Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Vergileme İlkeleri

Vergileme ilkeleri, ayrı ayrı vergilerden veya bir vergi sisteminden beklenen ekonomik, sosyal ve mali fonksiyonların gerçekleşebilmesi için vergi bileşiminin oluşturulmasında, tekniğinde ve uygulanmasında dikkat edilmesi geren, uzun yılların deneyimi sonucu ortaya çıkmış ve/veya iktisadi ve mali düşünce sistemi içinde önerilmiş temel unsurlar veya kurallardır. Vergileme ilkeleri ve vergilemenin temel esasları ile, vergilemede uyulacak kurallar ve vergilemeden beklenen amaçlar ifade edilmektedir. Vergileme ilkeleri, olması gereken yönüyle ele alındığında ayrı bir anlam ve önem kazanır; zira bu, çeşitli vergi fonksiyonlarının etkili ve uyumlu bir şekilde uygulanmasına imkan veren "iyi bir vergi sistemi"nin kurulmasına yardımcı olmaktadır. 

İyi bir vergi veya vergi sistemin kurulmasına imkan veren bu ilkeler maliye ilminin doğuna kadar uzanmaktadır. Diğer mali olay ve unsurlar gibi vergileme ilkelerinin de zaman içinde önemli bir nitelik değişimine uğradığını belirtmek gerekir. Bu anlayışa bağlı olarak vergileme ilkeleri çeşitli şekillerde tasnif edile gelmiştir. Bu tasniflerden Adam SMİTH' in tasnifi ve bu tasnif içinde belirtilmiş ilkeler bugün için bile geçerliliğini korumaktadır. Diğer sosyal olaylarda olduğu gibi vergileme ilkeleri konusunda da, konunun daha iyi anlaşılabilmesi bakımından, çeşitli görüş ve yaklaşımlar sonucu ortaya konmuş değişik sınıflandırmalar verilecek ve bu sınıflandırmalar içinde belirlenmiş vergileme ilkeleri ayrıca izah edilmeye çalışılacaktır. 

Bir vergi sisteminin tamamının gözden geçirildiği, diğer bir ifadeyle büyük bir vergi reformunun yapıldığı sırada vergi kanunlarını yeniden düzenleyenler bunların vergi adaletine verimliliğine ve ekonomik gelişmeye engel olmaması gibi başlıca vergileme ilkeleri esaslarına uygunluğunu da dikkate almak zorundadırlar. Bir vergi sisteminin başarısı veya başarısızlığı vergileme sırasında uygulanan vergileme ilkelerine göre ölçülmektedir.

 Vergileme ilkeleri iktisadi, sosyal ve ahlaki vb. yönlerde etkin olmayan vergi şekilleri ve tekniklerini ortadan kaldırmak ve bunların yerine daha etkililerinin vergi sisteminde yer almasını sağlamak arzusu ile ortaya çıkmıştır (Neumark, 1975, s. 19). Vergi sistemleri vergileme ilkeleri ile değerlendirilmekte ve bu ilkeler optimal vergileme teorisini oluşturmaktadır (Rosen, 1995, s.356). Değişmez karakterli olmayıp, zamana ve şartlara göre yeniden formüle edilebilen vergileme ilkelerinin temel özellikleri;

- Vergileme ilkeleri, uyulması gerekli normatif ilkeler niteliğindedir. Bu nedenle bu ilkeler "olanı" değil, "olması" gerekeni ifade ederler. 

-  Vergilemenin normatif yönü olarak kabul edilen vergileme ilkeleri her çağa ve her ülkeye göre değişebilmektedir. Vergileme ilkeleri ülkelerin ekonomik ve sosyal şartları, teknolojik imkanları, toplumun dünya görüşü ve zihniyeti, hukuk bilincinin oluşum seviyesi ve kamu hukukunun durumu ile yakından ilgilidir. 

-  Verginin niteliği, tekniği zaman ve mekana göre değiştiği gibi "olması gerekeni" ifade eden vergileme ilkeleri de değişebilmektedir. Bu nedenle vergileme ilkeleri belirli ekonomilere ya da belirli dönemlere göre farklı olabilmektedir. 

-  Vergileme ilkelerinin nisbi bir önemi vardır. Her bir ilkenin önemi ve değeri diğerlerinin önem ve değerleri ile çok sıkı bir ilişki içindedir. Dolayısıyla vergileme ilkelerinin olduğundan her biri tek tek değil, birlikte ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. 

Vergilemede belirli bir amaç için geçerli olabilecek bir ilke başka bir amaç için geçerli olmayabilmektedir. Dolayısıyla farklı amaçların gözetilmesi halinde farklı vergileme ilkeleri hakim kılınması nedeniyle "ülkelerarası çatışma" ya yol açılabilmektedir. Ancak uygulamada hiçbir vergi sisteminde bütün ilkelere aynı anda tam olarak uyulması beklenmemektedir. Bütün bunlara rağmen günümüzde aşırılıklara kaçmayı engelleyen ilkeler vergilemenin anayasal normları haline gelmişlerdir. Bu normlara uygun hareket edilmesi gerek mevzuat gerekse uygulama açısından başarılı sonuçların alınmasına yardımcı olmaktadır. 

