Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Günümüzdeki Milliyetçilik Trendleri 

Siyasal ve toplumsal boşluklar, ekonomik çöküş devre­leri ve büyük çalkantılar, toplumda bireyle ve gruplar için milliyetçi ideolojiyi karşı konulmaz bir çekim alam haline getirmiştir. İnsanların tehdide karşılaşmaları ve kriz dönemle­rinde modern milliyetçilik, Fransız Devrimi'nden beri en iyi dayanma noktalarından birisi olmuştur. Orta Avrupa, Bal­kanlar, eski Sovyetler Birliği ve dünyanın diğer bölgelerinde meydana gelen olaylar bu iddiayı kanıdar niteliktedir. Milli­yetçilik, Alter'in de ifade ettiği gibi kaygı verici olaylar karşı­sında bir sığınma noktası sağlamamış, belki daha fazla oranda bağımsızlık, eşitlik, kendi kaderini belirleme yönündeki u-mutları uyandırmamıştır

Her türlü global teslimiyetçilikten yana olanların milli­yetçiliğe yönelttikleri eleştirilerin temelinde yatan husus, mil­liyetçiliğin tabiatı gereği bir "çatışma" ideolojisi olduğudur. 

Onlara göre milliyetçilik "biz" ve "öteki" gibi iki toplumsal öznenin karşıtlığından hareket etmekte ve "biz"i "öteki"ne düşmanlık esasında tanımlamaktadır. Bu doğrultuda milliyet­çilik, savaşla özdeş tutulmaktadır.

İlk bakışta cezbedici gibi görünen "biz" ve "öteki" ay­rımı esasindaki bu eleştiri, metodolojik bir hassasiyede hare­ket edildiğinde anlamsızlaşmaktadır. Çünkü milliyetçiliğe yöneltilen bu eleştirinin hemen bütün ideolojiler, sosyal a-kımlar, hatta dinler için geçerli olduğunu saptamak zor değil­dir. Milliyetçilikten beslenen "biz" ve "öteki" ayrımının bir çatışmaya dönüşme potansiyelinin diğer ideolojilerden kay­naklanan "biz" ve "öteki" ayrımındaki çatışma ihtimalinden daha yüksek olduğunu söylemek kuramsal bakımdan zordur. Pratikte milletler arasında yaşanan çatışmaların sıklığı ise, ulusların milletlerarası siyasetin aktörleri konumunda bulun­masından ve tarihin şekillenişinde milletlerarası ilişki­nin/mücadelenin belirleyici bir unsur olmasından kaynak­lanmaktadır.

Milliyetçilik, Avrupa'dan Amerika'ya bütün coğrafyalar üzerinde etkisini göstermiş, 20. yüzyılda ise bu akım birçok bölgede bağımsızlık hareketlerinin, savaşların ve devlet kur­ma (state-building) idealinin itici gücü haline gelmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısında birçok ulusal kurtuluş hareketinin, ba­ğımsızlığın kazanılma sürecinde milliyetçi ideolojinin toplu­mu harekete geçirici ve dinamizm sağlayan gücünü kullan­ması yeni devletlerin doğuşunu hızlandırmıştır. Milliyetçilik, özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında az gelişmiş ülkelerde em­peryalizme karşı mücadele ile aynı anlamda da kullanılmıştır. 

Milliyetçilik, 1980'li yılların sonlarında güçlü bir ivme kazanmış ve "milliyetçi dalga" tüm dünyada etkisini göster­meye başlamıştır. Bu dalga asknda, iktidar ilişkilerinin aynı zamanda hem milliyetçilikle hem de enternasyonalizmle bes­lendiği komünist sistemin çöküşünün bir sonucudur. 

20. yüzyılda milliyetçiliğin bütün dünyaya yayılışının nedeni Batılı olmayan ve gelişmekte olan ülkelerin Batılılaş­ma ve modernleşme sürecine girmeleridir. 20. yüzyılda Batılı olmayan toplumların değişim sürecine girmeleri ile milliyetçi­lik, modernleşme, ulusal kalkınma ve bağımsızlık ideallerinin seslendirildiği geniş bir platform haline gelmiştir. Kohn bu yüzyılı "Pan-Nationalism" yüzyılı olarak tanımlamaktadır. Anderson, neredeyse her yıl BM'in yeni bir üye kazandığını belirterek, bir zaman birliklerini tamamen pekiştirmiş olduk­larını düşünen nice "eski ulus"un, kendi sınırları içinde do­ğan "alt milliyetçilikler" tarafından meydan okunan bir ko­numda bulunduklarını ve bu milliyetçiliklerin de elbette bir gün "alt"lıktan kurtulacakları günü hayal ettiklerini belirterek, "milliyetçilik çağının sonu"nun görünürde olmadığını ve milliyetçiliğin zamanımızın siyasal hayatının en evrensel bi­çimde meşru kabul edilen değeri olduğunu belirtmektedir. 

