Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türkiye ve Yeni Yüzyıl 

Prof. Dr.Mithat Melen 

Türkiye'nin ayakları gerçekten yere ba­sarak yeni bir vizyona gereksinim duymakta. Ellerini sıkıca yaşadığı toprağa koyması gereki­yor. Ancak mevcut politika yapanlarla bu işi yapmak gerçekten zor. Soğuk savaş dönemi için yetiştirilmiş bir kadronun küreselleşmeyi kavrayacak biçimde eğitilmedikleri için 21. yüzyılı yakalamaları zor görünüyor. Biz de bu­nun sıkıntılarını çekiyoruz. 

Türkiye'nin kağıt üzerindeki çalışma gücünün yarısı daha ilkokulu bitirmemiş. 13 milyonu mesleksiz. 13 milyon insan günde 1 dolar gelirin altında yaşıyor, 18 milyon ise an­cak günde 2 dolar kazanabiliyor. Gelir dağılı­mında büyük adaletsizlikler var. İstanbul gibi bir kentte bile 1' e 20 gibi büyük gelir farklılık­ları bulunuyor.

Milli gelirden, nüfusun en üst yüzde 20'si yüzde 55 pay alırken, en alt yüzde 20 yüz­de 5 alıyor. Maalesef orta sınıf denilen yüzde 60'lık bölüm ise milli gelirin yüzde 40'ını pay­laşıyor. Bu durumda Türkiye' de hepimize dü­şen önemli bir görev var. Milli gelirin daha adil dağılmasını sağlamak için önlemler alınması için gayret etmek. 

Olaya bir başka açıdan bakarsanız bu sadece Türkiye'nin sorunu değil. Belki bunlar küreselleşme denilen büyük olayın olumsuz yanları. Ancak sorun tüm dünyanın birlikte üzerinden gelmesi gereken boyutta. 

İstanbul Sanayi Odası verilerine göre; Türkiye'de devlet GSMH'nın yüzünde 50'sini üretiyor. ilginç olan taraf ise, 500 büyük şirket içinde petrol, elektrik ve tekel gibi kamu ku­rumları ilk Üç sırayı alıyor. Bu üç büyük kamu teşebbüsünün toplam satışları 10 milyar dolar. Sadece General Motors 164 milyar dolarlık yıl­lık satış yapıyor. 

Büyük kentlerimizde nüfusun yüzde 60'ı gecekondu gibi yerleşim alanlarında ya­şarsa, Ülkenin üçte biri ruhsatsız bir yerleşim konumuna sahip demektir. DPT bu gerçeği başka bir şekilde ifade ediyor: "Türkiye ekonomisinin yarısı kayıt dışıdır." Ayrıca büyük ölçü­de uyuşturucu trafiğinin Türkiye Üzerinden ya­pılması kayıt dışı faktörünü doğruluyor. Aka­demisyenler satın alma paritelerine göre he­sapladıkları bir GSMH tahminin de GSMH'nın gerçekten iki kat daha fazla olduğundan söz ediyorlar. 

Her gelişme yolundaki ülkedeki en önemli sorun tasarrufların azlığıdır. Tasarrufun az olması yatırımları düşürür, ticaret hacmi ve büyüme azalır. Ancak tüketim aynı oranda diz­ginlenemez. 1980'li yıllara kadar, Türkiye bi­lindiği gibi ekonomik açıdan dünyaya kapalıydı ve yıllardan sonra dünyaya daha çok açıla­rak liberal ekonomik politikalar benimsendi. Fakat Türkiye sermaye, mal ve iş gücü piyasalarını oluşturmak için gerekli altyapı reformla­rını tam anlamıyla yapamadı. Parasal politika­lar uygulayarak, mali politikaları ihmal etti. Gelir gider dengesini kamu harcamalarından kuramadı. Yıllardır yapılan ve yaz boz tahtası­na döndürülen vergi reformlarını her gün izli­yoruz. Gelir kavramlarını iyi oturtamamış her Ülkede olduğu gibi Türkiye' de de iç ve dış borç arttı. Kamu borçlarının artması Hazinenin iç piyasalara saldırmasına ve faizlerin artmasına neden oldu. Yüksek faiz hadleri yatırımları durdurdu ve üretim düştü. Kamu fonlarının yüzde 40'ı faiz ödemelerine girmeye başladı. Kamu sektörÜ ellerini piyasadan çekmez ise faiz hadlerinin düşmesi zor görünüyor. Son al­tı aylık veriler kamu açıklarının 22 milyar dolar civarında olduğunu gösteriyor.