Devletin varlığının temel koşulu olan vergi, milletlerin varlıklarını bağımsız ve güçlü olarak sürdürmelerini sağlayan en önemli araçlardan biridir. Devletin yükümlülüklerindeki sürekli artış kaçınılmaz olarak vergilerin yükseltilmesini gerektirmiştir. Yönetimler hem vergi gelirlerini artırmak hem de mükelleflerin tepkilerini engellemek için sürekli yeni arayışlar içinde olmuşlardır. 

Vergileme ilkeleri konusunda yapılan çalışmalar maliye ilminin doğuşuna kadar uzanmaktadır. Objektif bir olay sayılan vergi nasıl gerek niceliği ve gerekse fonksiyonları bakımından zorunlu bazı değişikliklere uğramışsa ekonomik, mali ve sosyal nitelikler taşıyan vergileme ilkeleri de zaman içinde değişikliğe uğramıştır.

Ortaçağdan günümüze kadar vergileme ilkelerine ilişkin esas görüşler felsefeci, ekonomist ve siyasal teorisyen gibi sayısız yazarın eserlerinde rastlanmaktadır. Bu görüşlerde bağımsızlık ve egemenlik yada vatandaş ve toplum arasındaki bütün ilişkiler yönünden vergi ödeme görevi veya ödeme gücünün belirlenmesi en somut biçimde yer almıştır. 

Modern vergi teorisinin eşitlik ve egemenlik ilkeleri bu dönemin din bilginleri (konalistler) tarafından geliştirilen Hıristiyanlık felsefesi ve ortaçağ sonlarında ilkel teoride yer almıştır. 

Verginin özgürlüğün ve vatandaşlığın bir simgesi olarak kabul edilmesi vergi kültürünün önemli bir aşaması olmuştur. Verginin yardım görünümünden "zorunlu" niteliğe dönüşmesi ve devletin egemenlik hakkına dayanarak kişilerin gelirlerine paydaş olma durumuna gelmesi sonucunda devletin vergilendirme yetkisini sınırlandırma sorunu önem kazanmıştır. Hükümdarlara karşı ilk ayaklanmalar kralın keyfi davranışlarını önleme ve vergileme yetkisini hukuksal sınırlar içinde tutma amacıyla başlamıştır. Yüzyıl Savaşları'ndan sonra vergilerin artması, rahip ve asiller sınıfının toplumdaki eğitici ve askerlik görevleri dolayısıyla vergiden muaf tutulmaları burjuva ve köylü sınıfların üzerinde büyük baskılara yol açmıştır. İngiltere'de Büyük özgürlük Fermanı'ndan (1215) başlayarak Haklar Bildirgesi (1688) biçiminde devam eden gelişmeler kralın bazı vergileme yetkilerini parlamentoya devredilmesi ile sonuçlanmıştır. Böylece vergilemenin ulusal istence ve gereklere dayandırılması ilkesi yerleşmeye başlamıştır (Gökbunar, 1998, s.4). 

İngiltere'de siyasal iktidarın vergileme gücünün sınırlandırılması 17.yüzyılda Kara Avrupası'nda ise 18. ve 19.yüzyıllarda gerçekleşebilmiştir. 1789 Fransız Devrimi'nin önemli nedenlerinden birisi keyfi vergiler konulmasıdır. Devrimden sonra ilan edilen İnsan ve Vatandaş Hakları Demeci'nde vergilemede eşitlik ve genellik ilkeleri ile vergilerin yasallığı ilkesi hükme bağlanmıştır. 

Amerikan ayaklanmasının nedenleri arasında ağır ve adil olmayan vergiler ilk sırada yer almıştır. 26 Ağustos 1789 günü İnsan Haklan Bildirgesi'nin 13.maddesinde "kamusal gereksinme ve yönetim giderleri için vergi ödeme zorunluluğu olduğu ve verginin bütün yurttaşlar arasında eşit olarak dağıtılması gerektiği"; 14.maddesinde ise, "yurttaşların kamu giderlerine katılmanın zorunluluğunu saptamak ve katılmayı özgür iradeleri ile rıza göstermek, toplanan vergilerin nasıl kullanıldığını izlemek... haklarıdır" denilmektedir. 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 17.maddesinde "hiç kimsenin keyfi olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılamayacağı" hükme bağlanmış, 20 Mart 1952 tarihli İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme Ek Protokol'ün 1.maddesinde de "devletin vergi ve diğer mali yükümlülük koyma yetkilerine saygı gösterilmekle birlikte bu yetkilerin insan haklarına aykırı olarak keyfi kullanılamayacağı" belirtilmiştir. Batıda parlamenter demokrasinin gelişmesi, sanayi devrimi, sosyal devlet, eşitlik ve adalet ilkelerinin eriştiği yeni anlayış vergilemede keyfiliğin yerine hukuksal kuralların almasını sağlamıştır (Gökbunar, 1995, s.5). 

Ibni Haldun 1377 yılında yazmış olduğu Mukaddime adlı eserinde vergilemenin temel kurallarından söz etmiştir. İbni Haldun vergilerin devletin harcamalarını karşılamak için bireylerden bütünüyle politik güce dayalı olarak aldığını, vergilerin devletin en önemli geliri olduğunu ve vergi gelirlerinin devletin yaşamına paralel bir gelişim gösterdiğini belirtmiştir, ibni Haldun bir hükümdara yazdığı mektupta "toplanan malları hak edenler arasında doğruluk ve eşitlikle böl, şerefinden dolayı şeref sahibine ve zenginliğinden dolayı zengine aynı muamelede bulunma, hizmetinde bulunanları vergi ödemekten muaf tutma, kudret ve taakatleri dışında ödenekler ödemeye kimseyi zorlama, adalet haricinde tekliflerde bulunma..." şeklinde önerilerde bulunmuştur. İbni Haldun'a göre, vergi bütün mükellefler arasında dürüstlük, adillik ve eşitlik kurallarına göre hiç kimseyi asil ve zengin olduğu veya yönetici yakınlığı nedeniyle vergi dışı bırakmadan ve en önemlisi herkesin ödeme güçlerini aşmayacak şekilde alınmalıdır. Burada vergilemenin adalet ve eşitlik, genellik ve ödeme iktidarı gibi temel ilkeleri ile karşılaşılmaktadır (Falay, 1987, s.55). 

15. Yüzyılın vergileme politikası anlayışı içinde "vergi mükellefin rızasıyla alınmalıdır; alınmadığı takdirde esasını tabi hukuktan alan mülkiyet hakkına aykırı düşer" düşüncesi egemen olmuştur. Bu temel fikir üzerinde ilk vergi teorisini kuran Bodin, verginin kanuni ve adil olması ilkelerini ilk olarak bilimsel açıdan belirlemiştir.

17. Yüzyıldan itibaren bir çok iktisatçı vergileme konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Fakat, mali literatürde vergileme ilkelerinin tartışılması özellikle Adam Smith ve Adolph Wagner tarafından ileri sürülen kuralların açıklanması ile başlamış ve yoğunlaşmıştır. Adam Simith'in 1776 yılında yayınlanan "Milletlerin Zenginliği" adlı eserinde önemle üzerinde drudurğu "adalet", "belirlilik", "uygunluk" ve "iktisadilik" ilkeleri halen tüm maliye otoriteleri tarafından benimsenmekte, gerek mükellef gerekse hazinenin çıkarlarını gözeten bu ana ilkeler "Vergilemenin 4 Temel Direği" ve "Mükelleflerin Hukuk Beyannamesi" mahiyetinde olduğu kabul edilmektedir. 

David Ricardo'nun 1817 yılında yayınladığı "Siyasi iktisat ve Vergilemenin İlkeleri" adlı kitabında vergileme ilkelerinden söz edilmektedir. Mc Cullok, J.B. Say ve J.S. Mill, Edgeworth, H. Dolton ve P.C. Pigou gibi iktisatçılar da verileme ilkelerine ilişkin yeni sınıflamalarda bulunmuşlardır. Vergi politikası ve tekniğinin kısmen temelini oluşturan bu ilkeler modern mali literatürde F. Neumark ve H. Haller tarafından geliştirilmiş ve bilimsel açıdan gerekçelendirilmiştir. 

Vergiler uzunca bir dönem sadece kamu hizmetlerinin finansmanı nedeniyle alınmış devletin fonksiyonlarının artmasıyla birlikte verginin toplumsal yükü giderek artmıştır. Vergi yükünün kişiler üzerinde eşit ve adaletli bir biçimde dağıtılması kamu maliyesi üzerinde önemli bir sorun haline gelmiştir. Bu nedenle vergi yükünün kişiler arasında dağılımında eşitliğin sağlanması amacı ile fayda ve ödeme gücü ilkeleri öne sürülmüştür. Daha sonra ise vergi gelir ve servet dağılımındaki eşitsizlikleri adaletsizlikleri azaltması için sosyal bir amaç ile alınırken eşit fedakarlık için ödeme gücü, ekonomi politikası amacı olarak ekonomik amaç olarak alınırken de ekonomik etkinlik ilkesi üzerinde durulmuştur.

Vergileme ilkeleri adı verilen vergilemede uyulması gereken kurallar bütünü günümüze kadar çeşitli açılardan ayrıma tabi tutulmuştur.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri