Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi (1990-1994) 

Planlı kalkınma döneminde ilk kez bir başbakan, yani T.Özal, hazırlayıp uyguladığı planı izleyen ikinci planı da, hazırlamak olanağına kavuşmuştu. V. Plan'ın son yılı olan 1989 yılı ortasında Özal başkanlığında toplanan Yüksek Planlama Kurulu "VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı Temel hedefleri ve Stratejisi "ni kabul ede­rek Bakanlar Kurulu'na sunmuştu. Hükümet'in son şeklini verdiği Plan 22/6/1989 da TBMM tarafından onaylanmıştı. 

VI. Plan yürürlüğe girmeden T.Özal Cumhurbaşkanı oldu ve Kasım 1989'da Başbakanlıktan ayrıldı. Başbakanlığa Yıldırım Akbulut atandı. Dolayısıyla VI. Plan'ın uygulamaya konması Akbulut Hükümetince gerçekleştirildi. Fakat her düzeyde ekono­minin yönlendirilmesinde ve yönetiminde Özal etkili ve belirleyici olmaya devam etti. Plan'ın ikinci yıl programını da Akbulut Hü­kümeti hazırlayıp yürürlüğe koydu. Fakat Haziran 1991'de Ana­vatan Partisi Başkanlığına Mesut Yılmaz seçilince yeni hükümeti M. Yılmaz kurdu. Ülkenin içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik sorumların bir rejim sorununa dönüşmesini önlemek için doğru bir kararla, M.Yılmaz Hükümeti, TBMM'den erken genel seçim kara­rı aldı. 20 Ekim 1991'de yapılacak genel seçimlerde Türk Halkı ANAP Hükümetlerinin iktisadi ve sosyal politikalarını hangi dü­zeyde benimsediğini veya kınadığını oylarıyla açıklayacaktır.

V. Plan'ın ortaya koyduğu olumsuz sonuçlardan sanki ders a-lınmış gibi VI. Plan'ın daha ikinci cümlesinde şöyle denilmektedir: 

"Hızlı, dengeli ve istikrarlı bir kalkınma süreci içinde gelir dağılımını iyileştirmek, işsizliği, bölgesel ve yöresel gelişmişlik farklarını azaltmak Plan'ın başlıca amaçları arasındadır". 

Görülüyor ki ekonominin içinde bulunduğu olumsuz gelişme eğilimlerini VI. Plan belirlemiş ve hedefin "istikrar içinde dengeli büyüme" sürecine girmek olduğunu ortaya koymuştur.

VI. Plan'ın üretim, genel denge, kamu finansmanı ve ödemeler dengesi konusunda belirleyici hedefleri şöyledir: 

1) GSMH sabit fiyatlarla yılda ortalama %7 oranında büyüye­cek,

2) Tarımda %4,2, sanayide %8,4 ve hizmetlerde %6,9'luk bü­yüme hızı gerçekleşecek,

3)  İlk iki hedefe bağlı olarak GSYİH içinde tarımın payı %13,9'a inerken, sanayinin payı %39'a çıkacak,

4) İmalat sanayinin bileşimi içinde tüketim ara mallarının payı azalacak, yatırım malların payı artacak. 1989'da iken yatırım mal­larının payı dönem sonunda %18,7 olacak,

5)  Plan döneminde toplam yatırımlar yılda ortalama olarak %9,2 oranında artacak ve dönem sonunda 38,9 trilyon TL düzeyi­ne çıkacak,

6) Toplam tüketim %74'ten dönem sonunda %69,3'e inecek,

7)  Toplam sabit sermaye yatırımlarının GSMH içindeki payı 1989'da %23,7 iken 1994'te %25,7 düzeyinde gerçekleşecek,

8) Özel kesimin toplam sabit sermaye yatırımları içindeki payı dönem içinde %56,8'den %63,8'e yükselecek,

9) Öngörülen sabit sermaye yatırımlarının sektörlere dağılımı şöyle olacak: Konut %21,5, imalat sanayi %20, ulaştırma ve ha­berleşme %19,2, enerji % 10,9 ve tarım %7,9...

10) Dönem için öngörülen yatırım hedeflerine ulaşılması için, yurtiçi toplam tasarrufların yılda %10,6, kamu tasarruflarının %9,6 ve özel tasarrufların % 11,1 oranında artması gerekecektir. Böyle­ce yurtiçi tasarrufların GSMH'ya oranı %26 iken % 30,7'ye yük­selecek...

11) Plan döneminde ekonominin dışa açılma süreci devam et­tirilecek ve dış ticaret hacminin GSMH içindeki payı %36,7 iken %39,8'e çıkacak,

12) İthalat hacmi yılda %12,4 oranında artarak dönem sonun­da 28 milyar Dolar (cari fiyatlarla ve CİF olarak) düzeyine ulaşa­cak,

13)  Benzer biçimde ihracat, yılda %13,2 oranında artarak 1994 sonunda 22,4 milyar Dolar olacak,

14)  Dönem sonunda "dış ticaret açığı" 3,8 milyar düzeyinde gerçekleşirken "cari işlemler dengesi" fazlalık vererek 2,1 milyar Dolara yükselecek,

15)  Dönem içinde yaklaşık 20 milyar Dolar dış borç ana para ödemesi yapılırken, 15,5 milyar dolarlık orta ve uzun vadeli dış kredi kullanılacak,

16)  Dış borçlanma eğilimi azalırken ülkeye yabancı sennaye girişi yıldan yıla artarak 5,5 milyar düzeyine varacak,

17)  Toplam kamu gelirlerinin GSMH içindeki payı sabit fi­yatlarla 1989 yılında %28,1 iken, 1994 sonunda %28,6'ya yükse­lecektir. Buna karşılık kamu harcamaları %30'dan %29,1'e düşe­cek ve kamu kesiminin borçlanma gereği GSMH'nın %2 düzeyine inmesi beklenecektir.

Türkiye VI. Plan'ın birinci yılını tamamlarken dünyada siya­sal, ekonomik ve askeri dengeler altüst olmuştu. Doğu Bloku ül­keleri başta S.Rusya olmak üzere teker teker "sosyalizm"ı terk ettiklerini ve Batı tipi çoğulcu demokrasiye geçmeye karar verdiklerini ilan etmeye başladı... Özellikle S. Rusya'yı oluşturan Cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını ilan etmeleri bu ülkenin tam bir kargaşa ve belirsizlik içine girmesine neden oldu. Büyük tüketim malları sıkıntısı içine giren bu ülkeyle ticaretimiz hızla gelişmeye başladı... Sarp sınır kapısının açılmasıyla "Bavul Ticareti" Doğu Karadeniz'e büyük canlılık getirdi. Ayrıca Türk Müteahhitleri S. Rusya'nın çeşitli Cumhuriyetlerinde inşaat işleri almaya başladı. Bu ülkeden ithal edilen doğal gaz iki komşu ülke arasında ticaretin süreklilik kazanmasına temel teşkil etmekteydi... Ancak bu ülke bütünüyle döviz darboğazı içinde olduğundan kısa vadede Türk ihracatçıları için cazip görünmüyordu.  

Gorbaçov'un 1987 yılında başlattığı "yenidenyapılanma" programı 1991 sonuna doğru ülke­yi tam bir iç savaşın eşiğine getirmiş ve ekonomi işlemez olmuştu. ABD ve Avrupa Topluluğu ülkelerinden acil gıda yardımı ve kredi talep eden Gorbaçov, Baltık Cumhuriyetlerinin Birlik'ten ayrıl­malarını önleyemedi. Diğer Cumhuriyetlerde de milliyetçilik veya ayrılmacılık gündemde kalmaya devam etti.

Gorbaçov sadece kendi ülkesinde ekonomik ve sosyal re­formlar başlatmakla kalmadı, aynı zamanda Batı Avrupa ülkelerininde yeniden yapılanmasına katkıda bulundu. Bunun en önemli örneği, Batı Almanya ile Doğu Almanya'nın 3 Ekim 1990 tarihinde birleşme kararlarını Gorbaçov'un desteklemesidir. Artık Avrupa'da 80 milyonluk Birleşik Almanya devleti vardır. Doğu Alman gençleri, özellikle 2 Aralık 1990 genel seçimlerinden sonra, Batı Almanya kentlerine yayılarak iş aramaya ve aradıkları işi bulamayınca Batı'lı gençlere uyarak çareyi yabancı düşmanlığı yapmakta buldular. Özellikle Almanya'da yaşayan Türk ailelerinin can ve mal güvenliğini tehlikeye atan eylemlere başladılar. Böyle­ce Türk'leri kesin dönüşe zorluyorlar... 

1990 yılında Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren dış olayla­rın sonuncusu fakat en kanlısı Irak diktatörü Saddam'm 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etmesidir. ABD ve Suudi Arabistan öncülügünde kurulan  "Koalisyon Güçleri"\5 Ocak  1991'de Kuveyt'i kurtarma harekatına girişti. Savaş Irak'ın büyük yenilgiye uğrama­sıyla 28 Şubat 1991 'de sona erdi. Türkiye askerleriyle bu savaşa katılmadı, fakat iktisadi açıdan büyük külfeti, tıpkı İkinci Dünya Savaşı yıllarında olduğu gibi yüklenmek zorunda kaldı. Önce Irak'la ticaret ve ulaştırma durduruldu sonra petrol boru hattı kapa­tıldı. Bölgede savaş olduğu için Türkiye'nin diğer bölge ülkele­riyle de ticareti durma noktasına geldi. Savaş bölgesine yakın ol­duğu için Avrupa turizm şirketleri Türkiye'de rezervasyon yapma­dılar, ülke turizmi ve taşımacılığı büyük darbe yedi... Türkiye'nin uğradığı zararın giderilmesinde ABD, Kuveyt ve S. Arabistan kıs­men yardımcı oldu. Özellikle petrol fiyatlarındaki yükselmeyle uğranılan zararın S. Arabistan'ın petrol bağışıyla telafi edilmesi kolaylaştı. 

Yukarıda belirtmeye çalıştığımız iç ve dış olaylar VI. Plan'ın ilk iki yılında makro dengelerin bozulmasında etkili oldu. Plan'ın birinci yılına ait kesinleşmiş sonuçlara dayanarak bu yargımıza açıklık getirebiliriz. 1990 yılı sonuna göre Türkiye'nin nüfusu 56,4 milyon olarak Genel Nüfus Sayımı ile belirlenmişti. Ortalama yıl­lık nüfus artış hızı %2,2 civarında gerçekleştiğinden (dünya orta­lamasının üstünde) Türkiye hala Dünyada nüfusu en hızlı artan ülkeler arasında yer almaktaydı.

VI. Plan için yıllık %7 oranında bir büyüme hızı öngörüldüğü halde gerçekleşme yani 1990 yılı büyüme hızı, %9,2 oldu. Hedefin aşılmasında tarım sektöründeki hızlı büyüme etkili oldu. Zira 1989 yılında büyük kuraklık nedeniyle tarımda büyüme hızı -%10 iken 1990'da hava koşulları iyi gittiğinden +%11.6 düzeyinde gerçek­leşti. Tarım sektöründe meydana gelen olumlu gelişmeler sanayi ve hizmetler sektörlerini de sürüklemiş ve plan hedeflerine yakın büyüme hızlarının gerçekleşmesi mümkün oldu... Enflasyon oranı olarak aldığımız "toptan eşya fiyatları endeksi" bir önceki yıla göre azalarak %54,9 olarak DİE tarafından açıklandı. Bu göreli düşüşte tarım ürünleri piyasalarında yaşanan bolluğun payı bü­yüktü. Avrupa topluluğunun en yoksul ülkesi olan Portekiz'de enflasyon oranı %13,4 düzeyinde kaldığına bakarak, Türkiye'nin nasıl bir enflasyonla boğuştuğunu anlamak kolaylaşıyor. Birinci yılda dış ekonomik ilişkilerde belirlenmiş hedeflerden büyük sap­malar oldu. Türkiye ekonomi tarihinde ilk kez ithalat yıllık %41 düzeyinde artarak 22,3 milyar dolara ulaştı. Buna karşılık ihracat­taki artış oranı hedefin altında bir oranla %12 oranında artarak 13 milyar düzeyinde kaldı. Bu durum Cumhuriyet Türkiye'sinde il kez "dış ticaret açıği "nın 9,5 milyar dolara ulaşmasına neden ol­du. İhracatın ithalatı karşılama oranı 1982 yılından sonra yine ilk 'kez %58 gibi çok düşük düzeyde gerçekleşti. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak ihracatın GSMH'ya oranı bir önceki yılda %14,5 iken 1990 sonunda %12'ye düştü. "Dışa Açık Büyüme" modelinin altüst olmasına neden olan ithalatta ve dolayısıyla dış ticaret açı­ğındaki büyük sıçrayış, 1989 yılında fazlalık veren cari işlemler dengesinin yeniden büyük çapta (2,6 milyar dolar) açık vermesine yol açtı. İşçi dövizlerinde ve turizm gelirlerinde (net) rekor düzey­de artış olduğu halde (3,2 + 2,7 = 5,9 milyar dolar) anılan açığın ortaya çıkması önlenememiştir. 

