Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


EKONOMİ BİLİMİNİN DOĞUŞU VE EVRİMİ 

I- MERKANTİLİZM ÖNCESİ DÖNEMLER

A- İLK ÇAĞLARDA EKONOMİK DÜŞÜNCELER 

Tarihin en eski uygarlıklarında yönetici ve düşünürlerin ekonomik sorunların farkında oldukları ve bu sorunları çözme yollarını araştırdıkları bilinmektedir. Bununla beraber ekonomik sorunları yaratan nedenlerin ve sorunların çözüm yollarının düzenli bir biçimde tartışılması ve ekonominin bir bilim olarak tanımlanması en çok iki yüzyıl öncesine gider. Her ne kadar ekonominin bir bilim dalı olarak tanımlanması yeni ise de, bu bilimi oluşturan ayrıntılar ilk çağlardan beri tartışıla gelmiştir. İlk çağlarda, bütün sosyal kurumlarda olduğu gibi, ekonomik kurumlarda ve ilişkilerde yon verici ve düzenleyici kurallar dinidir. 

1-  İbraniler 

Bazı siyasal ve ekonomi bilimcileri, ekonomi politiğin doğuşunun Musa Peygamberle başladığını ileri sürerler. Bu bilimciler İbranilerin kutsal kitabı Tevrat'taki şu buyruklara göre ekonomik yaşamın düzenlendiğini ileri sürmektedirler. Tevrat'ta İbranilerin yaşantılarında fakirlere yardım edilmeli, denmektedir. Yine, Ibranilerde zenginlik ve fakirlik olgusunun, Tanrının buyruklarına uyup uymamanın bir sonucu olduğu; tarım kesiminde etkinliklerin iyi karşılandığı, tarım arazisinin belli ve sınırlı ellerde toplanmasının ve faizle borç vermenin günah (haram) olduğu belirtiliyordu.

Genellikle İbrani Peygamberlerinde servete karşı bir düşmanlık görmek, buna karşın toplumda sosyal adaletin gerçekleşmesini sağlayacak ilkeleri savunduklarını izlemek olurludur. Ancak Tevrat'taki buyruk ve önerilere karşın, ekonomik etkinlikler sınırlı kalmış ve ekonomik konuları daha ciddi ve düzenli bir biçimde inceleyecek uzman ekonomistler çıkmamıştır. 

2-  Yunanlılar 

Eski Yunanda fikirsel etkinliklerin genişliğinin yanında ekonomik sorunlara ilginin dar bir çerçevede tutulması şaşırtıcı olmaktadır. Bu zayıf ilginin nedenleri, bir yandan ekonomik sorunların henüz ağırlıklarım hissettirmemesi, diğer yandan devlet yönetimine aşın ilgi gösterilmesi ve felsefî tartışmaların gereğinden çok yoğunluk kazanması idi. Sonuç olarak devlet bireyin önüne geçmiş, aslında verimsiz toprakların eşit dağıtımı ilkesi ve servet sahiplerinin serveti hor görmesi gibi çelişkili ilkeler belirmiştir. 

V. yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkan ve aslen yabancı olduklarından kamu hizmetlerine alınmayan sofistler, devlet yerine bireyciliği, otorite ve esaret yerine özgürlüğü, gelenekler yerine yeni durumlara uyan uygulamala­rı savunmuşlardır. Bunlar dış ticaretten vanadırlar. Çünkü toplumlar ara­sında yakınlaşma ve karşılıklı anlayışı sağlayan, uluslararası ticarettir. 

İktisadi olayları tiyatroya konu yapan Aristophane (İÖ. 448-388)dir. O "les Grenouilles" "Kurbağalar" adlı yapıtında, kötü paranın iyi paraya yeğlendiğini vurgulamıştır. Böylece, Aristophane, daha o zamanlar iktisadî bir yarayı ortaya koymuştur. 14. yüzyılda Oresme bu yasayı incelemiş, 16. yüzyıldaysa bir İngiliz maliye uzmanı olan Thomas Gresham kendi adını taşıyan "Gresham Yasası"nı ortaya koymuştur. Yasaya göre, "Bir ülkede iki çeşit madeni para dolanımda (tedavülde) ise, kötü para iyi parayı piyasadan kovar. İyi para, kötü parayı kovamaz." Görüyoruz ki Aristophane bunu yirmi yüzyıl önce belirtmiştir. 

