Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Petrolün Ortaya Çıkışı ve Türkiye’nin Petrol Politikası 

İnsanoğlunun petrolle ilk tanışması M.Ö. 2000'lere kadar uzanı­yor. Söylentilerle oluşan tarihin dışında yazılı tarih de petrolün sebep olduğu savaşlar, sorunlar güç çekişmeleri ile örülüdür. M.Ö. 2000 yılında Babil tabletlerinde, petrolden 'naptu' adıyla söz ediliyor. Sü­mer, Asur ve Babil uygarlıkları petrolü stratejik bir ham madde olarak tanımlıyor. Bilinen ilk petrol savaşının da tarihi oldukça eskilere da­yanıyor. Babil ve Asurlular arasında Hit petrolleri için çıkan savaş, ilk petrol savaşı olarak biliniyor. 

Petrol, gerek ekonomi, gerekse milli güvenlik açısından tüm dev­letler için son derece önemli stratejik bir madde. ABD'nin Pennslyvania eyaletinde ilk olarak 1859 yılında güçlü bir kaynak bu­lundu. O tarihten bu yana da birçok önemli savaşın gizli gündemiydi petrol. Ekonominin temel dallarında tarımda, sanayide, ulaşımda, ısıtmada en önemli enerji kaynağı olarak kullanılıyor. Hayatımıza uy­gulayacak olursak, petrol fiyatlarının fırlaması, benzine zam anlamı geliyor. Benzinin fiyatındaki bir artış da hayatımıza giren her ürünün (yiyecek, içecek, kıyafet vs.) zamlanması demek oluyor. Ayrıca petro-kimya da, önemli bir endüstri alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu alanda, petrolden her türlü eşyanın yapılması sağlanmıştır. 

Petrol, Milli Güvenlik alanında da çok önemli bir yere sahip. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nda da yaşandığı üzere, jet yakıtları bul­mada önemli sorunlar gündeme gelmiştir. Prof. Dr. Muammer Aksoy, konunun önemini "Modern yurt savunmasını petrolün yardımı ol­maksızın düşünebilmeye imkân yoktur. Kıbrıs ihtilafında bile, müda­haleyi düşündüğümüz zaman, çözmek zorunda kaldığımız ilk mesele olarak karşımıza 'jet uçaklarının yakıtı' meselesi çıkmıştır. Hülâsa: Atom devri bütün dünya için gelmedikçe çağımız 'petrol devri' hiç değilse yüz yılımız 'petrol asrı' olarak kalacaktır" sözleriyle açıklıyor.

Cumhuriyetin ilk yılları

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu dönemlerde Atatürk, sosyal ha­yatla ilgili devrimlerin yanı sıra ekonomide de önemli adımlar atmak için mücadeleler yürütüyordu. Ekonomide Türkiye'nin yeraltı kay­nakları önemli bir yer tutuyordu. Atatürk de bu önemli konuda her zaman Türkiye'nin menfaatlerini ön planda tutarak politika üretiyor­du. Özellikle petrol işletmeciliğini devlet tekeline alması, bu konuda attığı önemli adımların başında geliyordu.

Hatta Atatürk'e sunulan bir rapordan bile bahsedilir. Dr. Ümit ;Emre bu konuda, "Hassan Halet Işıkpınar'ın raporunda Van, Erzu­rum, Naftik,, Pellek, Hasankale, Zaho, Kastamonu, Gelibolu, Keşan, Konya, İznik, Sinop, Trabzon, Antalya'da petrol bulunduğu yazılıyor" diyor. 

Atatürk dönemi düzenlemeleri 

Atatürk, bu konuda millileştirmeye önem vermişti. 1926'da 792 sayılı Petrol Kanunu çıkarılmış ve Türkiye'de petrol arama yetkisi devlete, hükümete verilmiştir. Devlet eliyle petrol arama ve üretim işlemlerinin yürütülebilmesi, bir teşkilatlanmayı gerektiriyordu. Bu çerçevede 20 Mayıs 1933 tarihinde yayımlanan "Altın ve Petrol Arama ve İşletme İdareleri Teşkiline" dair 2189 sayılı Kanun'la, kamu petrol sektöründe ilk organizasyon sağlandı. Bu maksatla, İktisat Ve­kaletine bağlı ve hükmü şahsiyeti haiz "Altın ve Petrol Arama ve İş­letme İdareleri" kuruldu. 

