Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türkiye, Bosna-Hersek ve "Tarihle Barışmak"... 

Gazeteci, Yazar Cengiz Çandar 

Bosna-Hersek ve belki de tüm Balkan­lar, çok büyük çaplı bir askeri çatışmaya doğ­ru hızla ilerlerken, Türkiye'de Bosna'ya dönük ilginin azaldığı mı göze çarpıyor? 

Soru, aslında, Türkiye-Bosna (dilimizde yeni kullanılan bir tabir olarak) "sorunsal"ına (veya alafranga deyişle problematiğine) göz atmamızı gerekli kılıyor. Türkiye ile Bosna arasındaki ilişkiler, oradaki durumun aktüalite değerine göre mi canlanıp alçalmaktadır ya da Türkiye ile Bosna'yı birbirine bağlayan ve tari­hin yıpratmasına dayanıklı dinamikler mi mev­cuttur? 

Aslında, Bosna konusunu, Türkiye'de son zamanlarda giderek yaygınlaşan "tarihle barışmak" eğiliminin genel çerçevesi dışında mütalaa etmek zordur. Bosna'nın "milli hafı­za" mada canlanmasıyla, sözü edilen "tarihi­mizle barışmak" kavramının günlük konuşma ve yazı hayatımızda sık kullanılması aynı dö­neme denk düşüyor. 

Dönem, Soğuk Savaş sonrasıdır. Soğuk Savaş'ın bitimini karakterize eden, cihanşümul iddialar taşıyan bir sistemin, sosyalist blokun, en başta Sovyetler Birliği'nin çökmesi ve dağıl­ maşıdır. Bu'olgu, dünyadaki siyasi dengelerde muazzam değişikliklere yol açtığı gibi coğrafi değişimleri de beraberinde getirmiş ve devlet-lerin yıkılması ve yerlerine yeni bağımsız dev­letlerin doğmasına neden olmuştur. 

Çok kısa zamana sığan ve sarsıcı bu bü­yük oluşum, ister istemez, Soğuk Savaş'ın dondurduğu ama besbelli ki yoketmediği dü­şünce kalıplarını da kırmış ve bireylerin oldu­ğu gibi toplumların da bilinçaltlarını harekete geçirmiştir. Örneğin, Türkiye, birdenbire, "NA-TO'nun ileri karakolu"olarak elde etmiş oldu­ğu güvenli ama bir yandan da uluslararası sis­tem içindeki "silik" konumundan sıyrılıvermiş-tir.

Sovyetler Birliği dağıldığı ve Türk-Sovyet sınırının yerini Türk-Gürcü, Türk-Ermeni, Türk-Azeri sınırının aldığı, Bulgaristan rejim değişikliğinin yaşandığı bir ortamda; Türkiye'nin yarım yüzyıldır altına sığındığı ve NATO'nun sağladığı "güvenlik şemsiyesi 'hin pratik anlamı da kalkmıştır. Bu gelişme, bir yandan "Türk bilinçaltı" na dıştan farkedilme-se de hayli derin bir "travmatik" etki yapar­ken, diğer yandan Türkiye siyasi ve kültürel sınırları belirsizleşmiş bir üçgenin; Balkanlar-Kafkasya-Ortadoğu üçgeninin ortasında ken­dini buluvermiştir 

Tarihin bu sarsıntılı anı, Türkiye'ye, Or­ta Asya ve Kafkasya'da (Azerbaycan) doğuve-ren Türk devletleri sayesinde bir "Türk Dün­yasının varlığını öğretmiş; Irak'ın kuzeyinde Soğuk Savaş Sonrası dönemin bir yan ürünü olarak Körfez Savaşı'nın yol açtığı "Kürt oluşu­mu" ile "etnik boyut" kazandırmış ve Balkanlar'da Sovyetler Birliği'nin dağılmasına benzer biçimde Yugoslavya'nın parçalanmasıyla sah­neye çıkan Bosna-Hersek'in, Makedonya'nın ve Arnavutluk'un yeni hüviyetiyle de "Osman­lı geçmişi'hi hatırlatmıştır 

Tarih, adeta Soğuk Savaş'ın buzullarının erimesiyle, birdenbire Türkiye'nin karşısına di-kilivermiştir. Bu ani şoka Türkiye ne kadar di­renmek isterse istesin, Türk siyasi düşüncesi ve eylemi, peşini bırakmayan tarihle, "milli hafızası "ndan silinmek istenen kendi tarihiyle beraber olmaya mecbur kalmıştır. 

"Tarihle barışmak", Türkiye'nin bir tür­lü üstesinden gelemediği "kimlik sorunu'nu çözebilmesi, kendi kimliğini yeniden tarif et­mesi için gerekli parametreleri önüne seren bir "sihirli sözcük" oluvermiştir 

Bu "sihirli sözcük" ister istemez, Türki­ye'nin, Milli Mücadele sonucu, Osmanlı İmpa-ratorluğu'nun külleri üzerinde yükselen Türki­ye Cumhuriyeti'nden önce de beşeri unsuruy­la, daha geniş bir coğrafyada ve bugünkünden farklı bir kültür dokusuyla varolduğunun anla­şılması ve bunun araştırılması anlamına geli­yor. "Köklere doğru hareket" diye de tanımla­nabilecek olan bu "zihni eylem", Türkiye'yi kaçınılmaz olarak İslam'la buluşturuyor.

70 yıla yakın bir süredir, "laisizm"in ala­turka bir yorumunun etkisi altında zaptedilen İslam, dünyanın aldığı yeni şekillenmeyle bir­likte Samuel Huntington'un "Uygarlıklar Çatış­ması" adlı 1993 tarihli ünlü tezinde vurgulan­dığı gibi bir tarihi ve kültürel kimlik olarak "Müslüman coğrafyada güçlenirken, Türki­ye'nin, Osmanlı mirasçısı bir ülke olarak istis­na teşkil etmesi düşünülemezdi.

Türkiye, Hilafet ve sadaret makamına yani İstanbul'a sahip bulunduğu için, Osmanlı terekesinden sorumlu konuma, kendiliğinden gelivermişti ve Soğuk Savaş Sonrasının dağıttı­ğı eski yapıların arasından sıyrılan "tarihi anti-teler" ve bu arada Bosna'nın yüzünü Türki­ye'ye çevirmesi de tabii idi.

Bu "tabii hale gelen" süreç, Türkiye ile Bosna-Hersek arasında bir karşılıklı etkileşimi (interaction) kaçınılmaz kılmıştır.

Bosna-Hersek, üzerinde cereyan eden trajik gelişmelerle yüzünü Türkiye'ye (İs­tanbul'a) daha çok çevirdikçe; Türkiye, tarihi köklerini ve bu arada Osmanlı geçmişini ve is­lam'ı daha derinden hisseder olmuştur... 

Bu bakımdan, Türkiye'nin, artık önü zor alınacak olan yeni dinamiği 'tarihle barış­mak" veya "islam'la barışmak" veya "laisizmin Cumhuriyet jakobenizminden farklı yorumu" veya "Osmanlı geçmişimize yaslanmak" sürdü­ğü, geliştiği ve derinleştiği ölçüde; Türkiye'yi Bosna-Hersek'le ilgilenmekten, Bosna-Her­sek'in geleceğinden kopartmak güçleşecektir. Dolayısıyla, Bosna-Hersek'te silahların nisbi olarak susması hali, Saraybosna'ya getir­diği kısmi ferahlamaya benzer bir şekilde, Türk halkının zihninin de geçici bir süre din-lendirilmesini ifade eder. 

Mayıs ile birlikte,'bir başka deyimle, 1 Ocak 1995'te başlamış olan ve ömrüne dört ay biçilen '"Muhasematm Durdurulması Anlaş­ması"'sona erince, büyük bir ihtimalle silahlar, Müslüman kimliğini Türklere borçlu olan Bal-kanlar'ın bu eski Osmanlı köşesinde tekrar ko­nuşmaya başlayınca Türk, zihnindeki travma­da da eş değerli etki yaratacak; dikkatler ve gönüller tekrar Bosna'ya dönecektir.

Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franjo Tudj-man, ülkesinin üçte birinin Sırp işgali altında kalmasına yarayan ya da kendi egemenliğinin ülkesinin tümü üzerinde yayılmasına engel teşkil etmeye başlayan Birleşmiş Milletler var­lığını (UNPROFOR) 31 Mart itibarıyla sona er­dirmekte kararlıdır. BM askerlerinin çekilmeye başlamasının, bir değişildik olmadığı takdirde, Haziran sonuna kadar tamamlanması icap et­mektedir. Böyle bir gelişme, Sırbistan -Hırvatistan Savaşı'na yol açabileceği gibi, Bos-na-Hersek'teki üçlü yapı, Müslüman Boşnak-Sırp-Hırvat, nedeniyle Bosna-Hersek'te de mu­hasematm en şiddetli biçimiyle başlamasını muhtemel hale getiriyor. Bosna'da, Müslü­manlar, esasen, siyasi teşkilatlanmalarında ve askeri hazırlıklarında bir hayli yol katetmiş ol­dukları için, savaşmaya, yani kurtuluş savaşla-nnı tırmandırmaya bir hayli isteklidirler. "Mu­hasematm Durdurulması Anlaşması"nın yürür­lük süresini hani harıl savaş hazırlığı içinde geçirmişlerdir. 

Bosna'daki gelişmeler, ister savaşın can­lanmasıyla, ister diplomasinin karmaşık labi­rentlerinde yoğun faaliyetle yol alsın; Türki­ye'nin aktif mevcudiyetini davet ediyor. 

Niçin? 

Çünkü, Sırbistan, uluslararası dengeler ve mihverlerde, Rusya ve Yunanistan'ın sefer­ber etmeye çalıştığı Ortodoks Dünyası ve Bi­rinci Dünya Savaşı öncesi müttefikleri Fransa ve İngiltere'ye dayanabilir; Hırvatistan ve Hır­vatlar, başta Vatikan, Katolik Dünya'ya güve­nebilirken, Müslüman Boşnaklar'ın, tek ve ta­rihi ve bölgesel ve stratejik müttefiki-daya-nağı Türkiye'dir. 

Objektif kıstasların haricinde, Bosna, Türkiye'yi böyle gördüğü için, Türkiye sahne­de olmak zorundadır. Ayrıca, bunun böyle olmasını gerektiren önemli bir olgu daha vardır: O da, Bosna Müslümanlarının, Bosna-Hersek projesi, "çok kültürlü, çok dinli ve çok milletli" bir Bosna'dır.

Bizatihi bu proje, bir yanıyla Osmanlı modelinin "mikrokozm"udur, diğer yanyla ise Türkiye'nin Avrupa içindeki meşruiyetini sağ­lamaktadır. Türkiye'siz bir Avrupa nasıl bir "Hristiyan Kulübü" sayılacaksa ve Türkiye, ancak ve ancak, "çok kültürlü ve çok dinli'bit Avrupa'da kendisine yer bulabilecekse, Bosna projesi yenilgiye uğradığı takdirde; Türki­ye'nin Avrupa'daki meşruiyet temelleri de sar­sılacak, hatta "Avrupa ideali" nin kendisi iflas edecektir. Bu yönleriyle, Türkiye ile Bosna-Hersek arasında sadece "geçmiş birliği" ve bu­radan kaynaklanan bir aidiyet değil, geleceğe yönelik bir "stratejik kader birliği" de mevcut­tur.

Türkiye,   bunu   yapabilecek   dunımda mıdır? 

 Türkiye, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle

birlikte hernekadar NATO'nun anlamsızlaşan "güvenlik şemsiyesi'hden sıyrılmışsa da, jeo­politik önemi azalmamış; tersine Balkanlar-Kafkasya-Ortadoğu üçgeninin "merkez üssü" karakterini kendiliğinden elde etmesiyle bu önemi daha da artmıştır.

Türkiye, bir "dünya'hm "uç beyi" ol­maktan, "dünyalardan biri'hin "merkezi" ko­numuna kaymıştır. Bir anlamda, "Osmanlı özelliği'hm, yeni tarihi şartlarda kendisine ia­desi haliyle yüzyüzedir... 

Bu nedenle, tarih dinamiklerinin kendi­sine yüklediği rolü oynamak zorundadır. Söz konusu dinamikler, "tarihle barışmayı dayat­maktadır. Barıştığı, barışabildiği ölçüde, Os­manlı görkemini ihya etmeye, bu ölçüde de Bosna-Hersek ve benzeri antitelere , "hamilik" görevini üstlenmeye mecburdur. 

Bu yapılmadığı takdirde, Türkiye, bu­günkü toprak yapısında dahi kalamayabilir. Devletlerin dağıldığı, sınırların değiştiği, yapı­ların değişerek yenilendiği şu dönemde, tarih, kendisine "misyon" yüklediği ülkeler, bundan kaçındığı takdirde, o ülkeleri bulundukları sta­tükoda tutmak konusunda da cömert olmaya­bilir.

O nedenle, Bosna, aslında Türkiye'nin "savaşı" dır. Türkiye'nin "tarihiyle barışması" Bosna'nın bağımsız ve egemen bir güç olarak tarih sahnesine çıkmasının güvencesidir...

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005