Bilimimize ekonomi adını veren Batılılar, Sokrat'ın öğrencisi Xenophon'un (İÖ. 430-355) "Oeconomicus" adındaki yapıtından esinlenmişlerdir. Yazar yapıtında iyi bir ev yönetiminin ilkelerini çizer. Öte yandan, "Attique'in Gelirleri" yapıtında Site'nin mali krizine karşı alınabilecek önlemleri araştırır. Xenophon, ekonomik sorunların çözümü için, devlet mağazaları, devlet maden işletmeleri kurulmalıdır diyerek, bir tür "Devlet Sosyalizmi" önermiştir. 

a)  Platon (Eflatun M.Ö. 427-347)

Atinalı soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Platon, zengin aile­ler tarafından yönetimi ele geçirmek amacıyla sürdürülen politikalar döneminde yetişmiştir. Platon, yirmi yaşına doğru Sokrates'le karşılaşır ve onun etkisinde kalarak "doğru ve adaletli olan"dan başka bir şeye hizmet edemeyeceğini kavrar. Çünkü Platon'un gözünde; insanın toplumsal yaşamı, gelecekteki yaşamın isterlerine uygun biçimde örgütlenmelidir. 

Ruhunun kurtuluşunu hazırlamak isteyen insan, iyi bir yaşam sürmek zorundadır.  Oysa  iyi bir yaşam,  adalet'e uygun düşen  bir yaşam demektir. İşte Platon, devlet'te, adalet'in ne olduğunu ve ona uygun şekilde nasıl yaşanacağını araştırırken, ister istemez, toplumsal yaşamın örgütlenmesinden ve özellikle de ekonomik Örgütlenmeden söz etmeye sürüklenmektedir. Kanunlar (Lois) adlı yapıtında Platon, gerçeği ideale yaklaştırmanın araç ve yollarını araştırmaktadır. Devlet adlı yapıtında "İdeal Devlet" tablosunu çizen Platon için ideal site, kusursuz biçimde adaletli olan Site'dir. 

Platon'a göre toplum, birlikte yaşamayı özel çıkar ve yararlarına uygun gören bir bireyler topluluğudur; çünkü, birlikte yaşamak, onların, aralarında görev bölümü yapmalarını ve belirli etkinlik alanlarında gittikçe uzmanlaşmalarını sağlar. 

Platon, "Cumhuriyet" ve "Kanunlar" adlı yapıtlarında, site'yi, maddesel gönenci sağlayan tarımcılar, zanaatçılar ve tüccarlar sınıfı; siteyi dışa karşı savunmayı ve içte huzur sağlayan savaşçılar ya da koruyucular sınıfı ve toplumsal grubun tümünü yönetmekle görevli olan önderler (hâkimler) sınıfı olmak üzere üç birey sınıfına ayırır. 

Platon'a göre, servetlerin şu ya da bu bireye verilip mal edilmesi sorunu, hiç bir şekilde bir adalet sorunu değildir. Düşünür'ün gözünde, birey toplumsal servet üzerinde hiç bir hak sahibi olamaz, yalnızca kendine düşen göreve uygun bir yaşam biçimi sürmek zorundadır. 

Platon, "Devlet" adlı yapıtında, koruyucularla önderlerin, görevlerinin yürütülmesi için zorunlu boş zamanlara ve bu boş zamanları gereğince değerlendirme olanaklarına sahip olmalarına öte yandan da, ruhlarının kirlenmemesi için, para ve ticaret düzeyleriyle en küçük bir ilinti kurmamaları gereğine değinmektedir. Dolayısıyla da koruyucularla serflerin çalışmamasını, alt sınıf tarafından beslenmesini ve kendilerine özgü mal sahibi olmaksızın, hatta paranın kullanımını bilmeksizin, tıpkı sefer sırasında askerler gibi kesin bir ortaklaşa yaşam sürdürmek zorunda tutulmasını kesin bir ilke olarak koyup gözetmek gerektiğini vurgular. 

Platon, alt sınıfın ekonomik rejimi konusunda açıklama yapmaz. Buradan, üreticilerin mal sahibi olma ve ticaret yapma konusunda özgür bırakılmasını kabul ettiği sonucuna varılır. 

b- Aristo (M.Ö. 384-322 

Aristoteles ekonomik olayların incelenmesi ve çözümlenmesinde Platon'dan daha gerçekçidir, ilk çağların düşünceleri arasında ekonomik olaylarla özellikle ilgilenmesi yönünden Aristo'nun ayrı bir önemi vardır. Düşüncelerini Politika" adlı yapıtında toplamıştır.Mülkiyet konusunda Aristo, Platon'un ortaklaşa mülkiyeti ideal rejim olarak göstermesine karşı çıkar. Ona göre, ortaklaşa mülkiyet siteye barış getirmeyecek, bu bir yana, yurttaşları kişisel mal edinme zevkinden yoksun bırakacaktır. Kişisel mal sahibi olmak, hem hoş, hem de meşru bir şeydir. Kendi mallarından dostlarını yararlandırmanın da ayrı bir zevki vardır; üstelik; "Dostlara, konuklara ve iş arkadaşlarına karşı güler yüzlü ve yardımsever davranmak nazların en büyüğüdür; ve bu hazzın özel mülkiyet sahibi olmakla tadına varılabilir ancak."