Sayılan bu dengesizliklerin ortaya çıkmasında 1990 yılında it­halat rejiminde ve ekonominin yönetiminde yapılan yanlışlıklar etkili olmuştu. Bunları şöyle sıralamak mümkündür: 

1) Dış ticaretin serbestleştirilmesinin hızlandırılması,

2) Türk Lirasının reel olarak değer kazanmasının sürmesi,

3)  İthalata uygulanan gümrük vergisi ve fonların indirilmesi­nin hızlanarak devam etmesi,

4) Körfez Krizi'nin petrol ithalatına getirdiği ek yük,

5)  Ekonomide hedefin üstünde bir büyüme hızının gerçekleş­mesi... gibi. 

Rekor düzeye ulaşan ithalatın bileşiminde önemli bir değişik­lik olmuş ve ekonomi tarihimizde ilk kez toplam ithalat içinde "tüketim malları" ithalatının payı % 13 gibi şaşırtıcı bir orana yük­selmişti. Toplam dış borçları 50 milyar dolara ulaşan bir ülkenin böyle bir savurganlık içine girmesini onaylamak mümkün değil­dir... İthalatın kontrolden bir ölçüde çıkmasında ülkede faaliyet gösteren yabancı sermaye şirket sayısının 1813'e yükselmiş olma­sının etkisi gözden kaçmamalıdır.

Reel olarak dış ekonomik ilişkilerde meydana gelen büyük dengesizliklere, özellikle Körfez Krizi'nin tüm olumsuz koşulları­na rağmen ülkede döviz sıkıntısı çekilmemişti. Çünkü Türk Ban­kacılık sistemine giren "döviz tevdiat hesapları"nda 1989 yılında 6,7 milyar dolar varken 1990 sonunda 9,3 milyar dolar birikti. Bu toplamın üçte biri yurt dışında yaşayanlara, geri kalanı da yurtiçin­de yaşayanlara (adreslere göre) aitti... Avrupa ülkelerine göre Tür­kiye'de vadeli mevduata ve kamu kağıtlarına verilen faiz yüksek kaldıkça, ülkeye döviz girmeye devam edeceği biliniyordu. 

Doğruyol Partisi-Sosyal Demokrat Halkçı Parti Koalisyon Hükümeti 

Anavatan Partisi çoğunluğuna dayanan Mesut Yılmaz Hükü-meti'nin 20 Ekim 1991'de erken genel seçime gitme kararı alması sonucunda Türk siyasal yaşamında büyük dalgalanmalar oldu. Kasım 1983'ten beri tek başına kurduğu hükümetlerle ülkeyi yö­neten Anavatan Partisi iktidardan muhalefete düştü. Ancak hiçbir parti çoğunluğu sağlayamadı. Cumhurbaşkanı T.Özal seçimden birinci parti olarak çıkan DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel'e hükümeti kurma görevi verdi.

S. Demirel TBMM'de üçüncü parti durumunda olan Erdal İnönü'nün partisi ile (SHP) koalisyon hükümeti kurma girişimlerini başlattı. İki partinin üst yöneticilerinin tahminlerin aksine kısa zamanda hazırladıkları "koalisyon protokolü" çerçevesinde DYP-SHP Koalisyon Hükümeti kuruldu ve Meclis'ten güvenoyu olarak, 30 Kasım 1991 'de göreve başladı. 

Demirel'in partisi Demokrat Parti'nin, İnönü'nün partisi de Cumhuriyet Halk Partisi'nin mirasçılarıydı. Partileri 12 Eylül ve sonrasında kapatılmıştı. 1982 Anayasası eski partilerin açılmasına izin vermeyince, yeni isimlerle eski partilerin ilke ve programları­nın sürdürülmesi yoluna gidildi. Böylece "devletçilik" uygulama­larını başlatan CHP'nin mirasçısı SHP ile "anti-devletçi" DP'nin mirasçısı olan DYP arasındaki 45 yıllık siyasal kavga sona eriyor ve işbirliği siyasal ortaklık dönemi başlamış oluyordu. 

Demirel'in Başbakan, İnönü'nün Başbakan yardımcısı olarak görev aldığı koalisyon hükümetinde ekonomi, maliye, eğitim, sağ­lık ve içişleri DYP'ne bırakılırken, sanayi ve ticaret, dışişleri, a-dalet ve bayındırlık SHP'ye verilmişti. Her zaman olduğu gibi yeni hükümet kendisine yakın teknokratları ve bürokratları belirlemeye öncelik verdi. Ancak çok ilginç bir yenilik yapan Demirel, siyasal yaşamında ilk kez bir iktisat profesörünü (Prof. Dr. Tansu Çiller) ekonomik işlerden sorumlu devlet bakanı olarak görevlendirdi. Ayrıca başbakanlığa başdanışman olarak Prof. Dr. Emre Gönansay'ı aldı. 1960'lı yıllardan beri Prof. Gönansay "Serbest Piyasa" düzenini yılmadan savunan iktisatçıların başında gelmek­teydi. DPT müsteşarlığına İlhan Kesici, Hazine Müsteşarlığına Koç Holding finans koordinatörü Tevfık Âltınok (eski maliye mü­fettişi ve hazineci) getirilirken, TC Merkez Bankası başkanı Dr. Rüştü Saraçoğlu görevini sürdürdü. 

Koalisyon Hükümeti içte ve dışta oluşan çok elverişli koşulla­rın belirlediği ortamda göreve başlamıştı. Halk enflasyon, işsizlik ve terörle mücadelede başarılı olamayan ANAP hükümetinden desteğini çekmişti. Kamuoyu Türk demokrasisinde yeni bir döne­min başlangıcı saydığı DYP-SHP. koalisyonuna büyük destek ver­mekteydi. Uluslararası düzeyde çok büyük olumlu gelişmeler vardi. Doğu Blokunun dağılması, Dünya'da komünizmin bir tehlike olmaktan çıkması, Türkiye'de yıllardır süre gelen kısır ideolojik kavgaların bitmesini sağladı. Bu elverişli ortam biri sağda (DYP) diğeri solda (SHP) olan iki siyasal örgütün yakınlaşmasını ve bir program etrafında işe girişmesini mümkün kıldı. 

İki partinin üzerinde anlaştığı "Hükümet Protokolü"nde de­mokrasinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla işletilmesinin önemi vurgulanırken; devralınan ekonomik ve sosyal yapı şöyle tanımla­nıyordu:

"Türkiye Birleşmiş Milletler ölçütlerine göre insan hakları ve demokrasi değerlendirilmesinde 66. sıraya düşmüştür. Ekonomik bakımdan ise; 24 OECD ülkesi içinde en pahalı ve en fakir, işsizi en çok, en az elektrik, en az demir-çelik kullanan, kişi başına en az otomobili, en az telefonu bulunan bir ülke durumundadır". 

Bu görüşle yazılan, Hükümet Protokolü'nde öngörülen iktisa­di ve sosyal gelişme hedefleri ve politikalarını aşağıdaki biçimde özetlemek mümkündür: 

1)  Halkın "enflasyon ve geçim sıkıntısından kesinlikle ve en kısa süre içinde kurtarılması",

2)  "Denk Bütçe Kuralı"nın, Hükümetin temel hedefi olması,

3)  "Dışa açık pazar ekonomisinde, tüm koşullan ve unsurla­rıyla oluşturmak ve uygulamaya geçirmek" hedefinin kal­kınma için vazgeçilmez sayılması,

4)  "Refahı tabana yaymak ve gelir dağılımındaki çarpıklıkları eritmek için gerekli bütün önlemlerin alınması"...

Protokolde, sıralanan bu dört makro ilkeden sonra sektörler ve alt sektörler düzeyinde uygulanacak iktisadi ve sosyal politikalar ayrıntılı olarak açıklanmaktadır. 

Hükümet kısa vadede bir "Onarım Programı" uygulayarak bo­zulan dengeleri yeniden kurmayı başardıktan sonra, ülke ekonomi­sine "yeni bir yön verecek Sanayileşme ve Atılım Programını" yürürlüğe koymayı programına almıştı. 

"Onarım Programı" içinde yer a|an "KİT Reformu" hükümet ortakları arasında en çetin tartışmalara konu olmuştur. KİT'lerin önemi Protokolde şöyle belirlenmekteydi: 

KİT'lerin ekonomimizde çok önemli yeri vardır. 1990 yılında Türkiye'nin 500 büyük sanayi kuruluşunun 91'i kamu kuruluşu­dur. Bu kuruluşlar; satışların %41'ini, öz sermayenin %60'ını, net aktiflerin %57'sini, yaratılan katma değerin %48'ini temsil et­mektedirler. Bu nedenle olacak ki KİT'lerin siyasal ve bürokratik engellerden kurtarılması için yeni bir yaklaşım benimsenerek KİT'lerin "Özerkleştirerek özel bir statüye" Savuşturulması ka­rarlaştırıldı. Bu amaçla kabul edilen ilke "KİT Reformunun temel stratejisi etkin bir yönetim için yeniden yapılanmadır" şeklinde belirlendi. Bu yeniden yapılanma özerkleştirme yanında özelleş­tirmeyi de kapsamaktaydı. 

Başbakan Demirel'in başında bulunduğu koalisyon hükümeti, ANAP'ın veya Özal'ın hazırlayıp yürürlüğe koyduğu VI. Plan'ın ikinci yılının sonunda iktidarı devralmıştı. Çok acele olarak 1992 yılı devlet bütçesi ve yıllık programın hazırlanması gerekiyordu. Mesut Yılmaz Hükümeti'nin hazırlıklarını bir yana bırakan yeni hükümet, Ocak-Mart 1992 için geçerli olacak üç aylık bir "geçici bütçe" hazırlayıp yürürlüğe koydu. Benzer çalışmayı DPT yaptı ve gecikmelide olsa yeni hükümetin tercihlerini kapsayan 1992 Yıllık Programını hazırlayıp hükümete sundu. Bir ay gecikerek 30 O-cak'ta yürürlüğe giren "1992 Yılı Programı", önce ANAP hükü­metlerinin, başarısız olduğu uygulamaları belirledikten sonra, 1992 yılı için öngörülen hedefleri açıklıyordu.

ÖZAL Modelinin Uygulama Sonuçları (1983-1991) 

Özal Cumhurbaşkanı olmuştu, fakat hükümeti yönlendirmeye devam etmekten vazgeçmemişti. Bu tavrını gizlemek gereğini de hiç duymadı. Dolayısıyla 1983 yılı sonuna doğru iktidara gelen ANAP veya Özal'cılık 1991 yılı Kasım ayında iktidarı teslim et­mek zorunda kalmıştı. 

