|
Kayıtdışı Ekonominin Ulusal ve Uluslararası Boyutu ve
Çözüm Önerileri
Özet
Bütün dünyada ve özellikle belge
düzeninin ve kontrol mekanizmasının yetersiz olduğu gelişme
yolundaki ülkelerde kayıt dışı ekonomi kavramının son derecede
yaygın kullanıldığını görüyoruz. Bilhassa kayıt dışı ekonominin
boyutlarının G.S.M.H içerisinde önemli boyutlara ulaşması bu
ülkelerde devlet gelirlerini iyice azaltmış, ekonomik ve sosyal
açılardan büyük tahribatlara sebep olmuştur. Kayıt dışı
ekonomiyi azaltmanın, kalkınabilmenin önde gelen şartlarından
biri olması bu konu üzerindeki çözüm önerilerini artırmıştır.
Çalışmada, kayıt dışı ekonominin ulusal ve uluslar arası
boyutları anlatılmış, çözüm önerileri verilmiş ve Türk Vergi
Sisteminin son durumuna göre kayıt dışılığı önlemedeki başarısı
üzerinde durulmuştur.
I-Giriş
Gelişme yolunda olan ülkelerin
iktisadi sorunları içerisinde kayıt dışı ekonominin diğerlerine
nazaran ayrı bir yeri ve önemi vardır. Kayıt dışı ekonominin
nedenlerine ve sonuçlarına bakıldığında diğer ekonomik
sorunlardan etkilendiğini ve bu sorunları etkilediğini son
derece kompleks yapılı; bazen bağımlı bazen de bağımsız değişken
bir olgu olduğunu görürüz. Fakat daha da önemlisi içerisinde
iktisadi faktörler dışında sosyal, psikolojik, siyasi ve
ahlaksal boyutların tamamıyla yakın ilişki içinde olduğu bilinen
kayıt dışı ekonomi, teorik çapta bir çok çözüm önerileri
sıralanan fakat bir türlü ortadan kaldırılamayan bir sorun
olarak ortaya çıkmaktadır. Kamu finansmanında vergilerin
ağırlıklı paya sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Ayrıca vergi
gelirlerinin toplam kamu gelirleri içerisindeki payının büyük
olması da ülkeler arasında gelişmişlik göstergesidir. Gelişmiş
ülkelerde bu oran %90'ların üzerinde iken gelişmekte olan
ülkelerde bu oran %70'lerin altında gerçekleşmiştir. Gelişmekte
olan ülkelerdeki bu oranın düşüklüğü kayıt dışılığın önemli bir
problem olduğunu göstermektedir. Vergi gelirlerindeki
yetersizlikler kamu harcamalarının finansmanında borçlanma ve
para basma yollarına gitmeyi zorlamakta bu da enflasyonist açığı
sürekli genişletmektedir. Özellikle borçlanma yoluyla özel
sektörün üretken yatırımlarına gidebilecek fonlarının kamu
kesimine aktarılması ve bu fonların özel sektörden daha verimsiz
kullanılması, gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızını sürekli
düşürmekte ve ekonomik istikrarsızlıklara yol açmaktadır. Bu
çalışmada, kayıt dışı ekonominin ortaya çıkış nedenleri,
etkileri, tahmin yöntemleri ülkemiz ve yabancı ülkeler açısından
ele alınarak incelenmeye çalışılmıştır.
II- Kayıt dışı Ekonomi Nedir
Yer altı ekonomisi, illegal
ekonomi, kara ekonomi, resmi olmayan ekonomi, gizli ekonomi,
düzensiz ekonomi, marjinal ekonomi, kayıp ekonomi, karaborsa
ekonomisi, gözlenemeyen ekonomi, nakit ekonomisi, paralel
ekonomi, enformel ekonomi, vergi dışı ekonomi ve benzer
anlamlara gelen kayıt dışı ekonomi kavramı; bilinen istatistiki
yöntemlere göre tahmin edilemeyen ve gayri safi milli hasıla
hesaplarını elde etmede kullanılamayan gelir yaratıcı ekonomik
faaliyetlerin tümüdür. Başka bir ifade ile kayıt dışı ekonomi,
belgeye hiç bağlanmamış yada içeriği gerçeği yansıtmayan
belgelerle gerçekleştirilen ekonomik faaliyetlerin devletin
bilgisi dışına taşınmasıdır. Kayıt dışı ekonomi, kamunun
denetimi dışındaki ekonomik faaliyetler olarak da
tanımlanabilir. Bireylerin veya işletmelerin ekonomik faaliyet
ve işlemlerini kamunun denetimi dışında tutmasının en önemli
nedeni ise vergi kaçırma arzusudur. Bu bağlamda tanım olarak
belirtecek olursak; Geniş anlamda vergi kaçakçılığı, vergiye
karşı koyma olarak nitelendirilmektedir. Dar anlamıyla vergi
kaçakçılığı ise, vergi kanunlarına aykırı davranmak ve kanunları
uygulamakla görevli bulunan idarenin aldığı önlemlere karşı
gelmek suretiyle, ya da az vergi ödemek şeklinde olabilmektedir.
