|
Ulusal Ekonomilerin İç Yapısı ve Gümrük Politikası
Daha önce gördüğümüz gibi, dünyâ ekonomisi, oldukça
farklı bir yapıda ortaya çıkan ekonomik ilişkilerin
karmaşık ağını ifade eder. Bunun temeli, dünya
ölçeğindeki üretim ilişkileridir. "Ulusal"
ekonomileri, yani her bir devletin sınırları içinde
yer alan ekonomik bağlan dünya ekonomisi
çerçevesinde analiz ettiğimizde çok sayıda tekil
ekonomileri biraraya getiren ekonomik bağların
giderek çoğaldığını ve sıklaştığını görürüz. Bunda
gizemli bir şey yoktur; buradan hareketle, ulusal
ekonomik varlığın özel formlarından yaratıldığı
düşünülen "devlet ilkesinin" sözüm ona yaratıcı rolü
gerçeğini çıkarmamalıyız. Ayrıca, toplum ve devlet
arasında önceden belirlenmiş bir uyum da yoktur.
Konunun çok daha basit bir açıklaması vardır. Gerçek
olan, belli politik bir varlık olarak modern
devletlerin temellerinin, tam da ekonomik ihtiyaç ve
sorumluluklarca belirlenmesinde yattığıdır. Devlet
ekonomik temeller üzerinde gelişmişti. Bu durum,
sadece ekonomik bağların bir göstergesiydi ve
devletin bağları sadece ekonomik bağların bir
ifadesi olarak ortaya çıktı. Bütün canlılar gibi,
"ulusal ekonomi de" sürekli bir iç yenilenme süreci
içindeydi ve içindedir. Üretim güçlerinin
gelişmesiyle paralel olan moleküler hareketler,
tekil "ulusal" ekonomik yapıların durumlarını
birbirleriyle olan ilişkileri içinde sürekli olarak
değiştiriyordu, yani gelişen dünya ekonomisinin
tekil kısımlarının karşılıklı ilişkilerini etkiledi.
Günümüzde çok önemli ilişkiler ortaya çıkmaktadır.
Kapitalizmin filizlenme-siyle birlikte başlayan eski
ve muhafazakâr ekonomik yapılar baştan aşağı
yıkılmıştır. Bununla beraber, aynı zamanda, "ulusal
ekonomiler" içindeki zayıf rekabetin "organik"
olarak saf dışı bırakılmasının (el zanaatlarının
çöküşü, ara formların ortadan kalkması, büyük
ölçekli üretimin gelişmesi, vs.) dünya pazarında
güçlü rakipler arasındaki "kritik" bir biçimde
keskinleşen mücadele süreci almıştır. Bu olgunun
nedenleri öncelikle, karşılıklı ilişkiler içinde bir
devrime neden olan "ulusal kapitalizmin" yapısında
yer alan iç değişimlerde aranmalıdır.
Bu değişimler öncelikle kapitalist tekelci
örgütlerin formasyonu ve hızla yayılmasıyla ortaya
çıkar: Karteller, konsorsiyumlar, tröstler, banka
konsorsiyumları. Yukarıda bu sürecin uluslararası
alanda ne kadar güçlü olduğunu gördük. Bu durum,
"ulusal ekonomilerin" çerçevesi içinde
ölçülemeyecek kadar güçlüdür. Daha sonra göreceğimiz
gibi, sanayinin "ulusal" olarak kartelleşmesi
sermayenin ulusal karşılıklı bağımlılığının en güçlü
unsurlarından biridir.
Kapitalist tekellerin oluşum süreci, mantıki ve
tarihî olarak, sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme
sürecinin bir devamıdır.
Feodal tekelin yıkıntıları üzerine kurulan
zanaatkarlar arası serbest rekabet, kapitalist
sınıfın üretim araçları üzerinde tekelleşmesini
sağlaması gibi, kapitalist sınıf içindeki serbest
rekabet, sınırlamalar ve tüm "ulusal" pazarı
tekelleştiren dev işletmelerin oluşumuyla
kısıtlanmıştır. Bu dev şirketler devletin gümrükler,
navlun ücreti, primler, sübvansiyonlar veya
hükümetin siparişte bulunmak yoluyla sağladığı
yardımların sonucunda ortaya çıkan "olağan dışı"
veya "suni" bir olgu olarak düşünülemez. Tüm bu
"nedenlerin" tekelleşme sürecini maddî olarak
hızlandırdığı doğrudur, ancak bunlar ilk koşul
olmamışlardır ve olamazlar da. Mutlaka olması
gereken koşul, üretimin belli bir derecede
yoğunlaşmasıdır. Genel olarak, üretken güçlerin en
gelişmiş olduğu durumda, tekellerin çok güçlü olması
işte bu nedenledir. Bu bağlamda anonim şirketler
özel bir konuma sahiptir. Bunlar, sermayenin üretime
sokulmasını olağan üstü kolaylaştırmışlar ve o
zamana kadar boyutları dahi bilinmeyen şirketleri
yaratmışlardır. Böylelikle, kartelleşme hareketinin
Birleşik Devletler ve Almanya'nın önderliğinde dünya
pazarında ilk sırayı ateşli bir şekilde alması çok
kolayca anlaşılabilir.