22 Haziran 1939 tarihinde yürürlüğe giren 2804 sayılı Kanun'la da "Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü" kurulmuş olup, bu durum karşısında "Altın ve Petrol Arama ve İşletme İdareleri" kaldırılarak bütün görev ve yetkileri MTA'ya devredildi. "İlk başarılı çalışmalar raman'da sevindirici sonuçlar vermiştir. İkinci Dünya Savaşı içinde MTA, ilk kurulan Raman Maymune Boğazı'ndaki kamp yakınlarında açtıkları 5 numaralı kuyudan petrol çıkarmayı başarmıştır." Raman'da petrol bulunduğu 20 Nisan 1940 tarihinin ardından, 1945'te günlük 28 ton, 1949'da ise günlük 70 ton petrol üretilmeye başlanmıştır. 

14 Şubat 1941 tarihinde, "Milli Koruma Kanunu"na dayanılarak Halk ve Milli Müdafaa ihtiyaçları için lazım olan her türlü petrol ve ürünlerini satın almak, satmak ve stoklamak, imkan nispetinde tasfi­yehaneler tesis etmek ve işletmek amacıyla Ticaret Bakanlığına bağlı olarak hükmi şahsiyeti haiz "Petrol Ofisi" kuruldu. Bu suretle, "Kamu Petrol Arama ve İşletmesi"nde MTA'nın üstlendiği göreve karşılık, petrol ve ürünlerini ithal, dağıtım, depolama, rafinaj ve satış görevleri Petrol Ofisi'nce üstlenildi.  (Petrol Hakkında)

1954'te çıkan tartışmalı kanun

Türkiye'nin petrol politikalarını anlayabilmek için öncelikle 1954 yılında çıkarılan 6326 sayılı Petrol Kanunu'nu incelemek gerekiyor. Ama öncesinde 12 Kasım 1952 tarihinde, dönemin hükümeti bir ka­rarname yayınladı. 3/15833 sayılı kararnameyle petrol tekelleri, "dünya petrol siyasetinin gerektirdiği çerçeve içinde" petrol arama ve işletme faaliyetine katılmaya çağırıldı.7 Türkiye'nin, konuyla ilgili poli­tika değişikliğine gideceğinin ilk işaretleriydi bunlar. Çünkü 1926 yı­lındaki kanuna göre, petrol konusunda tek yetkili devletti. Ancak kararnameyle, petrol tekellerine Türkiye'nin kapıları açılıyordu. Adı ge­çen kararname şöyleydi: 

"Petrol kaynaklarımızı en kısa zamanda tespit ederek çalışır bir hale getirip kıymetlendirmek gayesiyle aramalar yaparak bulunacak membaların dünya petrol siyasetinin gerektirdiği çerçeve içinde askeri ve iktisadi menfaatlerimize en uygun şartlarla işlemeyi taahhüt veya bu hususta işbirliği yapmayı kabul edecek sermaye sahibi hakiki ve hükmî şahısları yurdumuza celbedip çalışmalarını mümkün kılacak ve bunlarla hükümetimiz arasında mukaveleler sağlayabilecek her türlü kanunî, idarî ve malî tedbirlerin alınması ve bu maksadı tahakkuk ettirebilmek için lüzumlu şartların tesbitinde fikirlerinden istifade edilmek üzere dünya petrol mevzuat ve tatbikatında bu konunun fenni, iktisadi ve mali meselelerine vakıf mütehassısların temin ve celbi için her türlü işlem yapılacaktır." 