Önce 1991 Yılı Programında öngörülen temel hedefleri ve gerçekleşmelerin ne olduğunu özetleyelim. Körfez Krizi'nin ya­rattığı belirsizlik ortamına rağmen 1991 yılında büyüme hızının %5,9, enflasyon oranının %45 düzeyinde gerçekleşeceği öngörül­müştü. Gerçekleşme tam bir sapma göstererek şöyle oldu. GSMH'nın büyüme hızı %0,3 ve enflasyon oranı %55... Benzer durum dış ekonomik ilişkilerde de görüldü. İhracatın ve ithalatın 1990 yılına göre 1991 de yaklaşık %15 oranında artacağı ve ihra­catın 14,1 milyar ve ithalatında 23,1 milyar dolara çıkacağı hesap­lanmıştı. 

Seçim ekonomisi içinde tüm kamu kaynaklarını seferber eden hükümetin, büyüme olmadan dış ticarette ihracatı artırması müm­kün değildi. Her ikisinde de gerçekleşme hedeflerin altında oldu. İhracat 13 milyar, ithalatta 21 milyar dolar düzeyinde kaldı. Böyle­ce makro düzeyde daralan ekonomide dış ticaret açığı da daraldı. Açık 1990'da 9,5 milyar dolar iken, 1991 de 7,3 milyar dolara düştü. Turizm gelirlerinde ve işçi dövizi girişlerinde de gerçekleş­me beklenenin altında oldu. Fakat dış ticaret açığı daraldığı için "cari işlemler dengesi" hemen hemen denk kapandı. 

S. Rusya'nın dağılmasıyla 1991 yılında beş yeni bağımsız Türk devleti Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Kazakistan'ın demokrasiye geçişlerini kolaylaştırmak için ve "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne" Türkiye'nin etkinliğini yaymak için büyük kısmı hibe şeklinde mal, ve sermaye yardımları yapıldı. 

Kesintisiz sekiz yıl boyunca uygulanan"Özal Modeli"nin aşa­ğıda düzenlenen tabloda yeralan göstergelere dayanarak bir de­ğerlendirmesini yapmak mümkündür. 

Sekiz yıl boyunca kesintisiz olarak üç ayrı hükümetle devleti ve ekonomiyi "yeniden yapılandırdığını" ileri süren ANAP Hükü­metlerinin bunu ne derecede başardığını yukarıdaki verilerden anlayabiliriz. Enflasyonu mutlaka aşağıya çekeceğiz diyerek halkın desteğini aldıkları halde tam tersi olmuştu. Büyümenin de sıfıra yakın bir düzeyde kalması, "istikrar içinde büyüme" yerine, eko­nomi "stagflasyon"a götürülmüştü. Buna karşılık "özel sermayeli banka" sayısı bu dönemde katlanmıştır. 

XII- Özal, Nereden Nereye (1983-1991) 

 

1983

1991

- Büyüme hızı (%)

3,3

0.3

- Enflasyon (%)

30,5

55,3

- İhracat (milyar $)

5,7

13,5

- İhracatın karşılama oranı (%)

66,4

%65

- Dış Tic. Açığı (Milyar $) .

-3,5

-7,3

- Dış borç (milyar $)

17

50

- 1 Doların karşılığı (TL)

300

5.049

- Cumhuriyet Altını (TL)

26.500

392.000

- İç Borç-Hazine (Trilyon TL)

3,2

97,6

Dışa açılma dış ticaret hacmini ve ihracatı arttırmış, fakat dış dengeler daha da bozulmuştu. Dış ticaret açığı katlanırken, dış borçlar üç misli artmıştır. Dolar'in değeri yaklaşık 300 liradan 5 bin liraya yükseldi, sekiz yıl sonunda ihracatın dış borçlara oranı 1984 yılında %34,2 iken 1991 sonunda %27,2'ye düşmüştür. 

DYP-SHP Koalisyon Hükümetinin İlk Beşyüz Günü 

Demirel Hükümeti 1992 yılını bir "onarım yılı" olarak ele al­mış, bir yandan demokratikleşmeye hız verirken diğer yandan eko­nominin bozulan dengelerini 500 gün içinde yeniden kurabileceği­ni kamuoyuna Demirel'in ağzından açıklamıştı. Demokrasi tarihi­mizde ilginç bir girişim sayılan koalisyon hükümetinin 1992 yılı ekonomik hedefleri şöyleydi: 

— Büyüme hızı %5,5 ve enflasyon %52 düzeyinde gerçekle­şecek,

—    1992 yılı sonunda kamu kesimi borçlanma gereği %12,6'dan %8,8'e inecek,

— Toplam sabit sermaye yatırımlarının GSMH içindeki payı­nın %22,6 olacak ve bu yatırımlar içinde kamu kesimi yatırımları­nın payı % 44,5 düzeyinde kalacak,

— Göreceli olarak kamu harcamaları içinde 1992 yılı bütçesi ile eğitim ve sağlık harcamalarına ağırlık verilmiş olacak,

—  1992 yılında ihracatın (FOB) %12 oranında artarak 15,8 milyar $'a ve altın ithalatı hariç, ithalatın (CİF) ise %11 oranında artarak 23,3 milyar $'a ulaşacağı öngörülmüştü. Bir önceki yıla göre dış ticaret hacmi artarken "dış ticaret açığı" büyümeyecekti. 

ÖZAL Modeli'nin yarattığı "hayali ihracatı" engellemek için 1992 Yılı Programı'nda "ihracatı teşvik politikası, ihracatın özel­likle yatırım ve üretim aşamasında desteklenmesi şeklinde..." yeni bir ilkeye bağlandı. Oysa 1984-1988 arasında ihracatı teşvik için kullanılan temel araç "Vergi İadesi" idi. Bu yolla ülkede yeni bir zenginler kümesi yaratılmıştı. Kamuoyu bunların bir kısmı için "maganda" sıfatını uygun görmüştü.

Yukarıda sıralanan temel hedeflere 1992 yılı sonunda ne dere­cede varıldığını yorumlayabilmek için ülke içinde ve dünyada meydana gelen önemli sosyo-ekonomik olayları anımsamalıyız.

Dış dünyada meydana gelen önemli olayların başında, ABD'de başkanlık seçimini Demokrat Parti adayı Clinton'ın (Ka­sım) kazanması, Yugoslavya'nın parçalanması ve kanlı iç savaşın başlaması, Çekoslovakya'nın Çek ve Slovak diye iki ayrı cumhuri­yete (Aralık) dönüşmesi ve Maastricht Antlaşması'nın AT ülkele­rince onaylanması gelmektedir. Dünya ekonomisi durgunluktan çıkamayınca, ortalama büyüme %0,8 düzeyinde kaldı. Bu arada Türkiye'nin girişimiyle 25 Haziran 1992'de Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesi (İstanbul'da)ne esas teşkil eden deklarasyon im­zalandı. Karadeniz'de kıyısı olan ülkeler anlaşmayı onayladı. 

Ülke içinde 1992 yılında büyük ve beklenmedik olaylar oldu. Demirel Hükümeti'nin göreve başlamasından iki ay sonra, Doğu Anadolu'da çığ felaketi 298 vatandaşın ölümüne yol açtı. Ardın­dan 13 Mart günü Erzincan'da 6,3 şiddetindeki deprem kentin üçte ikisinin yıkılmasına neden oldu. Depremde 491 kişi öldü, 700 kişi yaralandı. Yine yıl içinde eğitimsizlik ve umursamazlık nedeniyle meydana gelen daha bir çok kaza ülkede insan ve mal kaybına yol açarken, kaynakların verimli yatırımlara yöneltilmesini sınırlamış veya geciktirmiştir. 1980'li yıllarda başlayan ve I990'lı yılların başında hızlanan PKK terörü karşısında, devlet güçleri yurdun her yerinde, hatta Irak toprakları içinde, büyük harcamalar yaparak ülkede mal ve can güvenliğini sağlamaya çalışmıştır. Siyasal ya­şamda da büyük dalgalanmalar oldu. Kapatılan tüm siyasal partile­rin yeniden faaliyete geçmelerine izin verildi. (Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partisi gibi...) 

Seçmen kitlesinin yaklaşık %50'sinin ve kamuoyunun büyük desteğini alan 49. Cumhuriyet Hükümeti olan Koalisyon Hüküme­ti, 1992 yılı sonuna gelindiğinde hem siyasal alanda, hem de ikti­sadi alanda öngörülen hedeflere ulaşamadı. Demokratikleşme sürecini hızlandıramadı, hatta basit yasal düzenlemeler bile yapıla­madı. KİT reformu, vergi reformu, üniversite reformu gibi temel reformlar bir yıl boyunca kamuoyunda tartışıldı, fakat sonuca bağlanmadı. 

Belki de yukarıda saydığımız dıştan ve içten gelen olumsuz gelişmeler, 1992 yılında beklenen ekonomik hedeflerin elde edil­mesini engelledi. Hiç şüphesiz böyle bir ilişki kurulabilir. Ancak "istikrar içinde büyüme"yi hedef alan bir hükümet, % 50'lerde seyreden bir enflasyonu aşağı çekmekte en etkili aracın, hem de büyük sermaye çevrelerinin tam destek verdiği, vergi reformu ol­duğunu görmemezlikten gelemezdi. Kamuoyunun yoğun öneri ve eleştirilerine rağmen Demirel'i etkilemek mümkün olmadı ve "Vergi Reformu Kanun Tasarısı" Meclise gelmedi. Dönemin Ma­liye Bakanı Sümer Oral, önceliği "Vergi İdaresi"nin yenilenmesine verdikleri ve 1992'de vergi gelirlerinde artış sağladıklarını ileri sürmektedir. Oysa araştırmalar, ülkede kayıt dışı ekonominin ve vergi kaçakçılığının boyutlarının hızla büyüdüğünü göstermektey­di. 

1992 yılı sonunda büyüme hızının dışında öngörülen hedeflere ulaşılamadı. Başlıca temel göstergeler (gerçekleşen) şöyle oldu: Büyüme hızı %5,9, enflasyon %62, ihracat 14,9 milyar $, ithalat 22,9 milyar $, dış ticaret açığı 8 milyar ve cari işlemler açığı ise 0,9 milyar dolar... Kamu kesimi finansman gereksiniminin GSMH'ya oranı 1991'e göre 1,9 puan azalarak %12,5 olurken, konsolide bütçenin nakit açığı azaltılamamıştır. "Toplam iç borç stoku"nun GSMH'ya oranı 1991'de %20,7 iken %23,4'e yüksel­tilmiştir. Benzer eğilim dış borçlarda gerçekleşmiş ve Dış borç/GSMH oranı %47'den, %49'a çıkmıştır. Toplam dış borç stoku 55 milyar dolar düzeyine ulaştı. Dolar'ın değeri TL karşısın­da enflasyon oranı kadar arttı. Ayrıca "döviz tevdiat hesaplarında son yıllarda görülen artış, devam etti. Bunda ülkeye gelen yabancı sermayeli şirket sayısının artmasının payı etkili olmuştur. Böylece ithalatı finanse etmekte veya dış borç taksitlerini ödemekte ülke yönetimi güçlükle karşılaşmadı. 

Kısaca söylersek 1992 yılında Türk ekonomisini yönetenler toplumsal dengeleri alt üst eden enflasyonu ve işsizliği aşağı çek­mekte başarısız oldu. Büyüme hızında hedefe ulaşılması hatta a-şılması büyük ölçüde kamu ve özel tüketim artışlarından kaynak­lanmıştır. Özellikle bankaların dayanıklı tüketim mallan piyasasını beslemesi {tüketim kredisi) bu piyasalarda kapasite kullanım ora­nını yükseltmiştir. Örneğin yerli ve ithal otomobil satışları artmaya devam etti. Özel tüketim artışlarının yıl içinde "reel ücretlerdeki artışın beslediği" görüşüne kısmen katılmak mümkündür. Ayrıca "yeraltı ekonomisi"nin payı da unutulmamalıdır. Kamu kesiminde her düzeyde görülen düşük verimlilik, denetimsiz harcamalar ve yolsuzluklar toplam tüketimi kamçılamaktadır. Oysa ülke yatırım açlığı içindedir. Çünkü nüfus hızla artmaktadır. Okulu ve askerli­ğini bitiren gençler işgücü piyasasına geliyor. İş arıyorlar. Bakıyo­ruz 1992 yılında sabit sermaye yatırımlarındaki artış oranı %1,3 düzeyinde kalmıştır. Yatırımı kim yapacak? Ya KİT'ler, ya özel sektör... 1990'h yıllarda KİT'lerin yenileme veya yeni yatırım yapmaları "özelleştirme" gerekçesiyle durdurulmuş. KİT'lere Devlet tüm kurumlarıyla arkasını dönmüştür. Hazine'nin verilerine göre 53 işletmeci KİT 1980-1989 arasında her yıl net kaynak sağ­larken; 1990'lı yıllarda zarar eden kuruluşların sayısı hızla artmış ve toplam net fazlalık net açığa (zarara) dönüşmüştür. 

