Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Tüketim Kalıpları ve Tüketicinin Yeni Yüzü 

Aslında zor bir kavramla karşı karşıyayız. İktisat ve işletme, iki ayrı kavram; son zamanlarda iç içe geçmeye başlayan, bilim ve disiplin ilişkilerinin felsefik anlamda ciddi boyutta yaşandığı, yer yer çıkmazlarının karşımıza çıktığı iki tane kavram. Son yıllarda yaşanan çatışmalardan birisi de, bu iki kavram arasında. İktisat bilimi ile uğ­raşanların işletme disiplinindeki gelişmeleri ilk başlarda bir parça reddetmeleri, da­ha sonra kabullenmeleri konuya farklılıklar getirmeye başladı. Dolayısıyla, bu iki kavram boyutunda birçok şeyi açıklamaya çalışıyoruz. Tüketici kavramı, müşteri kavramı, ürün kavramı, mal kavramı, o kadar farklı isimlerle karşımıza çıkmaya başlıyor ki, daha önceden sadece iktisadi bakışla, ifadelerle değerlendirdiğimiz bu kavramlara, zorunlu olarak daha mikro boyutlarda bakmaya başladık. Bir süre diren­dik, kabullenmedik, karşı koymaya çalıştık; ama sonunda da maalesef rasyonel ta­vır gereği durum netleşmeye başladı. Dolayısıyla tüketim kalıpları kavramım gerek işletme boyutunda, gerek iktisat boyutunda ele almak gerekiyor. Yoksa işin içinden çıkılması çok zor oluyor.

Tüketim kavramı ne, tüketim kalıbı kavramı ne? İki boyutta irdeleyelim. Bir, makro iktisat boyutunda, bir de bizim maalesef reel kesim diye çok popüler olan iş­letme tanımlamaları boyutunda bakalım. İktisat bilimi diyor ki; insanların tüketim­leri, insanların yedikleri, içtikleri, kullandıkları, harcadıkları, yani faydalandıkları mal ve hizmetler belirli bir doğru üzerinde ya da belli bir eğri üzerinde hareket eder. Bu doğru veya eğri üzerinde ister kesit olarak, ister süreklilik olarak bir analize gi­rer, kantitatif veya kalitatif olarak verileri toplar, o verileri bir forma döker, bir bi­çimsel ifadeye dönüştürürseniz ve bu yaptığınız çalışma eğer tüketimler ile ilintiliy-se, bu kesiti alır ve analiz ederseniz. Bir form, bir yapı önünüze çıkar. Bu yapıya, çok genel ve basit anlamda tüketim kalıbı diyoruz. 

Bir toplulukta yaşayan bütün fertlerin belirli ürünlerden ne kadar tükettiğini, ne sıklıkta tükettiğini, hangi zaman dilimlerinde ve nasıl tükettiğini öğrenip, bu bilgile­ri toplayıp, daha sonra bunları yaptığım analizlerde zaman dilimlerine göre, sosyo­lojik olgulara göre gruplayarak bir sonuç, bir tüketim yapısı çıkarırım deniyor. Uzun yıllar süren çalışmalar sonucunda, Türkiye'deki insanlann belirli ürün gruplarında ve her bir ürün grubu içindeki alt kategorilerde, her bir alt kategorideki maddeler ba­zında insanların neleri tükettiği, ne miktarda tükettiği, ne biçimlerde tükettiği tespit edilmeye başlanmış. Bunu başlangıç noktasında, mikro iktisat kavramı bile ortada yok, mikro ölçekli yaklaşımlar gündemde değil, dolayısıyla bütün modeller, yakla­şımlar, felsefe, kısacası teori ve uygulama makro boyutta oluşturulmaya başlanmış. Türkiye'deki uygulama da enteresandır. Dünyadaki gelişme de çok farklı değil. Bu şekilde insanların o maddeden ne kadar tükettiği belirlenmiş ve sonuçta zaman di­limleri itibari ile tüketim kalıpları oluşturulmuş. 

