DEVLET BORÇLANMASI REFORMUNUN TEMEL İLKELERİ
Türkiye'de devlet borçlarının artmasında sadece
vergi gelirlerinin kamu harcamalarına göre
yetersizliği değil, ayrıca kamu harcamalarının
verimsiz alanlara yapılması ile aşırı boyutlara
ulaşan savurganlıklar, yolsuzluklar ve çeşitli kötü
yönetim biçimleri de önemli katkıda bulunmuştur. Bu
sayılan olumsuzlukları ortadan kaldırmak için,
aşağıda sıralanan reform ilkeleri ve
uygulamalarının yerine getirilmesi gerekmektedir.
1.
Hazine ve Maliye Bakanlığı birleştirilerek,
borçlanmadaki sorumsuz uygulamaya son verilmelidir:
Vergi gelirlerinin Maliye Bakanlığı tarafından
toplanmasına karşın; borç yönetimi ile para-kredi
konularında Hazinenin yetkili olması, Hazinenin
harcamaların yapılması sırasında savurgan ve
sorumsuzca davranmasını teşvik edici olmuştur.
Gerçekten, ülkemizdeki Maliye'den Hazinenin
ayrılması sonucu olarak, iç ve dış borçlarda anormal
artışlar olmuştur.
2.
Seçim Ekonomisi uygulamalarına son verilmelidir:
Hazinenin bir devlet bakanlığı aracılığıyla
Başbakana bağlı olması, seçim ekonomisi
uygulamalarının aşın derecede artmasını
kolaylaştırmıştır. Gerçekten, 1980'li yıllarda
başlayarak başbakana bağlanan kuruluşların sayısı o
kadar artmıştır ki, sonuçta başbakanlık devlet
bütçesinin yansından fazlasını kontrol eder bir
konuma gelmiştir: Bu nedenle, koalisyonu oluşturan
partiler başbakanlığı elde edebilmek için birbirine
aşırı tavizler vermişler ya da başbakanlığın
dönemeçli olarak el değiştirmesini bile kabul
etmişlerdir.
3.
Merkez Bankasının Bağımsızlığı Sağlanmalıdır:
Hazinenin maliyeden ayrılmasından sonra. Merkez
Bankası giderek başbakanın kontrolü altına girerek,
etkin bir para ve kredi politikasının uygulanması
yönünden başarısızlığa düşmüştür. Merkez Bankasının
başarılı olabilmesi, Maliye'ye bağlı bir Hazine
yönetimi ile uyumlu çalışmasına bağlı
bulunmaktadır.
4. Hazine gibi Dış Ticaret Müsteşarlığı da genel
müdürlük olarak Maliye'ye tekrar bağlanmalıdır.
Bilindiği gibi, Dış Ticaret Müsteşarlığının da
maliyeden ayrılarak başbakanlığa bağlanmasıyla,
yönetimde keyfilik artarak; ithal ve kota yasaklan
kaldırılmış, aşın teşvikler ve vergi iadeleri
uygulamalarıyla hayali ihracat, yolsuzluklar ve
savurganlıklar artırılmıştır.
5. Devlet Planlama Teşkilatının mali, ekonomik ve
sosyal planlamaya ilişkin doğal fonksiyonlarını
yerine getirmesi sağlanmalıdır: Yüksek Planlama
Kurulunun yapısında yapılan bir değişiklik sonunda,
DPT devre dışı tutularak bir tür teşvik dairesi
gibi çalışmasına yol açılmıştır.
6. Başbakana verilen ekonomik ve mali yetkiler
azaltılmalıdır: 1980'li yıllarda yukarıda
sıralandığı gibi başbakana kamu ekonomisinin
yarısını tek başına kontrol etme yetkisinin
verilmesinde, bürokrasinin ve bakanların bertaraf
edilmesi arzusu önemli rol oynamıştır. Bu nedenle
de, çok sayıda bakan uzmanlık alanıyla hiç ilgili
olmayan alanlarda görevlendirmiştir. Böylece,
yetkileri azalan bakanların çoğu başbakanın bir tür
yardımcısı konumunda görev yaptıklarından,
verimsizlik ve savurganlıklar artmıştır. Çünkü,
başbakanlığın yönetsel yapısı, yeterli bilgi ve
deneyime sahip uzman ve bürokrat kadrosundan da
yoksun bulunmaktadır. Örneğin, maliye
müfettişlerinin etkinliği azaltılırken vergi kaybı
hızla artmıştır.