Batı ülkelerinde, kayıt dışı ekonomi denildiğinde daha çok
uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi yasadışı sektörler akla
gelmektedir gelişmekte olan ülkelerde ise ise bunlar da dahil
olmak üzere kayıt dışı ekonomi daha çok eşya ve hizmet
akımlarının belgelendirilememesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
III- Kayıtdışı Ekonominin Ortaya Çıkış Nedenleri
Kayıt dışı ekonominin ortaya
çıkmasında en temel sebep insan ihtiyaçlarının sonsuz fakat
kaynakların sınırlı olması gerçeğidir. Bilindiği üzere insan
nefsi sürekli daha iyiyi daha güzeli arar. Daha iyi bir hayat
şartını sağlayabilmek yani daha çok gelir ve servete sahip olmak
ve harcama yapabilmek için kazancını devletle paylaşmayı arzu
etmez. Çünkü kayıt içine girdikçe vergi yükü artacağı veya
başlayacağı için harcamaları veya tasarrufları azalacaktır.
Tabii ki bu durum kişinin marjinal tüketim ve tasarruf
eğilimlerine göre de değişecektir. Bunun yanında iktisadi
faaliyetlerini kayıt dışında sürdüren bir kişi, alıştığı tüketim
düzeyinden daha düşük bir tüketim düzeyine geçmek
istemeyecektir. İktisatta Duesenberry etkisi olarak adlandırılan
bu etkiyi vergilendirme açısından düşünürsek, kayıt dışı kalarak
vergi ödemeyen kişi ödemediği vergi kadar tüketim veya servetini
artırmaktadır. Kayıt içine girmesi sebebiyle ödeyeceği vergi
kadar refahı azalacak olan kişi, kayıt içine mümkün olduğunca
girmemeye gayret edecek ve faaliyetlerini kayıt dışında
sürdürmeye çalışacaktır. Dolayısıyla bütün sorunların temelinde
insanların doyumsuz arzuları ve kendi faydalarını maksimize etme
isteği yapmaktadır. İşte günümüzde dünyanın hiçbir ülkesinde
sıfırlanamayan, ancak ülkemizde büyük boyutlara ulaşmış olan
vergi kayıp ve kaçakları günümüzün en önemli sorunlarından
birini oluşturmaktadır. Esasında kayıt dışı ekonomi oldukça
kapsamlı bir yapıya sahiptir. Bu çalışmada ise konuya ağırlıklı
olarak vergisel boyutu ile yaklaşılmış, dikkatler daha çok bu
noktada toplanmak istenmiştir. Bu bağlamda kayıt dışı ekonominin
nedenleri arasında önemli görünenler şu şekilde sıralanabilir:
Mali ve ekonomik nedenler (enflasyon, gelir dağılımı, vergi
adaleti) Hukuki nedenler (yasaların basit ve açık olmaması, sık
değişikliğe uğraması, vergi oranlarının yüksekliği, istisna ve
muafiyetler, üniter yapıdaki bozulma, defter tutma hadleri)
İdari nedenler (vergi idaresinin organik yapısı, teknik yapı,
personel yapısı ve denetim mekanizması) Sosyal nedenler (vergi
ahlakı, mükellef psikolojisi ve tarihsel nedenler) Siyasal
nedenler ve baskı gruplarından kaynaklanan nedenler. Yukarıda
belirtilen sınıflandırmayı mali, siyasal ve ekonomik nedenler
olmak üzere üç başlık altında toplayabiliriz
A- Mali Nedenler
Kayıt dışı ekonomiyi ortaya
çıkaran en önemli nedenlerin başında vergilendirme ile ilgili
sorunlar gelmektedir. Bunlar kendi içerisinde dört alt başlık
altında incelenebilir.