Geliri, tüketime veri teşkil eden olgular bütünü olarak tanımlayabiliriz. Türkiye çok özeldir. Türkiye'de hepimizin çok acı şekilde yaşadığı veya gördüğü gibi; olgu boyutunda üretimin bilgisine sahip olmadan tüketen bir toplum olduğumuz için, ül­kemizde tüketime veri teşkil eden olgular bütünü olan üretim, tüketimden kopuk ge­liştiği için üretimle tüketim ilişkilerini bir araya getirip rasyonel çözümlemeler yap­mak zorlaşıyor. Türkiye örneğine sıkça girmemiz gerekecek, çünkü Türkiye genel yapıdan farklılıklar gösteren bir ülke. Genel yapıyı anlatırken Türkiye'nin özel nok­talarını hep vurgulamak gerekiyor. 

Tüketim kalıpları oluşturulurken gelirden faydalanılıyor. Çünkü korelasyonu çok yüksek iki kavram bunlar. Gelire baktığınızda, insanları gelir gruplarına göre beş kategoriye ayırıyoruz. "Gelirlerine göre beşe ayırırsak, ayırmayı başarabili-yorsak tüketimlerine göre de başarabiliriz" felsefesinden hareket ediyoruz. Dün­yada da bu bilimsel olarak kabul gören bir yaklaşım. Fakat tüketimdeki belirsiz­lik, insan davranışındaki farklılıklardan kaynaklandığından ötürü her şey karma-şıklaşıyor. İnsanların gelirlerini tespit ederken daha fazla kayıt altına alabiliyorsu­nuz, kısacası ölçümleyebiliyorsunuz. Buradan hareketle tüketim kalıplarını bul­manız daha rahat. Buna karşın tüketimde her şey daha kompleks, daha karmaşık. Gerek tüketim ürünlerinin çok kompleks olması, gerek tüketim kategorilerinin ve tavırlarının kompleks olmasından ötürü ölçülmesi çok zor hale gelmeye başlıyor. Kısacası, gelirin kayıt altına alınmasında zorluklarla karşılaştığımız gibi, tüketim kalıplarının ölçümlenmesinde de zorluklarla karşı karşıya kalıyoruz. Bu beşli ge­lir grubu, makro iktisadi anlamda bizim beşli tüketim grubuna gitmemizi engelli­yor. İşte bu noktada işletme yaklaşımları devreye giriyor, işletme yaklaşımları karşımıza çıkıyor. Onlar tüketimi şöyle tanımlıyor: Tüketim sadece tüketiciyle eş­değer bir kavram. Ben tüketiciye konsantre olurum, tüketicinin hareketlerini, eği­timlerini ve bu bağlamda tüketim miktarlarını tespit ederim. Oysa biz makro bo­yutta konuya girerken, tüketiciyi, üretimin hedeflendiği unsur diye düşünüyorduk. Fakat işletme bazlı bakıldığında; ne ürettiğiniz önemli değil, neyi ne şekilde sat­tığınız önemli mantalitesi geçerli hale geldiği için, kısacası mal ve hizmetler bü­tününün hedeflediği kişinin o mal ve hizmetleri nasıl algıladığı önem kazandığı -algılamalar savaşı yaşandığı- için bizim makro boyut bakışlarımız bir anda un ufak oldu. Onlar dediler ki, siz iktisadi olarak tüketici tanımını yapıyorsunuz, fa­kat biz tüketici tanımını farklı isimlerle ele alıyoruz. Biz müşteri diyoruz. Müşte­riyi kendi arasında farklı kategorilere ayırıyoruz: Aktif Müşteri ve Potansiyel Müşteri. 

Potansiyel müşteriyi farklı kategorilere ayırıyoruz:

Kaybedilmiş Müşteri, 

•   Kaybedilip Yeniden Kazanılabilecek Müşteri,

•   Kaybedilip Hiç Kazanı lamayacak Müşteri,

•   Hazırda Bekleyen Müşteri,

Bilgili ve Bilgisiz Müşteri.