1954 yılında da "Türkiye Cumhuriyeti'nin petrol yataklarının hu­susi teşebbüs ve yatırımlar eliyle süratle, fasılasız ve verimli olarak inkişaf ettirilmesini ve kullanılmasını sağlamak" amacıyla 6326 sayılı Petrol Kanunu hazırlandı. Demokrat Parti Hükümeti'nin, uluslararası petrol şirketlerinin temsilcisi olarak bilinen Max Ball'ın hazırladığı bu kanun çok büyük tepkileri beraberinde getiriyordu. İsmet Paşa, bu onun ile ilgili olarak "Petrol Kanunu, bir kapitülasyon kanunudur" yorumunu yapıyordu. Ancak İsmet Paşa daha sonra bu görüşünden cayar ve iktidara geldiğinde bu kanuna dokunmadı. Metin Aydoğan, 'Bitmeyen Oyun" kitabında bu kanunu "...petrol işletmeciliğini dev-et tekelinden çıkarıyor ve yabancı şirketlere geniş imtiyazlar veriyor­du. Şirketler, Türkiye'nin her yerinde arama yaptılar, uzay teknoloji­sini de kullanarak Türkiye'nin sahip olduğu petrol rezervlerini sapta­dılar; ancak hiçbir yerde petrol çıkarmadılar, açtıkları kuyuları petrol yok gerekçesiyle kapattılar" şeklinde tanımlıyor. Akşam Gazetesinin 1965 yılındaki Genel Yayın Müdürü Doğan Özgüden de bu kanunu 'Böylece Türkiye dev petrol tröstleri için açık saha haline getirilmiştir" sözleriyle değerlendiriyor. 

Celal Bayar'ın ABD'lilere verdiği söz 

Celal Bayar'ın, Ocak 1954 tarihinde yaptığı ABD gezisinin de et­kili olduğu dile getiriliyor. Hatta bu gezide, Bayar'ın ABD'de petrol Şirketleri temsilcileriyle yediği yemekte, "Petrol Kanunu'nun onların istedikleri biçimde, memlekete dönmeden önce Meclis'ten çıkacağını" söylediği de önemli iddialardan biridir. Doğan Avcıoğlu, o dönem yaşanan sürece ilişkin şu çarpıcı örnekleri verir: 

"ABD'nin petrolcü Ankara Büyükelçisi, daha önce haberi verir:

'Türkiye'de petrol işletmeleri devlet tekelinden çıkarılacaktır.'

ABD sermayedarlarının organı Journal of Commerce, Mc Ghee'nin demecini örnek alsınlar diye, milliyetçilik sevdasındaki Bo­livya'ya ve Musaddık'ın İran'ına uyarıda bulunur:

'Türkiye, petrol sanayini örgütleyip, yürütebilecek güçtedir. Orta Doğu'nun bu durumdaki tek ülkesi olmasına karşın, işin gerçeğini kavramış ve petrol işletmesini devlet tekelinden çıkarmak için tavır almıştır. İran ve Bolivya hükümetleri, Mc Ghee'nin demecini okuyup akıl yolundan hareket etmelidirler. Bâzı ülkelerde sadece sözde milli­yetçi olan gruplar, yabancıların kendilerini sömürdüğünü ileri sürüp, bunların sınır dışı edilmelerini isterken, Türkiye, tam tersine petrolle­rin değerlendirilmesi yolunda kapılarını yabancı sermayeye açmakta­dır.'" 

Avcıoğlu, tasarıya "Bu yasa ancak yabancı şirketlerin izniyle de­ğiştirilebilir" şeklinde bir madde konulduğunu, ancak bu hükmü içe­ren 136. maddenin daha sonra kanundan çıkarıldığı bilgisini de veri­yor. 

