Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

İkinci Dünya Savaşı Yıllarında ve Sonrasında Ekonomik Durum 

1930'lu yılların başından itibaren Japonya, İtalya ve Almanya hızla silahlanmaya başladı. Önce Japonya 1931'de Mançurya'yı, 1937'de de Çin'i işgal etti. Sonra İtalya 1936'da Habeşistan'ı ele geçirdi. Arkadan dünyayı ele geçirme hayalleri içinde olan Hitler'e sıra geldi. Mart 1938'de Avusturya'nın Nazi Başkanının çağrısı üzerine, Alman Nazi Ordusu bu ülkeye girdi. Eylül 1938'de Al­manlar Çekoslovakya'nın bir kısmını işgal ettiler. 14 Mart 1939'da tamamını ele geçirdiler. Almanya ve İtalya "mihver devletler" cephesini kurdular. Almanlar savaş ilan etmeden, 1 Eylül 1939'da Polonya'ya girdiler. Polonya karşı koyunca II. Dünya Savaşı baş­ladı. Polonya ile yardım anlaşması imzalamış bulunan İngiltere ve Fransa da Almanya'ya savaş ilan ettiler. Almanlar Polonya'yı Ruslar ile paylaşırken, Amerikalılar tarafsızlıklarını ilan ettiler. Fakat ABD'nin tarafsızlığı kısa sürdü. Önce Eylül 1940'ta Japon­ya, Almanya ve İtalya arasında karşılıklı askerî yardımlaşmayı öngören üçlü "mihfer" anlaşması imzalandı. Sonra 7 Aralık 1941 sabahı Japonlar 360 uçakla ABD'nin Pasifik'teki deniz ve hava üssüne saldırdılar. İki saat içinde 14 savaş gemisini hatırdılar, 350 uçağı parçaladılar ve 3600 askeri öldürdüler. ABD hem Japonya hem de Almanya ile savaşmak ve Japonya'yı durdurmak için ise 6 ve 9 Ağustos 1945 Hiroşima ve Nagasaki'ye atom bombası atmak zorunda kaldı. 2 Eylül'de Japonya teslim oldu. 

Savaş ABD'yi tek güç haline getirirken bu ülkenin parası da a-nahtar para durumuna geldi. Avrupa'daki faşist yönetimlerin baskısın­dan kaçan Musevi kökenli bilim adamları ABD'nin bilim ve teknoloji alanında da önder ülke olmasına büyük katkı sağladılar. 

Almanlar Yugoslavya ve Yunanistan'ı ele geçirip Türkiye sı­nırına kadar gelmiş olmalarına rağmen, Türkiye bu büyük Savaşın dışında kalmayı başarmıştır. Dünya tarihinde eşi görülmemiş dü­zeyde asker ve. sivilin ölümüne yol açan bu savaşta Türkiye insan kaybetmemiştir. Türkiye 23 Şubat 1945'te Almanya'ya savaş ilan etti. Hitler 30 Nisan 1945'te intihar etti. 7 Mayıs 1945'te Almanya teslim oldu. Kesin olmamakla birlikte 7 milyonu Almanya'daki kamplarda olmak üzere 50 milyon civarında insan öldü. Birinci sırada 20 milyonla S. Rusya, sonra 8 milyon ile Çin, 5 milyon ile Polonya ve 4,5 milyon ile de Almanya...

Şimdi kısa başlıklar halinde önce Savaş yıllarında (1939-1945), ardından Savaş sonrası dönemde (1945-1950) Türkiye'de ekonomik olayları ve sonuçlarını değerlendirmeye çalışacağız. 

Devletçiliğin Duraklama Yılları (1939-1945) 

Dünyada sıcak savaşın adım adım ilerlediği günlerde Türk ulusu, 10 Kasım 1938'de Büyük Kurtarıcı'sini kaybetmişti. Ülke son sekiz yılda Devlet öncülüğünde planlı sanayileşme uygulama­sıyla tamamlanan bir atılım göstermişti. Atatürk'ün rehberliğinde siyasal, sosyal, kültürel ve iktisadi reformları ardarda gerçekleşti­ren genç Türkiye Cumhuriyeti, artık çağdaş uygarlık hedefine A-tatürk'süz yürümek zorundaydı.

