Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Devlet, Türk Sanayii ve Ekonomik Büyüme 

Giriş 

Türkiye ekonomisi, son yıllarda artan bir sıklıkla krizlere girmekte ve her kriz yüksek ekonomik ve toplumsal maliyetleri de beraberinde getirmektedir. Yaşadığımız her kriz bizi ekonomik kalkınmışlıkta geri götürmekte, yılların emeğiyle oluşturulan ekonomik varlıkları ve birikimleri silip süpürmektedir. İçinde bulunduğumuz son kriz de bu anlamda, son yıllarda yaşadığımız krizlerin içinde en derin ve en yüksek maliyetli alanıdır. 

Tarafsız bir gözle bakıldığında yaşadığımız ekonomik krizlerin Türkiye dışından kaynaklanan ekonomik şaklardan değil, daha çok içeride yıllardır uygulanmakta olan hatalı ekonomik politikaların oluşturduğu sağlıksız ekonomik yapıdan ve bu yapıyı değiştirmek için atılması gereken adımların gecikmesinden kaynaklandığı görülmektedir. Türkiye, yıllardır ekonomik büyümesini enflasyonla finanse etmenin, küreselleşen dünyada esas olarak içe dönük bir anlayışla ekonomisini yönetmenin acılarını çekmektedir. Yılların hatalı uygulamaları sonucu oluşan ekonomik yapının zayıflığı ve kırılganlığı, dış şokların ekonomi üzerindeki etkilerini artırırken, içeride yapılan ekonomik politika hatalarının sonuçlarını da ağırlaştırmaktadır. 

Türkiye, artık ekonomik gelişmesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmak, ekonomik yapısını güçlendirmek zorundadır. İçinde bulunduğumuz kriz bu açıdan önemli bir fırsat sağlamaktadır. Türkiye'nin sağlıklı bir ekonomik büyüme trendine yeniden dönebilmesi için tüm toplumsal kesimlerde ve tüm ekonomik faaliyetlerde bir yeniden yapılanmanın, bir zihniyet devriminin zorunlu olduğu açıktır. Bir Sanayi Odası Başkanı olarak bu yazımızda bu zihniyet devriminin gerçekleşmesi gereken bazı alanlar konusunda görüşlerimizi dile getireceğiz. 

2. Kamu Finansmanı ve Popülizm 

Tüm Dünya'da devletler, vergi ve ben­zeri yollarla toplumdan kaynakları toplar ve bunları çeşitli kamu hizmetleri ve transferler yoluyla yeniden topluma dağıtırlar. Bu yeni­den dağıtımda siyasetin etkili bir rol oynama­sı doğaldı. Ancak ülkemizde siyaset henüz popülizmin ve dar siyasi çıkarların hegemonyasından kurtulamamıştır. Ülkenin uzun vadeli çıkarlarına uygun bir kaynak dağıtımı yerine kısa vadeli politik çıkarlar ve dar bölgeci yaklaşımlar kaynakların yeniden dağıtımında belirleyici bir rol oynamıştır. Popülist iktidar­lar, kamu harcamalarını adil vergilerle finanse etmek ve vergi tabanını genişletmek yerine kolay yolu seçerek enflasyon ve borçlanma yoluna gitmiş, oy kaybından korkan siyasiler kayıt dışı ekonomiye göz yumarak bu çarpık finansman yapısını düzeltmekte gecikmişlerdir. 

Popülist politikalar kendisini kamu harcamalarında da açık bir biçimde göstermiştir. Ülkemizde kamu harcamalarında israf inanıl­maz düzeylere ulaşmıştır. Siyasilerin ve bü­rokratların sürdüğü araç saltanatı, lüks kamu binaları bu israfın görünen yüzünü sergile­mektedir. Ancak kamudaki israfın temel kaynağı, kamu yönetimindeki etkinsizlik ve popülizmdir. Siyasilerce gereksiz olarak şişirilen devlet kadroları, arpalık olarak kullanılan KİT yönetim kurulları, maliyet hesapları dikkate alınmadan yapılan kamu hizmetleri ve yatı­rımları, hiçbir zaman kullanılmayacak olan tesislere yapılan yatırımlar vb. Bu israfa örnek olarak gösterilebilir. Özet olarak kamu finans­manında popülizm hem gelir toplamada hem de harcamalarda kendini göstermektedir. 