Özel kesim, uzun vadeli yatırımlara özellikle sanayi yatırımla­rına ilgi duymuyor. İnşaat (lüks konut), turizm, ithalat gibi alanları hatta yurtdışında yatırımı kârlı bulan özel kesim, uzun vadeli kredi faiz oranlarının yüksekliğini ileri sürerek yatırımlarını ertelemiştir. Kamu finansman açığının mali piyasalardan borçlanma yoluyla karşılanması, vadesi gelen iç borçların yeniden borçlanılarak ö-denmesi, ülkede özel sektörün kullanabileceği kaynak miktarını sınırlarken, kredi faiz oranının da yükselmesine neden olmaktadır. 

1991 yılında 93,6 trilyon olan iç borçlar, %100'lük bir artışla 1992'de 182 trilyona ulaştı. 

1992 yılında Türk bankacılık sistemi anti-enflasyonist para ve maliye politikalarıyla uyum gösteren bir tutum içinde olmadı. Toplam banka kredileri içinde kısa vadeli kredilerin payı 1991'de %73 iken, 1992'de %77'ye yükseldi. Banka kredileri içinde dış ticaret   kredilerinin   payı   azalırken,   tüketici   kredilerinin   payı (hanehalkı) %150 oranında arttı. Bankalar 1992 yılında yeni bir araçla, "Varlığa Dayalı Menkul Kıymet" İhracı, ucuz kaynak top­lama olanağı buldu. Yıl sonuna göre 14,5 trilyonluk VDMK ihraç ettiler. Ayrıca REPO yoluyla da benzer nitelikte ucuz kaynak top­lamaktadırlar. Ekonomi dışa açılırda,bankalar veya bankacılarımız geri kalır mı? Kalmadılar, özel ve kamu bankaları 1987-92 arasın­da ABD, Avrupa ve Türk Cumhuriyetlerinde toplam 21 banka açarken yurt dışına 300 milyon dolarlık bir kaynak taşıdılar.

Devlet müdahalesine karşı çıkan liberal iktisatçılar derler ki; devlet vergileri arttırmazsa, özel sektörün yatırım eğilimi yükselir. Türkiye'de on yıldan beri OECD ülkelerine göre vergi yükü çok düşük bir düzeyde kaldığı, örneğin, "vergi reformu" bir türlü ger­çekleşmediği halde, özel kesim sabit sermaye yatırımlarına, sanayi projelerine ilgi göstermemiştir. Burada kusuru hükümette aramak gerekir. Kararsız tutumlarıyla Demirel Hükümeti, hem demokra­tikleşme ve hem de ekonomik konularda halka taahhüt ettiklerini gerçekleştiremedi.  Böylece halkın  büyük çoğunluğu  açısından 1992 yılı ekonomi için kaybedilmiş bir yıl sayılabilir. Ülkede ver­gilendirilemeyen gelir sahipleri, vergi kaçıranlar, her türlü haksız kazanç elde edenlerin refahı hızla yükseldi. Birde sendikalı işçile­rin refahı artmaya devam etti. Sendikacılar Hükümet'in kararsızlı­ğını, yasal ve yasa dışı eylemlerle, kesimleri yararına kullanarak, ücret ve maaş gelirleri arasındaki dengeleri alt üst ettiler.

İlk Kadın Başbakan: Tansu ÇİLLER Hükümeti 

VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın dördüncü yılı olan 1993 yılı için uygulama programını S. Demirel'in başında bulunduğu koalisyon hükümeti hazırladı ve 1 Ocak 1993'te yürürlüğe koydu. Programda, programın yaklaşımı şöyle tanımlanıyor: 

"1993 yılı programı, makroekonomik istikrarın sağlanmasına, rekabet ortamının yaygınlaştırılmasına ve gelir dağılımının iyileşti­rilmesine ağırlık veren bir yaklaşımla hazırlanmıştır".

Bu genel hedef ve çerçeve içinde 1993 yılı için öngörülen di­ğer ekonomik hedefler şöyle sıralanabilir: 

— GSMH'nın (sabit fiyatlarla) büyüme hızı %5,

— Enflasyon oranı (GSMH zımni deflatörü) %51,

— Kamu gelirlerinin GSMH'ya oranı %29,6,

— Toplam kamu harcamalarının GSMH'ya oranı %38,6,

— Kamu kesimi borçlanma gereği %9, olacak...

— KİT'lerin sabit sermaye yatırımlarının reel olarak %30 oranında gerileyerek, toplam kamu yatırımları içindeki payının %28'den %20'ye düşecek...

—  1922'de %1,2 olan özel imalat sanayii yatırımlarının artış hızının 1993'te %6,4'e yükselecek...

Yukarıda sayılan iç ekonomik dengelerle ilgili hedeflerle ya­kından ilgili iki hedeften daha söz etmeliyiz. Birincisi kamu yatı­rımlarında ekonomik ve sosyal altyapı yatırımlarına (tarım, turizm, eğitim, sağlık gibi) öncelik verilmesi... İkincisiyse "özelleştirme"nin hızlandırılarak ekonomide etkinliğin ve verimliliğin artı­rılması.... 

Dış ekonomik ilişkilerle ilgili başlıca hedefler belirlenirken, "1993 yılında, dünya ticaretinde beklenen canlanma ve ekonomi­nin arz yönündeki gelişmelerin" etkileri hesaba katılarak başlıca ' kantitatif göstergeler şöyle ortaya konmuş: 

—  İhracat (FOB) %12,3 oranında artarak 17 milyar dolar ola­cak,

— Altın ithalatı hariç, ithalat (CİF) %12,2 düzeyinde artarak 25,8 milyar dolar düzeyinde kalacak,

— Dış ticaret açığı 8,7 milyar dolara yaklaşacak,

— Turizm gelirleri 5 milyar dolara ulaşacak,

— Cari işlemler hesabı 1,2 milyar dolar açık verecek,

— Körfez Savaşı nedeniyle 1992 yılında sağlanan hibelerden 500 milyon dolar olan girişin, 1993'te 230 milyon dolar düzeyinde kalacak. 

Türkiye Devleti, Cumhuriyet'in 70. yılını kutlamaya hazırla­nırken hala demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla yerleştir­mekle meşgul görünüyordu. 1992 yılında yaşanan içten ve dıştan kaynaklanan çok yönlü olumsuz koşullar, 1993 yılının ilk yedi ayında da etkili olmakta ve ülkede siyasal ve ekonomik istikrarın sağlanmasına izin vermemekteydi. Önce 1993 yılı içinde içerde olanları kısaca özetleyelim:

24 Ocak 1993'te özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin ve Mustafa Kemal'in kurduğu laik Cumhuriyet'in tüm kurum ve ku­rallarıyla yerleşmesi savaşı veren Uğur Mumcu öldürüldü. Bu acı olay sivil toplum örgütlerinin ve basının gündeminden hiç düşme­di. 

17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal geçirdiği bir "kalp krizi" sonunda öldü. Anayasanın 102. maddesi uyarınca TBMM Doğruyol Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel'i Cumhurbaşkanı seçti. Böylece yaklaşık 30 yıldan beri aktif politikanın içinde olan S.Demirel, DYP'nin genel başkanlı­ğından istifa ederek aktif politikaya veda etti. 

Hükümetin büyük ortağı olan DYP, olağanüstü genel kurulu topladı ve devlet bakanı ve İstanbul milletvekili Prof. Dr. Tansu Çiller'i genel başkanlığa seçti. Böylece demokrasi tarihimizde yeni bir sayfa açılıyordu. Bir hanım siyasetçi Başbakan oluyordu. Hem de küçük illerin ve ilçelerin seçmenlerine dayanan muhafazakar bir partinin seçtiği ve desteklediği bir kadın başbakan... Cumhurbaş­kanı Demirel 14 Haziran 1993'te Cumhuriyetin 50. Hükümetini kurmakla T. Çiller'i görevlendirdi. Ancak meslekdaşımız Çiller'in gerek bilgi birikimi ve gerekse devlet deneyimi açısından bir koa­lisyon hükümetini yönetmesi mümkün değildi. Bu gerçeği o günkü koşullar içinde Medya görmemezlikten geldi ve Çiller'in çizdiği çağdaş Türk kadını imajını öne çıkararak destek verdi. 

Meclis'ten güvenoyu alan Çiller Hükümeti'nde yeralan DYP'li bakanların büyük çoğunluğu değişirken, SHP'li bakanlar değişmedi. Bu değişikliğe bağlı olarak Başbakan Çiller daha önce kendisine (Devlet bakanı iken) direnen ve yardımcı olmayan ö-nemli görevlerde bulunan bürokratları değiştirme planını yürürlüğe koydu. Merkez Bankası Başkanı Dr. Rüştü Saraçoğlu ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı İlhan Kesici, erken davranıp, istifa ettiler. Amerika'da öğretim üyesi olarak çalışan ve Özal'ın Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı yapmış olan Prof. Dr. Bülent Gültekin Merkez Bankası Başkanlığına atandı. DPT"a kurum içinde müste­şar yardımcısı Necati Özfırat vekil olarak görevlendirildi. Aynı süreç içinde Başbakanlık ve Maliye Bakanlığı müsteşarı ile Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı da değiştirildi. İşin ilginç yanı iktidar partisi veya partileri değişmediği halde üst düzey ekonomi kurmayları bütünüyle yenilenmişti. Diğer bir deyişle Demirel'le ça­lışmış bürokratlar başarısız sayılıyordu. Bir yılı aşan sürede ele alınamayan "atılım ve onarım" programını Çiller hızla gerçekleş­tirmek kararında olduğunu kamuoyuna anlatmakta güçlük çekme­di. 

Hem ülke için hem de genç başbakan için büyük talihsizlik sayılacak 37 kişinin yanarak öldüğü 2 Temmuz 1993 "Sivas Katli­amı" oldu. Cuma namazından çıkan bir öncü kalabalığın tahrikiyle Sivas'ta konuk olarak bulunan yazarların ve sanatçıların kaldığı otele saldıranlar, oteli içindekilerle birlikte ateşe verdi. Evet utanç verici bu olay yaşandı... "Adriyatikten Urallara yeni Türk etkinli­ğinden söz eden Özal ye Demirel ülke içinde birlik ve beraberliği sağlamakta gerekli başarıyı gösteremediler. 1993 yılında PKK katliamları artarken fabrikalar, mal depoları, ormanlar yanmaya devam etti. Örneğin 6 Temmuz 1993'te Erzincan'ın Kemaliye İlçesi Başbağlar köyünü basan PKK militanları köyü insanlarla birlikte yaktılar: 28 insan, 57 ev yandı... 

Türkiye'nin dış ilişkilerindeki gelişmelerde iç siyaseti ve kay­nak kullanımını olumsuz etkiliyordu. Azeri-Ermeni Savaşı Erme­nilerin dünyanın gözü önünde Azerbaycan topraklarını ele geçirin­ce Elçibey darbeyle düşürüldü ve Aliyev başa getirildi. Eylül 1993'te yeni Azeri yönetimi Bağımsız Devletler Topluluğu'na katılma kararı aldı. 

Boşnak, Hırvat ve Sırp ırkları arasında görünen savaş, Batı Avrupa'nın gözü önünde "Müslümanları Avrupa'dan temizleme" savaşına döndü. Kıbrıs sorunu hala bir çözüme bağlanamadı. 