 Atatürk öldüğünde Celal Bayar Başbakandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, oybirliği içinde Cumhurbaşkanlığına İsmet İnö­nü'yü seçti. İnönü, Bayar Hükümetinin göreve devam etmesini

istedi. Gerek iktidar partisi olan CHP içinde ve gerekse kamuo­yunda İnönü-Bayar beraberliğinin zoraki olduğu biliniyordu. Nite­kim 25.1.1939'da C. Bayar, Hükümetin istifasını açıkladı. İnönü, istifayı kabul ettikten sonra Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam'ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Saydam Hükümeti'nin progra­mında üç ana konu ağırlık taşımaktaydı. Demiryolu yapımının programa göre devam ettirilmesi, Devletçilik ilkelerine bağlılığın sürdürülmesi ve "denk bütçe politikası "nın titizlikle uygulanma­sı... 

Bu arada 23 Haziran 1939'da Hatay'ın Türkiye'ye katılma­sıyla ülke yüzölçümü 767.119 km2, nüfusu da (1940 sayımına gö­re) 17.820.950'ye çıkmıştı. 

Savaş ekonomisi nedeniyle iktisadi yatırımlar durmuştu. Yine de 1932-1939 yılları arasında Devletçilik uygulamaları çerçevesin­de kamu iktisadi kuruluşlarının sayısı 31'den lll'e çıkmıştı. Av­rupa'da savaş başlayınca, Türk hükümeti yaklaşık bir milyon ça­lışma yaşındaki insanı silah altına aldı. Bir yanda üretim faaliyetle­ri için yetişmiş işgücü ve kaynak sıkıntısı artarken, diğer yandan ülkenin tüketim harcamaları hızla yükseldi. Toplam talep karşısın­da toplam arz yetersiz kalınca, enflasyon oranındaki artış Hükü-met'in denetiminden çıktı. 1929 Büyük Bunalımı'nın tersine, bu kez tarım ürünleri fiyatları hızla yükselmeye başladı. Örneğin buğ­dayın fiyatı 13,5 kuruştan 100 kuruşa, zeytinyağı kilosu 85 kuruş­tan 350 kuruşa fırladı. Fiyatlar genel endeksi 1938-1943 arasında 5 misli yükseldi. 1940 yılında 17 milyon olan nüfusun %24'ü kent­lerde geri kalanı kırsal kesimde yaşıyordu.

İç fiyatlardaki bu artış, devletin her türlü tüketim malları piya­salarında büyük miktarlarda ve hacimde satın almalarda bulunma­sının etkisiyle olmuştur. Üreticiler ve toptancı büyük tüccarlar stokçuluk, karaborsa gibi yollarla büyük kazançlar sağladılar. TC Merkez Bankası, artan fiyatlar karşısında kamu kuruluşlarının artan kredi ihtiyaçlarını karşılamak için, kredi tahsislerini her yıl büyütmek zorunda kalmıştır. 1938'de 89 milyon olan kredi hacmi 1944'te 773 milyona yükselmiştir. Buna bağlı olarak para arzı da 219 milyondan 995 milyona çıkmıştır. Atatürk ve İsmet İnönü'nün birlikte taviz vermeden uyguladıkları "denk bütçe ve sağlam para'" politikaları artık işlemez olmuştu. 

1940 yılında İngiltere ile yapılan Ödemeler Anlaşması ile Li-ra-Sterlin ilişkisi koşullara bağlı olarak, sabit bir tanımla 1£=520 kuruş olarak belirlendi. Ancak piyasa fiyatı bu resmi fiyatın çok üstündeydi. Mayıs 1941'de bir altın lira 28 kağıt lira idi. Cumhuri­yet Altını savaş öncesinde 10,78 lira iken 1942'de 32 lira oldu. 