1-Vergi Oranlarının
Yüksekliği ve Vergiye Karşı Direnç Vergi oranları ile kayıt
dışı ekonomi arasında doğru yönlü bir ilişki vardır. Vergi
oranlarının gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelere nazaran
yüksek olması kayıt dışı ekonominin boyutlarını genişletmiştir.
Örneğin A.B.D'de para talebi yaklaşımına göre 1990 yılında kayıt
dışı ekonominin oranı % 5.1- 8.0 arasında tahmin edilmektedir bu
ülkenin vergi tarifesi ise artan oranlı olup %15'den başlayıp
%28'de son bulmaktadır, gelişmekte olan bir ülke olan ülkemizde
ise ilgili yılda vergi oranları %25'den başlayıp %55'de bitmekte
idi ve kayıt dışı ekonominin de çeşitli hesaplamaların
ortalaması olarak( Derdiyok, Özsoylu, Kasnakoğlu)* %14.8 olarak
hesaplanmıştı. Dolayısıyla kayıt dışı ekonominin büyümesinde
önemli bir role sahip olan yüksek vergi oranlarının
düşürülmesinin, kayıt dışı ekonominin boyutunu önemli ölçüde
düşürebileceğini ileri sürebiliriz. Giles ve Caragata'nın 1996
yılında Kanada için yaptıkları bir araştırmaya göre Kanada'nın
efektif vergi oranlarının %36.1'den %30'a azaltılması durumunda
bunun kayıt dışı ekonominin GSYİH'ya oranını %15'den %13'e
düşüreceğini tahmin etmişlerdir. Ekonomik büyüme ve diğer
dinamik etkiler bir tarafa bırakılırsa vergi açığı aynı zamanda
%5.4'den %3.9'a veya diğer bir ifadeyle 35.5 milyar Kanada
dolarından 25.5 milyar Kanada dolarına düşecektir. Onlara göre
devletin ekonomideki rolü daha da küçültülürse kayıt dışı
ekonominin GSYİH'ya oranı %10'lar ve vergi açığı da GSYİH'nın
%2.1'ler seviyesine düşer diğer bir ifadeyle kayıt dışı ekonomi
13.8 milyar kanada dolarına geriler. Vergi oranlarının ekonomik
faaliyetlere olan etkisi teorik çapta bir çok çalışmayla
kanıtlanmıştır, ancak bunlar içerisinde en çok bilineni Arthur
Laffer tarafından ortaya konulan ve arz yönlü iktisatın en
önemli dayanağını oluşturan vergi oranları ile vergi gelirleri
arasındaki ilişkidir. Bu analizde vergi oranlarının belli bir
orandan sonra vergi gelirlerini düşüreceği belirtilir. Vergi
oranları optimalin üzerine çıktığı zamanlarda vergi gelirleri
azalmaya başlar, çünkü insanlar çalışmak yerine vergisiz para
kazanma yollarını ararlar. Vergi oranları artmaya başladığında
esasen ekonomik faaliyetlerde rakamlarla ifade edildiği şekilde
azalma olmaz sadece yüksek vergi oranları sebebiyle kayıtlı
ekonomiden kayıt dışılığa kayış söz konusu olur bu durumda da
kayıtlı ekonominin boyutu küçülür. Hükümetler, yüksek vergi
oranlarının etkisini hafifletmek için vergi muafiyet ve istisna
uygulamasına giderler, bu durumda da vergi adaleti gittikçe
bozulur, istisnalardan yararlanamayanlar kendilerinin de daha az
vergi verebileceklerini düşünerek vergi kaçakçılığı yoluna
gidebilirler. Ayrıca, istisna ve muafiyet uygulamaları rekabet
eşitsizliğine de sebep olmaktadır. Kayıt dışı ekonominin en
önemli nedenlerinden biri de katma değer vergisi oranlarının
yüksekliğidir. Bu durum fatura-fiş pazarlığını hızlandırmakta ve
belgesiz alış-verişi yaygınlaştırmaktadır. Dolayısıyla katma
değer vergisi oranlarının düşürülmesi bu tür pazarlıkların
azalmasına sebep olacaktır. Avrupa Birliği, katma değer
vergisinde iki veya üç oranlılığa yönelik bir harmanizasyon
arayışı içerisindedir. Ülkemizin de bu uyumlaştırmaya
katılabilmesi içinde K.D.V oranları düşürülmesi gerekmektedir.