Ancak Türkiye, kamu finansmanında ve harcamalarında artık yolun sonuna gelmiştir. Yılların popülist ve basiretsiz uygulamaları sonucunda oluşan kamu finansman açıkları artık sürdürülemez bir hale gelmiş ve ekonomi bu nedenle krizlere karşı savunmasız bir duruma düşmüştür. 

Kamu finansman açığının büyüklüğü ve finansal piyasaların sığlığı nedeniyle ülkemizde faizler ve enflasyon yüksek oranlarda seyretmekte, bu durum ülkemizde ekonomik büyümenin istikrarlı bir biçimde sürdürülme­sini imkansız hale getirmektedir. Yüksek faiz ve enflasyon sarmalı ülkemizde reel ekonomik faaliyetler üzerinde de çok olumsuz bir etki doğurmuştur. Vergi ve primlerin yüksek­liği kayıtdışı ekonomiyi beslerken rant gelirlerinin çekiciliği de sermayenin üretimden çe­kilmesine yol açmıştır. Diğer yandan devletin borçlanmak için yüksek reel faiz ödemek zorunda kalması da yatırımların önünü tıkamıştır. Yatırım yapamayan, üretim yerine rant ge­lirleri ile geçinmeyi seçen bir ülkede sanayileşmenin sürdürülmesi ve ekonomik kalkın­manın sağlanması mümkün değildir. Türkiye, bu acı gerçeği şimdi yaşayarak öğrenmektedir.

Ülkemizde ekonomik büyümenin önü­nü tıkayan, çalışma kültürünü bozarak kolay yoldan kazanmayı teşvik eden bu yapının so­na ermesi için kamu finansmanında sağlıklı kaynaklara yönelmek ve siyasette kamu kaynaklarının popülist çıkarlar için kullanılmasını engellemek gerekmektedir. 

3. Sanayileşme Stratejisinin Yokluğu

Ülkemizdeki ekonomik büyümenin sanayileşmenin önündeki diğer bir büyük gel ülkemizde sanayileşme konusunda bir stratejinin olmayışıdır. 

Küreselleşen dünya ekonomisinde rekabet yoğun bir hal almıştır. Gelişmiş ülkeler sanayi devrimini geride bırakıp bilgi toplumu­na geçiş hazırlıklarını sürdürürken ülkemiz sanayileşme sürecini henüz tamamlayamamıştır. Bu durum bir dezavantaj gibi görülse de aslında bazı fırsatları da beraberinde getirmektedir. Biz, gelişmiş ülkelerin geçmişte yaptıkları hatalardan ders almak ve gelişmiş ülkelerden yeni teknoloji transferiyle bu yarışta iddialı olmak potansiyeline sahibiz. Ülkemizin coğrafi konumu, işgücünün gençliği ve girişimcilerimizin dinamizmi bize bu konuda iyimserlik vermektedir. Bu potansiyelin doğru okunup doğru kararlar alınması için küresel bir bakış açısına ihtiyaç vardır. 

Ülkemizde plan sözcüğü, devlet kontrolünde kalkınmayı çağrıştırdığı için gözden düşmüş bir kavramdır. Ancak dünyaya baktığımızda serbest piyasa ekonomilerinde her düzeyde planların yapıldığını görmekteyiz. Devletler, 10, 20 hatta 50 yıl sonrasına bak­makta ve geleceğe dönük eğilimleri tespit ederek bugünden gerekli tedbirleri almaktadırlar. Şirketler de tespit edilen bu eğilimler ve stratejiler ışığında işletme düzeyinde kararlar almakta ve üretimin uzun dönemli planlamasını gerçekleştirmektedirler. Ülkemizde ise ne yazık ki bu tür bir planlamanın varlığından söz edilemez. DPT tarafından hazırlanan 5 Yıllık Kalkınma Planları hem hükümetler hem de piyasalar tarafından dikkate alınmamaktadır. Türkiye, serbest piyasa ekonomisi koşul­ları altında da kalkınmasını sürdürmek ve bu nedenle de stratejik planlamanın imkanlarından yararlanarak Uzun vadeli bir vizyon oluş­turmak zorundadır. Bu yapılmazsa sanayileşme sürecini tamamlamakta ve bilgi toplumunun maddi şartlarını hazırlamakta geride kalmak kaçınılmaz olacaktır. 