Prof. Dr. Muammer Aksoy'un dikkat çektiği noktalar 

1954 Petrol Kanunu'na karşı 1960'lı yıllarda da tepkiler devam etti. "Petrolümüzü Millileştirelim" kampanyasının bayraktarlığını da bir suikaste kurban giden Prof. Dr. Muammer Aksoy yapıyordu. 1965 yılında Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF)'nun düzenlediği bir panele katılan Aksoy, kanunla ilgili şunları vurgulamıştı:

"Petrol Kanunu, yeraltı servetlerimizin işletilmesi yolunu yabancı şirketlere açarken, iki faraziyeden hareket etmiştir: 

A)   Türkler kendi güçleri ile petrolcülüğü başaramaz,

B)   Yurdumuzu gelecek büyük yabancı petrol şirketleri, çok kısa zamanda memleketimizin ihtiyacı olan bütün ham petrolü kendi kaynaklarımızdan çıkaracaklar, hatta dışarıya geniş öl­çüde petrol ihraç etmek suretiyle -petrol yüzünden döviz ödemek şöyle dursun -petrol sayesinde memlekete döviz ka­zandırma imkanını sağlayacaklardır. 

İşte bu iki faraziyenin ikisi de, geçen 10 sene içinde iflas etmiştir. Zira: 

a)   Türklerin petrolcülüğü başarı ile yapabildiği, petrol ameliyeliğinin her alanında iktisadi değere sahip miktarda üretim, tas­fiye, nakil ve dağıtım işlerini başarmaları ile ortaya çıkmıştır.

b)   Büyük yabancı petrol şirketleri, memleketimize döviz gelmesi­ni sağlayacak derecede (yani ihracat için) petrol üretimini de­ğil, sadece memleketimizin ihtiyacını karşılayacak bütün ham petrolü kendi kaynaklarımızdan çıkarma işini dahi başara­mamışlardır. Kendi petrol ihtiyacımızın hâlâ büyük kısmı, dı­şarıdan 100 milyonlarca liralık döviz ödememiz karşılığında elde edilmektedir. (Petrol Forum)

c)   TP ile kıyaslanamayacak kadar arama ruhsatnamesine (yani inhisarı hakka) sahip yabancı şirketlerin tümünün toplam üre­timi, henüz kendi yerli müessesemizin üretim seviyesine bile ulaşamamıştır.

d)   Yabancı şirketlerin, Türkiye'de son zamanlarda bulmaya baş­ladıkları (veya bulduklarını artık bildirmeğe başladıkları) yerli ham petrol kaynaklarının işletilmesi sayesinde dışarıya trans­fer ettikleri dövizin miktarı o kadar yüksektir ki, Türkiye'de ham petrol bulunması ile bulunmaması arasında memleketi­mizin yararı bakımından hemen hemen fark yoktur.

e)   Yabancı şirketler birçok bölgede ele geçirdikleri arama ve iş­letme ruhsatnameleri sayesinde, bu yerlerde kendi müesse­semizin (Türkiye Petrollerinin) üretimde bulunmasına engel olduklarından ve kendileri ise, petrol arayıp bulmayı ve halen bulunan kaynakları işletmeyi ciddiye almadıklarından; onların Türkiye'ye gelmesi, petrol üretimimizin artmasına değil, - yerli müessesemizin kolayca bulup işletebileceği kaynakların âtıl kalması yüzünden -petrol üretimimizin artmamasına sebep olmuştur.

f)    Petrol ihtiyacımızın, kendi kaynaklarımızdan karşılayamadı­ğımız kısmını dışarıdan elde ederken de Milletlerarası tröstü kuran büyük petrol şirketlerinin, memleketimizde elde ettiği belgeler ve inhisarı petrol haklan (ve bunların, kanunun ama­cına uygun olarak uygulanmaması) yüzünden, bu şirketlerin dikte ettiği (ve dünya serbest rekabet piyasasının çok üstün­deki) fiyatlardan hem petrol satın almaktayız. Bu da, her yıl yüz milyonlarca lira fazla para (ve hem de döviz) ödememize sebep olmaktadır." 

1954 tarihli yasa petrol bolluğunda çıktı 

Petrolle ilgili çalışmalarıyla bilinen Devlet eski Bakanı Hikmet Uluğbay da, o yılları petrol bolluğunun yaşandığı yıllar olarak tanım­lıyor: 

"1954 tarihli Petrol Kanunu çıkarıldığında dünyada tam anlamı ile bir petrol bolluğu yaşanmaktaydı. Bu yıllar, petrol üretimindeki artışın talep büyümesinden çok daha hızlı olduğu dönemdir. Bu dö­nemde Suudi Arabistan'ın petrol yataklarının işletilmesi ivme kazan­maya başlamış, İran'da Başbakan Musaddık'm petrolleri millileştirme girişimini baltalamak için alınan diğer önlemlerin yanında Irak'ın pet­rol yataklarının işletilmesine hız verilmiştir. Bu yıllar aynı zamanda, dünyanın 7 dev petrol şirketinin Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Venezuela, Meksika ve daha bir çok ülkenin düşük maliyetli ve yüksek kâr marjlı petrol varlıklarını işletme hakkını ellerinde tuttukları bir dönemdir. Dolayısı ile bu dönem 7 dev petrol şirketinin yeni ülke­lerde petrol araması yapmak için nazlı davrandıkları ve yasal kuralları geniş ölçüde dikte ettikleri bir zaman dilimidir. İşte Türkiye, 1954 ta­rihli Petrol Kanunu'nu böyle bir petrol dünyası gerçekleri ortamında çıkarmıştır ve o dönemde yasanın ABD'li uzmanlarca hazırlandığı yönünde eleştiriler yapılmıştır." 

Kanun neleri öngörüyordu 

Kanunun en önemli özelliği, yabancı şirketlere işletme ruhsatı ve­rilmesiydi. Ancak 53. maddede arama sahalarına sınırlama getirilmiş­ti. Maddeye göre, bir arama sahasının 50 bin hektardan fazla olama­yacağı ve bir bölgede bir tüzel kişiye aynı zamanda sekiz arama ruh­satı verilebileceği sınırlarını da getirmişti. Bu sınırlamalar Türkiye Pet­rolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) için daha geniş tutulmuştu. 

64. maddede, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü'ne yeni petrol saha-arını açık arttırmaya çıkarmadan önce TPAO'na bu sahaları işletmek isteyip istemediğini sorma ve talep etmesi halinde de o sahaları bu kamu şirketine tahsis etme yükümlülüğünü getirmişti. Petrol sahaları için verilecek işletme ruhsatlarının süresi 20 yıl idi ve 10'ar yılı geç-nemek üzere en fazla iki defa uzatılabilirdi. 

Sıkıntılardan sonra yapılan düzenlemeler ve "Milli menfaat" vurgusu 

"Kapitülasyon" olarak tanımlanan Petrol Kanunu'na, özellikle kıbrıs Barış Harekatı sonrasında yaşanan ambargo ile baş gösteren sıkıntılar nedeniyle bazı eklemeler yapıldı. Kanunun 2. maddesi, milli menfaat vurgusu yapıyordu. Maddede şu hüküm yer alıyordu:

"Bu kanunun amacı, Türkiye Cumhuriyeti petrol kaynaklarının milli menfaatlere uygun olarak, hızla, sürekli ve etkili biçimde aran­masını, geliştirilmesini ve değerlendirilmesini sağlamaktır." 

Aslında "milli menfaat vurgusu, yapılan eleştirilerden sonra ek-enmişti. Ancak sonuçta milli menfaat vurgusu yapılıyordu. Kim derdi d, Türkiye, bu düzenlemeden 53 sene sonra, bu "kapitülasyon" olarak nitelenen kanunu arayacaktı. Öyle de oldu. Tekrar 1954 tarihli kanuna dönecek olursak, kanunun 5. maddesi de "Milli Menfaatin Korunması"na ilişkin kuralları belirlemişti. 

Kanunun 5. Bölümü "Milli Menfaatin Korunması"na ilişkin kural­ları belirlemişti. Bu bağlamda 13. maddenin birinci fıkrası şu hükmü içermekteydi: 

- "Petrol hakkı sahipleri, 1 Ocak 1980 tarihinden sonra keşfettikleri {petrol sahalarında ürettikleri ham petrol ve tabiî gazın tamamı üze­rinden, kara sahalarında % 35'ini ve deniz sahalarında % 45'ini ham veya mahsul olarak ihraç etme hakkına sahiptirler, geri kalan kısım ise 1 Ocak 1980 tarihinden önce bulunmuş sahalardan üretilen ham petrol ve tabiî gazın tamamı ve bunlardan elde edilen petrol mahsul­leri memleket ihtiyacına ayrılır."