Kısaca, bu savaşın doğurduğu olumsuz koşullar nedeniyle 1938-1943 dönemini kapsayacak şekilde hazırlanmış olan II. Beş Yıllık Sanayi Planı'nın uygulamaya konması mümkün olmamıştır. Dolayısıyla ülkede bu dönemde yatırımlar durmuş, üretim kapasi­tesi yerinde saymıştır. İthalat zorluklan nedeniyle bazı üretim dal­larında üretim düşmüştür. İşsizlik, askere alma yoluyla giderilmiş­tir. 

Ord. Prof. Dr. Ö. C. Saraç'ın değerlendirmelerine göre, savaş yıllarında CHP Hükümetleri'nin iki temel iktisat politikası olmuş­tur: 1) Mal kıtlığının doğurduğu sıkıntıları hafifletmek, 2) Bazı kimselerin bu durumdan yararlanarak aşırı kazançlar sağlamalarını önlemek... Bu iki ana hedefe varmak için Devlet'in ekonomiye müdahaleleri artmıştır. Refik Saydam Hükümeti'nin 1940 yılının başında (26 Ocak) yürürlüğe koyduğu "Millî Müdafaa Kanunu" Hükümete ekonomi ve savunma alanında sınırsız diyebileceğimiz yetkiler vermiştir. 1941 yılına gelindiğinde Hükümet, bazı malların iç ve dış alım-satımını yapmak üzere Ticaret Bakanlığı'na bağlı olarak Ticaret Ofisi, ve Petrol Ofisi gibi kuruluşları faaliyete geçir­di. Ticaret Ofisi gıda ve temel tüketim malları, Petrol Ofisi ise petrol ürünleri ticaretinde tam yetkili kuruluşlar haline getirildiler. 

Ayrıca 21 Mayıs 1941'de 4036 sayılı kanun ile Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü kuruldu. Daha sonra bu kuruluşun adı Tekel Genel Müdürlüğü olarak de­ğiştirildi.

Zonguldak havzasındaki tüm kömür yatakları 1940 yılında millileştirilerek Etibank tarafından kurulan Ereğli Kömür İşletme Müessesesi'ne devredilmiştir. Aynı yıl içinde Raman'da petrol bulunması ülkeyi sevince boğmuştur. 

Hükümet dış politikada başarılı olup ülkeyi savaş dışında tu­tarken, içerdi büyük tüccar ve büyük çiftçilere karşı her türlü çare­ye başvurulduğu halde, netice alamıyordu. Bu durumu Prof. Dr. Yahya S. Tezel şöyle ifade ediyor: "Ardarda yayınlanan kararna­melere adeta meydan okurcasına hızlanan karaborsa ve ihtikar süreci Hükümet 'in sıkıntılarını artırıyordu. Bir yandan temel tü­ketim mallarında ciddi kıtlıklar içinde kalan geniş halk yığınları sefalete itilirken, öte yandan büyük vurgunların vurulması, yöneti­ci kadronun bazı kesimlerinin tüccarlar ve büyük toprak ağalarına karşı tavır almalarına yol açtı. " 

Köy okullarına öğretmen ve eğitmen yetiştirmek, kırsal kesi­min kalkınmasında etkin bir görev üstlenmek üzere 17 Nisan 1940'da Köy Enstitüleri (3803 sayılı kanun) kuruldu. Bu yeniliğin ve gelişimin arkasında Cumhurbaşkanı İ. İnönü, Milli Eğitim Ba­kanı H. A. Yücel ve eğitimci İ. H. Tonguç vardı. Köy enstitüleri kuruldukları yörenin sosyo-ekonomik yapısının değişmesinde be­lirleyici olmuşlardı. Büyük kentlerden uzak kırsal bölgelerde ku­rulan bu okullarda köy öğretmeni yetiştirmek ana hedef idi. Ensti­tülerde ilkokuldan sonra 5 yıllık bir öğretim programı uygulan­maktaydı. Bu süre içinde 114 hafta "kültür", 58 hafta "tarım" ve 58 haftada "teknik" derslere yer veriliyordu. Teknik dersler sanat ve atölye dersleri olarak uygulamalı bir şekilde yürütülüyordu. Bu enstitülerde toplam 15.000 öğretmen ve 2.000 kadarda sağlıkçı yetiştirildi. 