Örneğin; normal oran %10, temel gıda maddeleri ile kültür ve
eğitim amacı taşıyan mal ve hizmet teslimlerinde %3-5, lüks
tüketim malları içinde %15 olarak düzenlenebilir. Ayrıca hangi
malların lüks hangilerinin zorunlu olduğunun da baştan
düzenlenmesi gerekmektedir 21. Yüzyıla girme arifesinde zorunlu
bazı malların hala lüks kategorisinde vergiye tabi tutulması
uygulamasından vazgeçilmesi gerekmektedir. Amerika'da da ulusal
bir perakende satış vergisinin, ulusal gelir vergisinin yerine
oranının artmasıyla, birincil endişe konusu olarak vergi
erozyonunun liderliğinde yaygın bir vergi kaçakçılığı ve
vergiden kaçınmanın ortaya çıkması söz konusudur. Daha açık bir
ifadeyle vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payının
artış göstermesi ve dolaysız vergilerin payının azalması kayıt
dışılığa sebebiyet verecek olumsuz bir gelişmedir. Bütün bunlara
ilave olarak akademik çevrelerce ve diğer uzmanlarca, mükellefin
vergiye karşı tepkisinin, özellikle psikolojik kaynaklı yönünün,
bilimsel ve teknik bir zeminde incelenmesi hususu ihmal edilmiş
ve bu konuda genellikle vergi mevzuatı ile vergi idarelerinin
eksikliklerinin ön plana çıkarılması ile yetinilmiştir. Ayrıca
7. Beş Yıllık Kalkınma Planında "Vergi ile İlgili Yapısal
Düzenlemeler" sıralanmış ancak bu hususa değinilmemiştir. İlgili
düzenlemeler çerçevesinde kurulması öngörülen "Vergi İstişare
Konseyinde" mükelleflerin de katılımının sağlanması bu yöndeki
çalışmalarda etkinlik oluşturabilecektir.
2-Vergilendirme Ortamının
Belirsizliği Bundan tam 224 yıl önce, iktisadın babası
sayılan Adam Smith'in "Ulusların Zenginliği" kitabının son
cildinde vergileme ile ilgili prensipler açıklanmıştır.
Bunlardan bir tanesi de vergide kesinlik ilkesidir. Bu ilkeye
göre mükellef ödeyeceği verginin miktarını, zamanını ve ödeme
şeklini daha önceden bilmesi gerektiği esası vardır. Yani
vergilerin kesin olması için vergi kanunlarının geriye doğru
yürütülmemesi gerekmektedir. Türk vergi mevzuatı, çok sayıda
yasa hükmü, Bakanlar Kurulu kararı ve genel tebliğle uzmanların
bile izlemekte zorluk çektiği bir görünüm içindedir. Mükerrer
maddeler, geçici maddeler, değiştirilen maddeler vergilendirmede
açıklık ilkesini de zedelemektedir. Bu nedenle vergi yasalarının
yeniden redakte edilmesi gerekmektedir. Bu arada mevzuatın vergi
idaresi ve mükelleflerce rahatça izlenebilmesi için vergi ile
ilgili her türlü hükmün vergi yasalarında yer almasında yarar
vardır. Vergi kanunları ile Türk Ticaret Kanunu ve Sermaye
Piyasası Kanunu arasındaki uyumsuzluklar giderilmelidir. Vergi
mevzuatının uluslararası ilişkilerde yeni durumlarla uyumlu hale
getirilmesi gereklidir. Ülkede uygulanan vergi mevzuatı, ülkenin
ekonomik, sosyal, mali ihtiyaçlarına cevap veremiyorsa, sade,
kolay anlaşılır bir yapıda değilse, sürekli değiştirme ihtiyacı
gösteriyorsa ve istikrarlı bir yapı arz etmiyorsa vergi kaçağı
artar. Dolayısıyla vergilendirmede basitlik ilkesi çok büyük
önem taşımaktadır. Vergilerin basit olması, hem vergi idaresinin
hem de vergi mükelleflerinin işini kolaylaştırmaktadır. Vergi
yükümlülerinin rahatsızlığına yol açan ve çoğu zaman mağdur
olmalarına sebebiyet veren bir başka husus, 1980 sonrası dönemde
hükümetlerin anayasanın 73/4. Maddesi ile kendilerine tanınan
kısmi düzenleme yetkisini aşırı kullanmalarıdır. Meclisi devre
dışı bırakarak, Bakanlar Kurulu Kararları ile çok sık yapılan
mevzuat değişiklikleriyle ortaya çıkan belirsizlik ortamında
mükellefler ve doğal olarak vergi idaresi zor durumda
kalmaktadır. Bu duruma verilebilecek son örnek 13.12.1999
tarihinden itibaren uygulanmasına geçilecek olan Katma değer
vergisindeki oransal artışlardır. Buna göre %15'lik normal oran
%17'ye, %23'lük oran ise %25'e çıkarılmıştır. Bu artışlar mali
amaçlarla gerçekleştirilmiş fakat olayın kayıt dışılığı
artıracağı gerçeği göz ardı edilmiştir.
