Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Modern Teknolojiye Gözümüz Kara Açığız 

Dr.Asu Aksoy 

Bu makalede Türkiye'de yeni teknoloji­lere ve bu teknolojilerin hayatımız ile nasıl ek­lemlendiğine ilişkin eleştirel bakış açılarının nasıl marjinalleştirildiği, milli çıkarlara ihanet mertebesinde değerlendirilerek gözardı edildi­ği üzerinde duracağım. Türkiye'de teknolojik gelişmelerin yararına ilişkin naif bir inanç ha­kim; ancak yeni teknolojilerden edinmek sure­tiyle içinde bulunduğumuz azgelişmişlikten kurtularak ilerleme yönünde basamak atlaya­bileceğimize olan bir inanç bu. Eline bir miktar para geçen bir çok kişinin koşup birer cep te­lefonu edinmesi bu çağ atlama merakının sem­bolik düzeyde teknolojide nasıl ifadesini bul­duğunu güzel anlatmakta. 

Türkiye'de modern teknoloji ile ilişki­miz tamamen bir kendini teslim etmişlik olarak tanımlanabilir; hayatın başka hiç bir alanında olmadığı kadar liberaliz teknolojileri kullan­mak konusunda. Sanki bunlar bir yerlerde kim   olduğu önemli olmayan birilerinin müthiş pa- ralar dökerek geliştirdikleri fantastik ve doğru-luklan su götürmez aletlerden ibaretmiş gibi  gözümüz kapalı kendimizi teslim edebiliyoruz  teknoloji dünyasına. Bu garip durum, zira, bir tarafta teknolojiler görünüşte birer alet gibi bünyeye alınırken, öbür taraftan, aslında bu teknolojileri ortaya çıkartan medeniyete ilişkin tepeden tırnağa bir hayranlığın besleniyor ol­ması söz konusu. Nitekim, herhalde bu neden­ledir ki bu teknolojileri ülkemizde geliştirmeye gelince kimseden fazla da parmak kalkmıyor, teknolojik atılımlarda bir yer edinmek üzere ciddi kaynakların ayrılmasına yönelik politika­lar geliştirilmiyor. Halk arasındaki yaygın 'biz onlar gibi yapamayız' inancı herhalde dipten dibe belirleyici oluyor. Sonuç olarak, batının geliştirdiği teknolojilere ilişkin bir mitleştirme söz konusu. Böyle olunca da teknolojik geliş­melerin mahiyetine ve sonuçlarına ilişkin sor­gulayıcı ve eleştirel düşünce akımları filizlene­miyor bu ülkede. Başını gösterebilen eleştirel yaklaşımlar hemen gerici ve aldatılmış damga­sını yemekte. 

Her yeni alet çıktığında yaptığımız tek şey hızla bundan bir adet de kendimize edin­mek. Ülkenin ilerlemesi yolunda önce tarımın verimli kılınması amacıyla zirai teknolojileri al­dık, ardından sanayi hamlesi için sınai üretim teknolojilerinin girişini sağladık, kütlesel ener­ji ihtiyacım tatmin etmek için nükleer santralle­re başvurduk, bugün ekonomik ve sosyal ge­lişmenin yeni bir evresi olarak kabul edilen "bilgi toplumu"na atlayabilmek için bilgi, ileti­şim ve görüntü teknolojilerini benimsemekte­yiz, ve nihayet, gazete haberlerinden genetik üretim tekniklerinin Türkiye'de de kullanılma­ya başlandığını öğreniyoruz. Bütün bu tekno­lojileri alırken sonuçlarının ne olabileceğini, insan-toplum ve çevre ile olan ilişkilerde ne tür bir mantığı gündeme sokacağını düşünmeden, modern dünyanın aletlerini sorgusuz sualsiz bir şekilde, adaptasyon çabasında bile bulun­madan, kabul ediyoruz. Teknolojik donanımı edinmenin batı medeniyeti seviyesine erişmek için kaçınılmaz olduğunu düşünerek batının aletlerine neredeyse şovence sarılıyoruz: tek­noloji konusunda soru işaretleri ortaya atmayı medenileşme çabamızı sekteye vuracak ve ülkemizi karanlık devirlere götürmek isteyen güçlere malzeme olacak bir düşmanlık gibi gö­rerek baştan mahkum ediyoruz. 