H. Ali Yücel'den sonra Milli Eğitim Bakanı olan Reşat Şem­settin Sirel zamanında önce bu enstitülerin yüksek kısımları kapa­tıldı. Sonrada teker teker enstitüler klasik öğretmen okullarına dönüştürüldüler.

Savaşın üçüncü yılına, yani 1942 yılına gelindiğinde, Türki­ye'de büyük sermaye sahipleriyle Hükümet arasındaki soğuk savaş yeni boyutlar kazanmıştı. Özellikle, büyük halk çoğunluğunun temel gıda maddesi olan ekmek üretim ve dağıtımında ortaya çıkan yetersizlikleri ve karaborsayı gidermek için 1942 yılının Ocak ayında, önce Ankara'da hemen ardından İstanbul'da ekmek karne­ye bağlandı. Karneyle kişi başına 300 gr. ekmek alınabiliyordu. Fakat durum hızla kötüleştiğinden Nisan ayından itibaren miktar 175 gr'a indirildi. Bu durum 1 Eylül 1944 tarihine dek devam etti. Ekmek yanında çay ve şeker kıtlığının ve karaborsasının da sürdü­ğünü hatırlamalıyız. 

Hükümet Milli Koruma Kanunu'nda gerekli düzeltmeleri sağlayarak, sanayi kuruluşlarının neleri hangi miktarlarda ürete­ceklerini ve tarımda büyük çiftçilerin neler yetiştireceklerini be­lirlemeye başlamıştır. Bu arada beklenmedik bir olay, Temmuz 1942'de Başbakan Refik Saydam'ın ölümü, hükümet değişikliğine yol açtı. Yeni Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve yeni Ticaret Bakanı Behçet Uz, özel sektörle ekonomik savaşı sürdürmek istemedikle­rini göstermek için gıda ve tarım ürünleri piyasaları üzerindeki Devlet denetimini asgariye indirdi. Fakat özel sektör barıştan yana görünmedi ve fiyatlar hızla tırmanmaya başladı. Bu gelişme karşı­sında Devlet'in tepkisini Cumhurbaşkanı İ.İnönü 1942 yılında Meclisi açarken, şöyle dile getiriyordu:

"Şuursuz bir ticaret havası, haklı sebepleri çok aşan bir pahalılık belası...Bulanık zamanı bir daha ele geçmez fırsat sayan eski çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs etti­ğimiz havayı ticaret metası yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu tüccar... büyük bir milletin hayatına küstah bir surette kundak koymaya çalışmaktadır... " 

1- Varlık Vergisi Öncesi ve Sonrası 

Avrupa'da savaşan ülkelerde kamu ve özel sektörün tam bir dayanışma ve işbirliği içinde olduğu dönemde, belki de savaş dı­şında kaldığı için, Türkiye'de bu iki kesim arasında 1942 yılının Kasım ayında köprüler havaya uçuruldu! Cumhuriyet'in ilanından beri ülke yönetimini elinde tutan CHP, Meclis dışından gelen bu sert muhalefet karşısında Başbakan Ş. Saraçoğlu'na destek vere­rek, 12 Kasım 1942 tarihinde 4305 sayılı "Varlık Vergisi" kanun tasarısının kabulünü sağladı. Yasa olağanüstü koşullar nedeniyle "...bir defaya mahsus" olarak çıkarılmıştı. Verginin oranı ve mat­rahı kanunla belirlenmiş bir "servet vergisi" idi. Başbakan Ş. Sa­raçoğlu'na ve Maliye Bakanı Fuat Ağralı'ya göre yasayla şu so­nuçları almak amaçlanmıştı: 

— Enflasyonla mücadele için tedavülden para çekmek,

— Savaş yıllarında "çokpara kazanmış olanlardan " vergi almak,

— Devlet gelirlerini artırmak.

Bir başka gerekçeyi eski başbakanlardan ve o dönemin CHP i-çinde görevli olan S.Hayri Ürgüplü anılarında Başbakan ve Maliye Bakanı'ndan naklen şöyle anlatıyor: 

"İstiklal Savaşı'ndaki fedakârlığa benzer bir fedakar­lığın zorunlu olduğunu kesin bir dille ve heyecanla belirtti­ler. İstiklal Savaşında işgal altındaki İstanbul ve İzmir 'den gerekli yardım alınamamıştır. Şimdi en büyük fedakârlık oralardan gerekmektedir." 

Yasa ile 15 günde 500 milyon TL toplanabileceği öngörül­müştü. Vergisini zamanında ödemeyenler için bedeni cezalar sözkonusu idi. Örneğin çeşitli kamu altyapı yatırımlarda çalışma gibi. Bu uygulama çerçevesinde İstanbul'dan Aşkale'ye çalışmaya gönderilenler oldu. Yabancı devletlerin vatandaşlarına tahakkuk ettirilen vergiye, ilgili ülkeler itiraz etti. İstanbul'da yaşayan ya­bancılara 80 milyon vergi kesildi, pazarlıklar sonunda vergi mikta­rı 17 milyona indirildi. 

Varlık Vergisiyle tahakkuk ettirilen vergiye itiraz hakkı, tem­yiz yolu tanınmamıştı. Kimlerin ne kadar vergi ödeyeceğine "Tak­dir Komisyonları" karar veriyordu. 

Bu vergi uygulamasıyla yaklaşık 3873'ü yabancı olan toplam 114 bin yükümlüye, 465 milyon TL vergi tahakkuk ettirildi. Ancak tahsilat 314 milyon TL düzeyinde kaldı. Vergilendirilecek yü­kümlülerin listesini Maliye Müfettişleri hazırladı. İstanbul'da top­lanan müfettişlerin başında Şevket Adalan, yanında Sıtkı Yırcalı, Sait N. Ergin, Muhittin Gürün, İhsan Baç, Bülent Yazıcı, Fazıl Ağan, Memduh Aytür, Cahit Kayra gibi mali tarihimizde iz bıra­kan isimler vardı. Büyük çoğunluğu azınlıklardan olmak üzere, yükümlülerin %70'i İstanbullu idi. Bu durum, özellikle İstanbul'da azınlıkların servetlerinin bir kısmının Müslüman-Türk işadamları­nın eline geçmesine olanak verdi. Hükümet içten ve dıştan gelen yoğun baskılar karşısında uygulamayı 1943 yılında durdurdu. Bu vergiyi ödeyen müslim ve gayri müslim aileler, o günden itibaren CHP yönetimine karşı bilinçli ve örgütlü mücadeleye girişti. Önce bir muhalefet partisi olarak Demokrat Parti'nin doğuşunda, sonra bu Partinin 1946, 1950 ve 1954 genel seçimlerinde başarılı olması için çalıştılar. Vehbi Koç "Hayat Hikayem" adlı kitabında Varlık Vergisi uygulamasında 600 bin TL ödediğini söylüyor.

Hükümet bütçe açığını Varlık Vergisi yoluyla elde ettiği ek gelirlerle kapatamayınca sıkı para politikasını bırakarak para bas­maya girişti. Ülke böylece Cumhuriyet Döneminde ilk kez enflasyon süreciyle karşı karşıya kaldı. Bu süreç ülkede yeni zenginlerin o zamanki deyimiyle "Hacı Ağaların" ortaya çıkmasına olanak verdi. 

1943 yılından Savaşın bittiği 5 Mayıs 1945 tarihine kadar Türkiye'de bir yanda "savaş zenginleri''nin sayısı artarken, diğer yanda halkın büyük çoğunluğu yoksullaşmaya devam etti. Sara­çoğlu Hükümeti, 1944 yılında "savaş sonrası kalkınma plan ve programı"mn hazırlanmasına girişti. Hazırlanan rapor 7 Mayıs 1945'te Hükümetin onayına sonuldu. Rapor, savaş ekonomisinden barış ekonomisine geçişi kolaylaştıracak önlemler yanında, II. Sanayi Plan'ında yer alan ana ilke ve hedeflere de yer veriyordu. Ek olarak, ülke içinde bölgesel uzmanlaşmayı ve enerji kaynakla­rını sanayi tesislerinin etrafında toplamayı öngörmekteydi. Bu planın teknik çatısını "Kadro Hareketi''nin iki önemli temsilcisi, Şevket S.Aydemir ile İsmail H.Tökin kurmuştu. Birincisi Sanayi Tetkik Dairesi Başkanı, ikincisiyse Sümerbank'ın müşaviriydi. 

Savaş yıllan uygulamalarını değerlendiren İ.İNÖNÜ şöyle diyor: "Devlederin iktisadi doktrinleri ne olursa olsun, ister kapitalist, ister sos­yalist olsunlar "savaş ekonomisine" geçince ekmeği vesika ile dağıtmaya başlıyorlar. Bizde öyle yaptık. Yalnız bu dağıtım işi ciddi titiz bir örgüt­lenme gerektiriyor. Biz bu örgütlenmede yeteri kadar başarılı olamadık. Sonuç olarak da darlık ve pahalılık kendini gösterdi..." 

2- Savaşın Ekonomik Sonuçlan 

II. Dünya Savaşı yıllarında mal ve hizmet piyasalarında hü­kümeti çok zor duruma sokan büyük kıtlıklar ortaya çıktı. Devletin sanayi sektöründe egemenliğine karşın tarımsal ürünler piyasasın­da etkili olamaması bu piyasalarda devletle üreticileri karşı karşıya getiren olumsuz gelişmeler yaşandı. 1939-1946 arasında ekonomi­nin temel göstergelerine bakarak yaşanan bu büyük istikrarsızlığın boyutlarını görmek mümkün olmaktadır. 

Tablo VII- Savaş Yıllarının Ekonomik Göstergeleri 

Yıllar

Büyüme Hızı

Enflasyon

1939

6,9

4,8

1940

-4,9

22,7

1941

-10,3

40,7

1942

5,6

92,1

1943

-9,8

74,0

1944

-5,1

22,8

1945

-15,3

54,1

Dönem içinde 1942 yılındaki %5,6'hk büyüme dışında her yıl ekonomi küçülmüştür. Ekonomi tarihimizde 3 yıl üstüste negatif büyüme hızı bu dönemde yaşanmıştır. 

Türkiye, insanlık tarihinin en kanlı savaşının sürdüğü 1939-1945 yılları arasında savaş dışında kalmanın sınırlı da olsa yararını görmüş ve bu dönemde önemli altın ve döviz rezervleri birikmiştir. Dönem içinde, 1942 yılındaki duraklama hariç tutulursa, her yıl dış ticaret artan oranda fazlalık vermiştir. Bunda, ithalatın zamanında ve istendiği kadar yapılamamasının etkili olması yanında, Türk ihraç mallarına dış talebin artması ve fiyatlarının yükselmesinin de payı büyüktür. Özellikle silah sanayiinde önemli bir ara malı olan krom ihracımızdan, büyük döviz elde edilmiştir. 

Türkiye 1939'da dünya krom üretiminin %16'sını temsil edi­yordu. Savaş yıllarında İngiltere ve ABD Türkiye'nin özellikle Almanya'ya krom ve benzeri hammadde ihracını engellemeye çalıştılar. Ancak Dışişleri Bakanlığfnın başarılı politikalarıyla "Ticarette Karşılıklı Çıkar" ilkesi çerçevesinde iki bloğa da her yıl artan fiyatlarla Türkiye krom ihracatı yapabilmişti. 