Bu arada Ortadoğu'da senaryoları ve dengeleri altüst eden ve Türkiyeyi sevindiren bir gelişme yaşandı. 13 Eylül 1993'te İsrail-Filistin barış anlaşması imzalandı. 

Bir gün önce, yani 12 Eylül 1993 günü SHP'nin olağan Ku­rultay'mda Erdal İnönü parti başkanlığından istifa etti ve Ankara Belediye Başkanı Murat Karayalçın başkan oldu. Koalisyon Hü­kümeti protokole uygun olarak devam ettiğinden Karayalçın aynı zamanda Başbakan Yardımcısı oldu.

Dış dünyada meydana gelen önemli gelişmelerden birinde Av­rupa Topluluğu'nda 1 Ocak 1993'ten itibaren "Tek Pazar"a geçil­miş olmasıdır. Ayrıca Başkan Clinton'un Keynesçi politikaları yürürlüğe koymak için askeri harcamaları kısmak,çok kazanandan çok vergi almak yoluna gittiğini görüyoruz. İç siyasal ve ekonomik sorunlarla boğuşan Rusya, Batı'nın yardımıyla demokrasiye ve serbest piyasa düzenine geçmeye çalışıyor. Eski komünistlerle Batı yanlıları arasındaki iktidar kavgasının iki binli yıllara uzanacağı anlaşılıyor. Eylül ayı ortasında Başkan Yeltsin, sivil darbe yaparak ülke yönetimini, Parlamentoyu dağıtarak, ele aldı. 

Uluslararası ekonomik ilişkilerde küreselleşme ve bölgesel bütünleşme süreci birlikte yaşanmaktadır. Serbest ticareti engelle­yici unsurlar artarak devam etmekte, bir taraftan ikili ya da bölge­sel ticaret anlaşmaları ile bölgesel bütünleşmeler ortaya çıkarken, diğer taraftan gelişmiş ülkeler anti-damping vergilerini ve tarife dışı engelleri artırmaktadır. Dünya ticareti 1992 yılında %5,5 art­mış iken, 1993'te %3,4 düzeyinde kaldı. Özellikle AT ülkelerinin toplam ithalatının azalması bu daralmada etkili oldu.

1993 yılında gelişmiş ülkelerde durgunluk ve işsizlik sürerken "üçüncü dünya" veya gelişmekte olan ülkelerde toparlanma ve hızlı büyüme devam etti. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Asya Ül­keleri istikrar içinde büyümeyi ve dünya ticaretindeki paylarını artırmayı sürdü. Asya'da büyüme ortalaması %7,8 iken, OECD ülkelerinde ortalama %3'ün altında kaldı. Ancak dünyanın üçüncü büyük ekonomik gücü haline gelen Çin'de büyüme %13,4 oldu. Bu hızla devam ederse 2025 yılında dünya birinciliğini ABD'den ala­cağı kesin görülüyor. "Asya kaplanları" diye anılan G. Kore, Tayvan, Singapur ve Hong Kong'ta kişi başına 5 bin dolar ihracat yapılmaktadır. Oysa gelişmiş ülkelerde 3 bin dolar düzeyindedir. 

Gelişmekte olan ülkelerin uluslararası kuruluşlara ve gelişmiş ülkelere olan borçları 1500 milyar dolar oldu. En büyük borçlular ABD'nin şemsiyesi altında olan Güney Amerika ülkeleridir. 

Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri 

Başbakan Çiller, Özal döneminde Yusuf Özal'dan sonra DPT Müsteşarı olan ve sonra istifa etmek zorunda bırakılan Dr. Ali Tigrel'i Avrupa Topluluğu ilişkilerden sorumlu ve kendisine bağlı müsteşarlığa getirdi. Ayrıca kendisine büyükelçilik payesi verildi. 

Bir yıl gecikmesiyle Kasım 1993'te Maastricht Anlaşması yü­rürlüğe girince Avrupa Topluluğu (AT) aşıldı ve Avrupa Birliği (AB) dönemine geçildi. Böylece tek pazardan sonra tek para ve tek merkez bankası hedefine yönelik süreç işlemeye başladı. AB Mer­kez Bankası'nın Almanya'da Frankfurt'ta kurulması ve adının EUROBANK olması kararlaştırıldı. 

Kısa adı EFTA olan Avrupa Serbest Ticaret Birliği ile Türkiye ilişkilerinde ilginç gelişmeler oldu. Avrupa Topluluğu dışında kalan yedi ülkenin (Avusturya, Norveç, İsveç, İsviçre, İzlanda, Liechtenstein, Finlandiya) kurduğu bu birlikle, Türkiye 1992 yı­lında "Serbest Ticaret ve İşbirliği" anlaşması imzalamıştı. Önce 1990 yılından beri AT ile EFTA arasında devam eden "Avrupa Ekonomik Alanı" yaratılması görüşmeleri 1993 yılında sona erdi ve anlaşma 1 Ocak 1994 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi. Sonra EFTA kurucusu olan bazı ülkeler Türkiye gibi AT'a tam üyelik için başvurdular. 1993 yılı içinde tamamlanan müzakereler anlaş­mayla sonuçlandı ve 1 Ocak 1995'te Avusturya, Finlandiya ve İsveç tam üyeliğe alındı. Anılan tarihte Türkiye ile Avrupa Birliği arasında "Gümrük Birliği"nin gerçekleşmesi 1973 tarihli "Katma Protokol" ile öngörülmüştü. 

Türkiye-AT Gümrük Birliği Yönlendirme Komitesi 18 Mart 1993'te oluşturulmuş ve yapılan çalışmalar çerçevesinde Türki­ye'nin 1 Ocak 1995'te, AT'a tam üye olmadan gümrük birliğine katılabileceği kararlaştırmıştı. 1 Ocak 1993'ten geçerli olmak üze­re yapılan son %10luk indirimlerle, AT'a karşı gümrük indirimle­rinde, 12 yıllık listede %80, 22 yıllık listede %70 oranına ulaşılmış oldu. 12 yıllık listede yapılan %20'lik uyumla ortak gümrük tarife­sine toplam uyum %60 oranına, 22 yıllık listede yapılan %10'luk uyum ile toplam uyum %50 oranına yükselmiştir. 

Gümrük Vergisi ve Toplu Konut Fonu dışındaki tüm vergi ve resimler 1 Ocak 1993 tarihinden itibaren kaldırılmış ve ithal reji­miyle AT çıkışlı mallara 2-15 puanlık tercih marjı tanınmıştır. 

Türkiye AT dışında bölgesel işbirliği girişimlerini sürdür­mektedir, Türkiye, İran ve Pakistan arasında kurulan "Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'na Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Afga­nistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan da katılmıştır. 1993 yılı içinde Pakistan'da yapılan toplantıda Teşkilatın öncelikle ulaştırma, haberleşme, ticarete, enerji, sanayi, tarım ve turizm ko­nularında çalışma yapması kararlaştırıldı. İstanbul'da yapılan ikin­ci zirve toplantısında merkezi Türkiye'de olacak üye ülkeler katı­lımıyla bir "Ticaret ve Kalkınma Bankası" kurulması kararlaştırıl­dı. 

Türkiye 1984 yılından beri "İslam Konferansı Teşkilatı'na bağlı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Konseyi'nin başkanıdır. Kısa adı İSEDA olan Konsey'e bazı Orta Asya Cumhuriyetleri ve Arnavutluk'un katılımıyla üye sayısı 51'e çıktı. Örgüte üye ülkele­rin katkılarıyla kurulan İslam Kalkınma Bankası'nın üçüncü büyük ortağı Türkiye'dir. 

"Karadeniz Ekonomik İşbirliği" (KEİ) örgütü Karadeniz'de kıyısı olan veya çok yakın komşu bulunan 11 üye ülkenin katılı­mıyla 25 Haziran 1992'de kuruldu. KEİ de kurumsallaşma tamamlanırken bir yandan da çalışma grupları oluşturularak işbirli­ğine gidilecek öncelikli alan ve projeler belirlenmektedir. KEİ'nin Daimi Sekreteryası İstanbul'da 29 Nisan 1993'te faaliyete geçti. KEİ'nin amacı Zirve Deklarasyonu ve Boğaziçi bildirisinde şöyle tanımlamıştır: 

"KEİ üyesi ülkeleri potansiyellerinden, coğrafi yakınlıkların­dan, ekonomilerinin birbirlerini tamamlayıcı özelliklerinden ya­rarlanarak aralarındaki ikili ve çok taraflı ekonomik, teknolojik ve sosyal ilişkilerini çeşitlendirmeleri ve daha da geliştirmeleri, böy­lelikle Karadeniz havzasının bir barış, istikrar ve refah bölgesi olmasını sağlamaktır." Bu amaca yönelik merkezi Selanik'te ve ödenmiş sermayesi 100 milyon SDR olan KEİ Ticaret ve Kalkın­ma Bankası kuruldu. İlk olarak Türkiye, Bulgaristan, Romanya ve Moldavya arasında kurulacak fiber-optik kablo sistemi (KAFOS) gerçekleşme aşamasına gelmiş bulunmaktadır. 

Türkiye'nin Türk Cumhuriyetleriyle ekonomik ilişkileri hızla ve çok yönlü olarak gelişmektedir. Bu ülkelere yönelik ihracatımız 1993 yılında 455 milyon dolar, ithalatımız ise 197 milyon dolar oldu. Türk EXİMBANK tarafından bu ülkelere toplam 885 milyon $ kredi açılmıştır. 

1993 Yılının Temel Ekonomik Göstergelerinin Yorumu 

Çiller Hükümeti'nin denetiminde sona eren 1993 yılında bü­yük siyasal ve sosyal çalkantılara karşın, ilginç ekonomik sonuçlar elde edilmiştir. Ekonominin iç ve dış dengelerini bozan bu geliş­meler şöyle özetlenebilir: 

1) GSMH'da tarımdaki gerilemeye karşın program hedefinin üstünde %7,6'lık bir büyüme hızı gerçekleşti. Bir önceki yıla göre sanayi ve hizmetler kesimindeki hızlı büyüme bu gelişmede etkili oldu. 

2)  Yüksek büyüme hızım besleyen iç talepteki artışın iki be­lirleyici kaynağı olduğunu görüyoruz. Birincisi hem kamu harca­malarının hem de kamu açıklarının GSMH içindeki payının artmış olmasıdır. 1992 yılında 47,3 trilyon olan Konsolide Bütçe açığı, 1993 sonunda 133 trilyon oldu. Aynı şekilde iç borç/GSMH oranı %12 iken, %14 oldu. İkincisi bankacılık sektörünün iç piyasaya yönelik açtığı kredilerdeki büyük reel artıştır. Net kredi hacmi 262 trilyondan 491 trilyona çıktı. 

3)  Yıl içinde özel tüketim ve özel sabit sermaye yatırım har­camalarında büyük reel artış oldu. Kamu yatırımlarındaki reel daralmaya karşın özel tüketim harcamalarında büyük artış olmuş ve uzun yıllar sonra özel tasarruflar reel olarak azalmıştır.

4)   Yukarıda açıklanan göstergeler nedeniyle 1993 yılında fi­yat artışlarında yani enflasyon oranında bir düşüş olmamıştır. Hemen hemen 1992 düzeyinde kalmıştır. Toptan eşya fiyatları ortalama %60 artarken, tüketici fiyat artışı %68 düzeyinde kalmış­tır. 

5)  Tasarrufçulara en çok kazandıran yatırım aracı, yıl sonuna göre borsa olmuştur. 1992 yılı sonunda 4004 olan borsa endeksi, 1993 sonunda %416'lık bir artışla 20.682'ye yükselmiştir. Altının gramı (24 ayar) 93.500 TL'den %96 oranında değer kazanarak 183.100 TL olurken; Dolar karşısında TL %70 oranında değer kaybetmiş ve kur 8.700 liradan 14.900 liraya çıkmıştır. 

6) Türkiye Cumhuriyeti ekonomi tarihinin en büyük dış ticaret açığı, 1993 yılında 14,1 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. İthalat bir önceki yıla göre %28,7 artarak 29,4 milyar dolar olurken, ihra­cat %4,3'lük artışla 15,3 milyar dolar düzeyinde kalmıştır. İç pazar hızla genişleyince her türlü yabancı mala talep artmıştır. Sadece altın ithalatına 1,8 milyon $ ödenmiştir. Cari işlemler dengesi de rekor kırarak 6,4 milyar dolarlık açık vermiştir. Bu aşırı tüketim ve ithalat yabancı tasarruflarla beslendiği için dış borçlar %21 oranında artarak 55,6 milyar $'dan 67,4 milyar $'a çıkmıştı. Ekono­miyi ciddi bir mali krize götürecek bu gelişmeyi belirleyen iki önemli faktörden söz edebiliriz. Birincisi 1989 yılından beri uy­gulanan yüksek faiz-aşırı değerli kur nedeniyle kısa vadeli yabancı sermaye girişine dayanan borçlanma politikası... Kur politikası ithalatı teşvik ederken ihracatı köstekliyordu. İkinci neden OECD ülkelerinde yaşanan durgunluk ve fiyat istikrarı idi. Yani bu ülke­lere ihracat zorlaşırken, bu ülkelerden ithalat cazip hale gelmişti. Bu nedenle 1993 yılında rekor düzeyde tüketim malı ve otomobil ithalatı gerçekleşti. 

Yukarıda açıklanan göstergelere dayanarak 1993 yılı sonunda ekonominin nasıl kontrolden çıktığı ve nasıl bir mali krize sürük­lendiğini görmek mümkün olmaktadır. Diğer bir deyişle 1994 yılı­nın ilk yarısında ekonominin yaşayacağı, büyük krizin ortamı 1993'te hazırlanmıştı. Üretmeden tüketmeye bir an önce "köşe dönmeye" çalışan insanların egemen olduğu düzen içinde Devlet ve millet çılgın bir tüketim krizine girmişti. Sanayici, tüccar ve bilhassa bankalar spekülasyona dayalı yüksek kârlar elde etmenin keyfini yaşar oldular. Bir ciddi delil verelim: İ. Sanayi Odası'nın 500 büyük sanayi kuruluşu arasında yaptığı araştırmaya göre sana­yiciler 1993 yılında faaliyet dışı gelir olarak 17,5 trilyon lirayı kasalarına koydular. "Bu da 500 firmanın toplam kârının %40'ını temsil etmektedir. (ASO Medya, Ek. 1994). 

Türkiye'de giderek "kayıt dışı" veya "Mafya ekonomisi"nin boyutları büyümektedir. İhtiyatlı bir hesaplama ile "kayıt dışı" ekonominin boyutunun GSMH'nın %25'i düzeyinde olduğu kabul görmektedir. Kayıt içi ekonominin büyük kesiminde Devlet Yü­rürlükteki vergi yasaları çerçevesinde yeterince vergi alamıyor. Büyük vergi kaçağı var. Durum böyle olduğu halde iktidarı ele geçiren siyasiler tüm kamu kurum ve kuruluşlarını yandaşlarına çıkar sağlamaya ve sınırlı kamu kaynaklarını israf etmeye girişinektedirler. Sonuç kamu finansman açığı büyümekte iç ve dış borçlanma artmakta... Enflasyon dizginlenemez olmaktadır. 

Büyük Kriz ve Ekonomik Seferberlik Yılı (1994) 

VI. Plan'in son yılı olan 1994 yılına girilirken Türkiye içte ve dışta ülkeyi parçalamaya çalışan örgütlü güçlerle mücadele et­mekteydi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da can ve mal güvenliği kalmadığı için bu bölge illerine yönelik ticaret asgariye inmiş yatı­rımlar durmuştu. Çok sayıda okul kapanmış, kamu araçları yakılı­yor ve kamu görevlileri hizmet yapamıyordu. PKK terörü büyük kentlere yaymaya çalışırken, yandaşları da Avrupa'da Türkiye aleyhine eylem ve propagandalarını sürdürüyordu. 

Kuzey Irak'ta yaşanan belirsizlik ve petrol boru hattının açıl­maması Türkiye'ye siyasal ve ekonomik açıdan zarar veriyordu. Azerbaycan-Ermeni savaşı Türkiye'nin bu ülkelere ekonomik iliş­kilerini asgariye indirirken; Azerbaycan'a karşılıksız veya uzun vadeli düşük faizli krediyle mal göndermek zorunda bırakıyordu. Avrupa'nın göbeğinde yaşanan utanç verisi Boşnak-Sırp savaşının sürmesi, Türkiye'nin her türlü imkanları kullanarak Müslüman Boşnaklara yardıma devam etmesine yol açıyordu. Yunanistan uzlaşmazlığını sürdürüp Türkiye-AT ilişkilerini baltalamaya de­vam ediyordu. Bunlara karşı Ortadoğu'da 50 yıl sonra İsrail-Filistin ve ardından İsrail-Ürdün barış anlaşması imzalandı. 

Çok kısa olarak özetlemeye çalıştığımız bu olumsuz koşullar içinde Çiller-Karayalçın Hükümeti "1994 Yılı Programı"nı yürür­lüğe koydu. Program iyi niyetle düşünülmüş tutarlı ilkelere yer vermekteydi. Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz: 

1) Ekonomide mevcut yapısal sorunların orta vadeli ve uyumlu iktisat politikaları ile çözülmesi için başlanan reform çalış­malarının sürdürülmesi,

2) Dünya ekonomisi ile bütünleşebilmek ve AT ile gerçekleş­tirilecek "gümrük birliği"nin doğacak olumsuz etkilerini asgariye indirebilmek için makro düzeyde istikrarın sağlanması, 

3)  Kronik hale gelen ve %50'nin üzerinde seyreden enflasyo­nun aşağıya çekilmesi, işgücü ve para piyasalarında istikrarın sağ­lanabilmesi için kamu açıklarının ve kamu borçlanma gereğinin makul bir düzeye indirilmesinin gerektiğine yer verilmiştir. Bu çerçevede 1994 Yılı Programı'nın ekonomik hedefleri 1993 yılının gerçekleşen hedeflerine göre daralmayı göze alan nitelikler taşı­maktadır. Başlıcaları şöyledir: 

— GSMH'nın büyüme hızı %4,5 olacak,

— GSMH zımni deflatörü %54,6 civarında gerçekleşecek,

— Kamu kesimi borçlanma gereği oranı % 16,3'ten % 14,2'ye düşecek,

— Toplanı sabit sermaye yatırımları %6'yı, özel sabit sermaye yatırımlarının %8,7, kamununki ise %2,4 oranında artmış olacak,

— .KİT'lerin reel sabit sermaye yatırımları gerileyecek ve toplam kamu yatırımları içindeki payı %24,5'ten ve %23,3'e düşecek,

— OECD ülkelerinde beklenen canlanma çerçevesinde ihra­catın (FOB) %13,2 oranında artarak 17,2 milyar dolara; altın hariç ithalatın %6,3 oranında yükselerek 30,3 milyar dolara ulaşacak ve dış ticaret açığı 13 milyar dolar civarın­da kalacak,

— Başta turizm olmak üzere görünmeyen kalemlerdeki artışla "cari işlemler dengesi" 4,5 milyar dolar açık verecek, 

— Yıl içinde 4 milyarı faiz ve 4,9 milyar doları da ana para olmak üzere toplam 8,9 milyar $ dış borç ödenecek ve buna karşılık 8 milyar $ dış kredi kullanımı sağlanacak. 

1993 yılının son aylarında Program hedeflerine uygun düzen­lemeler başlatıldı. Önce vergi gelirlerini artıran kararlar alındı. Katma Değer Vergisi oranı %12'den %15'e çıkarıldı. Gelir Vergi­si tarifesi yeniden düzenlendi, en üst gelir dilimi vergi oranı %50'den %55'e çıkarıldı. Kurumlar Vergisi oranı yanlış bir ka­rarla %46'dan %25'e düşürülürken indirim ve istisnalar yeniden düzenlendi. Taşıt Alım Vergisi %100, Motorlu Taşıtlar Vergisi %70 oranında yükseltildi. 

Tarımsal destekleme politikasında değişiklikler yapıldı. Örne­ğin ekici tütün piyasasında belirlenen hedef fiyat ile müdahale fiyatı arasındaki fark, destekleme pirimi olarak üreticiye ödenme­sine geçildi. İhtiyaç fazlası görülerek üretimine izin verilmeyen tütün üreticilerine 3 yıl süreyle tazminat ödenmesi ilkesi getirildi. 

Çiller-Karayalçın Hükümeti 27 Ocak 1994 tarihinde Merkez Bankası'nın TL'yi dolar karşısında %13,6 oranında devalüe ederek kuru 17.250 TL ilan etmesini onayladı. 24 Ocak 1980'den sonra bu, alınan ilk devalüasyon kararı oldu. Hemen ardından döviz tev­diat hesaplarının munzam karşılık oranı artırıldı.

Hazine giderek artan nakit açığını kapatmak için 3 ay vadeli brüt %90 faizli Hazine Bonosu çıkardı. Hazine ile bankalar arasın­da para piyasalarında meydana gelen rekabet sonucu, bankalar bir yıl vadeli mevduat faizini %105'e çıkardı. Ekonomik işlerden so­rumlu Devlet Bakanlığına getirilen (10 Şubat) eski Gelirler Genel Müdürlerinden Aykon Doğan'in onayı ile Hazine bir yıl vadeli ve %125 faizli tahvil çıkardı. Bu arada DPT müsteşarlığına Teşkilat içinden ve İktisat Fakültesi çıkışlı Necati Özfırat atandı. 

Merkez Bankası para piyasalarındaki yönlendirme ve denetim görevini yapmayınca spekülatörler etkili olmaya başladı. Özellikle Başbakanla anlaşmazlığa düşen Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin'in, 31.1.1994 günü istifasını açıklarken; adeta"benden sonra tufan" derecesine ekonomiyi ve yönetenleri yerin dibine batırması, piyasaların alt üst olmasının ortamını yarattı. 15 Şu-bat'ta Merkez Bankası Başkanlığına Borsa Başkanı Yaman Törüner getirildi. Mali piyasalarda yaşanan çalkantılar yetmezmiş gibi Hükümet 27 Mart 1994'te Yerel yönetimler seçimini yapmak durumunda kalınca, ülke "seçim ekonomisi" havasına girdi. Bu seçimlerde hükümeti oluşturan partilerin büyük bir yenilgiye uğra­yacağı ve sonrasında birinci parti durumuna geleceği ileri sürülen ANAP ile DYP'nin (ANAYOL) koalisyona razı olacağı konusun­da basın, özel TV'ler ve TÜSİAD görüş birliği halindeydi.

Seçim yapıldı. Tam tersine DYP durumunu korurken ana mu­halefet partisi (ANAP) oy kaybetti. Seçimlerden iki uç parti RP ve MHP kazançlı çıktı. RP Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazandı. Koalisyon Hükümeti siyasi prestijini korudu, fakat mali piyasalardaki çalkantıları dizginleyemedi. Bankalar yıllık faiz oranı %115'e çıkarınca Hazine'nin vadesi gelen iç ve dış borçlarını ödeyebilmek için daha yüksek faizle borçlanması gerekiyordu. Bu durum kısa vadeli dış sermaye girişimi hızlandır­makta, fakat artan ithalatla tekrar dışarıya gitmekte ve mali ku­rumlar ucuza alıp devlete pahalı satarak büyük kârlar elde etmek­teydiler.

5 Nisan Kararları 

"Yükselen kamu açıklarına bağlı olarak artan iç faiz oranları sıcak para girişini hızlandırmış ve TL'nin reel olarak aşırı değer kazanmasına neden olmuştur. Bu gelişme işgücü maliyetindeki reel artışlar, doğrudan ve dolaylı, ihracat teşviklerindeki azalma ile birleşerek Türk ekonomisinin hızla rekabet  gücünü kaybetmesine yol açmıştır. Sonuçta yüksek kamu açıklarından kaynaklanan eko­nominin iç dengesizlikleri dış dengede de hızla bir bozulmaya neden olmuş, ithalat hızla artmış, ihracat yavaşlamış ve dış ticaret açığı önemli bir boyuta ulaşmıştır. Hızla bozulan iç ve dış dengeler 1994 yılı başında para, sermaye ve döviz piyasalarında ciddi bir krize yol açmıştır". (Yedinci Beş YıLKal.Planı, s. 5) 

Krizin tırmanmasında bankaların açık pozisyonlarının 5 mil­yar A.B.D. dolarına ulaşması ve bankaların kambiyo zararlarını sınırlandırmak için, döviz alımlarını artırmaları etkili olrhuştur.

Başbakan T. Çiller 4 Nisan akşamı tüm TV kanallarından aynı anda yaptığı "Ulusa Sesleniş" konuşmasında "ekonomik kurtuluş savaşı" ilan etti. Ve her kesimden yardım ve destek istedi.

5 Nisan günü Başbakan basın toplantısıyla "Olağanüstü İstik* rar Tedbirlerini" açıkladı. "Ekonomik Önlemler Uygulama Planı" adını taşıyan 30 sayfalık kitapçıkta yer alan kararları alan kadro şöyleydi:

Başbakan T. Çiller, Başbakan Yardımcısı M. Karayalçın, Devlet Bakanı A. Doğan, DPT Müsteşarı Necati Özfırat, Hazine Müsteşarı Osman Unsal, Başbakanlık Müsteşarı Yücel Edim, Ma­liye Bakanlığı Müsteşarı Kemal Kabataş, Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanı Tezcan Yaramancı ve TC Merkez Bankası Başkanı Ya­man Törüner Bu kadro programın amacını şöyle sıralamıştı: 

1)  Enflasyonu hızla düşürmek, Türk Lirasına istikrar kazan­dırmak, ihracat artışını hızlandırmak, ekonomik ve sosyal kalkın­mayı sosyal dengeleri de gözeten sürdürülebilir bir temele oturt­mak,

2)  Bir taraftan ekonominin hızla istikrara kavuşturulması amaçlanırken, diğer taraftan istikrarı sürekli kılacak yapısal re­formları gerçekleştirmek,

3) Kamu açıkları hızla aşağı çekilirken, kamunun ekonomide­ki rolünün yeniden tanımlanması ve yeniden örgütlenmesini sağ­lamak; üretim yapan sübvansiyon dağıtan bir devlet yapısından, piyasa mekanizmasının tüm kur,um ve kurallarıyla işlenmesini sağlayan ve sosyal dengeleri gözeten bir devlet yapısına geçmektir. Sıralanan bu amaçlara ulaşmak için "Ekonomik Önlemler Uygu­lama Planı" kitapçığında yer alan önlemler iki bölümde toplanmış­tı: İstikrar programı ve yapısal önlemler: 

1) İstikrar Programı'nın kapsadığı önlemler şöyle sıralanabilir:

a)  Kamu gelirlerini artıran kamu giderlerini kısan ve kamu borçlanma gereğini aşağıya çeken önlemler.

b) KİT'lerin zararlarını aşağıya çeken önlemler,

c)  Özel sektör ve işçi kesimine yönelik bir fiyat ve ücret di­siplini getiren önlemler,

d) Döviz piyasalarında güven ve denge sağlayacak önlemler.

e) Para piyasalarında istikrarı sağlayacak yönde Merkez Ban-kası'nın denetim gücünü artıracak önlemler.

f)  Sermaye Piyasası'na güven ve derinlik kazandıracak ön­lemler,

g)  İhracatı ve döviz kazandırıcı faaliyetleri özendiren önlem­ler. 

2) Yapısal Düzenlemelerin kapsadığı önlemler ise şöyleydi: "Orta vadede ekonomik kalkınmanın sağlıklı ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması, istikrar programının yanı sıra, kamunun yeniden yapılandırılmasını hedefleyen yapısal düzenlemeleri zo­runlu kılmaktadır. Bu amaç DOĞRULTUSUNDA VERGİ REFORMU, ÖZELLEŞTİRME, TARIMSAL DESTEKLEME POLİTİKALARI VE KAMU KESİMİNDE İSTİHDAMIN RASYONALİZASYONU konularındaki köklü değişiklikleri sağlayacak önlemler alınacaktır. Ayrıca Sosyal Güvenlik Kurumları'nın mali dengeye kavuşturulmaları ve Yerel Yönetimlerin idari ve mali açıdan güçlendirilmelerine yönelik önlemlerde öngörülmüştür. 

5 Nisan Kararları'nın yer aldığı kitapçığın "Sonuç" bölümün­de aynen şöyle denmektedir:

"Uygulanan bu programla Türk halkının geleceğine umutla bakması ve istikrarlı bir ortamda üretken gücünü uluslararası pa­zarlarda rekabet edebilecek şekilde geliştirmesi hedeflenmektedir. Son yıllarda ulaştığımız refah seviyesini çocuklarımızı ve torunla­rımızı borç altına sokarak sağladık. Bunu sürdürmek mümkün de­ğildir. Süratle tasarruflarımızı artırarak kendimize ve gelecek ku­şaklara daha mutlu bir ülke hazırlamak zorundayız. Bu amaca u-laşmak için katlanacağımız fedakarlıkların bilincinde olmalıyız. Türkiye'nin 2000'li yıllarda uluslararası arenada hak ettiği yere almasını istiyorsak başka çaremiz kalmamıştır. Bu Programı uy­gulamaya koymaya mecburuz."

Başbakan'm 5 Nisan Kararlarını "Cumhuriyet tarihinin belki de en radikal ve cesur kararlarıdır" deyişine katılmamak mümkün değildir. Örneğin programın gerektirdiği mali fedakarlığın toplu­mun tüm kesimlerine dağıtılabilmesi için aşağıda sıralanan olağa­nüstü vergiler getirilmiştir. 

—  Ücretliler dışında kalan Gelir ve Kurumlar Vergisi yü­kümlüleri 1994 yılında beyan ettikleri matrahlar üzerinden ek bir vergi ödeyeceklerdir.

— Net Aktif veya eşdeğer matrah üzerinden bir defaya mah­sus olmak üzere düşük oranlı bir vergi alınacaktır.

— Motorlu kara, deniz, hava taşıtlarından belirli kasko sigorta değeri üzerinde olanlardan bir defaya mahsus olmak üzere ek bir vergi alınacaktır.

— Tek konutu olanlar hariç, birden fazla konutu olanlardan bir defaya mahsus olmak üzere düşük oranlı ek Emlak Vergisi alınacaktır. 

5 Nisan Kararlarının Yol Açtığı Gelişmeler 

Hükümetin açıkladığı "istikrar tedbirleri"ne rağmen spekülas­yon kârı peşinde koşan yabancı ve yerli mali kuruluşları dizginle­mek mümkün olmadı. Uluslararası rating kuruluşu olan Moody's'in Türkiye'nin kredi notunu düşürmesi, Merkez Bankası rezervlerinin azalmaya devam etmesi ve para piyasalarında dolar bazında 2 milyar Dolar kadar likidite fazlası bulunması, 6 Nisan günü dolar'in 40 bin TL'ye yükselmesine neden oldu. Merkez Bankası anında "İnterbank'ta gecelik faizi %1000'e çıkardı. Bu şokun yaşanmasında Hazine Müsteşarı ile Merkez Bankası Başka­nı arasında işbirliği eksikliğinin etkili olduğu kamuoyunda egemen görüş haline gelince Müsteşar Osman Unsal görevden alındı ve yerine Osman Birsen atandı. 8 Nisan günü dolar serbest piyasada 32 bin TL'e düştü. Bankalar üç aylık Hazine Bonosu faizlerine paralel olarak, üç aylık mevduat faizini rekor düzeyde %140'a çıkardılar. 

Kamuoyunda yaşanan mali krizde bankaların büyük payı ol­duğu yargısının sonucu olarak bankalar sıkı denetim altına alındı. Üstelik olağanüstü vergilerde yürürlüğe girmeye başlayınca bazı küçük bankalar TYT, MARBANK ve İMPEXBANK battı. Hükü­met bu bankaların işlemlerini yürütmek üzere İŞ BANKASI ile EMLAK BANK'ı görevlendirirken, "Mevduat Sigortası" kapsa­mını 50 milyondan 150 milyon TL'ye çıkardı. TC Merkez Bankası yasasında değişiklik yapan 25 Nisan 1994'te yürürlüğe giren 3985 sayılı yasa, Bankayı Hükümet karşısında daha güçlü hale getirmiş­tir. Merkez Bankası yasasının "Hazineye kısa vadeli avans" başlı­ğını taşıyan 50. maddesi yeni şekliyle şöyledir: 

"Banka, her yıl cari yıl genel bütçe ödenekleri toplamının, bir önceki mali yıl genel bütçe ödenekleri toplamını aşan tutarının %12'sini geçmemek üzere Hazineye kısa vadeli bir avans hesabı açar. Bu oran, 1996 yılı için %10, 1997 yılı için %6, 1998 yılı ve izleyen yıllar için %3'tür". 

Oysa önceki uygulamada Banka cari yıl genel bütçe ödenekle­ri toplamının %15'ini geçmemek üzere Hazine'ye kısa vadeli a-vans verirdi. Bundan böyle hükümetler bütçe yaparken ve yıl için­de harcarken hesaplarını iyi yapamazlarsa piyasadan yüksek faizle borçlanmak zorunda kalacaklardır. 

Hükümet TL'na güveni artırmak ve tasarrufların bankalara dönmesini sağlamak amacıyla 6 Mayıs 1994'te bankalardaki tüm mevduatların sigorta kapsamına alındığını ilan etti. Ardından ban­kalar arasında faiz yarışı başladı ve küçük bankalar 3 aylık faizi %160'a kadar çıkardı. 

DİE Nisan ayı enflasyonunun tüketici fiyatlarıyla %24,7, top­tan eşya fiyatlarıyla %32,8 olarak ilan etti. "1994 Bunalımı"nın köşe taşı olan Nisan ayında bir rekor daha kırılmış oluyordu. An­cak Mayıs ayı enflasyonu hızla düşerek tüketici fiyatlarında %10 oldu. Bu eğilim yaz aylarında sürdü ve Hükümetin yüzünü güldür­dü. Fakat Eylül-Aralık döneminde aylık enflasyon oranlarının yük­sek çıkmasıyla yılın ikinci yarısı için öngörülen hedef aşılmış oldu. Böylece 12 aylık enflasyon tüketici fiyatlarıyla %125, toptan eşya fiyatlarıyla %149'u aştı. 

Hazine 13 Haziran'da mali tarihimizin en yüksek "şok faiz"ini uygulayarak yıllık bileşik faizi %406 olan üç aylık %200 faizli Hazine Bonosu çıkardı. Bu şok faizle döviz piyasaları bütünüyle durgunluğa itildi. Böylece Haziran-Aralık döneminde Hükümet IMF'e beyan ettiği kur hedefi olan 1$ = 38 bin TL'yi tutturmayı başardı. Aynı dönemde Bono ve vadeli mevduat faizlerinin de tedricen düşmesi mümkün oldu. Bu olumlu sonuç, bankalarda toplam mevduatın %100'e yakın bir artışını da beraberinde getirdi.

Ağustos ayı sonuna gelindiğinde büyüme dışında tüm göster­gelerde olumlu gelişmeler olduğu görüldü. Özellikle ihracatın hız­lanması Merkez Bankası rezervlerinin beklenenin üstüne çıkması ve döviz piyasalarında istikrar sağlanması Hükümet'in itibarını artırdı. Bu gelişmede Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Stand-By anlaşmasının 8 Temmuz'da yürürlüğe girmesinin olumlu ve çok yönlü etkileri olmuştur. Koalisyonun SHP kanadında 2,5 yıl sonra (27 Temmuz) ilk köklü değişiklik yapıldı. Sadece iki eski bakan (F. Sağlar ve M. Moğultay) kalırken diğer 9 bakan değişti. Dışişle­ri Bakanlığına H. Çetin yerine Mümtaz Soysal geldi. 

Başbakan Çiller Cumhurbaşkanı danışmanı Büyükelçi Prof. Emre Gönensay'ı Demirel'in de onayını alarak, "Başbakanlık Ko­ordinasyon Başmüşavirliğine" atanmasını sağladı. Böylece Boğa­ziçi Üniversitesi İktisat Bölümü'nün iki öğretim üyesi ekonominin dizginlerini ele almış oldular (7 Eylül).

Bu arada 1 Ocak 1995'te "7. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın yürürlüğe girmesini erteleyen bir yasa (18 Eylül) çıkartıldı ve 1995 yılını bir ara yıl sayarak "1995 Yılı Geçiş Programı" hazırlayıp 30 Ekim tarihinde yürürlüğe kondu. 

Türkiye 4 Kasım ve 9 Kasım günlerinde ekonomik alanda bü­yük bir bayram yaşadı. Kısa adı GAP olan Güneydoğu Anadolu Projesi'nin önemli bir aşaması olan Urfa Tüneli'ne su verildi. Dünyanın en uzun (24,4 km) tünelini aşan su Harran Ovası'na vardı. 1981'den beri inşaatı süren Tünel'in açılışını Cumhurbaşka­nı S. Demirel yaptı. Benzer coşkuyu bir hafta sonra 14 Kasım'da tüm Avrupalılar yaşadı. Tam 14 yıl süren ve 15 milyar $ harcanan Manş Tüneli içinden geçen ve İngiliz adalarıyla Kıta Avrupasını birbirine bağlayan demiryolu açıldı. 

Kasım ayının bir diğer önemli olayı 14 Kasım tarihinde 4046 sayılı "Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılma­sına Dair Kanun'un yürürlüğe girmesidir. Oysa 5 Nisan Kararları­nın temel yapısal hedeflerinin başında gelen "Özelleştirme"nin yasal ve kurumsal düzenlemelerinin çok daha önce yapılması gere­kiyordu. Geçte olsa Türkiye bir "Özelleştirme" yasasına kavuş­muştu. Yasanın birinci maddesinin öngördüğü Özelleştirme Yük­sek Kurulu" oluşturuldu ve ilk toplantısını 23 Aralık 1994 günü yaptı. Yasanın 3. maddesine göre ÖYK şöyle oluşuyor: Başbakan, Başbakan'ın belirleyeceği bir Devlet Bakanı, Özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanı, Maliye Bakanı ile Sanayi ve Ticaret Ba­kanının katılımıyla toplanıyor ve oybirliğiyle karar veriyor. Alınan kararları, "Özelleştirme İdaresi Başkanlığı" yürütüyor. Kurul'un ilk önemli kararı (3 Ocak 1995) Karabük Demir Çelik Fabrikaları Müessesesi'nin özelleştirilmesi kararıdır. 

Özelleştirme yasasının çıkması döviz piyasalarında yaşanan durgunluk, Aralık ayı başında İMKB'da iki rekor birden kırılma­sında etkili oldu. Borsa'da 2 Aralık günü bileşik endeks 29145 olurken, işlem hacmi de 6,6 trilyona yükseldi. Ancak bir hafta sonra DEP Davası sonuçlan, 9 ay sonra açıklanınca (6 milletvekili mahkumiyet aldı) içte ve dışta bu kararları ülke çıkarlarına ters düşer biçimde yorumlayan veya kullananlar mali piyasaları ve dış ilişkileri olumsuz yönde etkilediler. Örneğin Avrupa Birliği ile gerçekleştirilecek "Gümrük Birliği"nin son karar toplantısı 19 Aralık'ta yapılamadı ve 6-7 Mart 1995'e ertelendi. 

Geçmişte T. ÖzaPın yaptığı bir yanlış 20 Aralık'ta yürürlüğe giren 4059 sayılı yasa ile düzeltildi. Hazine ve Dış Ticaret Müste­şarlığı ikiye bölündü: Hazine Müsteşarlığı ve Dış Ticaret Müste­şarlığı diye. Her ikisi de Başbakanlığa bağlandılar. Hazine Müste­şarlığına, mali tarihimizde ilk kez bir hanım Ayfer Yılmaz atandı. Dış Ticaret Müsteşarlığına ise Nejat Eren getirildi. 

1994 yılının son ayında "Gümrük Birliği"ne giderken, 12 Ey­lül 1963'te imzalanan Ankara Anlaşması ve bu anlaşmaya ek Kat­ma Protokol'ün gereği olarak; ekonomik düzenimizin sağlıklı işle­yişini belirleyecek çok önemli yasa çıkarıldı. 13 Aralık 1994'te yürürlüğe giren 4054 sayılı "Rekabetin Korunması Hakkında Ka­nun" ile mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, kısıt­layıcı ve bozucu anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya ha­kim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını" sağlamak amaçlanmaktadır. Yasa iki ö-nemli örgütün kurulmasını emrediyor: Birincisi "Rekabet Kuru­mu", diğeri "Rekabet Kurulu". Koordinasyon ve uygulama, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'na veriliyor... Rekabet Kurulu'nun oluşturul­ması siyasal çalkantılar ve pazarlıklar nedeniyle ancak Mart 1997'de mümkün oldu. 

VI. Plan Döneminin Değerlendirilmesi (1990-1994) 

Planlı ekonomi tarihimizde ilk kez bir hükümet üstüste iki beş yıllık plan hazırlamıştı. V. Planı hazırlayıp uygulayan Özal Hükü­meti ardından VI. Planı da hazırlama fırsatı bulmuştu. Yani siyasi istikrar vardı ve kamuoyu iyimser beklentiler içindeydi. Fakat plan'ın son yılında yaşanan büyük bunalım hiç şüphesiz uzun yıl­lar konuşulacak ve tartışılacaktır. 

VI. Plan döneminin kısa bir değerlendirmesini yapmak için bazı temel göstergelere göre dönem içinde meydana gelmiş ger­çekleşmeleri kapsayan aşağıdaki tablodan yararlanacağız. 

Tablo XXIII- VI. Plan Döneminde Ekonomik Durum (Milyar $) 

 

Enflasyon

Büyüme

Dış Tica-

Cari İşlem-

Dış Borç

Yıllar

(Top.%)

Hızı (%)

ret Açığı

-9,3

ler Açığı

-2,6

Toplamı

49,0

1990

48,6

9,4

 

 

 

1991

59,2

0,3

-7,5

0,3

50,5

1992

61,4

6,4

-8,2

-0,9

55,6

1993

60,3

8,1

-14,1

-6,4

67,4

1994

149,6

-6,1

-5,2

2,0

65,6

1995

64,9

8,0

-14,1

-2,3

73,2

Altıncı Plan'ı hazırlayan Özal hükümeti ortalama yıllık %7 oranında bir büyüme hızı öngörmüştü. Ancak Planın ikinci yılından itibaren yıllık programlarda büyüme hızı hedefi %5'lere düşürül­müştü. Tablodan görüleceği gibi ve önceki sayfalarda açıklanan nedenlerle, büyüme hızı yıldan yıla büyük dalgalanma göstermiş­tir. "1994 Bunalımı" nedeniyle 1979 ve 1980'de yaşanan negatif büyüme, Planın son yılında bütün acı sonuçlarıyla yeniden yaşan­mıştır. Bu gerilemede tarım sektöründe yaşanan kuraklığa bağlı daralma (%2,4) yanında, sanayide ithal malların fiyatlarının ve kredi faizlerinin büyük sıçrama göstermesi, birinci derecede etkili olmuştur. 

Plan döneminin ilk dört yılında %50-60 arasında bir enflasyo­na razı olmuş bir ekonomik yapı görülürken, 1994 yılında patlak veren krizle rekor düzeyde fiyatlar artmıştır. Toptan Eşya Fiyatla­rıyla %150, Tüketici Fiyatlarıyla %125'lik bir enflasyona teslim olunmuştur. 

Dış ekonomik ilişkilerde 1994 yılı başına kadar TL'nin ya­bancı dövizler karşısında değer kazanması ithalatı cazip hale geti­rirken, ihracatı caydırmış ve dış ticaret açıkları dizginlenemez olmuştur. OECD ülkelerinde yaşanan durgunluk nedeniyle hem mal hem sermaye ithal etmek ve iç piyasada kullanmak çok kârlı olmuştur. Ancak 1994 yılında TL'nin yapılan devalüasyonlarla büyük değer kaybetmesi durumu tersine çevirdi. İthalat daraldı, ihracat rekor düzeyde yükselerek 18 milyar dolara çıktı. Dış ticaret açığı dönemin en düşük miktarına inerken, cari işlemler bilançosu (3 milyar $) artı bakiye verdi. Ancak bu bakiyenin maliyeti çok yüksek oldu. Zira TL, Dolar karşısında 1994 yılında %162, D.Mark kaşsında %193 oranında değer kaybetti. Oysa ülkeyi yö­netenler zamanında bilinçli ve planlı biçimde azami %100'lük bir devalüasyon yapabilseydiler iç ve dış dengeler böylesine alt üst olmayabilirdi. 

Tablo XXIV- Parasal Göstergeler (TL) 

Yatırım aracı

1994 başı

1994 sonu

Değişim

(%)

Gerçek Değer (%)

Külçe

183.000

474.500

159,3

15,0

Cumhuriyet

1230.000

3.190.000

159.4

15.0

Dolar

14.835

38.850

161.9

16.1

Mark

8.535

25.050

193,5

30,2

Sterlin

21.750

60.700

179.5

23,8

İsviçre frangı

10.000

29.500

195,0

30,8

Fransız frangı

2.510

7.250

188.8

28,1

Borsa

20682.89

27257,14

31,79

38,8

Memur Maaşı

2587.000

4041.000

55,2

30,7

Altıncı Plan'ın sonunda Türkiye üç rakamlı enflasyon negatif büyüme ile "stagflasyon" içinde ve "iki açıklı bir model'le ayakta durmaya çalışmaktadır. İç borçlar 800 trilyonu, dış borçlar 65 milyar doları aşmış, buna rağmen büyüme yok işsizlik ve yoksullaş­ma devam ediyor. Küçük bir azınlık ise faiz temettü,kira ve kâr gelirlerini katlamaya devam ediyor. 

Kötü yönetilen, yağma edilen veya insan deposu haline gelmiş zarar eden KİT'lerin özelleştirilmesi, son iki yılda planlanan he­deflerin tümüyle gerisinde kalması, "kamu finansman açığı'nın aşağıya çekilmesini engellemekte; "kayıt dışı ekonomi"nin boyut­larının giderek büyümesi, vergi yükümlülerini bir çeşit vergi ka­çırma yoluyla haksız rekabete karşı savunmaya itmektedir. Vl'ncı Plan döneminde makro ekonomik dengelerin sağlanmasında para ve maliye politikaları uyum içinde uygulanamamış; dış ticaret ve sermaye hareketleri serbestleştirildiği halde yurtiçi makro politi­kaların uluslararası konjonktürdeki gelişmelerle tutarlılığının sağ­lanamamasının önemi ortaya çıkmamıştır. Ekonominin içinde bu­lunduğu yapısal sorunların aşılması ve sürekli büyümenin temel öğesi olan verimliliği artıracak ortamın yaratılması ertelenmiştir. 

1995 yılına girerken vatandaşı iyimser düşünmeye iten iki bü­yük beklenti vardı: Birincisi artık bir özelleştirme yasamız var, özelleştirme hızlanacak KİT'lerin yükü azalmaya, dolayısıyla ka­munun borçlanma gereği düşecek. İkincisi "Gümrük Birliği" ger­çekleşecek, ekonomi, yeni bir ivme kazanacak. Bu yalpısal deği­şiklikler yanında Türkiye'de zihniyet değişikliğine de ihtiyaç var­dı. Çalışmadan kazanan, kazandığı halde vergi vermeyen, üretme­diği halde tüketen bu toplumsal yapıyı ve zihniyeti de değiştirme­miz gerekiyordu.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005