Aktif Müşteriyi ayrı kategorilerde ele alıyoruz: 

•   İyi Müşteri,

•   Kötü Müşteri,

•   Nötr Müşteri. 

Bunu müşteri boyutunda ele alırken ayrıca İç Müşteri, Dış Müşteri grubu karşı­mıza çıkmaya başladı. Yabancı dildeki kullanımlarında bunu daha net görüyoruz: Client ve Customer. Bir de ara müşteri denilen, bünyesinde aynı anda hem alıcıyı, hem de satıcıyı barındıran müşteriler vardır. İktisatçıların 'tüketici' diye ortaya attı­ğı, kalıplarını oluşturduğu kavramlar, mikro boyutta şekil değiştirerek 'müşteri' ha­line gelmeye başladı. İktisatçıların oluşturduğu tüketim kalıbı yaklaşımları, mikro boyutta müşteri kategorizasyonu denen bir kavram haline dönüşmeye başladı ve her birinin satın alma kalıpları, kısacası onların satın alışları; iktisatta tüketim kalıpları­na eşdeğer olmaya başladı. Kavramsal düzeyde bu tür farklılıklar ortaya çıktı. 

Finans sektöründe hizmet vermeye başlayan kuruluşlar, bankalar kendi müşteri­lerini gruplandırma yoluna giderek; faydalandıkları finans ürünlerine (kredi kartı, ATM kartları, co-brended denen kartlar, faiz oranlan) göre kendi müşterilerini kate-gorize edip, her kategoride ya da her segmenteki müşterilerine yönelik yeni ürünler, yeni stratejiler oluşturmaya başladılar. İktisatçıların 'tüketim kalıbı' kavramı, onlar için bir yola çıkış noktası, ama yola çıktıktan sonra da çok gerilerde bırakılan, atılan bir kavram olmaya başladı. Biz iktisatçılarsa, tüketim kalıbını hâlâ makro boyutta anlatırken; gerçek hayatta, işletmeler boyutunda, işletmelerin içinde bu tür yeni ka­lıp tanımlamalarını uzun bir süre reddettik. Ama yaklaşık 1993 yılından beri, bu ye­ni kalıplar bizim anlatımlarımızda da şekil bulmaya, yer bulmaya ve genelleşmeye başladı. Artık daha rahat bir şekilde, bu iki kategoride kombinasyonlar oluşturabiliyoruz. 

Bu noktada, üretim ve tüketim kalıplarını bir arada ele alabiliriz. Mikro boyutta tüketim kalıbı nasıl oluşuyor? Yaklaşık 53 tane kriter var. Tüketiciler bu kriterlere göre inceleniyor. Bu kriterlerden bir tanesi, söz gelimi, eğitim durumu, bir diğeri vergi iadesinden faydalanma sıklığı, bir diğeri ise çocuk sahipliğidir (Bireyin kaç yaşındayken çocuğa sahip olduğu gibi). Bu tür temel kategoriler itibarı ile, 53 tane kriter bazında tüketiciyle ilgili veri topluyorsunuz. Bu verilerle ciddi kombinasyonlar oluşturuluyor, çapraz veri grupları elde ediliyor. Mesela üniversite mezunu, 30 -35 yaş aralığında, evli, 2 çocuğu olan, şu sektörde ve şu pozisyonda çalışan, daya­nıklı tüketim mallarına yıllık şu kadar harcama yapan insanlar, yıllık gıda ürünleri­ne şu kadar harcama yapan insanlar gibi detaylandırılmış verilerdeki ciddi bir kom­binasyonla insanlarla ilgili bilgi alıyorsunuz. Bu bilgiler daha sonra derleniyor, bir­takım analizlere sokuluyor (segmantasyon analizi gibi). Türkiye'deki tüketici kalıp­larının, 6 ayrı kategoriye ayrıldığı akademik olarak da kabul görülüyor.