7. Borçlanmada disiplin sağlanmalıdır: Merkezi
hükümetin yanlış yapılanması sonucu olarak, Hazine
koşullan ne olursa olsun iç ve dış borçlanma
yoluyla, devletin cari harcamalarının finansmanı
amacıyla, sosyal maliyeti oldukça yüksek olan
kaynaklar elde edebilmiştir. Böylece, bir taraftan
toplum refahını düşüren, gelir dağılımını bozan ve
dışa-rıya ulusal gelirin transferine yol açan
biçimde borç yükü aşın derecede artmış
bulunmaktadır. Öte yandan, Hazinenin sağladığı kolay
borçlanma olanağı nedeniyle, hükümetler vergi
almadan vazgeçerek oy maksimizasyonu amacıyla, kayıt
dışı ekonominin daha da büyümesine göz
yummuşlardır.
8. Her tür savurganlıklar ve kötü yönetimler
önlenmelidir: Türkiye'de giderek artan kötü yönetim
nedeniyle, savurganlıklar ve verimsizlikler hızla
artarak, borç yükünün daha da artmasına katkıda
bulunmaktadırlar. Aşağıdaki örnekler bunlardan bir
kısmını içermektedir.
- KİT'lere yapılan partizanca ve torpilli atamalar
nedeniyle, verimsiz memur, işçi ve yönetici
sayısında gereğinden fazla artış olmaktadır.
- KİT yönetim kurullarına genellikle seçim
kazanamayan milletvekili adayları, akraba ya da
partililerin atanması sonucu, bu kuruluşlarda verim
düşmesine neden olunarak, özelleştirmeye gidilmesi
gerektiği empoze edilmektedir.
- İlçelerin birer seçim rüşveti karşılığı olarak
il yapılmaları sonucu çok sayıda bakanlığın taşra
örgütünün kurulması zorunluluğu nedeniyle, kamu
harcamaları daha da artmaktadır.
- Kamu kuruluşlarındaki lüks bina, araba
saltanatı ve yurtdışı gezileri giderleri nedeniyle
savurganlık aşırı boyutlara ulaşmıştır
- Bakanlık sayısının artmasına bağlı olarak,
bürokraside verim düşerken, devletin cari
harcamaları gereğinden fazla artmıştır.
- Aşırı deregülasyon sonucu olarak, trafik
kazalarının topluma olan sosyal maliyeti, yapılan
bir hesaba göre 1996 yılı için 1.5 katrilyona (15
milyar dolara) liraya yükselmiş bulunmaktadır.
9. Yolsuzluklara karşı etkin önlemler alınmalıdır:
Bu konuda gelişmiş ülkeler deneyimlerinden
yararlanarak, yolsuzlukları ve rüşvet olaylarını
minimum düzeye indirme olanağı bulunmaktadır.
Örneğin, Federal Almanya'da uygulanmakta olan yeni
bir yönteme göre, yolsuzluk olayları yüksek
mahkemelerde ve parlamentoda değil, fakat genellikle
yerel düzeyde çözüme kavuşturulmaktadır. Gerçekten,
bu tür olayların mecliste çözümü sırasında;
ülkemizde olduğu gibi bilgi yetersizliği, olayın
politize edilmesi ve çözümün uzun zaman alması gibi
çok sayıda olumsuzlukla karşılaşılmaktadır. Federal
Almanya'daki uygulamaya göre ise, yolsuzluk ve
rüşvet olayları üçlü bir sistemin devreye
sokulmasıyla kısa zamanda ortaya
çıkartabilmektedir. İlk aşamada: yolsuzluk
söylentileri, medya haberleri ve şikayetler üzerine
bağımsız bir yerel teftiş kurulu olayı inceler ve
raporunu yerel savcıya gönderir. Savcı raporda bir
suç unsuru görürse, kamu davası açarak yerel
mahkemenin yargıcının olayla ilgili olarak bir
karar vermesini talep eder.
Bu mekanizma ile çok sayıda yolsuzluk ve rüşvet
olayları çözüme kavuşturulmuş bulunmaktadır.
Sistemin etkinliği, bağımsız teftiş ya da denetim
kurulunun hazırladığı raporun savcılığa verilmesinin
zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Bu sistemin
başarısının diğer bir önkoşulu ise, yargı
bağımsızlığının tam olarak sağlanmasıyla ilgili
bulunmaktadır.
Almanya'da alınan bu tür önlemlerle, seçim
kampanyası sırasında yasalara aykırı olarak
Hıristiyan Demokrat Partiye işadamlarının verdiği
rüşvet kolayca ortaya çıkarılmıştır. Bu olay
nedeniyle ortaya çıkan toplumsal reaksiyon sonunda
ise başbakan Helmut Kohl parti başkanlığından
ayrılmak zorunda kalmıştır.
Almanya'daki yargılama sistemindeki etkinlik sonucu,
bu ülke uluslararası rüşvet algılama endeksindeki
skorunu 1999 daki 7.6 dan 2000 yılında 8'e çıkarak,
en temiz ülkeler grubuna girmiştir.
10.
Rüşvet ve yolsuzluk suçlarının özelliği nedeniyle
sanık tanımının değiştirilmesi gerekliliği:
Bilindiği gibi genel hukuk ilkelerine göre, bir
kimsenin suçluluğu kanıtlanıncaya kadar o kimse
suçsuz sayılmaktadır. Rüşvet ve yolsuzluk
suçlarının topluma karşı işlenmiş olması nedeniyle,
İngiltere'deki bir uygulamaya göre, hakkında rüşvet
suçlaması olan bir kimse, sanık değil suçlu olarak
kabul edilmektedir. Suçsuzluğunu kanıtlama görevi
tamamen rüşvet aldığı iddia edilen kimseye
düşmektedir. Son yıllarda İngiltere'de uygulanan bu
yöntem nedeniyle, devlet memurlarının rüşvet alma
olasılıkları minimum düzeye indirilmiş
bulunmaktadır.
11. Ülkemizde parlamenterlerin dokunulmazlığının
sınırlandırılması koşuluyla, yukarıdaki rüşveti
önleyici yöntemlerin Türkiye'de de uygulanması
olanağı bulunmaktadır. Ancak, bu yöntemlerin
başarıyla uygulanabilmesi için ayrıca yargı
bağımsızlığının tam olarak sağlanması
gerekmektedir.
12. Memurun yargılanmasına ilişkin mevcut yasanın
kaldırılması gerekmektedir. Bu yasanın kaldırılması
koşuluyla, İngiltere'de uygulanan yöntemin de
ülkemizde uygulanabilirliği sağlanacaktır.
13. Bu çalışmada özetlendiği biçimde, "Yeni Zelanda
Mali Sorumluluk Yasası" Türkiye'de de aynen
uygulanmalıdır. Böylece, hükümetlerin sorumsuzca iç
ve dış borç kaynaklarına başvurarak, kamu
finansmanını riske sokmaları önlenmiş olacaktır.
14. 2000 yılında ortaya çıkarılan ve sahipleri
tarafından içleri boşaltılan 10 bankanın topluma
olan maliye tinin 10 milyar doları geçtiği
hesaplanmaktadır. Batık bankaların topluma
yüklediği sosyal maliyetin, 15 yıldan beri
özelleştirilen 161 KİTin satışından elde edilen 7.3
milyar doların çok üstünde olması da oldukça
düşündürücüdür.
15. Hükümet, iç borçlan artırması karşılığında 6.1
milyar dolar değerinde devlet tahvili çıkararak ve
vergisel avantajlar sağlayarak, batık bankaları
rehabilite etmeye ya da kurtarma yoluna gitmektedir.
Böylece, yolsuzlukların maliyeti (ya da tahvil faiz
bedeli) vergi mükelleflerine aktarılmaktadır.
16. Sorunun çözümünde, güç duruma düşen bankaların,
"halk kapitalizmi" ne ilişkin açıklamalarımızda
önerildiği gibi, çalışanlara satılması yoluna
başvurulabilirdi. Böyle bir operasyonun finansmanı
ise,
bankalarını bilinçli olarak boşaltan kişilerin,
şirketlerinin varlığı ile yurt dışına kaçırdıkları
dövizin geri getirtilmesiyle sağlanabilirdi. Ancak,
bu önerimizin başanlı olabilmesi için "genel bir
servet vergisi ve servet beyannamesi uygulamaya
konulmalıdır.
17. Hükümetlerin 1950'li yıllardan beri
uyguladıkları ve özellikle 1980'li yıllardan sonra
ivme kazanan, "vergileme yerine borçlanma"
politikasından vazgeçmeleri gerekir. Oy
maksimizasyonu amacıyla uygulanan bu politikanın
sosyal maliyeti, iç borçlanma ile gelir dağılımının
bozulması ve dış borçlanma ile ülkenin fakirleşmesi
biçimlerinde dramatik boyutlara ulaşmıştır.
18.
Gelir vergisi uygulamasına ilişkin "enflasyondan
arındırma" maddesi, devlet tahvili ve hazine bonosu
faiz gelirlerinin vergilendirilmemesine yol
açmaktadır. Bu maddeye göre, yıllık yeniden
değerlendirme oranının tahvil ve bono faizi bileşik
ortalamasına göre saptanması nedeniyle, elde edilen
indirim (enflasyondan arındırma) oranı %100'ü
geçebilmektedir. Böyle bir durumda ise, devlet
tahvili ve hazine bonosu faiz geliri trilyonlara
ulaşsa bile, hiç vergi ödenmemektedir. Bu durum,
devlet borçlarını daha da artıncı bir etki yaratması
dışında, ayrıca vergi adaletini tamamen ortadan
kaldırmaktadır. Açıklanan bu nedenlerle, mevcut
uygulamaya en kısa zamanda son verilmelidir.
|