eleştirileri yapılmaktadır. Modernleşme Ba­tının bilimde, tıpta, insan haklan ve özgürlük anlayışında ilerlemesine dayanır. Modern günlük hayatın küresel ola­rak dünyaya yayılması sürecinde diğer yerel kültürlerin etkilenmesi söz konusudur. Genelde Batı kültürünün ve özelde Amerikan kültürünün diğer kültürler üzerinde egemenlik kurması kültürel emperyalizm terimi ile ifade edilmektedir. Bu tespit Batı dünyasının ekonomik ve siya­si bakımdan diğer ülkeler üzerinde emperyalist bir ege­menlik kurması gerçeğine dayalı olarak yapılmaktadır. Tomlinson'a ithafen yapılan değerlendirmelere göre, kültür emperyalizmi söylemleri genelde Batının değer yargılarına ve bunların diğer ülke kültürleri üzerinde bas­kın olmasına dayanır. Bu anlamda kültür emperyalizmi terimi, bir kültürün başka bir kültür üzerinde egemenlik kurmasını ifade eder. Koloniyal emperyalist düşünce ken­di ekonomik, siyasi ve kültürel hayat tarzını empoze eder. (Berenson 2002: 4) Küreselleşme döneminde de benzer şe­kilde Amerikan kapitalizmi, tahakküm altına aldığı insan­lara Amerikan hayat tarzını ve değerlerini empoze etme­ye çalışmaktadır. (Tomlinson 1999: 69) 

Modernleşme düşüncesinin üç açılımından bahset­mek mümkündür. Birincisi modernleşme geri dönüşü ol­mayan bir yol olarak düşünülür. O aynı zamanda etkisi altına aldığı toplumu dönüştürür. İkincisi modernleşme farklı toplumlar arasında özellikle bu sürece katılan ve modernleşme seviyesi farklı olan toplumlar arasındaki üstünlük derecesini ifade eder. Üçüncüsü, farklı modern­leşme seviyesi olmasına rağmen etkilerinin küresel boyu­tu olmasıdır. (Smith 1992 :258; Kock200l) Eğer modernleşme süreç olarak düşünülürse, devletlerin sosyal, siyasal ve ekonomik gelişmeleriyle ilişkilidir.  

Modernleşme tekno­lojik icatlara götürebilir, toplumların sosyal gelişmelerine ve eğitim seviyelerinin yükselmesine imkan verir. Mo­dern toplum sanayileşme ve bilimde, teknolojide sağla­nan ilerleme ile ortaya çıkmıştır. Bunlara bağlı olarak top­lumların siyasal yapılarında büyük değişimlere sebep olan modernleşme, demokratikleşme ve bireyciliği de artırmış ve desteklemiştir (Kivisto 1998: 120). Eskiye naza­ran çok farklı bir kültür yaratan modernleşme, bu kültürü evrenselci bir anlayışla bütün toplumlara en mükemmel ve tek kültür biçimi olarak takdim etme eğilimindedir. Bu açıdan bakıldığında modern kültür, lokal ve geleneksel kültürlerin üzerinde egemen (dominant) global kültür haline geldiği iddiaları yaygındır. Modernleşmenin mer­kezi olarak Batı kültürü ve toplumları temel olduğu için bu yayılmanın bir boyutu da diğer çevre toplumların ve kültürlerin Batılılaştırılması olarak da yorumlanabilir (Ki­visto 1998: 154). 

Yeni bilişim devriminin yol açtığı imkanlar özellikle Amerika menşeli ortaya çıkmasının sonucu bu ülkeye muazzam ufuklar açmıştır. Dünyanın yeni ekonomiye geçmesi Amerikan merkezli şirketlere küresel boyutta iş yapma anlamında önemli avantajlar sağlamaktadır. ABD'nin bu alanda baskın olmasıyla birlikte bu ülkeden olan işletmelerle işbirliğine gitmek veya birleşmek önem­li bir unsur haline dönüşmüştür. Dünyanın diğer yerlerin­deki yatırım ve ticaret yapan şirketler bunlara göre tavır belirlemeden faaliyet sürdüremez duruma gelmektedir. Küresel markalar güçlenmiş ve yerkürenin her yanına ağ biçiminde yaygınlaşmıştır. Alım gücü yükselen büyüyen pazarlardaki tüketiciler en önemli hedef haline gelmiştir. Küresel tedarik zincirleri etkinleşmeye başlamıştır. İşlet­meler kıt kaynakların etkin kullanımına odaklanmaktadır. Sermayenin akışkanlığı fazladır ve bu akış ABD ta­rafından kontrol edilmektedir. Başta televizyon, iletişim teknolojileri gibi araçlar sayesinde her geçen gün insan­ların geleneksel hayat tarzlarına müdahale edilmesi, bü­yük iletmelerin günlük hayat üzerindeki etkileri ve ABD kültürünün baskın hale gelmesi birçok insanı ciddi biçim­de rahatsız etmektedir. 

Dünyada ekonomik, kültürel ve siyasi olarak ciddi an­lamda bir Amerika öncülüğü, aynı zamanda belli bir ege­menlik ortaya çıkarmıştır. Bu egemenliğin iyice yerleştiri­lebilmesi için Soğuk Savaş'ın Amerika ve Batı lehine so­na ermesi büyük bir fırsat ortaya çıkarmıştır. Amerikan hegemonyasını dünyada yerleştirmek isteyen çevreler 'ta­rihin sonu' tartışmalarında olduğu gibi Amerika'yı tarih­sel bir öncü olarak takdim etmektedirler. Buna göre tari­hin geri döndürülemez bir yönelimi ve gidişatı vardır. Bütün dünya uluslarının arasında tarihin bu ereğini bir tek Amerika Birleşik Devletleri idrak etmiştir ve temsil etmektedir. Tarihin amacı kapitalizmin yayılmasıyla ulaşılan ve Amerikan tipi yaşam tarzında somutlaşan özgürlüktür. Dolayısıyla ABD hegemonyası da tarihin bu amacının gerçekleşmesidir. (Chomsky 2002:188) Bu iddianın ayrıntısı Fukuyama'nın görüşlerinin tahlil edildiği ilgili bölümde yer almaktadır. 

Küreselleşmenin göründüğü kadarıyla tarafsız bir sü­reç olmadığı ve bütün insanlara eşit biçimde imkanlar sunmadığı anlaşılmaktadır. Sonuçları şimdilik yalnızca "Kuzey" insanlarına, daha doğru bir deyimle ABD'ye ya­rıyor ve Kuzey'in dışında yaşayan birçok insanı rahatsız ediyor. Yerel kültürleri giderek yok olan ve artan eşitsiz­likleri her gün daha'çok hayatlarında hisseden Güney'in yoksul halkları, küreselleşmeyi "Batılılaştırma" ve "Ame-rikanlaştırma" olarak algılıyorlar ve kendi gelecekleriyle ilgili yoğun bir kaygı ve şüphe içindeler. Bu durumun en temel özelliğinin Batı dışı toplumlarda sürekli Batı ta­rafından gözetlenildiği ve Batılıların her şeyi gördükleri ve bildikleri" duygusu olduğunu söyleyenler ve olup bi­tenleri "sibernetik sömürgecilik" olarak niteleyenler var­dır (Ahmed 1996: 17-21). Yüzlerce uydu, Atlantik'ten Pasi­fik'e uzanan yüz binlerce metre kablo ve kablosuz ileti­şim ağları fakir zengin ayırımı yapmadan her yeri sarmış durumdadır. Mısırlı düşünür Muhammed Sid Ahmed'in tespitlerine göre, "sibernetik sömürgecilik" şartlarında yaşayan gelişmemiş ülkelerin insanları, gözlemlendikleri­ni bilmekte fakat konumlarından dolayı Batılıların ne yapmak istedikleri konusunda hiçbir görüşe sahip olama­maktadırlar. Bu durum onları çaresizliğe ve hayal kırık­lığına sürüklemekte, fanatizm kültürüne saplanmaktan başka bir yolları kalmamaktadır. (Kara 2001:149) 

Batılılaştırma (VVesternization) ve Amerikanlaştırma (Amerikanization) kavramları Batılı ülkelerle Amerika arasındaki ilişkileri çözümlemekte de kullanılmaktadır. Nolan (2002: 2) 1945 İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Almanya ve Amerika arasındaki ilişkileri anlamakta bu kavramların önemli rolleri olduğu ifade edilir. Savaş son­rası kurulmakta olan dünya düzeninde savaşın mağlubu olan Almanya'nın yanında diğer Avrupa ülkelerinin üze­rinde Amerikanın büyük oranda etkisi vardır. Dünyanın bazı bölgelerinde belli oranda Sovyetleştirme politikaları takip edilirken, bunun karşısında hür dünya olarak ad­landırılan Batı bloğunun üzerinde Amerikan egemenliği görülmektedir. Amerikanın kurumları, politikaları, fikir­leri ve kültürel formları hem etkili olmuştur, hem de bel­li bir direncin doğmasına sebep olmuştur. Amerikanlaş­tırma ve Amerikanın tüketim ve kitle kültürü geleneksel farklılaşma güçlerini tehdit eder. Bu durum geleneksel Batılılaşma anlamındaki modernleşmeden farklı bir mo­dernleşmeye işaret eder. Avrupa'nın geçmişten gelen kendi dışındaki ülkeleri ve toplumları Batılılaştırma geleneği ile bir çatışma noktasının çıkması, kendi içlerin3e bir çözüm üretme ihtiyacını doğurmuştur. 

Avrupa ülkelerinde uzun süredir yerleşmiş olan Avrupa-merkezcilik, evrenselci temelleri bakımından bir yan­dan küreselleşmeye, bir yandan da Amerikan küreselleş-meciliğine zemin oluşturmaktadır. Samir Amin Avrupa-merkezciliği şöyle tanımlıyor: "Modern toplumsal ideolo­ji ve kuramın öne sürdüğü ama körelmeye yüz tutmuş ev­rensellik iddiaları." (1993: 24) Kapitalizm evrensellik ihti­yacını iki düzeyde gösteriyor: Hem tüm insan toplum­larının bilimsel bir açıklamasını (ve aynı kavramsal sis­tem yardımıyla farklı gelişmelerin açıklamasını) ortaya koymak, hem de tüm insanlığa seslenecek bir gelecek projesi hazırlamak. Kısaca bugüne dek neler olduğunu ve bundan sonra neler olacağını söylemek. Bunu 18 ve 19. yüzyıllardaki düz-çizgisel modern dünya görüşlerinde ve kapitalizm karşıtlığı üzerine oturan Marksizm'de görmek mümkündür. Marksizm kendisini farklı tanımlamaya çalışmasına rağmen, Avrupa'ya özgü olanı genelleştirerek evrensel bir modele dönüştürme isteği ağır basmaktadır. (Amin 1993: 124-125; Öğüt 2002: 2) Bu teorilerin uygun iklim bulduğu mekan olarak da Batı Dünyası kendisini merke­ze oturtuyor ve yaklaşımlarını Avrupamerkezcilik çerçe­vesinde geliştiriyor. Kendi dışındaki toplumların yapıla­rını, kimliklerini ve kültürlerini bu şablona göre şekillen­dirme iddiasında projeler üretiyor. Kendilerini varolan dünyanın en iyisi ve en ilerisi olarak gören bu düşünce yapısına göre bütün toplumlar buna yönelmek ve benze­mek zorundadır. Bu evrenselci ve determinist iddia ister liberal kapitalizm, ister komünizm görüntüsünde olsun diğer kültür ve medeniyetleri dışlayarak kendi şablonuna uymaya zorlar. 

Küreselleşme genelde Amerikan merkezli olarak yo­rumlansa da, Avrupa'nın bütünleşmeye doğru attığı adımlar da bu çerçevede değerlendirilebilir. Bir Avrupa vatandaşlığı kavramını oluşturma çabası içindeki Birlik karşısında ulusal kültür ve kimliklerin nasıl etkileneceği önemli bir sorundur. Avrupa Birliği prosedürlerinde ege­men olan ulusal kültür ve kimlik kavramları ile Ulus-Devletlerin kendi tanımladıkları kültür ve kimlik kavram­ları farklı olabilmektedir. Avrupa Birliği tarafından azınlık kabul edilen bazı guruplar Ulus-Devlet içinde ulusal bü­tünün bir parçası olarak kimlik kazanmaktadır. Ulus-dev-letlerin bir Federatif Avrupa Birliği çatısı altında bü­tünleşmesi, azınlık, kültür ve kimlik olgularının da fede-ralize edilme sakıncasını doğurmaktadır. Kimlik ve azın­lık olmanın hukuki anlamındaki değişmeler, Ulus-Devle-te olan bağlılıkların bazen rakip bazen de tamamlayıcı ha­le dönüşmesine neden olmaktadır. Burada ulusal kimlik, ulusal alt-kimlik ve Avrupa kimliği arasındaki ilişki ve et­kileşimler dikkatle araştırılmalıdır. Bu araştırmalar bir "Avrupalı" kimliği yaratma projesinin başarı veya ba­şarısızlık şansını ortaya koyacaktır. Aynı anda medyanın kimliklerin oluşmasında ve dönüşmesinde oynadığı ve oynayabileceği rolün de açıklığa kavuşmasını sağlaya­caktır. (Merih 2002b: 12)

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005