Birleşik Devletler modern ekonomik gelişmenin klasik
örneğidir ve tekelci örgütlerin en merkezileşmiş
şekli olan "tröstler"in, bu ülkedeki kökleri
derindir. Aşağıdaki tablo tröstlerin devasa
ekonomik güçleri ve gelişmeleri hakkında yeterince
açık fikir vermektedir-özellikle en büyük tröstler
hakkında Moody'e göre, tröstlerin 1904 ve 1908
arasındaki gelişimi aşağıdaki tabloda
gösterilmiştir.
1910 yılı için Poor's Manual of Corporation ve
Poor's Manual of Railroads'a baktığımızda hisse
senedi ve tahvillerinin değerleri toplamının 33.3
milyar dolar olduğu görülür.
|
1904 |
1908 |
Tröstlerin Sınıflandırılması |
Şirketlerin Sayısı |
Hisse Senedi ve
Tahvillerin
Değeri |
Şirketlerin Sayısı |
Hisse Senedi ve Tahvillerin Değeri |
Yedi Büyük .. Sanayi Tröstü |
1.524 |
2.662.752.100 |
1.638 |
2.708.438.754 |
Daha Küçük Sanayi Tröstleri |
3.426 |
4.055.039.433 |
5.038 |
8.243.175.000 |
Yeniden Örgütlenme Sürecindeki Tröstler |
282 |
528.551.000 |
- |
- |
Toplam |
5.232 |
7.246.342.533 |
6.676 |
10.951.613.754 |
İmtiyazlı İşletmeler |
1.336 |
3.735.456.071 |
2.599 |
7.789.393.600 |
En Büyük Demiryolu Grubu |
1.040 |
9.397.363.907 |
745 |
12.931.154.010 |
Toplam |
7.608 |
20.379.162.511 |
10.020 |
31.672.161.354 |
Bu çalışma çerçevesinde çeşitli ülkelerde faaliyette
bulunan belli başlı tröstlerin listesini sıralamak
zordur. Bunların başında bulunan en büyük iki tröstü
belirtmekle yerinelim. Bunlar Standart Oil Company
ve United States Steal Corporation olup sırasıyla
Rockefeller ve Morgan finans gruplarını temsil
etmektedirler.
Almanya'daki büyük sermaye hareketi de benzer bir
çizgide gelişme göstermektedir. Resmi istatistiklere
göre, 1905 yılından itibaren üretimin değişik
kollarında 385 tane kartel vardı.6
Almanya'da kartel hareketinin tanınmış teorisyeni
ve lideri olan Dr. Tsc-hierschky Almanya'da kartel
sayısının 550 ila 600 arasında olduğunu tahmin
etmektedir. Bunların en büyükleri Rhine-Westphalian
Coal Syndicate (RheinischWestfalisches Kohlensyn-dikat)
ve Steel Syndicate (Stahlwerksverband)dir.
Raffalovich'e göre, Rhine-Westphalian Coal Syndicate
1909'da Dortmund Bölgesinde 85 milyon ton kömür
üretirken, kartelin dışındakiler sadece 4.200.000
ton (%4,9) üretmişlerdir.8 Ocak 1913'den
itibaren kartelin Ruhr bölgesinde ürettiği kömür,
toplam üretimin %92,6'sına ve toplam ulusal ürerimin
%54'üne eşitti. Çelik tröstü ise ülke üretimi
içindeki payını %43-44'e çıkarttı. 47 şirketi
bünyesinde tutan şeker rafine tröstü toplam üretim
içinde büyük bir paya sahipti (ülkede üretilen
şekerin %70'ini ve ihraç edilen şekerin %80'ini
elinde tutuyordu). (Siemens-Schuckert ve A-E-G'nin
elinde bulunan
Interessengemeinscha.fi)
elektrik tröstü üretilen
enerjinin %40'ını kontrol etmekteydi.
Diğer ülkelerdeki tekeller bu kadar büyük değildir.
Ancak, Birleşik Devletler veya Almanya'yla
karşılaştırma yapılmazsa, mutlak sayılar olarak ele
alındığında, kartelleşme süreci başka ülkelerde de
dikkat çekici gelişme göstermektedir.
Fransa'da metalürji, şeker, cam, kağıt, petrol,
kimya, tekstil, kömür vs. sanayilerinde dikkate
değer sayıda kartel mevcuttur. Bunların arasında en
önemlileri dökme demir üretiminin neredeyse tamamını
gerçekleştiren Le Comptoir de Longway; pazarın hemen
hemen tamamını elinde tutan şeker karteli; hemen
hemen mutlak tekel durumunda bulunan Societe'
Generale des glaces de St. Go-bain vs. dir. Tarım
şirketleriyle10 sıkı ilişkileri olan bir
takım tarım kartellerinden de söz etmek yerinde
olacaktır. Bunun yanında Fransız deniz ticaretinin
%41,25'ini elinde tutan üç buharlı gemi şirketi (Campagnie
Generale Transatlantique, Campagnie des Messageries
Maritimes ve Campagniedes Chargeurs Reunis)
ulaştırma sektöründeki en büyük birleşmelerdir.''
Sanayideki büyük yoğunlaşmaya rağmen İngiltere'de
tekelleşme hareketi uzunca bir süre çeşitli
nedenlerle zayıf kalmıştır. Sanayinin tröstleşmesi
("kaynaşma", "birleşme" ve "yatırım tröstleri") son
birkaç yılda büyük aşamalar kaydetmiştir. Eski
özellikler sona ermeye başlamış ve hem İngiliz işçi
hareketi ve hem de geleneksel İngiliz serbest
ticaret politikası geçmişte kalmıştır (birazdan
göreceğimiz gibi, serbest ticaret olarak da
adlandırılan serbest rekabet dış ekonomik politika
sonucu arka plana itilmiştir). Bugün İngiltere'yi
tamamen farklı bir ekonomik yapının temsilcisi
olarak görmek cehaletten başka bir şey değildir.
Burada örnek olarak verebileceğimiz birkaç tröst
vardır: Association of Portland Cement
Manufacturers, ulusal üretimin %89'unu üretmektedir.
Çelik ve alkol tröstleri vardır. Duvar kağıdı
tröstleri, duvar kağıdı ve diğer dekoratif
mamullerin %98'ini üretmektedir. Bundan başka kablo
tröstleri (The Cablemakrers Association ulusal
ürünün %90'ını
üretmektedir); tuz tröstü (Salt Union, ulusal ürünün
%90'ını üretmektedir); Fine Cotton Spinners' and
Doublers Trust (İngiltere'deki üretimin tamamını
elinde tutmaktadır); boya ve temizleme maddeleri
tröstü (Bleachers Association ve Dyers Association
üretimin %90'ını ellerinde tutmaktadır), Imperial
Tabacco Company (ulusal üretimin yaklaşık olarak
yarısını üretmektedir) vs. vardır.
Avusturya'da büyük karteller arasında şunlar vardır:
Bohemya demir karteli (Avusturya'daki üretimin
%90'ını elinde tutmaktadır); 400 milyon kron
tutarında tuğla üreten tuğla karteli (kartel
dışındakilerin ürettiklerinin değeri 40 milyon
krondur); demir karteli; petrol karteli (Galiçya'da
ulusal üretimin %40'ını ellerinde tutmaktadırlar);
şeker, cam, kağıt, tekstil ve diğer karteller.
Rusya gibi geri kalmış ve sermayenin kıt olduğu bir
ülkede bile, Goldstein'e göre kartel ve tröstlerin
sayısı 100'ü aşmaktadır. Bunun ötesinde, daha az
gelişmiş sayılabilecek nitelikte yerel an-laşmalar
vardır. Şimdi bunların belli başlı olanlarını
belirtelim. Kömür sanayiinde Produgol Trust (Don
sahasında çıkarılan kömürün %60'ı bu tröste
aittir); demir sanayinde 19 kartel vardır. Bunların
en önemlileri Proda-Meta (demir gereçler tröstü,
ulusal ürünün %88-93'ünü kontrol etmektedir);
Krovlia (sac tröstü, ulusal üretimin %60'ını
gerçekleştirmektedir) ve Prodvagon (vagon tröstü,
vagon üreten 16 yerden 14'ünü elinde tutmaktadır).
Petrol sanayiinde üretilen ürünün neredeyse tamamı
birbiriyle kenetlenmiş 4 şirkette yoğunlaşmıştır.
Bunlardan başka, bakır karteli (%90), şeker karteli
(%100), tekstil üreticileri anlaşması, tütün tröstü
(%57-58), kibrit karteli vs. belirtilmesi gereken
önemli kartellerdir.
Belçika'da karteller büyük gelişme göstermişlerdir.
Ancak Japonya gibi konuyla yeni tanışan ülkeler
bile kapitalist tekeller kurma yolunda adım
atmışlardır. Kapitalizmin eski üretim şekilleri
böylece radikal bir değişikliğe maruz kalmıştır. F.
Laur'un verdiği rakamlara göre, dünyanın tüm
ülkelerindeki sanayi işletmelerine
yatırılan 500 milyar frankın 225 milyarı yani hemen
hemen yarısı karteller ve tröstlerce üretime
yatırılmaktadır. (Bu sermaye aşağıdaki ülkeler
arasında şu şekilde dağıtılmıştır. Birleşik
Devletler, 100 milyar frank; Almanya, 50 milyar
frank; Fransa, 30 milyar frank;
Avusturya-Macaristan, 25 milyar frank, vs.- tüm bu
rakamlar, gerçek rakamların altında kalmaktadır).
Bu durum her ülkedeki, uluslararası karşılıklı
ilişkide radikal değişiklikleri gerekli kılan eski
güç ilişkilerinin tam bir dönüşümünü göstermektedir.
Bununla beraber, süreç tekil üretim kollarıyla
sınırlı değildir. Üretimin çeşitli kollarıyla
birlikte kesilmeden sürüp giden tek bir süreç söz
konusudur, yani süreç bunları tek bir örgüte
dönüştürür. Bu süreç kendini, öncelikle, birleşmiş
şirketler yani hammadde ve mamul mal üretimiyle,
mamul mal ve yarı mamul mal üretimini bir araya
getiren işletmelerin ortaya çıkması biçiminde
gösterir. Bu süreç üretimin en farklı kollarını
kendi içinde toplayabilen ve toplayan bir süreçtir.