3- Muhasebe ve Müşavirlik
Hizmetlerinin Yetersizliği Mükellefle vergi idaresi arasında
köprü vazifesi gören muhasebeci ve mali müşavirler vergi
kaybının önlenmesinde çok önemli bir role sahiptirler. Vergi
kaçakçılığının önlenmesinde; bilhassa sahte fatura temininde,
mal bedeli yüksek gösterilerek maliyet ve giderler
şişirilmektedir. Dolayısıyla, Muhasebeci ve müşavirlik hizmeti
yapanlar, bu hususta çok hassas davranmalı, davranmayanlar
hakkında da ağır müeyyideler getirilmelidir. Bu konuda en önemli
problemlerden biri de bu mesleği icra edenlerin nitelikleridir.
Vergi ve muhasebe ile çok fazla ilgisi olmayan çeşitli meslek
mensuplarının, mesleğin çekiciliği noktasından hareketle yapmış
oldukları baskılar sonucu, bir uzmanlık niteliği gerektiren
Yeminli Mali Müşavirlik mesleğine kolayca geçebilmelerine olanak
tanınmış olması, bu mesleği sıkıntıya düşürmeye başlamıştır.
3568 Sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali
Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu'nun çıkışı
sırasında ve daha sonradan, bu mesleklerin gelecekteki parlak
yerini gören bazı kesimler ve meslek mensupları bu yasanın
kapsamı içine girmeye çalışmışlardır.
4- Vergi İdaresi ve
Denetimden Kaynaklanan Nedenler Kayıt dışı ekonominin
önlenmesinde belki de en etkili olanı denetim mekanizmasıdır.
Mükellefler kendilerinin ne kadar az denetleneceğini bilirlerse
vergi kaçırma konusunda o oranda cesaretli olacaklardır. Fakat
ülkemizde vergi inceleme oranları son derecede düşük
orandadır(%3-5). Bunun temelinde de vergi inceleme elemanlarının
sayıca yetersiz olması, vergide uzmanlaşan kişilere özel
sektörden son derecede cazip tekliflerin gelmesi ve kamunun bu
elemanları bünyede tutacak imkanlar sunamaması gelmektedir.
İnceleme elemanlarının bir grubunun ayrıca idari teftişte görev
almaları da vergisel incelemelerde yoğunluğu azaltmaktadır. Bu
kişilere belli bir süre kamuda çalışma zorunluluğu
getirilebilir. Mükellefin vergiye uyum gösterememesinde
yönetimin de etkisi olabilmektedir. Dolayısıyla, vergi
kaçakçılığı güdüsü, vergiye uyumsuzluktan kaynaklanabilmektedir;
Denetimin ve cezaların düşüklüğü, risk alma eğiliminin güçlü
oluşu, vergi oranlarının yüksekliği kaçakçılık davranışı için
gerek şarttır, fakat yeter şart değildir. Ayrıca kaçakçılık
fırsatlarının da varlığı gerekir. Bu fırsatların iyi bir vergi
idaresi ile ortadan kaldırılması yani vergi mevzuatındaki
boşlukların düzeltilmesi denetimlerde bir artış olmasa da kayıt
dışılığı azaltacaktır. Uygulamaya bakıldığında mükellefler
ödemeleri gereken vergiyi ödememeleri halinde kendilerine
kesilecek ceza ile bu paranın repoya veya bonoya yatırılması
halinde elde edilecek geliri hesaplamaktalar ve eğer faizden
elde edecekleri gelir cezadan fazla ise vergilerini yatırmama
yoluna gitmektedirler. Dolayısıyla vergi cezaları kaçakçılığı
caydırıcı bir seviyeye getirilmeli, ancak vergi cezaları çok ta
yüksek tutulmamalıdır çünkü bu seferde mükellef, vergi
memurlarıyla uzlaşma yoluna giderek rüşvet ve yolsuzluklar artış
gösterebilecektir. Vergi idarelerinin de bu bağlamda verimli
çalışma koşullarına ulaştırılmaları şarttır. İlk olarak Türkiye
çapında vergi daireleri arasında ve diğer devlet daireleri ile
çok hızlı bir şekilde çalışacak bilgisayar ağının kurulabilmesi
ve daireler arasında eş güdümün sağlanması gerekmektedir.
Mükelleflerin bütün iktisadi işlemlerinin takip edilmesinde
bilgisayar sistemine süratle geçilmeli ve çalışmalar
hızlandırılmalıdır. Bunun yanında vergi kaçakçılığının en çok
gerçekleşme imkanı bulduğu nakit paradan plastik para adı
verilen kredi kartı, banka kartı ve çek gibi bankaların aracı
olacağı bir ödeme sistemine geçilmelidir. Fatura verme sınırında
olduğu gibi belli bir meblağı aşan ödemeler çek veya kredi kartı
ile ödenmesi zorunluluğunda olmalıdır. Esasen yapılan analizler
göstermiştir ki vergi kaçakçılığı ve vergiden kaçınma, varlığı
kabul edilen fakat hiçbir zaman tamamen ortadan kaldırılamayan
olgulardır. Vergi yapısında gerçekleştirilen değişiklikler de
bunu tam önleyemez ve bu değişiklikler vergi idaresinin
tecrübesini, başka bir deyişle uzmanlaşmasını engelleyerek vergi
erezyonunun sürmesine katkı sağlar.
B) Siyasi Nedenler
Mükelleflerin kayıp ve kaçaklar
konusunda davranışlarını etkileyen en önemli belirleyicilerden
birisi de siyasal iktidarların tutumudur. Ülkemizde siyasal
iktidarlar, genellikle baskı gruplarının istekleri doğrultusunda
kararlar alarak oy uğruna vergilendirmeden vazgeçebilmekte ve
vergi yükünü belirli kesimlere yükleyebilmektedirler. Bundan
başka siyasal partilerin vergileme konusunda da değişik
görüşleri, birbirinden zıt uygulama projeleri bulunduğundan,
politik istikrarın bulunmadığı ülkemizde her seçim döneminde
mükelleflerin beklentileri başlamaktadır. Her şeye yeniden
başlanacak havası verilen "vergi paketi" projelerinin çokluğu,
ciddi ve istikrarlı vergi politikası olmadığı izlenimini
uyandırdığından, yükümlüler kendi kararlarıyla kişisel
çıkarlarını korumaya yönelmektedirler. 1950 yılından günümüze
kadar vergi kanunlarında yapılan değişiklikler, iktisadi kriz
dönemlerinin hemen arkasından, kamu gelirlerini artırmak
amacıyla gerçekleştirilmiştir. Siyasi karar mekanizmalarına
baskı imkanı olan grupların faaliyetleri yasal olarak vergi dışı
bırakılmıştır Aşarın kaldırılmasıyla çiftçi kesiminin
rahatlatılarak geniş halk kesiminin desteği temin edilmiştir.
Azalan aşar vergisi geliri istihlak vergisi ile telafi
edilmiştir. Bir vergi yükü azalırken diğeri artırılmıştır.