Türkiye hükümetlerinin önündeki önem­li sorunların başında kamu harcamalarının ka­litesini artırmak geliyor. 1987 yılından beri iç politik kaygılarla politikacılar yapısal ekono­mik reformları yapmaktan kaçındılar. IMF'nin isteklerinde haklı olması ve bir stand-by gere­ği, bunun içinde sosyal güvenlik, personel har­camaları ve özelleştirme ile tahkim yasalarında iyileştirmeler aslında gerçekçi. Bizim IMF ile görüş aykırılığımız sadece IMF'nin İngilizce bunları söylemesinden geliyor. 20 yıldır Türki­ye'nin yapısal uyum reformlarını bir an önce yapmasını savunuyoruz. Enflasyonunun indi­rilmesi için uğraş veriyoruz. 

Türkiye ekonomisini faizci bir yapıdan Üretim yapan bir yapıya dönüştürmek gereki­yor. Maliye Bakanlığı'nın verilerine bakarsa­nız, sadece 40 bin kişinin faiz gelirini paylaştı­ğını görürsünüz. Türkiye'nin bütçesinin ilk ay­da giderlerinin yarısından çoğu nu 40 bin kişi paylaşmış. 65 milyon insan ise geriye kalan ka­mu giderlerinden yararlanmaya çalışırken, ver­gileri ise 8 milyon kişi ödüyor.

 Son olarak yapılan bankacılık ve sosyal güvenlik reformlarının çok bir şey getirmeye­ceğini söylemek hatalı olmaz. Türkiye'de yük­sek enflasyon ve faiz lobileri her zaman galebe çalıyorlar. 500 büyük sanayi kuruluşunun kar­larının yüzde 87'si faiz gelirinden oluşuyor. Re­el üretimden artık sanayi bile kar edemez hale gelmiş. 

Ekonomik ve sosyal sorunlarını çöze­meyen, gelirini adil dağıtamayan bir Türkiye politik sorunlarını çözemez. Terör, Kürt soru­nu belki tamamen ekonomik meselelerden kaynaklanıyor. Kimlik nosyonunu ihmal edi­yor değiliz ancak ekonomik ve bölgeler arası farklılıklar giderilmeden bu meseleleri hallet­mek kolay olmayacak. Artık baş örtüleri ile okula girmekten öğrencileri alıkoyan, kendi dilinde radyo ve 1V' sini izlemeyi yasaklayan ve Mecliste temsilci bulundurmaya hayır di­yen, düşün suçlularını hapse atan düşünce ya­pısını değiştirmeliyiz ve bunları tartışmaktan korkmamalıyız.

Son altı ayın verileri dış ticarette yüzde 30'luk bir ithalat ve yüzde 10'luk bir ihracat dü­şüşü gösteriyor. Bu gelecek yıllar için daha az yatırım, ithalat, ihracat demek. Türkiye'de dur­gunluk ve kıpırdamayan bir piyasa bunun ör­neği. Durgunluk, ekonomi açısından ağır so­nuçlar doğurabilecek ve sosyal gerginliği artı­racak unsurdur. 

Türkiye'nin Kıbrıs ve Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerini de tekrar ele almamızın za­manı geçiyor. Yunanistan ile ilişkilerimiz ve dış ticaretimizin yarısını yaptığımız AB ile so­runlarımızı halletmemiz gerekiyor. Amaç tam Üyelik olmamalı, zenginliği bölgede paylaş­mak ve politik istikrar olmalıdır. Bölgedeki çe­kişmeler bölge halklarına fayda getirmediği gi­bi bu Ülkelerde gerginliklere neden olmakta ve iç çekişmeler için kullanılmaktadır. Gereksiz savaş hazırlıklarının ekonomiye büyük yük ge­tirdiğini unutmayalım.

Türkiye artık yerel yönetimler konusun­da da önemli adımlar atmalıdır. Ekonomik ola­rak özgür bir yönetim yapısı ile seçimle gelen yerel yönetimler hatta seçilmiş valileri artık dü­şünmeliyiz. Ankara'nın bölgesel ekonomiler için rolü azaltılmalıdır 

Yeni bir anayasa ve siyasi partiler ile se­çim yasalarındaki değişiklikler yeni bir politik yapı için gereklidir. Türkiye'deki politik yapı elden geçirilmeli ve sosyal adalet bütün sosyal gruplara yayılmalıdır. Türkiye bir hukuk devle­ti olmalı ve insan haklarına saygı duyduğuna insanın, insanca yaşaması gerektiğine inanma­lı ve önlemler almalıdır. İnsanların din, vicdan, yerleşim, teşebbüs hakları korunmalıdır. 

65 milyon nüfuslu Türkiye son 35 yıldır aynı kişiler ve çevreler tarafından yönetildi. Si­yasi hayatta bunun için önemli bir değişiklik olmalı. Nüfusunun Üçte ikisi 30 yaşın altında olan bir ülkenin hala 75 yaşındaki yöneticiler­le idare edilmesini uzatmak acaba doğru mu? Genç ve dinamik nüfusu ile gelecek vaat eden bir ülkenin teşebbüs gücünü kırmamak gereki­yor. 

Türkiye'nin en önemli sorunu eğitimdir. Kadınların eğitimine önem vermemiz ve kişi başına düşen 3,6 yıllık okuma yılını en az 7 yı­la çıkarmamız gerekiyor. Ayrıca, kadınların da­ha aktif bir rol üstlenmeleri ve bunun için de daha iyi eğitilmeleri gerekiyor.

Son 30 yılda Türkiye eğitim ve adalet sektörlerine OECD ülkelerinden 3 kat daha az para harcamış. 15 yıl içinde hakim ve savcı olanlarla öğretmenlerimizden yüzde 87'si ya­bancı dil bilmiyorlar. Türkiye 150 bin imamı kadrosunda tutuyor. Eğitimli bir hoca kadrosu­na kim hayır diyebilir ama bilgisayar kullanma­yı bilmeyen bir öğretici kadrosu düşünülemez. 

Türkiye önce ABD ile ticaret ilişkilerini Artırmaya çalışmalıdır. Dünyanın en büyük pa­zarına girmeden dış ticaretinizde atak yapa­mazsınız. Ayrıca Ortadoğu ve Türki devletler­de joint-ventures'lara gitmek zorundayız. Enerji sorunlarımızı çözmemiz şart. Savunma sanayine özel sektörümüzün girmesi gereki­yor. Savunma harcamalarının ekonomi içine çekilmesi tartışmayı başka bir boyuta taşır. Bi­linmelidir ki, ABD' de her iki kişiden biri dolay­lı ve doğrudan savunma sektörü için çalışmak­tadır. 

Bölgede yaşamak ve sınırlarımızı koru­mak Türkiye'nin 21. Yüzyılda önündeki en önemli sorundur. Bu gerek için, TC vatandaş­larının bilincini artırmak lazım. Ancak bu he­defe varmak için düzgün bir medya ile gerçek liderlere gereksinim var. 

8 parti kongresini izlemiş biri olarak,-ne yazık ki 21. yüzyıla hazırlık yapan bir parti ya­pısı göremediğimi belirtmek istiyorum. Türki­ye'de sadece Silahlı Kuvvetler kapsamlı bir 21. yüzyıl stratejisi hazırlamış ve kamuya açıkla­mıştır. Türkiye'de bu belki de sivil örgütlerin önemini bir kat daha artırıyor. Politik kaygıları olmayan, oy ve mevkii peşinde koşmayan in­sanlardan ülkenin sorunlarını çözmek için ya­rarlanmamız gerekiyor. Belki de genel başkan­larının tayini ile gelen, ülkenin eko­nomik ve politik sorunları ile uğraşmamış, yurt dışını bilmeyen milletvekillerinden dünyanın sorunlarını ve ülkenin gereksinimlerini anla­mayı beklemek yanlış olabilir. 

Türkiye değişmek istiyor ve değişim ge­rektiğini artık Türkiye insanı oyları ile söylü­yor. Mevcut liderlerle Türkiye sorunlarını çö­zemez ve 21. Yüzyılda bu bölgede ve dünyada istediği yeri bulamaz.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005