4. Bürokratik Engeller 

Sanayileşmemizi geride bırakan diğer bir konu da ülkemizde sanayiye ve sanayiciye bakış açısındaki çarpıklıklardır. Sanayiciye, sermaye birikimine ve kara olumsuz yaklaşan bir zihniyet devlet bürokrasisine adeta yuvalanmıştır. Ülkemiz devletin tutumu ve mevcut mevzuatın yapısı sanayileşme ve sanayicinin önündeki en büyük ikinci engeli oluşturmaktadır. Bir yandan toplumda oluşan tasarruflara el koyarak sermaye birikimini engelleyen devlet diğer yandan yasal mevzuatla da sermaye birikimini engelleyerek adeta sanayileş­menin önünü tıkamaktadır.

Bugün ülkemizde bir fabrika kurmak için aşılması gereken bürokratik engeller dün­yanın tüm ülkelerinden yüksektir.

Sanayi ile ilgili mevzuatın karmaşıklığı ve tutarsızlığı, ülkemizde yolsuzlukları da bes­leyen bir kaynak oluşturmaktadır, Değişen şartlara uyum sağlayamayan mevzuatın sınır­ları içinde kalarak iş yapmak, üretim yapmak adeta imkansızdır. Her bürokratik aşamada, kamu görevlilerinin takdir yetkisini kullanma­larına imkan sağlayan boşluklar bulunmakta, bu boşluklar çoğu kez yolsuzluklara kapı ara­lamaktadır. Mevzuattaki karmaşıklık ve yol­suzluklar yabancı sermayenin de ülkemize gelmesini engelleyen bir ortam oluşturmakta­dır, Bu durumun değişmesi ve sanayileşmeye ve sermaye birikimine düşmanca yaklaşan, sanayiciyi yolunması gereken bir kaz gibi de­ğil de ekonomik gelişmeyi sağlayan bir güç gibi yaklaşılması gerekmektedir. 

5. Sanayiye Yüklenen Sosyal ve Mali Yükümlülükler 

Anayasamızda Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir devlet olduğu ifade edilmektedir. Ancak sosyal devlet olmanın yükümlülüklerini yerine getirmek görevinin önemli bir bölümü sanayicilerimizin omuzuna bırakılmıştır. 

Bu tespit sanayicilerimizin sosyal yü­kümlülükten kaçındığı anlamına gelmemelidir. Sanayicimiz de üzerine düşen sosyal yükümlülükleri, bilinçli bir biçimde yerine getirmeye çalışmaktadır, Burada sorun, bu yükümlülük­lerin ekonomik gerçekler ve ülkemizin ulusla­rarası piyasalardaki rekabet gücü dikkate alın­maksızın sanayicimiz üzerine yıkılmasıdır.

Sanayicimiz üzerine yüklenen orantısız ve dünya ekonomisindeki eğilimlerden haber­siz yükümlülükler ülkemizde sanayileşmenin önünü tıkayan, işgücü maliyetlerini yükselten ve rekabet gücümüzü olumsuz etkileyen bir yapıya bürünmüştür, Bu yapı hem kayıt dışı fa­aliyetleri özendirmekte, hem de işletmelerimiz arasında haksız rekabete neden olmaktadır, Bugün ülkemizde ücret dışı işgücü maliyetle­ri OECD ülkeleri arasında en yüksek olanıdır. Bu yapıda ülkemizin uluslararası rekabet gü­cünden ve sanayileşmesinden yana mutlu olmamız mümkün değildir, Siyasilerimiz sana­yicilerimizin ve Türk sanayii üzerinden popü­lizm yapmaktan artık vazgeçmelidirler,

