Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Osmanlı’dan Bugüne Bilim ve Coğrafya

Selçuklu devletinin ardından ortaya çıkan Anadolu beylik­lerinden biri, Bilecik'in Söğüt kasabası ve yakın çevresinde, 1299 tarihinde, Kayı aşiretinin kurmuş olduğu Osmanlı Beyli­ği'dir. Bu beylik, kısa sürede gelişmiş ve çağının en önemli İmparatorluğu olmuştur. Büyük medeniyetlerin kuruluşları, ge­lişmeleri, duraklamaları ve yıkılışları da büyük zaman dilimle­rini kapsar. İşte Osmanlı İmparatorluğu'nun da hayat çizgisi 600 yıllık bir süreyi içine almaktadır. Öyle ki, Cihan İmparator­luğu ünvanını alan bu devlet, en geniş sınırlarını 400 yıl elinde tuttuğu bilinmektedir. Gerileme dönemi dediğimiz son 200 yıl içinde bile fazla toprak kaybetmemiş, topraklarının büyük bölü­münü, yıkılış dönemlerini oluşturan 20. Yüzyılın başlarına ka­dar koruyabilmiştir. Bu özellikleri ile Osmanlı, dünya medeni­yetleri arasında ilk sıralarda yerini almaktadır. 

Cihan İmparatorluğu'nun kurulması ve uzun ömürlü ol­masında önemli sırlar yatmaktadır. Herşeyden önce koskoca bir dünya devletinin ortaya çıkmasındaki sırları, devletin kurucusu Osman Gazi'nin kayınbederi olan Şeyh Edebali' nin damadına vermiş olduğu nasihatinde aramak gerekir. Şeyh Edebali, Os­man Gazi' ye vermiş nasihatin bir bölümünde şu sözleri söyler;" Oğul,

Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bü­tün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler, An­cak; senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır..." 

Bu nasihat sözlerinden de anlaşılacağı üzere, koskoca im­paratorluğun temelleri; dünyayı tanımak ve onu gözünde fazla büyütmeden, gizemlerini, bilinmeyenlerini ve görünmeyenleri­ni fethetme idealleri ile atılmıştır. 

Osmanlı İnsanı; toprağı, bir ana, bir yar bilmiş ve ona ka­vuşmak için, kanını ve canını ortaya koymuştur. Kuruluş yılla­rında, Güney Marmara bölgesini kapsayan topraklar, hızlı bir şekilde genişlemiştir. Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fet­hetmesinden sonra, gelişme Avrupa'ya doğru olmuş ve Fatih Sultan Mehmed Han ölümü sırasında, Anadolu'yu, Kırım'ı ve' Balkanların büyük bir bölümünü devlet sınırları içine dahil et­miştir. Kanuni Sultan Süleyman'ın padişah olduğu yıllarda ise, İmparatorluk sınırları, doğuda İran içlerine, güneyde Mısır ve Hicaz bölgesine kadar uzanmıştır. Osmanlı Devleti'nin toplam yüzölçümü, kuruluş yıllarına denk gelen 1300 yılında, sadece 5.631 Km2, kadar iken, 1402 yılında 430.407 Km2, olmuş ve 1595 yıllarında ise 1.567.970 Km2.ye yükselmiştir. 

Osmanlı İmparatorluğu ilk olarak toprak kaybı, Sultan II. Mustafa döneminde yapılan Avusturya Seferi'nin yenilgisinin ardından imzalanan Karlofça antlaşmasıyla (26 Ocak 1699) olmuştur. Gerileme döneminin başlangıcı olan bu tarihten itiba­ren 200 yıl içinde, devletin yüzölçümü peyderpey küçülmüş, ancak bu küçülme; çok yavaş gerçekleşmiştir. 1913 yılına ge­lindiğinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzölçümü; 180.000 Km2.'si Avrupa-i Osmaniye'de, 1.800.000 Km2.'si Asya-i Os­maniye'de, 3.000.000 Km2.'si Afrika-i Osmaniye'de olmak üzere, toplam 4.980.000 Km2.yi buluyordu. Görülüyor ki, 4 milyon Km2.den fazla bir toprak, 1913 ile 1923 yılları arasını kapsayan sadece 10 yıl içinde kaybedilmiştir. Bu yönüyle, Ci­han İmparatorluğu olan Osmanlı Devleti, azametini ve ihtişamı­nı yıkıldığı yıllara kadar koruduğu görülür. 

Bugün, Osmanlı İmparatorluğu'nun hükmettiği topraklar üzerinde, toplam 45 ayrı ülke vardır. Bu ülkelerden 27'si, As-ya-i Osmaniye'de (Osmanlı Asyası), 13'ü Avrupa-i Osmani­ye'de (Osmanlı Avrupası) ve 5'i Afrika-i Osmaniye'de (Osmanlı Afrikası) yer almaktadır. Bunların toplam yüzölçümleri 11.437.706 Km2.yi bulmakta ve  bu ülkelerin hepsinde bugün . için toplam 373.957.000 kişi yaşamaktadır. 

Osmanlı İmparatorluğu topraklan üzerinde kurulmuş olan ülkelerden biri de, Türkiye Cumhuriyeti'dir. Anadolu yarıma­dası ve kısmen Trakya toprakları üzerinde, 1923 yılında kurul­muş olan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun zengin kültür mirasına konmuştur. 

Coğrafya, daha doğrusu coğrafî faktörler, tarihin en eski devirlerinden itibaren insan topluluklarını ve bu toplulukların sosyal, siyasal, ekonomik, dinî ve kültürel yaşantılarını değişik şekillerde etkilemişlerdir. Başka bir tabirle, coğrafî faktörler, tarihin gelişimine yön vermişlerdir. Bu durum, Osmanlı İmpa­ratorluğu'nun coğrafyasında da açıkça görülmektedir. Herşey-den önce, Osmanlı İmparatorluğu, sahip olduğu cihan hakimi­yetinde, Anadolu ve sahip olduğu diğer toprakların coğrafî şart­ları büyük rol oynamıştır.

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan yıkılışına kadar geçen 600 yıllık bir süre içinde, zamanın en ileri düzeyde ilmi seviyesine ulaşmıştır. Çünkü ülkelerin gelişmiş düzeyleri ile bi­lim ve teknik gelişmeleri arasında sıkı bir bağlantı bulunmakta­dır. 

İmparatorluğun kuruluş ve gelişme dönemlerinde, belirle­nen hedefler doğrultusunda, yeni fethedilecek toprakların özel­likleri hakkında ayrıntılı çalışmalar yapılmıştır. Özellikle yer-yüzü-insan ilişkisi önemli ölçüde ele alınmıştır. Yeni ülkeler ve bölgeleri tanıma ve oraları fethetme duygusu ile ele alınan bu eserler, zamanın önemli coğrafî araştırmaları arasında dikkati çeker. Pirî Reis'in (1470-1559) Dünya Haritası (1517) ve "Kitâb-ül-Bahriye"si (1521) önemli coğrafî eserlerdir. Yine Seyit Ali Reis (Ö.1562)'in Güney Asya kıyıları ve Hint Okya­nusu hakkında çok geniş bilgiler içeren "El-Muhît" adlı eseri önemlidir. Seyit Ali Reis, bu kitabında Amerika kıtasının keşfi ile ilgili kısa bilgiler de vermektedir. 

Kâtip Çelebi, "Tuhfetü' l-Kibâr fî esfâril B i har" adlı ese­rinde de coğrafya ilminin önemini ve gereğini şu şekilde vurgu­lar; "Hafî olmaya ki, devlet işlerini üzerlerine almış olanlara bilinmesi lazım olan işlerden biri coğrafya fennidir. Bütün yer­yüzü ahvalini bilmek kolay olmazsa, bari Osmanlı ülkesinin şekli ve etrafta sınırdaş olan memleketlerin tasviri bilinmek ge­rektir ki, bir yere sefer etmek ve asker göndermek lazım geldik­te, ona göre tedarik oluna. Düşman vilayetine girmek ve sınır boylarını korumak tedbirlerini almak anında kolay olur. Bu babta fenden habersiz kimseler ile meşveret yetmez, yerli dahi olursa. Zira çok yerli vardır ki, kendi diyarını iyice bilip anlat­maktan acizdir. Ve bu ilmin lüzumuna şu delil yeter: Yerebata-sı küffar, ol ilimlere ehemmiyet ve değer vererek, Yeni Dünya'yı bulup Sind ve Hind limanlarına yayıldı. Venedik taifesi gibi bir hor hakir kavim ki, küffar hükümdarları arasında rüt­besi duka pâyesi'nden ibarettir ve aralarında balıkçı unvanı ile meşhurdur, Osmanlı İmparatorluğu'nun boğazına gelip ve garba hükmeyleyen şanlı devlete karşı kodu..." 

Kâtip Çelebi'nin eserlerinde vurguladığı noktalar bugün için de geçerlidir. Coğrafya ilminden yoksun yöneticiler, ülkeyi gereği gibi yönetmekte zorluk çekmektedirler. Gerek ülkenin iyi yönetilmesi ve gerekse dünya ülkeleri arasında özlenen yeri­ni alması bakımından, coğrafya ilmine gereken önem verilmeli­dir. Yoksa geçmişte Balıkçı unvanıyla meşhur Venedik taife-si'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nun boğazına gelip ve garba hükmeyleyen şanlı devlete karşı koyduğu gibi; bugün de her ta­rafında hazır bekleyen düşman, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin boğazını sıkıverir. Boğazının sıkılmaması için Türkiye Cumhu­riyeti, bütün bilimlere ve bu arada Coğrafya ilmine gereken önemi vermelidir. 

Doç. Dr. Ramazan OZEY

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005