Dünyada da bu 6 kategori söz konusu. Bunun anlamı, tüketim kalıplarını ayırırken 6 başlıkta top­layabiliriz. Fakat bu kalıpların içinde tüketim kalıbının oluşmasını, netleşmesini be­lirleyen sosyolojik, demografik özellikler de var. Bireyin tüketimi üzerinde salt ikti­sadi geliri veya iktisadi durumu değil, aynı zamanda demografik ve sosyolojik de­ğişkenler de etkili olduğu için, bunları da baz alarak tüketim kalıpları ölçülmeye ça­lışılıyor.

İktisadi açıdan tüketim kalıbını ölçme sürecinde; yine bireylerin harcamalarının tespiti ve tespit edilmiş harcamaların kategorizasyonu belirleyici olmaktadır. Bunun için ilk hareket noktası haneler olarak alınmış. Hanelere ulaşılıyor, hanelerin hangi ürünlerden ne kadar tükettiği kayıt altına alınıyor. Fakat hâlâ ne denli akademik ol­duğu tartışma konusudur. Çünkü, insanların hangi ürünlerden, ne kadar ve ne sıklık­ta tükettiğinin tespiti ancak insanların satın alma esnasında tam olarak kontrolüyle mümkündür. O esnada ölçmek ne kadar bilimsel; tartışma konusu. Tüketimi takip et­mek, bilgisayarların olmadığı dönemlerde neredeyse imkansızdı; harcama esnasın­da, otomatik kayıt altına almak imkansızdı. Gelinen aşamada, tüketim kayıt içine alınabilse de, insanoğlu kayıt dışı tüketim kısmını gizleyebilmek için, kayıt dahilin­deki harcamalarını kayıt dışı olması gerekenle eşdeğer tutarak her ikisini birbirini destekler şekilde götürüyor. Otomatik refleks halinde oluşan bir şey bu. Dolayısıyla harcamayı harcama yapılırken, tüketimi tüketim yapılırken ölçmek en rasyonel ta­vır.

Hanelere gitme çalışmaları uzun süreli çalışmalar, bir yıllık çalışmalar. Bir yıl boyunca haneleri izlemeye alıyorsunuz. Hanelerle çok iyi ilişki kurabilen kişiler gönderiyorsunuz. Onlar bir yıl boyunca adeta hanelerde yaşıyorlar. Eve gelen beyin veya çalışan hanımın, eve gelirken getirdiği ürünler, ürünlerin alındığı alışveriş nok­tasının ismi gibi, bütün tüketim verileri takip edilmeye çalışılıyor. Dünyanın her ye­rinde, bireyin tüketimlerini bu şekilde ölçtüğünüzde, tüketimi ile gelirinin tam anla­mıyla örtüşmediği tespit ediliyor. Gelişmiş ekonomilerde, kayıt altına alınamamış miktar çok az olmasına rağmen, var deyip çıkmak olası olsa da, başka sebepleri de var. Mesela birey harcama esnasında fiyat değişikliklerine gidebiliyor, indirim yap-tırabiliyor; tüketicinin böyle bir yetisi var. Kayıt altındaki kısım, etiket fiyatı olduğu için, indirim yaparak sanki kayıt dışı yollarla gelir sağlamış gibi görünebiliyor. 

Hanelerde yapılan bu analizlerin sonucunda, makro boyutta dünyada 6 kategori oluşurken, Türkiye'de iktisatçıların tüketim kalıplarını 5 kategoriye ayırdığını, mik-ro düzeyde çalışan iktisatçıların ise 6 gruba ayırdığını görüyoruz. Bu 6 kategoriyi ikili karşılaştırma ile ifade etmeye çalışırsak, işletmeciler bu tüketim gruplarına gö­re kalıplan isimlendirirken iniş yıllarını A, B gibi kullanıyorlar. İktisatçılar ise 1, 2, 3, 4 gibi daha nümerik değerler kullanılıyor. İşletmecilerin nümerik kullanımlarında 6 kategori; A, B, Cl, C2, D ve E kategorileri olarak ifade edilmiş. Bu kategorilerde­ki insanların tüketim kalıpları çıkarılırken; bunların bütün demografik yapıları dö­küldüğü için, aynı zamanda tüketim kalıbı, gelir kalıbı, gelir durumu ve sosyal stan­dartları da işin içine giriyor. Tüketim kalıplarındaki en büyük eksik olan noktalar da burada bir miktar bertaraf edilmiş durumda. Bu boyutta baktığınızda üçüncü kalıp­ta, yani A, B, Cl, C2 kalıbında olanlar orta sınıf diye ifade ediliyor. Orta sınıfın tü­ketim kalıpları da biraz daha farklı şekilde temsil edilmeye çalışılıyor. Fakat A ve B grupları üst gelir grubuna dayalı tüketim kalıbı oluşturuluyor. D ve E de en alt tüke­tim kalıplarını oluşturuyor. Kısacası, gelir ve tüketim kalıpları birbirini destekler ni­telikte. 

Bu noktada biraz da enflasyon kavramına girelim. Enflasyon nedir? Fiyat artışı, daha doğrusu fiyat değişmeleri. Fiyatların artış hızı artıyorsa, enflasyonun arttığını; fiyatların artış hızı azalıyorsa, enflasyonun azaldığını söyleriz. Fiyat değişiminin ol­ması için tüketimin olması lazım. Tüketimin olduğu her alan, bizi, tüketim kalıbı kavramı açısından ilgilendiriyor. Enflasyon nasıl hesaplanır, hangi yöntem kullanı­lır? İnsanlar hayatlarını devam ettirmek için tüketmek zorunda oldukları 7 ürün gru­bunda toplanıyor. Sonra her bir grup kendi alt gruplarına ayrılıyor. İnsanlar bu tüke­tim alanları içerisindeki maddelerden (pirinç, biber, elektrik, kira gibi) ne kadar tü­ketiyorlar? Eğer bunu bilirseniz, insanların tüketim kalıbını bulursunuz. Fakat ne ka­dar, ne miktarda? Bunların parasal ölçüsünü de eklerseniz enflasyon hesabı denilen kavramla karşı karşıya gelinir. Kısacası, öncelikle tüketim kalıbını bulmamız gere­kiyor. Fakat herkes için de aynı değildir. Yani hesaplama yapmak gittikçe daha kompleks bir hale geliyor. Bazen düzensiz olarak gelen bir madde, hatalara yol açı­yor. Bu nedenle sürekli toplamanız gerekiyor. Bu amaçla haneler 1 yıl izlenmeye başlıyor. Maddelerin ne miktarda alındığını ölçmek gerekiyor. Zaman içinde ürünler değiştiği için, tüketim kalıpları da değişiyor. Fakat ürünleri birbiriyle uyumlu hale getirip, tek bir kategori haline dönüştürmüş oluyoruz ve insanların tüketim kalıpla­rını kuruyoruz. Önem faklılığına, ağırlıklarına göre katsayılar koyuyoruz ve homo­jen hale getiriyoruz. Bununla bir referans grubu alıyor ve buradaki fiyat artışlarını takip ediyoruz. Bu fiyat artışları, enflasyondaki artışı ifade ediyor ve bizi, insanların referans gruplarını ayda iki kez sorgulamaya yöneltiyor. Toplanan verilerin ağırlıklı ortalaması alınıp, bir önceki ayın değeriyle karşılaştırılıp enflasyonun arttığı veya azaldığı bulunabiliyor. 

Üretim kalıbı otomatik olarak güncelleşiyor. Ama biz onları kayıtlı hale getirdi­ğimizde, hesaplamalarımıza dahil ettiğimizde güncelleştirme oluşuyor. İşte bu deği­şiklik hesaplamacılar tarafından yapılmazsa yanlış ölçümlemeler karşımıza çıkıyor. Nedir bunlar? Eğer toplum içinde kullanımda olmayan bir maddeyi ağırlıklı olarak hesaplamalarınıza katıyorsanız, enflasyon sahte enflasyon olarak karşımıza çıkıyor. Enflasyonun bir çok sebebi vardır, ama bir sebebi de budur. O zaman biz diyoruz ki, tüketim kalıplarım güncelleştirelim. İktisatçılar tüketim kalıplarını güncelleştirmeyi düşünürken makro baktıkları için, kendi ürün veya hizmetini satacağı müşteriye odaklanan işletmenin dar bakışım aşıp, onları da içine alan bir üst bakışla konuyu to­parlamayı istediği için, çoğu kez işletme yaklaşımları ile ters düşüyor. Oysa ki yak­laşımlarda hiçbir farklılık yok, yaklaşımlar aynı. 

Tüketim kalıplarını belirlerken hâlâ felsefık olarak erkeğin dominant olması ka­dın tüketicinin profillerinin, eğilimlerinin bilinmemesi erkek-ergil toplumun tüke­tim şekillerinin kalıp olmasını getiriyor. Türkiye'de otomotiv sanayiinin TÜSİAD'la beraber yaptığı bir çalışmada Türkiye'de otomotiv sahipleri içerisinde, kadın kulla­nıcıların oranı yüzde 25 civarında. Bu oran 1988 yılına kadar yüzde 6. Kadınların girmesi tüketim kalıplarını nasıl değiştiriyor? Otomotiv sektöründe küçük arabalar dominant olmaya başlıyor. Aynca ürün tasarım ve üretiminde çok büyük değişimler yapıyor. Kadının dominantlığı dolayısıyla, maddeyi ona göre düzenlemeye başlıyor. Türk toplumunda da bu değişimleri görüyoruz. Alış veriş kültürümüz topluluğa da­yalıdır, toplu alış verişe dayalıdır. Tek bir mal için markete gidilmez. Alış veriş mer­kezlerindeki yoğunluğu bu nedenle anlayamıyoruz. Ancak işletmeciler küçüğe odaklandığı için, bunu daha iyi anlayabiliyorlar. Bunların başarısı, semt pazarları mantığının büyük mağazalara taşınmasıdır. Alış veriş merkezleri pazar yeri haline geliyor. Ama unutulmaması gereken şu: Tüketici değişiyor. Ama nasıl değişiyor? Geleneklerinde hâlâ geçmişte öğrendiği, yaptığı, uyguladığı davranışları unutma­mış, onu çağdaş ortama taşıyıp çağdaş ortamda almaya çalışıyor. Alış şekli aynı, ödeme şekli farklı olabilir, ürünü farklı bir fizik yapısı içinde temin etmeye çalışı­yor. Böyle bir değişiklik var. Bu değişiklik tüketim kalıplarının maalesef sadece su-numsal boyutta değişimini bize getiriyor. Özde, tüketim kalıplarında çok ciddi deği­şim olmamasını da gerektiriyor. Nedir bu? Türkiye'de hâlâ şöyle bir tüketim alış­kanlığı var: Çocukların her şeyi tam olmadan evlendirilmemesi. Türk hanelerinin en çok harcama yaptığı 2 olay var: Sünnet ve düğün. Bu toplumun alışkanlığı böyle ol­duğu için, tüketim kalıpları içinde her daim yenileme pazarı da önemli bir yer teşkil ediyor. Evlendikten belli bir süre sonra eşyalar değişiyor. Evlenmeden önce ebe­veynlerin baskısıyla alınan eşyalar yenilenmeye başlıyor. Böylelikle bu tüketim ya­pısı bütün tüketim profillerini değiştiriyor. Satın alma kararını veren ayrı, satın alan ayrı, parayı ödeyen ayrı; böyle bir yapı yaşanıyor. Ürünlerin önemi de değişiyor, ras­yonel önem derecelerini göremiyoruz tabii ki. Bu Türkiye'deki durum; ama dünya­da 1996 yılında Don Peppers diye birisi kitaplarıyla çok öne çıkmaya başlıyor ve çok popüler bir konu ortaya çıkarıyor: One-to-one market (bire bir pazarlama). De­diği şudur: Bütün tüketicilerin tüketim kararlarını verirken kendi kalıplarına uygun ürünü saptamak için referans gruplan vardır, referans gruplarına dikkat. Bu da neyi getiriyor; tüketicinin yeni yüzüne göre bütün stratejilerini değiştiriyor; Don Peppers'ın yaptığı gibi. Referans grubuna hükmetmek önemli oluyor. Bütün makro ve mikro boyutlarda bu iç içe geçmişliği görebiliyoruz. Ben burada kesip sorularınızı bekliyorum. 