Vergiler konusunda da durum farklı de­ğildir, Vergi ödemek bir vatandaşlık borcudur. Ancak ülkemizde iş dünyasından alınan vergi­ler yüksektir. Yüksek oranlı olmakla kalmayıp da sadece kayıtlı kesim üzerinden alındığı için bir haksız rekabet unsuru olmakta ve tüm ver­gi yükü kayıtlı çalışan şirketlerimizin üzerine yıkılmaktadır, Kayıtdışı ekonomi ile mücadele etmeyi popülist ve siyasi çıkarlarına uygun bulmayan siyasiler hep kayıtlı ve vergi ödeyen kesimin üzerine gitmekte, vergi tabanını genişletmek için gerekli çalışmalar ve atılımlar bir türlü yapılamamaktadır. Kayıtlı kesim üzerindeki vergilerin yüksekliği hem bu kesimde sermaye birikimini engellemekte hem de isra­fa yol açmaktadır. Vergi vermektense yatırım yapmayı seçen ve bu nedenle de gereksiz kapasite yaratan işletmelerimizin sayısı az değildir. Yüksek vergi oranları böylece yatırım kararlarını da çarpıtmakta ve böylece ekonomik büyüme ve sanayileşmeyi olumsuz etkilemektedir. Vergi konusunu sadece devlete gelir sağlayan bir araç olarak gören dar maliyeci anlayışın terkedilmesi ve vergiyi üretim ve ya­tırım kararlarını dolayısıyla ekonomide kaynakların optimal kullanımını belirleyen bir ekonomik politika aracı olarak gören anlayışa geçilmesi gerekmektedir. 

6. Uluslararası Standartlar 

Son yıllarda Dünya'da serbest ticaretin yaygınlaşması ile birlikte korumacılık yöntemlerinde de değişimler olmuştur. Artık ülkeler iç pazarlarını gümrük duvarları ile değil çeşitli standartlarla korumaya çalışmaktadırlar. Çevre, çalışma ve teknik standartlar gelişmiş ülkelerce gelişmekte olan ülkelere empoze edilmekte, bu standartların sağlanması için baskı oluşturulmaktadır. Ne yazık ki ülkemiz­de bürokrasi ve siyaset de bu standartları zaten yeterince olumsuz şartlarda yaşamaya ça­lışan yerli sanayicimizin omuzlarına yıkmaya çalışmaktadırlar. 

Çevre, çalışma ve teknik standartlar ko­nusundaki tutumumuz yanlış anlaşılmamalıdır. Türk sanayicisinin, çevreyi tahrip ederek ve çalışma koşullarını kötüleştirerek uluslara­rası piyasalarda rekabet etmesi hem mümkün hem de doğru değildir. Teknik standartlar da zaten dış piyasalarda rekabet etmek için ge­reklidir. Burada sorun bu standartların uygulanma koşulları arasında gelişmiş ve gelişmek­te olan ülkeler arasındaki farklılıkların göz önünde tutulmaması ve bu standartların yerli sanayinin gelişimi önünde bir engel olarak konulmasıdır. Gelişmiş ülkelerde bu stan­dartlara uyum için geniş fonlar ve düşük faizli krediler işletmelerin kullanımına sunulurken Türkiye'de tüm uyum maliyetlerini işletmelerimiz yüklenmektedir. Bu da maliyetler ve dolayısı ile rekabet gücümüzü olumsuz etkilemektedir. Bu tür standartlar konusunda devletten beklenen geçiş sürecini gerekli Uzun­lukta tutması ve bu dönemde işletmelerimize çeşitli kaynakların sağlanmasında aracı olmasıdır. 

Örneğin 2002 yılı başında Gümrük Birliği'ne geçiş süreci tamamlanacak ve bazı mallarda CE işaretinin kullanılması zorunlu hale gelecektir. Bu konuda devletimiz hem akreditasyon konseyinin kurulmasında geç kalmış hem de ülkemizde yeterli ve akredite laboratuarların kurulmasını teşvik edici bir politika izlememiştir. Bazı durumlarda ÇE işaretinin konulması önemli maliyetler gerektirmektedir. Bu nedenle önümüzdeki yıl sanayimizde ne tür sorunların yaşanacağını hep birlikte göreceğiz. 