Teknoperestlik 

Teknolojiye yaklaşımımızı iyimserliğin belirlediğini bile söylemek mümkün değil. Zi­ra, iyimser bir yaklaşımın ortaya çıkabilmesi için kötümser veya sorgulayıcı bir düşünsel ge­leneğin varlığı gerekir. Oysa böyle bir gelenek Türkiye'de henüz yok. Birbirine medeniyet an­layışı bakımından ters düşen islamcı ve laik çevreler modern bilim ve teknolojilerin benim­semesinde tipik olmayan bir fikir ve tutum bir­liği sergilemekteler. Örneğin, bu tür fikir birli­ğini bugün bilgi ve iletişim teknolojilerinin ne­den olduğu tarihsel kalkınma fırsatından Tür­kiye'nin yararlanması gerektiğini öne süren yaklaşımlarda görüyoruz. Geçmişi 1980'lere, Turgut Özal'ın Türkiye'nin siyaset ve zihinsel sahasına damgasını vurduğu yıllara dayanan ve Haluk Şahin'in deyimiyle, "teknoperest" di­yebileceğimiz cephede bilgi ve iletişim tekno­lojilerindeki yeniliklere karşı hep toptan bir kabul tavrı egemen olmuştur. 1980'li yıllarda, demekte, Haluk Şahin Türkiye'nin bilgi toplu­mu ile randevusu tarihsel determinizme taş çı­karacak bir kaçınılmazlık olarak ilan ediliyor­du; Sanayi toplumu randevusunu kaçırmış olan Türkiye bilgi toplumu randevusuna za­manında giderek çağdaşlık trenine atlayacaktı' (Şahin, 1993, s. 53). Bugün bilgi toplumu he­define erişme ve bu teknolojileri hızla edinme fikri bütün siyasi eğilimlerin ortak paydası ha­line gelmiştir. ANAP gibi sağ partilerden, Re­fah partisine, sol partilere, akademisyen çevre­lere ve çeşitli sınai baskı gruplanna kadar ge­niş bir çevrede bu konuda söylem birliği oluş­muştur. Bilgi toplumuna varma hedefi bugün Recep Tayyip Erdoğan'ın Karaköy'e uluslara­rası bir elektronik merkezi kurma planların­dan, yenilikçi sosyal demokratların Türkiye'yi bilgi toplumu yapma amaçlarına kadar bir çok kesim tarafından ifade edilmektedir. 'Merkez sağ partilerin inandırıcı bir gelecek vizyonu çi-zemedikleri ortamda', demektedir Osman Ulagay, 'sosyal demokrasinin önünde büyük bir fırsat var.' Zira, Ulagay'a göre, '(b)ilgi toplumu­na giden bir dünyada 2000'li yılların iddialı ül­kelerinden biri olmak isteyen Türkiye'ye ihti­yaç duyduğu vizyonu sosyal demokratlar sağ­layabilir' (Ulagay, 1996). Dünya hızla bilgi top­lumuna gitmektedir ve geleceğin hatta yakın geleceğin dünyasında ancak bu gidişe ayak uydurabilen ülkeler ve toplumlar öne çıkacak­tır. Türkiye'de Sanayileşmenin Yeni Boyutları ve KİT'ler başlıklı derlemelerinde Korkut Bora-tav ve Ergun Türkcan, Türkiye'nin, 'sanayi top­lumunun daha ötesine, bilgiye-dayalı ekonomi ve topluma geçiş için son şansını kullanma du­rumunda' olduğunu vurgulamaktalar (Boratav, Türkcan, 1993, s. 64). 'Yarının dünyasını' de­mektedir Elektronik Sanayiciler Derneği rapo­ru, 'dış görünümü ile, pek de kötü olmayan bir gelir dağılımının sağlandığı, Bilgi Devriminin getirdiği olanakların geniş tabanlara yayılarak kullandığı mutlu bir dünya olarak düşleyebili-riz' (ESD-1992). 'Eğer yakın gelecekte Türkiye bilgi teknolojileri üreten ve bunları diğer sek­törlerde kullanan bir ülke haline gelirse Avm-pa ve Dünya ile olan ilişkiler bugün olduğun­dan çok daha tatmin edici seviyeye erişir' (a.g.e., s. 10). 