Aristo, mal edinmenin doğal yollan nelerdir, diye soruyor ve cevap veriyor: Tarım, hayvan yetiştirme, balık avlama, hayvan avlama ve hatta bir av çeşidi olarak sayabileceğimiz yağmacılık. Bütün bu etkinlikler de, öbür canlı varlıkların insan tarafından özümlenmesi, mülkleştirilmesi demektir ve "hiç şüphe yok ki doğa, bütün bu canlı varlıkları insan için yapmıştır." 

Buna karşılık ticaret, doğal olmayan, dolayısıyla da ortadan kaldırılması gereken bir mal edinme yoludur. Ticarette birey, her türlü ölçü kavramından, dolayısıyla da her türlü erdem kavramından uzakta kalmaktadır; zira erdemli bir hayat, ölçülü ve düzenli bir hayattır. Her insanın yapması gerektiği gibi, iyi düşüncesine uygun biçimde yaşamak söz konusu değildir artık ve bundan ötürüdür ki, ticaret ruhu siteye sızdığı an, bütün insan etkinlikleri bozulup çürümeye yüz tutuyor demektir.

Aristo, bu temel fikirleri, mal ya da servet edinme konusundaki her türlü etkinliği, genel olarak "Krematistik" (Eski Yunancada zenginlik anlamına -khremadan türeme) sözcüğüyle belirleyerek geliştiriyor. Düşünüre göre, iki krematistik biçimi vardır. Birincisi, gereksinmeleri karşılamak amacıyla mal edinmeye dayanır. Doğal meşru bir biçimdir bu ve Aristo'daki anlamıyla, aile hayatının bilimi demek olan "ekonomi"nin anlamına girer. Krematistikin ikinci biçimi ise, ticaret etkinliğine dayanır. Aristo, yukarıda gördüğümüz nedenlerden dolayı yok edilmesini istediği bu biçimi, "asıl ya da saf krematistik" diye adlandırıyor. Öte yandan Aristo, yok edilmesi gerekli kremastiğin de üç alt biçimi bulunduğunu ileri sürüyor. Dış ticaret, faizcilik ve "ücretli çalışma" yani emeğini para karşılığında satma işi. Ve düşüncesini belirli kılan şu açıklamayı yapıyor: "En çok tiksinmeyi hak eden faizciliktir, çünkü bundan sağlanan kazanç, doğrudan doğruya paranın kendi varlığından ileri gelir ve paranın doğuşuna yol açmış olan ereğe aykırıdır. Zira para, mübadele için yaratılmıştır; oysa faiz paramn miktarını çoğaltır. Faiz sözcüğünün kökeninde de bu vardır zaten; onları yaratanlara benzer, zira yaratılmış varlıklar ve faiz paradan doğan paradır. Dolayısıyla da, doğaya en aykırı düşen para kazanma yöntemi bu yöntemdir." 

Aristo'nun sözünü ettiği kendine özgü zenginleştirme biçimlerinden biri de, belli bir türden bütün mallan sonradan çok daha pahalıya satmak üzere kapatmaktır. Yani tekel kurmaktır. Ama genellikle, ticareti meslek haline getiren her birey, gerçek ve doğru anlamında insan olmaktan çıkar. Ve böyle bir insanın yeri yoktur artık sitede. Nitekim, Nikomakhos Ahlakı'nda, hayatı mutlu kılma yöntemine ilişkin çeşitli görüşleri tartıştıktan sonra, şu kesin yargıya varmaktadır Aristo: "İşadamına gelince, doğa dışı bir yaratıktır o,ve bizim aradığımız yüce iyi' nin zenginlik olmadığı da apaçık ortadadır." 

3-  Romalılar 

Eski Roma daha ziyade askerlik, örgütlenme ve hukuk alanlarında ilerlemiş bir toplumdu. Düşünce alanında eski Yunan filozoflarının etkisinde kalmıştır. Ekonomik alanda tarım, Roma'da ön planda yer alır. Toprak reformunun ilk uygulamasını bu ülkede görmekteyiz. Fakat dağıtılan toprakların bir kısmının yerleşme merkezlerine uzak ve verimsiz olması, öte yandan uzun süren savaşlar nedeniyle küçük mülkiyete dayanan tarım, esirler tarafından işlenen büyük çiftlik tarımına dönüştü. Bu ise toplumsal huzursuzluk, siyasal bunalım ve ekonomik dengesizlik demekti. Romalı düşünürlerden Caton, Varron ve Collumelle tarım konularını incelemişler ve tarımsal etkinliğin yeniden düzenlenmesi için çaba harcamışlardır. Daha çok, küçük işletmelerden yanadırlar. Romanın iktisadî düşünceye biricik katkısı özel, sürekli ve hemen hemen kesin olan mülkiyet hakkı ve sözleşme serbestisi yolu ile olmuştur. Bu temel iki ilkedir ki, daha sonra kapitalist rejime esas olacaktır.

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri