Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Yeni Bir Dünya Yeni Bir Sosyalizm 

Sadun Aren 

Sosyalizm, sınıfsız sömürüşüz ve dola­yısıyla eşitlikçi, özgürlükçü, kimsenin kimseye tahakküm etmediği-edemediği, barışçı bir top­lum düzenidir. Bu biçimde tanımlanan sosya­lizm, insanlığın ezeli bir özlemi, bir idealidir. 

Gerçekten, sınıfların ve devletin oluştu­ğu tarihin en eski zamanlarından beri ezilen insanlar bilinçsiz ve dolaylı ya da bilinçli ve dolaysız olarak sosyalizm doğrultusunda mü­cadele etmişlerdir. Biz bunlara sınıf mücadele­leri eliyoruz. Bu mücadeleler bugün de top­lumsal yaşamın tüm alanlarında siirgelmektedir. Dolaylı bir tekrar da olsa hemen vurgula­mak isterim ki, hukuk devletinin, sosyal adale­tin ve demokratikleşmenin temel güvencesi ve mekanizması bu mücadelelerdir. 

Sosyalizm, Ekim 1917 Devrimiyle Sov­yetler Birliği'nde fiilen uygulamaya konulmuş­tur. Reel Sosyalizm de denilen bu uygulama 70 yılı aşan ömrü boyunca alanını genişlete­rek, kapitalizm karşısında, alternatif bir dünya sistemi düzeyine çıkmış ve sonra 1990'lı yılla­rın başlarında çökerek tarih sahnesinden çe­kilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken hu­sus, çökenin sosyalizm değil, fakat onun belli bir uygulama modeli (Sovyet Modeli) olduğu­dur.   İnsanların  gönüllerinde  ve  kafalarında yaşayan sosyalizm özleminin, ölmesi elbetteki söz konusu bile olamaz. 

Sovyet tipi Sosyalizm alternatifini ya da kısaca "Sovyet Modeli"ni en yalın ve kısa bir biçimde üç temel öğesini ortaya koyarak şöyle anlatabiliriz. 1. Önce Marksist bir işçi sınıfı partisi siyasal iktidarı ele geçirecek ve burjuva­ziyi etkisiz hale getirecektir. 2. Sonra tüm üre­tim araçlarını kamulaştıracaktır. 3. Hem kamu­laştırılmış olan bu üretim araçlarını hem de toplumsal yaşamın tümünü merkezi bir plan­da işletecek ve yönlendirecek ve bu yolla Sos­yalizmi kuracaktır. 

Görüldüğü gibi bu modelin omurgasını Parti ve onun iktidarı oluşturmaktadır. Sosya­lizm baştan sona Parti tarafından, onun yöne­tim ve denetiminde kurulacaktır. Böyle olun­ca, yani bu kadar zor işler başarabilmesi için Partinin demir çekirdek gibi, (Yukardan aşağı) son derece disiplinli bir yapıda olması gereke­ceği açıktır. Bu disiplin yalnız Partinin kendi iç işleyişi için değil, fakat aynı zamanda Partinin toplumu yönetmesi ve denetlemesi için de ge­reklidir. 

Hemen bu noktada, böyle bir parti an­layışının Sosyalizmin eşitlikçi ve özgürlükçü özüyle çeliştiğine işaret etmek isterim.

Sovyet Modeli önce bu ülkede uygu­lanmış olmakla beraber dünyamızın diğer ül­kelerindeki tüm Marksist-Sosyalist partileri ta­rafından da kabul edilmiş ve benimsenmiştir. Nitekim, bu partiler tarafından Sosyalizmi kur­mak için başka bir yol (model) olacağı düşü­nülmemiştir. Öyle ki, o dönemde sosyalizmle Sovyet Modeli aynileşmiş, sosyalizm denilince bundan Sovyet Modeli ve doğal olarakta onun öğeleri anlaşılır olmuştur. Örneğin bir ülkenin sosyalist olup olmadığına, üretim araçlarının ne kadarının kamulaştırılmış olduğuna ve merkezi bir planla yönetilip yönetilmediğine bakılarak karar verilirdi. 

Sosyalizmin temel öğeleri olan özgür­lük ve eşitlik bunların yanında geri plana itil­mişlerdi. Çünkü modelin varsayımlarına göre eşitlik özgürlük, sömürüye sömürü de üretim araçlarının mülkiyet biçimine bağlıdırlar (onun türevleridirler) ve üretim araçları üze­rindeki özel mülkiyet kaldırılınca, sömürü de kendiliğinden ortadan kalkacak, insanlar da eşit ve özgür olacaklardır.

Bu görüş doğru olmakla beraber eksik­tir. Çünkü sömürü ve ona bağlı olarak eşitsiz­lik ve özgürsü/.lük (baskı) üretim araçlarının özel mülkiyeti kadar onların özel yönetimin­den de kaynaklanır. Bu nedenle özel mülki­yetle birlikte bunlar üzerindeki yönetimin de kamulaştırılması gerekir. Oysa bilindiği gibi, Sovyetler Birliği ve diğer reel sosyalist ülkeler­de bu yapılamamış ve yönetim işlevi, esas ola­rak Partinin elinde kalmıştır. Bunun temel ne­deni emekçi halkın o zamanlar henüz kendi kendini yönetecek demokratik bir olgunluğa ve deneyime sahip olmamasıydı. Ama bunun yanı sıra Mode'lde Partiye verilen büyük rolün ve Partinin merkeziyetçi yapısının da bunda önemli payı olduğu da kuşkusuzdur. Çünkü gerçekten 70 yıl sonra da hala halkın demok­ratik deneyimsizliği giderilnıemiştir. Diğer bir deyişle, başlangıçta geçici olacağı düşünülen her düzeydeki yönetici kadrolar giderek halk­tan daha fazla ayrışmış ve devamlı ve ayırcalıklı (sömürücü) bir yönetici sınıf (ya da tabaka) halini almıştır. 

Sovyetler Birliği'nin ve Avrupa'daki müttefiklerinin çöküşünde hiç kuşkusuz dün­ya kapitalist sisteminin baskı ve ekonomik ablukasının payı çok büyük olmuştur. Ancak çöküşü sadece bununla açıklamak ola­naksızdır. Uygulanmış olan Sosyalizm modeli­nin de bunda önemli payı olduğu gözardı edilmemelidir. Modelin bazı temel çelişki ve aksaklıklarına, yukarıda modeli özetlerken değinmiş bulunuyorum. Nitekim 70 yıllık uy­gulamadan sonra Sovyetler Birliği'nde sosya­lizmin eşitlik, özgürlük ve barış biçimindeki pırıltılarını görmüyoruz. Zaten sosyalizmi ger­çekleştirebilmiş olsalardı, Sovyet halkının, sa­dece dış ekonomik baskılar karşısında sistem­lerini bırakıp kapitalist cepheye geçmeleri söz-konusu bile olmazdı. 

Sovyet Modeli'nin geçerliliği üzerinde düşünürken, çöküşte dış baskıların, yani ulus­lararası kapitalizmin (emperyalizmin) abluka ve askeri tehdidi olgusunun doğaı değerlendi­rilmesi gerektiğine işaret etmek istiyoaım. Bu olgu geçici değil fakat devamlı bir olgudur. Modelin dışında değil içinde olması gerekir. Onu, yani dünya kapitalist sisteminin varlığını ve gücünü dikkate almayan bir model bir sos­yalizm stratejisi geçerli ve dolayısıyla hasarlı olamaz. Oysa biliyoruz ki, Sovyet Modeli'nde kapitalist dünyanın varlığına karşı bir önlem alınmamış, zamanı gelince onunla çatışılacağı varsayılmıştır. 

Demek oluyor ki, "Sovyet Modeli iyi ve geçerli bir modeldi ama, emperyalizmin ablu­kası ve saldırıları onun başarılı olmasını önle­miştir." diyemeyiz. Modelin emperyalizmi ve saldırılarını dikkate alarak oluşturulması gere­kirdi. 

Yukarda görmüş olduğumuz üzere, Sovyet Tipi Sosyalizmin (modelin) uygulama­ya konmasının ilk adımı devrimci bir işçi sınıfı partisinin iktidara geçmesidir. Bu modelin mantığına göre sosyalistler iktidara gelmeden önce sosyalizm doğrultusunda hiçbir fiili iş yapmazlar. Burjuva iktidarı buna izin vermez. Bu nedenle sosyalistler muhalefetteyken sade­ce iktidar için ideolojik ve örgütsel hazırlık ya­parlar, emekçi halk yararına işlere, reformlara girişmezler. Bunlar kapitalizmin çelişkilerini torpilleyip devrimci iktidarı geciktireceği için, hatta bu tür reformlara karşı bile çıkmak ge­rektiğini düşünürler. 

Oysa bugün, hele Sovyetler Birliğinin de çöküşünden sonra, dünya koşulları hiçbir ülkenin tekbaşına bir çırpıda kapitalizmden sosyalizme geçmesine elverişli değildir. Nite-kim uzunca bir süredir böyle bir olaya tanık olmuyoruz. Son bir kaç yıldan beri de bunun tam tersine, eski sosyalist ülkelerin kapitaliz­me doğru kaydıklarını görüyoruz. 

Bu durumda, demek oluyor ki, kalple­rinde sosyalizmin, insanların bu ezeli özlemle­rinin sıcaklığını hala duyan ye taşıyan insanlar için, bizi sosyalizme götürecek yeni bir yol, yeni bir model aramak ve bulmak zorunluluğu vardır. Nitekim, tüm dünyada olduğu gibi ül­kemizde de sosyalistler böyle bir arayış içinde­dirler ve daha şimdiden böyle yeni bir sosya­lizm yolunun ana çizgilerini ortaya koymaya başlamışlardır.

Yeni sosyalizm modelinin ya da sosya­list mücadele staretejisinin özü, çalışan emekçi halkın kapitalizmin yönetimini, sürekli olarak parça parça teslim almasıdır. Bunun mekaniz­ması da toplumun demokratik mücadele yo­luyla demokratikleştirilmesidir. Burada de­mokrasi ve demokratikleşme sözcüklerinden anlamamız gereken şey, İnsanların kendi ka­derlerine gene bizzat kendilerinin yön vermesi ve bunun için de çıkarlarına sahip çıkarak kendileriyle ilgili her konuda yönetimlere ve kararlara katılmalarıdır.

Açıktır ki, bir işyerinde çalışanların yö­netime katılmalarının kapsamı genişledikçe işyeri sahibinin gücü ve etkinliği azalır ve gi­derek varlığı gereksizleşebilir. Kaldı ki, özel mülkiyetin olmadığı, hastane, okul, sendika, dernek gibi işyerlerinde çalışanların yönetime katılmaları ve baş yöneticinin (Baştabip, mü­dür ya da başkanın) tahakküm edici ve belki de sömürücü durumda olmasına son yermele­ri çok daha kolay ve olanaklıdır. 

Demek oluyor ki, sözünü ettiğimiz bi­çimdeki demokratikleşme yoluyla kapitalist yönetimin gittikçe artan bir ölçüde çalışan in­sanlar ve onların prgiitleri tarafından devralın­ması olanaklıdır ve dolayısıyla bu yol geçerli bir sosyalizm modeli oluşturabilir. Bu modelin bir özelliği. Sovyet modelinde görmüş ol­duğumuz gibi, topyekun bir sistemler ve iktidarlar çatışmasına yer vermemesi, tersine ka­pitalizmin işleyşjzleştirilerek kendiliğinden ta­rih sahnesini terketmek zorunda bırakılma­sıdır. 

Bu yeni sosyalizm modelinin, yani top­lumsal yaşamın aileden devlete, hastaneden fabrika ve diğer işyerlerine kadar uzanan tüm alanlarının demokratikleştirilerek her türlü sö­mürü ve tahakkümden arındırılmasının yol ve biçimleri araştırılmaya ve geliştirilmeye muh­taçtır. Bu konu, sosyalistlerin önünde teorik ve pratik çalışmalar yapılmasını gerektiren ve­rimli ve büyük bir alan olarak durmaktadır. Ama yol budur. İnsanlık, özgürlük, eşitlik ve barışa bu yoldan ulaşacaktır. 

Bu nedenle de Partinin (Sosyalist Parti­nin) büyük önemi vardır. Çünkü modeli oluşturan demokratikleşme, varolan kapitalist toplumun kendi dinamiklerine bırakılamaz. Bunun içeriğinin (yönünün) ve temposunun parti tarafından belirlenmesi ve yönetilmesi ya da denetlenmesi gerekir. Ama bu noktada ye­ni modelin özgürlükçü yapısıyla pnu gerçek­leştirecek partinin yönetici niteliği (özü) arasında bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Ger­çekten nasıl olup da yönetici bir örgüt toplu­mu yönetilmekten kurtaracaktır. Açıktır ki, ye­ni .şpsyalizm modeli yeni bir parti anlayışı ge­rektirmektedir. 

Yazıyı şöyle bitirmek istiyorum. Yeni görrüşler ona uygun yeni kavramlarla' oluşturur ve en iyi o kavramlarla anlatılabilirler. Eski kavramlarla yeni görüşleri anlatmak ta, anlamak ta olanaksızdır. Örneğin, yeni sosya­list partinin nasıl bir ekonomi program olacağı sorusu anlamsızdır, yanıtlanamaz. Çünkü yeni sosyalizm hareketi merkezi bir yönetim­den yoksun olacağı için belki de merkezi bir ekonomik programı da olmayacaktır. Bu du­rumda, "Böyle de sosyalizm mi olurmuş" di­yenlere "haydi canım sen de" demem ama şapkamı da çıkarmam. 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005