SORU: Kredi kartı yaygınlaşması tüketimi nasıl etkiliyor? 

CEVAP: Türkiye'de birinci kredi kartları, ikinci kartları var; bir de co-brended kartlar var. 2000 yılma kadar, bunların kullanımındaki büyüme hızı yüzde 67. Kriz sonrasında ise düşüş var. Makro düzeyde kredi kartı satışının tüketime olan etkisine bakalım. Her şeyden önce ülke ekonomisi açısından çok desteklenmesi gereken bir durum; gelişirse tüketimi pompalayan değil; tüketimi kontrol altına alan, tüketimi kayıt içine alan bir özellik taşıyor. 

SORU: Mallar neye göre ayrılıyor? Tüketicinin tükettiği birkaç mal var ve bu malları belli aralıklarla değiştiriyor. 

CEVAP: Zaten sorunlardan biri de o. Bunlar kesit veri; kişi başlıyor, kategori de­ğiştiriyor. Bu kişiler kategori değiştirirken önemli olan, her kategorinin onun açısın­dan taşıdığı önemi belirlemek, önem arz eden ağırlıkları bulmaktır. Ağırlıklar bulu­nursa, değişiklik, toplumun tümünde ortalama etrafında toparlanır. 

SORU: Genellikle insanların kendiliğinden gerçekleştirdikleri tüketim söz konu­sudur. Bir de zaman zaman bir inisiyatif oluşturmak için tüketim söz konusu. Bu tür başlıklar üzerinden, bilinç aracılığı ile tüketimi belirleme çabası ne kadar etkili olu­yor? Ne tür bir başlık altında inceleniyor? Özel bir etkisi olabilir mi?

CEVAP: Bunu şöyle sorabilir miyiz: İnsanlar tüketim güçlerini bir yaptırım gü­cü olarak kullanabilir mi? Bu tüketim bilinciyle değil, sosyalleşme bilinciyle ilgili. Bireyler ne kadar sosyalleşmişse ve iktisadi anlamda da ne kadar geliştiyse, sosya-liteyle iktisadi yapıyı kombine halde kullanabiliyor. Bugüne kadar satıcılar yaptırım güçlerini kullanabilirken tüketiciler tüketim güçlerini yaptırımda kullanamadılar. Bu sosyalleşmeyle ilgili. Yasal hakları bir kenara bırakırsak, beklentilere göre temel amaç tüketim olduğu için tüketimden kaçan o kitle başka bir yerde, başka bir tüke­time sokulacağı için, netice itibarı ile gene tüketimin içinde kalacak. Bu nedenle, ar­zu edilen sonuca ulaşılacağını tahmin etmiyorum. 

SORU: Ülke ekonomisi adına, makro birtakım düzenlemelerin mi daha ön plan­da olması gerekir, yoksa piyasanın kendi koşulları içerisinde makro anlamda bir di­namik oluşturarak mı ekonomi daha iyi bir duruma gelecek? 

CEVAP: Ben şuna inanıyorum: Mikro anlamda basan gelmeden makro başarı gelmez. Makro politikalar eğer işletme bazlı stratejilerle örtüşmüyorsa, başarının kalıcı olacağına inanmıyorum. Bunu enflasyona da yansıtıyoruz: Ülkedeki enflas­yonu düşürmek istiyorsanız, önce firma içindeki enflasyonu düşürmek zorundasınız. İstihdam sorununu aşmak istiyorsanız, kurum içindeki sorunu aşmanız gerekiyor. 

Yrd. Doç. Dr. Haluk Zülfikar

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005