Dış ekonomik ilişkilerdeki bu olumlu gelişmelere karşılık i-çerde tarım ve sanayi sektörlerinde özellikle girdi ve işgücü kıtlığı nedeniyle üretim yetersiz kalmış olduğundan, toplam GSMH ve kişi başına GSMH düşmüştür. Prof. Dr. F. Ergin'in tesbitlerine göre 1938 fiyatlarıyla millî gelir 1942'de 1 milyar 875 milyon lira, 1943'te 1 milyar 389 milyon lira ve 1944'te 1.659 milyon lira ola­rak hesaplanmıştır. Bu durum, fiyatlar genel düzeyinin sürekli yükselmesinin temel nedeni olmuştur. 1939-49 yılları arasında para arzı 5 kat artarken, devletin iç borçları toplamı 14 kat artmış­tır. 

İkinci Dünya Savaşı bitmeden, 44 ülkenin temsilcisinin katıl­dığı bir iktisadi konferans ABD'de Bretton Woods şehrinde top­landı. 1 Temmuz 1944'te imzalanan Bretton Woods anlaşmasıyla, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) kurulması kabul edildi. Bu kuruluşların birincisi uluslararası para sisteminin işleyişini düzenleyecekti. İkincisi ise Avrupa'nın imar ve kalkınma çabalarına katkıda bulu­nacak, sonraki yıllarda da gelişmekte olan ülkelere teknik ve mali yardım sağlayacaktı. Bu tarihten sonra, ülkeler paralarını Dolar'a göre tanımladılar. Böylece dünya ekonomisinde ABD'nin yani dolann egemenliği kurulmuş oldu. 1973 yılma dek bu egemenlik sürdü. 

II. Dünya Savaşı sona erdiğinde Avrupa ülkelerinin altın stoklan tükenmiş, ABD'nin stokları artmıştı. Çünkü savaş yılların­da Avrupa ülkeleri ABD'den yaptıkları ithalatı altınla ödemek zorunda kalmışlardı. 

Bu aşamadan itibaren Türkiye, dış ekonomik ilişkilerinde ABD kaynaklı telkin ve isteklere uygun yeni düzenlemelere gitmek durumunda kalmıştır. 

Tablo VIII- Türkiye'nin Savaş Yıllarında Dış Ticareti (Milyon Dolar) 

Yıllar

İhracat

İthalat

Fark

1939

99,6

92,3

7,1

1940

80,9

50,0

30,9

1941

91,1

55,3

35,8

1942

126,1

112,9

13,2

1943

196,7

155,3

35,8

1944

177,9

126,2

51,7

1945

168,3

97,0

71,3

1946

214,6

118,9

95,7

Savaş yıllan boyunca Türkiye'nin dış ticareti toplam olarak gelişmiştir. Ancak hem ihracatımız hem de ithalatımız iki taraflı alınan anlaşmalarla yürütülmüştü. Bu gelişmenin temel nedeni fiyat avantajıdır. Böylece dış ticaret dengesi, dönem boyunca ve sürekli artan oranda fazlalık vermiştir. Özellikle dünya hammadde fiyatlarının yükselmesi sonucu Türkiye'nin dış ticareti reel olarak azaldığı ve binbir güçlüklerle yapıldığı halde, değer olarak artmış­tır. Başlıca ihraç ürünleri arasında krom, bakır, pamuk, tiftik, bitki­sel yağlar yer almaktaydı. 

Savaş sonrası dönemde yapılan devalüasyon sonunda, ilke ola­rak ihracatın artacağı beklenmiştir. Oysa 1947 yılından itibaren ihracat dengesizlik gösterirken ithalat sürekli artma\ a devam etmiş ve dış ticaret açık vermiştir. 

Tablo IX- Dış Ticaret 1947-50 (Milyon $) 

Yıllar

İhracat

İthalat

Fark

1947

223,3

244,6

-21,3

1948

196,8

275,4

-78,8

1949

247,8

290,2

-42,4

1950

263,4

285,6

-22,2

Cumhuriyet'in ilk yıllarında Dış Ticaretimizde İtalya ve İn­giltere önem taşırken daha sonra Almanya giderek önem kazan­mıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra ise ülkenin dış ekonomik ilişkilerinde her alanda ABD'nin yeri ve önemi tartışılmaz hale gelmiştir. 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005