Bu hüküm, 1983 yılında çıkarılan bir yasa ile Petrol Kanunu bün­yesine dahil edilmişti. Çünkü Kıbrıs Barış Harekatı'nda yaşanan sıkın­tılar henüz tazeydi. Özellikle Batı'lı ülkelerin uyguladığı ambargo nedeniyle Türkiye, harekat sırasında uçaklarına akaryakıt ve yedek par­ça bulmakta çok zorlanmıştı. Bu deneyim, Türkiye'yi böyle bir deği­şiklik yapmaya zorlamıştı.

Bu bilgileri veren Uluğbay ayrıca, şu önemli maddelere dikkat çe­kiyor:

"78. maddeye göre üretilen petrolün veya doğalgazın % 12.5'i Devlet Hissesi olarak alınacaktı. 95. maddeye göre, petrol ve doğal-gaz sahalarını işletenlerin ödeyecekleri gelir vergileri kesintileri topla­mı %55'i geçmeyecekti." 

TPAO'nun kuruluşu ve yaptığı çalışmalar 

1954 tarihli 6326 sayılı kanun çıktıktan hemen sonra da 6327 sa­yılı kanunla TPAO kuruldu. TPAO'nun kendi internet sitesinde, önce­likli amacın, petrol ve doğalgaz rezerv ve üretimini artırmak olduğu vurgulanıyor. TPAO'nun kendi internet sitesinde, öncelikli amacı pet­rol ve doğalgaz rezerv ve üretimini artırmaktır. 2005 yılında 558 mil­yon varil petrol eşdeğeri rezerve sahip olan TPAO'nun 2010 yılındaki rezerv hedefi 1,5 milyar varil petrol eşdeğeridir. TPAO, yurtiçi ve yurtdışında sürdürdüğü projeler ile 2005 yılında günlük ortalama 70 bin varil petrol eşdeğeri üretim yapmıştır. 2010 yılında günlük orta­lama 300 bin varil petrol eşdeğeri üretime ulaşmayı hedeflemekte olduğu bilgisi veriliyor. TPAO'nun bir diğer amacının da 2010 yılına kadar entegre bir enerji şirketi olmaktır. 

Ancak yıllardır TPAO'nun çalışmadığı, daha doğrusu çalıştırılma­dığı iddiaları gündemdeki yerini korudu. Hakan Yılmaz Çebi'nin "Türkiye'nin Petrol Savaşları" kitabında yer alan iddiaya göre, "Milli (!) şirket TPAO kurulduğu gündem bu yana geçen süre içinde Türki­ye'nin bir yıllık petrol tüketiminin ancak iki misli petrol üretebildi." 

Ancak, bu konuda yalnızca TPAO'yu suçlamak doğru bir tutum olmaz. Bu konuların, Türkiye'de gelişen siyasi gelişmelerden bağımsız tutamayız. Türkiye'nin özellikle Soğuk Savaş döneminde ABD ile olan ilişkileri, Batı'ya bağımlılık sürecinin tetikleyici dönemini teşkil ediyor. Soğuk Savaş'ın son yıllarında yaşanan bir olay, petrol arama konularında yabancı şirketlere bağımlılığımıza önemli bir örnektir. 1980'lerin sonlarına doğru ABD'ye ait ARCO çok uluslu şirketi, Diyarbakır-Karayolu sahasında incelemeler yaptı ve "petrol olmadığı" gerekçesiyle bu sahayı kapattı. Mart 1999'da TPAO'nun o bölgede yaptığı yeni çalışmalar sonucunda o sahada, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en zengin ve kaliteli petrol yatağı bulundu. 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005