Eleştirel Bilim ve Teknoloji Yaklaşımları 

Bu tür mutlu dünya tasvirleri karşısında ve Türk insanının ilerlemek için teknolojiye yaptığı manevi yatırımın boyutları düşünüldü­ğünde Türkiye'de çok cılız da olsa varolan eleştirel teknoloji yaklaşımlannı, nereye gittiği­mizi, kendimizi ne tür bir manüğın içine hap­settiğimizi anlamak açısından duymaya ve bu­radan hareketle modern teknolojilerle ilişkimiz konusunda düşünmeye başlamamızda yarar var.

Eleştirel bilim ve teknoloji yaklaşımları başlığı altında sayılabilecek ve farklı konumlardan gelen iki temel yaklaşım bulunmakta

Türkiye'de. Bunlar radikal islami perspektif ve radikal çevreci olarak nitelenen yaklaşımlar. 

Her ikisinde de modern batı medeniyetinin doğa-insan ilişkisinde insanın doğa üzerindeki tahakkümüne dayalı mantığının temelden eleştirisi yapılmakta. Bunlardan birincisi, ismet Özel'in Üç Mesele başlıklı kitabında sözcülük ettiği düşüncelerdir. Kısaca özetleyecek olur­sak, 1970'li yıllarda yazan Özel'e göre, 'günü­müzde hakim olan bilim ve teknik, Batı'da be­lirli bir dönemde belirmiş bir kafa yapısının uzantısıdır'. Sosyalist ve milliyetçi yaklaşımlar tekniği ancak maddi bir araç, bir egemenlik aracı olarak görme konusunda birleşmektedir. Her iki görüş de, demekte, Özel, 'bilim ve tek­nolojinin sahip olduğu yer ve elinde tuttuğu kuvvet hakkında özde birbirine yakın görüşle­re sahiptirler. Onlar, insani tabiatın bir ürünü olmakla birlikte tabiatı egemenliği altına alabi­len, bağımsız karar alma gücüne sahip bir var­lık olarak görüyorlar. Bu durumda da teknik, işte bu tabiatı egemenlik altına alma niyetinin bir usulünden başka bir şey olmuyor. Anlaşıla­cağı gibi teknik insanın mutlak egemenliği dü­şüncesinin bir uzantısıdır' (Özel, Dördüncü baskı, 1992, s. 145). Özel'e göre teknik, 'bir makinanın kendisi veya onun işleyiş kuralla­rından ibaret değildir'; teknik, teknoloji, 'sanıl­dığı kadar masum değildir' (a.g.e., s. 124-5). İs­met Özel, Batı medeniyetinin bağrında büyü­yüp gelişmiş olan bu teknolojiyi 'egemenlik hakkım seçen ahlakın somutlanmış biçimi ola­rak' görmektedir (a.g.e., s. 145).

Özel'in bu görüşlerine benzer bakış açı­ları batı'da özellikle feminist yazarlar tarafın­dan uzun zamandır dile getirilmekte. Feminist yazarlar teknolojik ilerleme ile doğal ve sosyal düzenlerin, üzerinde egemenlik kurma süreci­nin paralelliğine işaret etmekte ve bu olguyu erkekliğin patolojisi ile açıklamakta. Modern toplumlarda, erkek kendi kimliğini koaıyabil-mek için diğerleri üzerinde egemenlik kurmak ya da bastırmak gibi çocuksu bir korunma ih­tiyacının içine sıkışmış kalmıştır (Bakınız, Har-ding, 1986). Batı medeniyetinin doğa-insan ilişkisine ilişkin temel mantığı üzerine yapılan eleştirel analizlerde olayın nedenlerine inil­mekte ve değişik açılardan konu tartışmaya açılmaktadır. İsmet Özel'in yaklaşımında ise nedenler üzerinde fazla dumlmamakta ve bu mantığın toptan reddi ile işin içinden çıkılmak­tadır. Ortaya çıkan boşluğu dolduracak reçete ise hazırdır İsmet Özel'in yaklaşımında: Batı medeniyetinin doğurduğu bilim ve teknoloji anlayışı 'tekniğe insan aıbubiyetinin bir iktidar aracı olarak bakarken' demekte ismet Özel, 'müslüman gözüyle biz tekniği kulluk haddi-nin aşılmasının bir belirtisi (deyim yerinde olursa bir tagut) olarak görüyoruz' (a.g.e., s. 145)- Bu düşüncenin doğal sonucu olarak, Özel, 'mevcut haliyle batı tekniğinin islami ya­şayış örgüsüne girmesinin mümkün olamaya­cağını' ileri sürmektedir (a.g.e., s. 146). ismet Özel'in yaklaşımında teknoloji ve batı medeni­yeti bir bütündür. Dolayısıyla, müslümanlann hem batı medeniyetini reddedip hem de bu medeniyetin ürünü olan teknik ve bilimsel ya­pıyı kendi hayatlarına adapte etmeleri söz ko­nusu olamaz. 'Açıkça ve şuurla kavramamız gereken nokta', demekte, Özel, 'Batı'nın inan­cı, felsefesi, bilimi ve tekniğiyle bir bütün oldu­ğu ve reddedilecekse tümden, kabul edilecek­se yine tümden kabul edilmesi gerekeceğidir' (a.g.e., s. 46). 

İsmet Özel'in görüşlerinin benzerini Ali Bulaç da çeşitli çalışmalarında ifade etmekte. 'Çevre Sorununa Alternatif Arayışlar' başlıklı çalışmasında, örneğin, Ali Bulaç batı medeni­yetinin ürettiği araçlarla tabiatı nasıl fethetme­ye çalıştığını ve bu sürecin "çevre kirliliği" diye adlandırılan kriz ile nasıl sonuçlandığını anlat­makta. 'Bilim ve teknoloji aracılığıyla tabiata karşı başlattığımız bu dehşet verici savaşın durdurulabilmesi için', demekte Bulaç, 'tabiata bakışımızı belirleyen modern yaklaşımın özü­nü gözden geçirmek' gerekmektedir (Bulaç, 1994, s. 33). Bulaç'm ve Özel'in yaklaşımların­da bilim ve teknoloji batı medeniyetinde insa­nın tabiat karşısında kurmuş olduğu egemen­lik ilişkisinin bir tezahürüdür. Bu bakımdan bi­lim ve teknolojinin sorgusuz bir şekilde kabu­ğu içinden çıktığı medeniyetin de kabulü anla­mına gelecektir. 'Kapıldığımız fiziksel büyüme çılgınlığı bütün limitlerimizi tüketmeden' demekte Bulaç, 'farklı alternatif arayışlara yönel­meli ve bunu "global ahlaki bir sorumluluğun" parçası olarak sürdürmeliyiz. Unutmamak la­zım ki, modernitenin kendisi insan zihninin ürünü bir inşadır. Eğer insan zihni bütün yete­nek ve melekelerini kaybetmemişse yepyeni bir inşa da mümkündür' (a.g.e., s. 34). 

Teknolojiye ilişkin temelden eleştiri ya­pan ikinci bakış açısı Türkiye'de Ağaçkakan dergisinde ifadesini bulan bağımsız yeşillerden gelmektedir. Burada da sanayinin beraberinde getirdiği teknoloji ve ilerlemeye kökten bir karşı çıkış söz konusudur. Yeşiller çalışmala­rıyla 'endüstriyalist uygarlığın temel dayanak­larını sorgulamaya' çalışmaktadır (Aktaran Nohl, 1994, p. 24). Onlara göre teknoloji, eko­lojik bunalımla savaşmakta uygun bir araç teş­kil etmez; Yeşillere göre temiz teknoloji yok­tur, her zaman anında ortaya çıkmasa da tek­noloji hayatın doğal temel dayanaklarının yok edilmesini içine alır. (a.g.e., s. 24) Kaynağını daha çok batı ülkelerinde geliştirilen eleştirel gelenekten alan bu hareketin de modern man­tığı topyekûn reddederek insan-doğa ilişkisini dengeli bir alışverişe oturtan alternatif bir ara­yış içinde olduğunu gömlekteyiz. 

Gerek islami gerekse de yeşillerden ge­len bu radikal eleştirel yaklaşımların görmez­den gelindiğini ya da sistemi tehdit edici radi­kallik veya aldatılmışlık ile özdeşleştirildikleri-ni görüyoruz. Bergama'da siyanür ile altın ara­maya ilişkin gelişen tepki hareketine ilişkin en çok söylenen şey hareketin başını çekenlerin farklı çıkar grupları tarafından aldatılmış ol­duklarıydı. Kimse tepkinin gerekçelerini ve uygulamaya sokulmak istenen teknolojiye iliş­kin duyulan itirazı duymak istemedi. Benzeri bir şekilde, ismet Özel'in sözcülüğünü yaptığı islami görüşe karşı tepki, örneğin sadece laik kesimler arasında değil fakat Refah Partisi'nin kendisinden de gelmekte. Refah Partisi'nin sı-naileşme ve teknoloji transferi doğrultusunda­ki resmi görüşleri ile ismet Özel'in ifade ettiği radikal duruşun arasında paralellik bulunma­makta ve Refah Partisi'nin bakışı bugün hakim konumda olan görüş ile benzeşmektedir. Nitekim, bugün başı sarıklı kişilerin cep telefonu kullanma ya da başörtülü kadınların araba kul­lanma konusundaki atılımcı yaklaşımları top­lumun her kesimde yaygın olan teknoloji hay­ranlığının ideolojik sınırları aşan konumuna işaret etmekte ve Özel'in ifade ettiği fikirlerin ne kadar marjinal olduğunu göstermekte. 

Bu tür radikal duruşların baştan mah­kum edildiği toplumda bilim ve teknolojiye ilişkin yaygın olarak ileri sürülen bakış açıları­nı ise üç başlık altında toplamak mümkün. Teknoloji kültür ayrımı yaparak bilim ve tek­nolojinin birer alet gibi transferinin yapılabile­ceğini savunan bakış açısı bunların içinde en kabul göreni. Teknoloji transferine ilişkin eleş­tiri yapıldığında öne çıkan konu teknolojileri uyarlama, benimseme ve geliştirme konusun­da atılan adımların yetersizliği olmaktadır. Ör­neğin, Türkiye'nin neden bilgi toplumu haline gelemediğine ilişkin yapılan yorumlarda karşı­laştığımız en kabul gören eleştiri türü Türki­ye'nin bilgi toplumu olmak doğrultusundaki adımlarının yetersizliği konusunda olmaktadır. "Toplumda dış dünyaya ilişkin sistematik me­rak, veri araştırma olmadığı, eğitim sistemi de bu zaafı boyuna yeniden ürettiği sürece" de­mektedir Haluk Şahin, "Türkiye'nin salt bilgi­sayar edinmekle 'bilgi' üretiminde harikalar yaratarak Enformasyon Toplumu'na sıçraması­nı beklemek safdillik olur" (Şahin, 1993, s. 55). Burada aslında teknoloji kültür ayırımına iliş­kin bir som işareti gizlidir; salt aletleri edinerek medeniyet seviyesine maalesef erişilememekte ve batı medeniyetine damgasını vuran pren­siplerin de alınması gerektiği ima edilmekte­dir. 

Teknolojiyi bir alet mertebesine indiren diğer bir bakış açısı ilerlemek için, Türkiye özelinde her teknolojinin değil fakat doğru teknolojilerin, uygun teknolojilerin kullanılma­sı gerektiğini ileri sürmektedir. Uygun teknolo­jiler öğretisine paralel bir diğer bakış açısında ise, teknoloji dünyasından kaçış söz konusu değildir, dolayısıyla teknolojilerin iyi olanını körü olanından ayırt etmek ve iyi kullanım ile kötü   kullanımı   birbirine   karıştırmamaktır 

önemli, denilmektedir. Mustafa Arslantuna-lı'nın ifadesiyle, "Çare yok. Teknoloji size do­kunacaktır, siz isteseniz de, istemeseniz de. Et­rafınız sarıldı, kaçamayacaksınız. Bu dünyada, uyduların yörüngeye bilgisayarların tarafından oturtulduğu, okumakta olduğunuz kitabın bil­gisayarda bir kelime-işlem paketi (ıvord pro-cessor) ile yazıldığı bu dünyada yaşayacaksı­nız, kaçmaya da çalışmayın. Unutmayalım; in­san iyi-kötü aletler yapan ve bunları kullanan bir hayvan. Mutlaka korkmak mı istiyorsunuz? Korkacaksanız, ozon tabakasındaki delikten korkun, birbiri ardısıra yitirdiğimiz kültürel de­ğerlerin yerine yenilerini koyamamaktan kor­kun, nükleer savaştan, bu savaşı yanlışlıkla başlatabilecek ufak tefek hatalardan, bu yoko-luşu yanlışlıkla değil, bile isteye hazırlayacak olan "savunma hazırlıkları"ndan korkun: Bera­berce korkalım, (Arslantunalı, 1992, s.124). Bu analizde tipik bir iyi-kötü ayrımına gidilerek teknolojileri meydana getiren mantığın niteliği gözardı edilmektedir (bu yaklaşımın eleştirisi için bakınız, Kevin Robins, 1988).

ilerlemenin Acısız Reçetesi Olarak Teknokrasi 

Türkiye'de batı medeniyetinin bilim ve teknoloji dünyasına ilişkin eleştirel yaklaşımlar soğuk bir zemine düşerek radikalleşiyor, mar­jinalleşiyor ve sonuç olarak, iki kuruş döviz ta-sarmfuna sebep olacak diye salatalık tohumla­rının dışarıdan alınması yerine Türkiye'de ge­netik mühendisliği yöntemleriyle üretileceği haberi kimsenin kılını kıpırdatmıyor. Teknolo­jiye ilişkin bu gözükaralığın ardında yatan ve Türkiye'nin modernleşme dinamikleriyle ya­kından ilgili nedenleri açmakta yarar var. 

Modern bilim ve teknolojiye ilişkin bu eleştirisiz kabulün ve fikirbirliğinin sebeplerini şu başlıklar altında açabiliriz.

1. Türkiye'de bilimsel ve teknolojik araştırma ve geliştirme sahası büyük ölçüde resmi otoritelerin kontrolünde merkezden yönlendirilen  bir faaliyet olarak  gelişmiştir. 

Özel sektörün zayıf ve kamu iktisadi kunılus_ lannın ülkenin bir çok sektörüne hakim oldu­ğu dönemde bilimsel ve teknolojik araştırma-geliştirme faaliyetleri bir kaç büyük kamu ku­ruluşunun ve az sayıdaki üniversitelerin bün­yesinde yapılan çalışmalarla sınırlı kalmıştır 1963 yılında kumlan TÜBİTAK ile birlikte bi­limsel ve teknolojik araştırmaların merkezi bir kamu kuruluşu tarafından yürütülmesinin önü açılmış ve bununla da yetinilmeyerek, araştır-ma-geliştirme çalışmalarındaki bizzat üstleniri konumu yanısıra, TÜBİTAK'ın ülkenin bilim ve teknoloji politikalarının belirlenmesinde anahtar bir kurum olarak işlev görmesi sağlan­mıştır. TÜBİTAK ikinci beş yıllık kalkınma pla­nından itibaren bilim ve teknoloji alanındaki öncelikleri belirleyerek beş yıllık kalkınma planlarının bilim ve teknolojiye ilişkin politika­larının ana hatlarını formüle etmiştir. TÜBİ­TAK'ın yanısıra bilim ve teknoloji alanında, özellikle işin harcamalar kısmım kontrol eden, ikinci bir merkezi teşkilat Devlet Planlama Teş­kilatı olmuştur. DPT bilimsel ve teknolojik ça­lışmalar için yapılacak harcamaların kurumlara dağılımını, miktarlarını ve öncelikli alanlarını, beş yıllık kalkınma planlarında öngörülen po­litikalar çerçevesinde belirlemektedir. 1980'ler-den bu yana uygulanan özelleştirme ve piyasa­ların rekabete açılması politikaları neticesinde bu merkezi yapılanmada izlenen değişim, bi­lim ve teknoloji politikalarının belirlenmesinde Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu'nun yetkili kılınması olmuştur. Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu'nun üyeleri DPT, TÜBİTAK, YÖK, Tür­kiye Atom Enerjisi Kuaımu ve bilim ve tekno­loji ile ilgili bakanlıklar. Başbakan'ın başkanlı­ğında toplanan Kurul'un sekretaryalığını TÜ­BİTAK yürütmektedir. Bu yeni yapılanma ade-mî-merkeziyetçiliğe doğru bir evrimden ziyade farklı soaımluluklar yüklenen merkezi kamu otoriteleri arasında koordinasyonun sağlanma­sı girişimini ifade etmektedir. Başbakan'ın Ku-rul'a başkan olarak katılması ve TÜBİTAK'ın sekreterya görevini üstlenmesi, Türkiye'de bi­lim ve teknoloji politikalarının belirlenmesinde halen merkezi resmi görüşün hakimiyetine işa­ret etmektedir. 

2. Türkiye'de modern teknolojiye ilişkin resmi görüşün temelleri Cumhuriyet devrimi ile birlikte yerleşmiştir. Türkiye'nin muassır medeniyet seviyesine erişmesinin anahtarla­rından birisi olarak akılcılık ilkesi Fransız Ay­dınlanma hareketinden alınmış ve akılcılığın tezahürü olarak modem bilim ve teknoloji dünyasının bu kurtarıcı gibi kucaklanması ve benimsenmesi söz konusu olmuştur. Bu du­rumda modern bilim ve teknolojiye karşı gel­mek ve sorgulayıcı bir tutum geliştirmek Türki­ye'nin ilerlemesinin önünü kesmeye yönelik gerici yaklaşımlar içinde bulunmakla özdeş hale gelmiştir. Modern bilim ve teknolojiyi mitleştiren resmi görüş bu konudaki bakışın şekil­lenmesinde tamamıyla hegemonik bir rol oy­namıştır. 

3.  Türkiye'de birbiri ile farklı islamcı ve laik ideolojilerin bilim ve teknoloji konusuna geldiklerinde gösterdikleri ortak tutumun te­melinde modern bilim ve teknolojinin batı me­deniyetinden soyutlanarak ele alınmakta oluşu yatmaktadır. Gerek laik ideoloji gerekse de is­lamcı yaklaşımlar teknoloji ile kültürün birbi­rinden ayrılabileceği üzerinde anlaşmaktadır. Bilim ve teknoloji sahası ürünü olduğu sosyal sistemden ve yeniden üretimin mantığından koparılarak tek başına varolabilir birer nötr nesne olarak ele alınmakta ve böylelikle bilim ve teknolojiye ilişkin sistemin işleyiş biçimine işaret eden soru işaretleri bertaraf edilmekte­dir. Bu ayrıştırma taktiğinin geçmişi ise Cum-huriyet'in kunıluş yıllarına, modernlik ile gele­nek arasında ne gibi bir dengenin tutturulaca-ğımn tartışıldığı döneme uzanmaktadır. Bir ta­rafta sosyal yeniden yapılanmayı Şeriat'a dö­nüş temelinde ele alanlar, öbür tarafta tama­men batılılaşmayı savunanlar karşısında Ziya Gökalp'e göre Avrupa'nın sadece maddi me­deniyeti alınmalı ve manevi yönü alınmamalı­dır (Aktaran, Kadıoğlu, 1996, s. 183). Ziya Gö-kalp'in geliştirdiği bu üçüncü yol formulasyo-nu Cumhuriyetçi kadroyu başından beri rahat­sız eden batı medeniyeti ile doğu kültürü ara­sında ne tür bir ilişkinin kurulacağına tatmin­kar bir cevap olmuştur. Bu ayrım aynı zamanda Cumhuriyetçi kadronun teknoloji ile kültür arasındaki ilişkiyi nasıl tanımladıklarını da or­taya çıkarmaktadır. Batı medeniyeti sorunları akılcı bir çerçevede çözen teknolojik bir meka­nizmaya indirgenmekte ve bu aklın ürünleri­nin kendi maneviyatımızın bünyesine alınarak kullanılması suretiyle bu medeniyetin yörün­gesine girilebileceği öngörülmektedir. Buna göre teknoloji aletden başka bir şey değildir ve medeniyete erişim ya da ülkenin ilerlemesi bu aletlerin kullanımı ile, teknolojik tamir ile sağ­lanabilecektir. İlerlemenin reçetesi bu bakışa göre acısız bir şekilde mühendis-teknokrat ön­derliğinde gerçekleştirilebilir (Bakınız, Nilüfer Göle, 1993). Bu bakış açısı farklı ideolojileri birleştiren ve Türkiye'nin refahının şartı olarak kabul edilen bir tabuya dönüşmüştür. 

İşte bilim ve teknolojiye ilişkin böylesi­ne bir mitleştirmenin hakim olduğu bir düşün­sel ortamda teknolojik gelişmeye ilişkin temel­den itirazlar geliştirmek ve bunları yüksek ses­le ifade etmek radikallikle damgalanı vermek­tedir. Oysa batı ülkelerinde modern teknolojik ilerlemenin temelinde yatan mantığa ilişkin eleştiriler her geçen gün güçleniyor, protesto hareketleri daha fazla taraftar topluyor ve radi­kal yaklaşımlar gündelik hayata giriyor. Bunun en son örneği genetik mühendislikte sağlanan son gelişmeler çerçevesinde kopan tartışmalar. Kamuoyu baskısı öyle bir noktaya gelmiş du­rumdaki, örneğin ingiltere, genetik mühendis­lik metodları ile geliştirilmiş tarımsal ürünlerin ekimini şimdilik yasaklamış bulunmakta. Tür­kiye'de ise bırakın teknolojilerin mantığını sor­gulamayı, teknolojilerin kullanımı suretiyle meydana gelen sosyo-kültürel değişimleri bile incelememekteyiz. Bünyemize aldığımız tek­nolojilerle zaman-mekan kavrayışımız nasıl değişiyor, toplumsal ilişkilerimiz nasıl etkileni­yor, düşünce biçimimiz, ahlaki kavramlarımız ve sosyal alışkanlıklarımız ne tür bir değişim­den geçiyor? Bu somların yanıtlarını aramakla ise başlamadığımız taktirde bizi bekleyen ka­der, mantığını bile doğru dürüst kavrayamadı­ğımız bir sistemin kölesi olmaktır. Teknolojik dünyaya karşı eleştirel bir tutum alırken, Cristopher laschin, teknoloji merakının yani ilerleme idealinin altında geleceğinden korkan, geleceği ile yüzleşmekten çekinen bir toplum endişesi yaratmaktadır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005