Çünkü günümüzde, geçerli olan işbölümü çerçevesinde
bu iş kolları az ya da çok direkt ya da daha düşük
düzeyde birbirlerine bağlıdırlar. Örneğin, bir tröst
ürettiği ana ürünün yanı sıra yan ürün de
ürettiğinde, yan ürünü üreten üretim dalında
tekelleşme eğilimine girdiği görülür. Bu da, yan
ürünün ikamesi olarak kullanılan malların üretiminde
daha sonra yan ürünün ikamesi olarak kullanılan
malların hammaddelerinin üretiminde tekelleşme
eğilimini ortaya çıkarır, vb. süreç devam eder
gider. Böylece ilk bakışta şaşırtıcı gibi görünen,
demir ve çimento, petrol ve glikoz gibi ürünü üreten
şirketlerin biraraya gelmesi söz konusudur. Tek bir
üretim dalındaki yatay merkezileşmenin aksine
üretimin dikey yoğunlaşması ve merkezileşmesi,
önceden birkaç işletme arasında dağılan emeği tek
bir işletmede bir araya getirerek bir yandan sosyal
işbölümünün azalmasını, diğer yandan da yeni üretim
biriminde işbölümünün ortaya çıkmasını ifade eder.
Sosyal açıdan ele aldığımızda tüm süreç, "ulusal"
ekonomiyi, üretimin tüm dalları arasında örgütsel
bağların bulunduğu birleşmiş tek bir işletmeye
döndürme eğilimindedir. Aynı süreç büyük bir hızla
başka yoldan işlevini sürdürmeye devam eder: banka
sermayesi sanayiye nüfuz eder ve sermaye finans
kapital niteliğini alır.
Önceki kısımlarda sanayi işletmelerine katılma ve
bunların finanse edilmesine ne kadar büyük bir önem
verildiğini gördük. Bu işletmelerin finanse edilmesi
ise, modern bankaların fonksiyonlarından bir
tanesidir.
Sanayi sermayesinin büyük bir kısmı bunu işleten
sanayiciye ait değildir. Sanayicinin sermayeyi
işletme hakkı ancak sermayenin sahibi olarak görünen
bankalar yoluyla elde edilir. Diğer taraftan,
bankalar sermayelerinin giderek artan kısmını
sanayiye yatırmak zorunda bırakılır. Bu yolla banka
giderek sanayi kapitalisti haline gelir. Banka
sermayesini, yani gerçekte sanayi sermayesine
dönüşen parasal sermayeyi finans kapital olarak
adlandıracağım.
Çeşitli kredi şekilleriyle, hisse senetleri ve
tahvillere sahip olmayla ve direkt olarak
şirketleri geliştirme yolunu izleyen sanayii
örgütleyen bir rolle ortaya çıkar. Tüm ülkenin
toplam üretiminin örgütlenişi bir yandan sanayinin
diğer yandan bankaların yoğunlaşması bakımından çok
güçlü ve büyüktür. Bankaların yoğunlaşması son
yıllarda olağanüstü boyutlardadır. İşte size birkaç
örnek, Almanya'da 6 banka, banka tekelini elinde
bulundurmaktadır. Deutsche Bank,
Diskontogeselischaft, Darmstadter Bank, Dresdner
Bank, Berliner Handelsgesellschaft ve
Schaffhausenscher Bankve-rein. 1910 yılında bu
bankaların sermayesi 1.112,6 milyon marktı.17
Bu bankaların gücünün artması, Almanya'daki
kuruluşlarının sayısının artmasındandır (banka ve
şubeleri, mevduat bankaları ve kambiyo servisleri ve
aynı zamanda Almanya'da hisse senedi çıkaran
bankalara katılımları da dahildir). Bu gelişme
1895'de 42,1896'da48, 1900'de 80, 1902'de 127,
1905'de 194 ve 1911'de 450'dir.18 16 yıl
içinde bu kuruluşların sayısı 11 kat artmıştır.
Birleşik Devletlerde bu öneme sahip iki banka
vardır: The National City Bank (Rockfeller
firmasınındır) ve The National Bank of Commerce
(Morgan firmasınındır). Bu iki banka sayısız sanayi
işletmesini ve bankayı idare etmektedir. "Rockfeller"
ve "Morgan" gruplarının bankacılık işlemlerinin
hacmine şu gerçeğe bakarak hüküm vermek mümkündür.
1908 de Rockfeller grubu, ulusal, devlet ve diğer
bankalar arasında müşteri olarak, ihtiyatlarını
elinde tuttuğu 3.350 ve Morgan grubu da 2.757
bankaya sahipti. Bu bankaların yardımı olmaksızın
yeni bir tröst kurulamıyordu. Bunlar "tekel
oluşturma tekelleri" haline geldi.
Çeşitli üretim dalları ve bankalar arasındaki bu
özgün ekonomik bağa, üretim dallan ve bankalardaki
üst düzey yönetimin özel bir şekli tekabül
etmektedir. İşin doğrusu sanayi temsilcileri
bankaları yönetmektedir ya da tersi. Jeidels, 1903
yılında yukarıda belirtilen 6 Alman bankasının,
sanayi şirketlerinin yönetim kurullarında 751
sandalyeye sahip olduğunu belirtmektedir. Aksine,
sanayinin (Aralık 1910'da) bankaların yönetim
kurullarında 51 temsilcisi vardı.
Amerika söz konusu olduğunda, şu gerçek hayli
karakteristiktir. Bankacılığın ıslahı üzerine
yapılan tartışmalar sırasında sena-to'ya sunulan
listeden anlaşılacağı gibi, 1908 yılında (La
Follette komisyonu) 89 kişi çeşitli sanayi, ulaşım
ve diğer şirketlerde 2.000 sandalyeye sahiptir.
Bunların hepsini direkt ya da endirekt olarak olarak
Morgan ve Rockfeller kontrol etmektedir.
"Ulusal ekonominin" genel sistemine giren devlet ve
belediye işletmelerinin oynadığı rolün önemini
belirtmek gerekir. Devlet işletmeleri arasında
öncelikle madenciliği görüyoruz, (örneğin
Almanya'da 1909 yılında 149 milyon ton kömür üreten
309 madenden 27'si devlete aittir ve ürettiği kömür
20,5 milyon tondur ve değeri 235 milyon marktır.
Tuz yatakları ve diğer madenler bu kategoriye
dahildir. 1910 yılında Almanya'da devlet
işletmelerinin gayrisafi geliri 349 milyon mark ve
net geliri 25 milyon marktır).
Madencilikten sonra devlet demiryolları gelmektedir
(sadece İngiltere'de ve savaştan önce, demiryolları
özel sektörün elindeydi). Daha sonra ise postane,
telgraf, orman vs. işletmeleri sıralanmaktadır.
Ekonomik önemi bakımından belediye işletmeleri
arasında tüm şubeleriyle birlikte yer alanların
başlıcaları şunlardır: su işletmesi, gaz işletmesi
ve elektrik üretim merkezleri. Güçlü devlet
bankaları da bu sistemin bir bölümünü
oluşturmaktadır. Bu "kamu" işletmeleriyle pür
olarak özel karaktere sahip işletmeler arasındaki
ilişki çeşitli şekillerdedir. Genelde, ekonomik
bağlantılar sayısızdır ve çeşitlenmiştir ancak kredi
önemli rol oynar. Çok yakın ilişkiler, belli bir
işletmenin hem "kamu" hem de özel elemanlarından
oluştuğu güya karma sistem (gemischte
Unternehmungeri) denilen sisteme dayanarak ortaya
çıkar (çoğunlukla tekelci yapıdaki büyük ölçekli
firmaların katılımı) bu olguya kamu ekonomisi
alanında sıkça rastlanır. German Empire Bank (Reichbank)
örneği ilgi çekicidir. Almanya'nın ekonomik
yaşamında önemli bir yere sahip olan bu banka, "özel
ekonomiyle" öylesine yakın bir ilişki içindedir ki
anonim şirket mi devlet kurumu mu, özel hukuk
kurallarına göre mi yoksa kamu hukuku kurallarına
göre mi işlediği tartışma konusudur.
Karteller, bankalar, devlet işletmeleri gibi
sistemin organize olmuş tüm kısımları birlikte
büyümektedir. Süreç, kapitalist yoğunlaşmanın
gelişmesiyle daha hızlanır. Kartellerin ve
birleşmelerin oluşumu, finans bankaları arasında
menfaat birliği yaratır. Diğer taraftan, bankalar
finanse ettikleri işletmeler arasındaki rekabeti
kontrol etmektedir: Benzer şekilde bankalar
arasındaki her taahhüt sanayi gruplarının
birbirlerine bağlanmasını sağlar. Devlet
işletmeleri büyük ölçekli finansal sanayi
oluşumlarına daha çok bağımlı hale gelir ya da
tersi. Böylece yoğunlaşma ve örgütlenme sürecinin
çeşitli alanları birbirlerini uyarır ve tetikler.
Tüm ulusal ekonomiyi, fınans krallarının ve
kapitalist devletin vesayeti altında tek bir büyük
birleşmiş işletme şekline dönüştürmeye doğru çok
güçlü bir eğilim yaratır. Bu tür bir işletme, ulusal
pazarı tekelleştiren ve daha üst bir kapitalist
olmayan düzeyde örgütlenmiş üretimin ön koşullarını
oluşturan bir işletmedir.
Bir dünya üretim sistemi olarak dünya kapitalizmi
günümüzde şu görünümü kazanmıştır: Bir yanda,
birbirine bağlı ve örgütlenmiş ekonomik yapılar
("büyük uygar güçler") diğer yandan yarı tarımsal
veya tarımsal sistem içindeki gelişmemiş çevre
örgütlenme süreci (ideologların belirttiği gibi,
kapitalist beylerin hiç bir şekilde amacı ve itici
gücü değildir. Ancak maksimum kâr elde etmelerini
amaçlayan bir sonuçtur) "ulusal" sınırların dışına
çıkma eğilimindedir. Fakat bu yolda çok önemli
engellerle karşılaşır. Birincisi, "ulusal"
düzeydeki rekabetin üstesinden gelmek dünya
ölçeğindeki rekabetin üstesinden gelmekten daha
kolaydır (uluslararası anlaşmalar çoğunlukla şu anda
mevcut olan "ulusal" tekellerin varlığıyla ortaya
çıkar). İkincisi, ekonomik yapıdaki ve üretim
maliyetindeki mevcut farklılıklar, anlaşmaları
gelişmiş "ulusal" ülkeler için dezavantajlı hale
getirir. Üçüncüsü, devlet ve onun sınırlarıyla
bütünleşme, ilave karları garantileyen ve giderek
büyüyen bir tekel yaratır. Bu son kategoride yer
alan unsurlar arasında bulunan gümrük politikasını
ele alalım.
Gümrük politikasının genel karakteri tümüyle
dönüşüme uğramıştır. Geçmişte gümrük vergilerinin
amacı savunmaya yönelikken, şimdi tam tersi,
saldırgan bir yapıya bürünmüştür. Eskiden geçerli
olan gümrük vergileri, dünya pazarında rekabet
edemeyecek kadar az ülke içinde ve üretilen meta
içindi. Günümüzde "koruma", rekabete karşı
koyabilecek üretim dalları içindir.
Korumacılığın ateşli bir tarafları olan Friedrich
List, National System of Poliücal Economy adlı
eserinde, yetiştirici (sanayii) gümrük vergilerinden
geçici tedbirler olarak bahsediyor.
Şöyle demektir. Burada sadece sanayii oluşturmakta
araç olarak kullanılan gümrük konumunu ele
alacağız... Koruma tedbirleri, ülkedeki imalat
gücünü cesaretlendirme ve koruma aracı olarak
kullanılırsa yararlıdır ve bu sadece kendilerini
öncelikle tarım, imalat ve ticaretle uğraşan
ülkeler, büyük deniz yolları ve büyük ülkelerle aynı
konumda tutmak isteyen ülkeler için geçerlidir.
Bazı burjuva meslektaşların teyitlerine rağmen
günümüzde bundan eser kalmamıştır. Günümüzdeki "üst
düzey korumacılık", devletin formüle ettiği ve
kartellerce uygulanan ekonomi politikasından başka
bir şey değildir. Günümüzün gümrük vergileri kartel
vergileridir, yani ek kâr elde etmek için
kartellerin elindeki araçlardır. Çünkü ülke içi
pazarda rekabet elimine edilirse veya azaltılırsa,
"üreticilerin" gümrük vergilerine eşit miktarda bir
artışı gerçekleştirerek ülke içi pazarda fiyatları
arttırabilecekleri aşikârdır. Bu ek kâr, metanın
dünya pazarında maliyetinin altında satılması
imkânını sağlar. Bu ise, kartellere has damping
dediğimiz ihracat politikasıdır. Bu olay,
günümüzdeki gümrük vergilerinin aynı zamanda
ihracat sanayiini de destekleyen garip bir durumu
açıklamaktadır. Engels, bir yanda kartellerin
büyümesi diğer yanda özel karakteristikleri olan
modern gümrük vergileri arasındaki mevcut bağları
görmüştür.
(Engels şöyle demektedir): Hızla ve inanılmaz
boyutlarda gelişen üretken güçlerin kapitalizmin
ruhuna uygun bir şekilde mübadele edilen metanın
bağlı olduğu yasaların ötesinde gelişmesi gerçeği,
günümüzde kapitalistlerin kafasını kurcalamaktadır.
Bu kendisini iki şekilde göstermektedir. Birincisi,
eski korumacüıktan özellikle ihraç edilebilecek olan
kalemlerin daha iyi korunduğu gerçeği nedeniyle
farklı bir yapıya sahip korumaya yönelik gümrük
vergileri biçiminde yeni ve genel bir eğilim olarak
ortaya çıkmıştır. İkincisi, tüm üretim dallarında
imalatçı tröstlerce ortaya konmuştur.
Günümüzde bu yöne doğru inanılmaz bir ilerleme
kaydedilmiştir. Ağır sanayinin öncülüğünde tüm
sanayi oldukça yüksek ölçüdeki korumacı gümrük
sisteminin savunucusu durumuna gelmiştir. Çünkü
gümrükler ne kadar yüksek olursa, ek kâr o kadar
fazla, yeni pazarları kazanma imkânı o kadar kolay
ve elde edilen kârın genel hacmi de o kadar fazla
olur. Yüksek fiyatların telafi edemeyeceği
kayıplara neden olan talep azalışı söz konusu
olduğunda sınıra gelinir. Bununla beraber, bu
sınırlamaların içinde daha yüksek gümrük vergileri
koyma eğilimi, karşı konulmaz bir gerçek olarak
ortaya çıkar.
Dünya ekonomisini bir bütün olarak incelediğimizde
gözümüzün önüne şu serilir. Kartellerin uyguladığı
vergiler ve ileri ülkelerin uyguladığı damping
sistemi bir yandan koruyucu gümrük tarifelerini
yükselten geri kalmış ülkelerin direnciyle
karşılaşır.27 Gümrük vergilerinin geri
kalmış ülkeler tarafından yükseltilmesi, diğer
taraftan dampingi kolaylaştıran kartellerin
zorladığı gümrük vergilerinin daha da yükselmesine
neden olur. Bu etkinin ve karşılıklı etkileşimin hem
ileri hem de geri kalmış ülkeler arasında söz konusu
olduğunu belirtmeye gerek yoktur. Kartellerin
gelişmesiyle durmadan gelişen ve sonu gelmez bu
durum, günümüzde gelişen ve Engels'in bahsettiği
"gümrük vergileri konusundaki fikir sabitliğidir."
1870'lerden itibaren, tüm ülkelerde modern
gelişmenin ortaya çıkardığı serbest ticaretten
gümrük sistemine dönüşü gözlemek mümkündür. Gümrük
sistemi, sanayinin "yetiştirilmesi" sisteminden
kartelleri koruyan bir sisteme doğru hızlı bir
şekilde dönüşmüş ve sonuçta günümüzün oldukça
yüksek korumacılığı ortaya çıkmıştır.
Bu dönüşüm Almanya'da 1879 gümrük uygulamasıyla
birlikte belli bir şekle bürünmüştür ve o günden
itibaren Almanya'da gümrük vergilerinin hızlı bir
gelişimini görmekteyiz (örneğin, 1902 gümrük
vergilerini daha sonraki gümrük vergileriyle
karşılaştırınız). Avusturya-Macaristan'da bu
dönüşüm 1878'lere kadar uzanmaktadır. Daha sonraki
gümrük vergileri de artış yönünde benzer bir eğilim
göstermektedir. (Özellikle, 1882, 1887, 1906 vb.
gümrük vergileri). Fransa'da korumacılığa kesin
dönüş sanayi malı ithaline konan verginin %24'e
yükselmesine neden olan 1881 genel gümrük
vergisinden sonra ortaya çıkmıştır. Oldukça yüksek
korumacı özelliği olan 1892 gümrük vergisi (mamul
mallara konan %69'luk ad valorem vergi ve tarımsal
ürünlere getirilen %25'lik vergi) ve bunun 1910'daki
"düzeltilmiş" şeklini vurgulamak gerekir.
İspanya'da 1877 gümrük tarifeleri sanayi mallarına
yüksek vergileri getirmişti. Vergilerin genel olarak
yükseldiği 1906 tarifesi dikkat çekicidir. Klasik
tröstler ve modern gümrük politikasının hakim olduğu
Birleşik Devletler'de korumacılığın karakteristik
özelliği daha belirgindir. İthal vergilerdeki
artışın 1883'te başlaması tröstlerin gelişmesiyle
bağlantılıdır ve ithal edilen malların değerinin
%40'ına ulaşmıştır. 1873-74 yıllarında, genel gümrük
vergileri %38, 1887'de %47,11 idi, 1890'da (Mc
Kinley Bili) tarifelerde yine bir artış gelmiştir.
(Yünlü maddelere %91, kalitelisyünlülere %150'lik ad
valorem vergi, metal vs'ye %40-80). Yüksek koruma
eğilimlerinin en çarpıcı örneği Bingley Bili (1897)
ve 1909'daki Payne Tarife'sidir. Serbest ticaretin
kalesi olan İngiltere geçiş dönemindedir. Serbest
ticaret yerine adil ticareti isteyen insanlar keskin
ve istikrarlı bir şekilde seslerini
yükseltmektedirler, yani korumacılık sisteminin
uygulanmasını istemektedirler (örneğin,
Chamberlain'in The Imperial Federation League ve The
United Empire League faaliyetlerine bakınız). Bu
eğilimlerin kısmi olarak gerçekleşmesi ana ülke ve
kolonileri arasındaki tercihli tarifeler sistemi
nedeniyledir. 1898'le birlikte Kanada İngiltere'yle
birlikte tarife ayrıcalıklarını getirmiştir. 1900 ve
1906 yıllarında bu tarifeler geliştirilmiş ve "ıslah
edilmiştir". Bugün itibarıyla karşılaştırma
yapılırsa, ayrıcalıkların yabancı ülkelerle olan
farkının % 10-50 arasında olduğu görülür. 1903'te,
Kanada örneği Güney Afrika kolonilerince (%6,25-25)
taklit edilmeye başlanmıştır. 1903 ve 1907'de Yeni
Zelanda ve 1907'de Avustralya Kolonileri Birliği
buna katılmıştır. (%5-10). Emperyal konferanslarında
(yani, İngiliz Hükümeti ve kolonilerin temsil
edildiği konferanslar) korumacılık türküsü daha
belirgin hale gelmiştir. "Günümüzde sadece ikinci
sınıf düşünce yapısına sahip biri serbest ticaret
lehinde ve İngiltere'yle olan ilişkilerde iyimser
görüşe sahip olabilir". Bu ifadeler sınırsız burjuva
kendini beğenmişliğiyle düşünen meşhur Aschili'ye
aittir. Bu yolla, İngiliz hakim sınıfının duygu ve
düşüncelerini dile
getirmiştir.
Savaşın her türlü eğilimleri en şiddetli bir şekilde
ortaya çıkardığı bilinmektedir. Gümrük politikası,
göz ardı edilemeyecek bir gerçek haline gelmişti. Bu
arada Rusya'da uygulanan hayli yüksek tarife
uygulamalarını belirtmemiz gerekmektedir.
(Mr. Karchinsky şöyle demektedir). Yeni politikanın
kökeni 1877 tarifesidir.O tarihten itibaren ülke
daha yüksek tarifelere geçmektedir. 1877'de altına
dayalı vergiler artışa neden olmuştur. Bu bir anda
fiyatları %40 artırmıştır. Bundan sonraki yıllarda
çok sayıda mala uygulanan vergiler fiyatlardaki
yeni artışları ortaya çıkardı ve böylece korumacılık
ilkelerini daha da güçlendirdi. 1890'da tüm
tarifeler %20 arttı. Hareket 1891'in oldukça
korumacı tarif esiyle doruğa çıktı. Öyle ki, bir çok
metaya konan vergiler 1868'deki tarifeye kıyasla %
100-300 yükseltildi. Tarifeler 1903 yılında
yayınlandı ve 16 Şubat 1906'da yürürlüğe girdi. Bu
tarifeye göre, birçok vergi yeniden artırıldı.
Yüksek gümrük duvarlarıyla "ulusal ekonomileri"
koruyan genel eğilimlerin varlığı konusunda en ufak
bir şüphe yoktur. Bazı durumlarda tarifelerin
düşürülmesi veya ticari anlaşmalarda karşılıklı
imtiyazların sağlanması gerçeği genel kuralı bozmaz.
Tüm bu gerçekler süren bir savaşta sadece bir
istisna, geçici hüküm ve mütarekedir. Bu gerçekler
genel eğilimi hiçbir surette bozamaz. Çünkü eğilim
sadece basit bir ampirik gerçek, tesadüfi bir olay
ve modern ilişkilerde yeri olmayan bir eğilim
değildir. Aksine, modern kapitalizmin tam da yapısı
bu politikanın doğmasına neden olmuştur. Kapitalizm
ortaya çıktığı bu yapısıyla birlikte yok olacaktır.
Gümrük vergilerinin bugün oynadığı rol, "modern
kapitalizm" politikasının saldırgan karakterini
ortaya çıkarmaktadır. Gerçekte bu durum, tekellerin
ek kâr elde etmesini sağlayan ve pazar elde etme
savaşımında ihraç primleri (damping) olarak
kullanılan tarifeler nedeniyledir. Söz konusu ek
kâr iki şekilde artabilir: Birincisi, devletin
sınırları içinde daha yoğun satışı ve ikincisi,
devletin sınırlarının genişletilmesiyle. Birincisi
söz konusu olduğunda, pazar kapasitesinin
massetmesi şeklinde bir engel vardır. Kimse büyük
burjuvazinin, işçi sınıfının payını yükselterek
durumunu kurtarmayı düşündüğünü görmemiştir. Kurnaz
bir işadamı, ikinci yol olan ekonomik sınırları
genişletmeyi tercih eder. Ekonomik alan ne kadar
büyük olursa, diğer koşullar değişmemek koşuluyla,
ek kârlar o kadar çok ve ihracat için prim ödemek ve
damping yapmak o kadar kolay olacaktır ve sonuçta
yurt dışına yapılan satışlar o kadar artacak ve o
kadar yüksek kâr oranı elde edilecektir.
İhracat için hazırlanan meta hacminin yurt içinde
massedilecek olanla karşılaştırıldığında çok büyük
olduğunu düşünelim. Bu koşullar altında, dış
pazarda fiyatların düşmesiyle ortaya çıkan zararları
ülke içindeki tekel fiyatlarıyla telafi etmek
imkansızlaşır. O zaman damping anlamını yitirir. Bu
sadece, talebin eşit olduğunu varsayarsak, gümrük
duvarları içindeki alanın büyüklüğüyle, yeni
devletin sınırlarıyla, belirlenen iç pazarın belli
kapasiteye sahip olmasıyla mümkün hale gelir.
Serbest rekabetin geçerli olduğu günlerde, yabancı
pazarlara sadece meta yoluyla nüfuz etmek yeterliydi
ve bu ekonomik işgal ihracatçı ülkenin
kapitalistlerini tatmin etmişti. Günümüzde ise,
finans kapital, öncelikle, devletin sınırlarının
genişlemesini istemektedir, yani fetih politikasını,
askeri güç baskısını, "emperyalist ilhak" politika
çizgisini emretmektedir. Bununla beraber, tarihsel
koşulların özel bileşiminin bir sonucu olarak eski
liberal serbest ticaret sistemi belli bir düzeyde
devam ettiğinde ve diğer taraftan devletin sınırları
yeterince geniş olduğunda, fetih politikalarıyla
birlikte devlet organizmasının birleşmemiş
kısımlarını bir araya getirme, kolonileri
metropollerle kaynaştırma ve genel gümrük
duvarlanyla çevrili tek bir büyük imparatorluk
oluşturma eğilimleri vardır. İngiliz emperyalizminin
politikası budur. Bir Orta Avrupa gümrük birliğinin
yaratılması konusunda yapılan tartışmaların
arkasında yatan bir şey yoktur, fakat arzulanan şey
bir tekel sistemi olarak dış pazarda daha başarılı
bir rekabete imkân veren geniş ekonomik alanın
yaratılmasıdır. Gerçekte bu durum, dünya
ekonomisinin en küçük noktalarına nüfuz ederek ve
aynı zamanda alışılmamış bir şekilde ulusal
organizmaları tecrit eden kapitalist gruplarının
tekelci konumlarını güçlendirme aracı olarak
ekonomik otokrasi kuran finans kapitalizmin
menfaati ve ideolojisinin ürünüdür. Böylece,
ekonominin ve sermayenin uluslararasılaşmasıyla
birlikte, sermayenin "ulusallaşması" süreci
şeklinde sermayenin "ulusal olarak" birbirine
bağlanması süreci devam etmektedir.
Sermayenin "ulusallaşması" süreci, yani devlet
sınırları içinde ve birbirine keskin bir şekilde
karşı olan homojen ekonomik organizmaların
yaratılması, aynı zamanda dünya ekonomisinin üç
alanında ortaya çıkan değişmeleri beraberinde
getirir: Meta satış pazarı, hammadde pazarı,
sermaye yatırım pazarı. Buradan hareketle, dünya
sermayesinin yeniden üretim koşullarında yer alan
değişikleri analiz etmeliyiz.
Kaynak: Nikolay Buharin
Çeviren: Uğur Selçuk Akalın
|