20. yüzyılın özellikle ikinci yarısında henüz ulusal bü­tünlüklerini sağlayamamış olan ülkelerde, dinsel-etnik temele dayalı bir çatışma sürecinin başladığı görülmektedir. 1975-1990 arasında Lübnan, 1990'lardaki Somali ve Bosna-Hersek bunalımları, içerisinde birden çok dinsel-etnik topluluğu ba­rındıran ülkelerde bir dağılma sendromu patlak vermiştir. 

1989 sonrasında dünyada ortaya çıkan demokratikleş­me ve cemaat hakları dalgası ile merkezi devlederin toprak bütünlükleri, ilk kez Sovyeder Birliği'nden kopan Balak ülke­lerinin bağımsızlıklarının tanınmasıyla birlikte başlayan ve Yugoslavya'nın çatışmayla, Çekoslovakya'nın ise barışçı bir biçimde bölünmesiyle ve her defasında da bölünen parçaların diğer devleder tarafından tanınmasıyla tehdit altına girmiş­tir. Bu süreç sonunda her etnik grubun kendisini ayrı bir halk olarak tanımlamasıyla birlikte bu toplulukların ayrı ege­menliğe sahip bir devlet çatısı altında toplanmaya yönelik olarak işlevselleştirilen kendi kaderini tayin ilkesi (self-determination) yeniden bir sorun olarak gündeme gelmiştir. 

Dünya siyasal sisteminde yaşanan değişim, ulus-devlet kavramıyla birlikte yurttaşlık kavramında da bir değişimi be­raberinde getirmiştir. Göç, bölgeselleşme ya da globalleşme gibi uluslar-aşırı etkenlerin baskısıyla, ulusal yurttaşlık yerini daha yeni ya da daha dar yurttaşlıklara bırakmak zorunda kalmıştır. Bunun yanında çoğunlukla ulusu oluşturan tarihsel kriterler (toprak hukuku/kan hukuku) üzerine kurulan ve yurttaşları yek vücudaştıran devlet modelleri birbirine yak­laşmaya doğru gitmektedir. Son olarak uyruk olmadan yurt­taş olunabilen ya da tam tersi durumlar söz konusu olmakta-dır.105

20. yüzyılda yaşanan teknolojik gelişmeler ve bunların ulusal sınırlar üzerindeki geçirgen etkisi (penetration), ulus-devlet içinde yaşayan etnik kültürlerin kendilerini ifade etme imkanlarını artırmış ve daha önemlisi bu topluluklara yönelik bilgi ve propaganda akışını kolaylaştırmıştır. Bu dönemde demokrasi ve insan hakları ideallerinin yükselmesi nedeniyle ulus-devletin kendi tasarruflarını uluslararası denetime açma­sı bu tip topluluklara geniş bir hareket alanı sağlamıştır. Bu hareket alanı ulus-devlet içinde yeni mikro bazda milliyetçi hareketlerin oluşmasına, halen olanların da yeniden aktif hale gelmesine imkan tanımıştır.

Ulusal sınırların eski "kutsallığı"nı yitirmesi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler, devletlerin etnik ve kültürel an­lamda kendilerine yakın gördükleri ulusal azınlıkları, kendi ulus-devletlerini kurma yönünde mobilize etmelerini kolay­laştırmıştır. Bu süreç hemen hemen her ulusal azınlığın bir başka ulus-devlet tarafından korunduğu, desteklendiği bir uluslararası siyasal yapıyı gündeme getirmiştir. Böylelikle globalleşmenin, kendisine yüklenen bütünleştirmeci işlevinin aksine, paradoksal olarak yerelleşmeyi körükleyerek bir mikro-milliyetçilikler çağını ve ulus-devlet anlayışını tehdit eden bir süreci başlattığı söylenebilir. 

Bu süreçte ulus-devlet yapısının dayandığı temel anla­yış olan self-determination kavramı sorgulanmış ve sarsılmış, globalleşme sürecinin getirdiği parçalanma ve ufalanmaların ürünü olarak etnik anlayışlar kendilerini ve dünyayı yeniden gözden geçirmeye başlamıştır. Ulus-devleder, uluslar-ötesi yeni aktörler ve bölgeselleşme eğilimleriyle üstten bir baskıya maruz kalırken, emik akımlar tarafından da alttan sıkıştırıl­maktadır. Bütün bu baskılara rağmen, günümüzde ulus-devlet hâlâ en güçlü siyasal birim olma özelliğini sürdürmek­tedir. Ulus-devlete yönelik yapılan olumsuz projeksiyonlara rağmen güçlenen milliyetçilik akımlarının ulus-devleti kendi içinde gelişen mikro-milliyetçiliklere ve "ulus-devlet sarmalı­na" karşı koruyacağı, yeniden biçimlenen siyasal yapıda de­mokratik devlet anlayışının tüm sorunlara karşı güçleneceği, demokrasi ve insan hakları idealleriyle çelişmeyen bir milli­yetçilik anlayışının da ulus-devleti kendisini aşındırmaya yö­nelik tehditlere karşı koruyabileceğini söylemek yanlış olma­yacaktır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005