7. Yolsuzluklar 

Ülkemizde yolsuzluklar da ekonomik büyümenin ve sanayileşmenin önünde bir engel teşkil eder hale gelmektedir. Yolsuzlukların ekonomik faaliyetler üzerindeki olumsuz etkilerini iki ana başlık altında toplayabiliriz. İlk olarak yolsuzluklar, kamu kaynaklarının haksız dağılımına yol açarak kamu hizmetlerinin ve yatırımlarının maliyetlerinin yükselmesine ve dolayısıyla etkinlik kaybına yol açmaktadır. Kamu açıklarının başlıca ekonomik sorun olduğu ülkemizde yolsuzlukların makro ekonomik dengeler üzerindeki olumsuz etkileri küçümsenemez. İkinci olarak yolsuzluklar, işadamları için ek bir maliyet unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Devletten hak ettiğini almak, ya da hiçbir hukuki boşluğu olmayan yatırım projelerinin hayata geçirilmesi için bile belli bir maliyet üstlenmek zorunda kalan işadamlarının bu maliyetleri de yatırım mali­yetlerine katmaları doğaldır. Dünya Bankası ve uluslararası kamuoyunun son yıllar da yolsuzluklara karşı duyarlılığının artması yolsuzluklara karşı bir mücadele içinde 0lması bir raslantı değildir. 

Yolsuzluklar konusunda sadece devleti ve bürokrasiyi suçlayan bir yaklaşım bu konu da bazı işadamlarının da sorumluluk taşıdığını görmezden gelir. Her yolsuzluğun iki tarafı Vardır. Bu nedenle iş dünyamızda da yolsuzluklara karşı mücadele etmek ve etik değerleri savunmak gereklidir. Bu konuda özel sektöre de büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir.  

8. Sonuç 

Türkiye içinde bulunduğu krizden er ya da geç çıkacaktır. Krizde dibe vurduğu mu­zun bazı işaretleri de görülmeye başlanmıştır. Ancak Türkiye, her iki yılda bir krize düşerek ekonomik gelişme yolunda başarıya ulaşamaz. Bu krizden çıkarılacak en önemli ders eski alışkanlıkların hem kamu hem de özel sektörde sürdürülmesinin yeni krizlere davetiye çıkaracağıdır. 

Türkiye bu krizle birlikte bir yeniden yapılanma firsatı yakalamıştır. Yüksek enflas­yon ve yüksek faiz ortamının zedelediği çalışma kültürünü yeniden tesis etmek, reel üretime dönmek ve serbest piyasa ekonomisinin kural ve kurumlarını benimsemek zorundayız. Yılların kötü alışkanlıklarının terk edilmesi, çarpık ekonomik yapıda oluşan sağlıksız çıkar ilişkilerinin bozulması gerekir. Örneğin popülist makro ekonomik politikalardan vazgeçilmesi, yolsuzluklara zemin hazırlayan mevzuatın gözden geçirilmesi, sanayi üzerindeki haksız yüklerin azaltılması gerekir. Tüm ekonomik politikalarımız ve yasalarımız ekonomik büyüme ve sanayileşme hedefimiz göz önünde tutularak gözden geçirilmelidir. Sanayiye ve ekonomik büyümeye dostça yaklaşan bir mevzuat ve ortamı oluşturmadan ekono­mik büyümeyi sağlıklı ve sürdürülebilir bir mecraya sokmamız mümkün değildir. 

Bu tür bir dönüşüme bazı çevrelerin karşı çıkması ve değişimi engellemek istemeleri son derece doğaldır. Bu nedenle, yapısal dönüşüm, sadece Meclisten yasaları çıkarmakla sağlanamaz. Bu yasaların ve dönüşümün toplumca benimsenmesi ve uygulanması, kağıt üzerinde kalmaması gerekir. Eğer bunu gerçekleştirebilirsek yaşadığımız krizde yapılan fedakarlıklar boşa gitmemiş olur.

Kaynak: Zafer çağlayan – Ankara Sanayi Odası

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005