Ayrıca 1980 sonrasında verilen teşvikler, konulan istisna ve
muafiyetler, dengesizliği büyüttüğü gibi, piyasa payı yüksek;
her alanda faaliyet gösteren işletme türlerini - holdingleri -
ortaya çıkarmıştır. Bu arada daha önce mevcut olan servet beyanı
müessesesinin kaldırılmasının haklı sebepleri ortaya konabilmiş
değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi ile pek çok meslek
sahiplerinin ve pek çok kurum yöneticileri ile üyelerinin mal
beyanına tabi tutulduğu ülkemizde vergi mükelleflerinin mal
beyanının dışında bırakılması haklı sebeplerle savunulamaz. Bu
bakımdan gerek kara paranın aklanmasının önlenmesi gerekse kayıt
dışı ekonomiden sağlanan kazançların vergilendirilmesi için
servet beyanı müessesesinin yeniden yasallaştırılmasına ihtiyaç
vardır. Kayıt dışı ekonomiye sebep olan siyasi nedenlerden bir
tanesi de sık tekrarlanan vergi aflarıdır. Vergi aflarına mümkün
olduğunca yer vermemeye çalışılmalıdır. Çünkü mükelleflerin
ileride bir vergi affı olabileceği yönünde beklentisinin olması
vergi ödeme konusunda esnek davranmalarına yol açacaktır. Vergi
aflarının diğer olumsuz bir etkisi de vergilendirmede adalet
ilkesinde görülmektedir. Vergisini zamanında ödeyen mükellefler,
vergisini ödemeyip cezalı duruma düşen fakat sonrada bu cezaları
affedilen mükellefleri gördüklerinde gelecek vergilendirme
dönemlerinde ödemeleri gereken vergiyi ödememe yollarını
aramaktadırlar.
C) Ekonomik Nedenler
Kayıt dışı ekonominin yoğun bir
şekilde yaşandığı ülkelerde en önemli ekonomik sorunlardan
birisi de enflasyondur çünkü enflasyon mükelleflerin fiktif
karlarının da vergilendirilmesine neden olmaktadır. Özellikle
artan oranlı gelir vergisi tarifesine sahip olan ülkelerde gelir
dilimi kaymasıyla mükellefler, reel gelirleri artmasa da daha
üst bir gelir dilimine kayarak vergi yükleri hızlı bir artış
trendine girmektedir. Bu durum da mükelleflerin bazı
kazançlarının vergi idaresinden gizlenmesi sonucunu doğurur.
Bunun sonucu olarak da devlet yetersiz kalan vergiler sebebiyle
sınırsız bir şekilde borçlanma ve para basımına gider ve faiz
oranlarının yükselmesiyle enflasyon oranı artar ve akabinde de
gelir dağılımındaki denge bozulur. İktisat teorisi, bireyi
rasyonel davranan ve bunun sonucunda da refahını azamileştirme
çabası içinde bir varlık olarak ele almaktadır. Vergi
kaçakçılığı, mikro ekonomi çerçevesinde, rasyonel davranan
bireylerin belirsizlik veya riziko şartlarında refahlarını
artırma çabası içinde karar vermeleridir. Birey vergi kaçırarak-
daha az gelir vergisi ödeyerek- daha az gelir kaybına uğrayacak
ve faydasını artıracaktır. Kayıt dışılığın ekonomik
sebeplerinden birisi de milli gelirin ülke içerisinde bireyler
ve firmalar arasında adil dağılmamasıdır. Gelişme yolundaki
ülkelerde özellikle orta sınıfın azlığı, alt ve üst tabakaların
yoğunluğu; kayıt dışı ekonominin önemli nedenlerinden birisini
oluşturmaktadır. Bu durum özellikle küçük aile şirketlerinde
görülmektedir. Küçük şirketler, büyük firmalarla rekabet
edebilmek için vergi kaçakçılığına imkan buldukları anda bu
fırsatı değerlendirmektedirler. Bu firmalarda, denetim ve belge
düzeni büyük ölçekli firmalara göre daha düşük seviyede
bulunduğundan kaçakçılık eğilimi de artış göstermektedir. Bunun
yanında gelir dağılımındaki bozukluk küçük yaştaki çocukların
kayıtsız olarak çalışmalarına yol açtığı gibi marjinal kesimi
(ayakkabı boyacılığı, jetonculuk, işportacılık v.b.)
genişletmekte bu sektörde de işlemlerin kayıt dışı tutulması
sebebiyle vergi kaçakları artmaktadır. Dolayısıyla istikrarlı
bir istihdam politikasıyla yeni iş yerlerinin açılması marjinal
kesimi azaltacağı gibi işgücünün kayıt altına alınmasında önemli
bir politik araç vazifesi görecektir. Tabii ki bu bağlamda nüfus
politikasının da düzenlenmesi, aile planlamasına önem verilmesi
gerekmektedir. Çünkü, nüfusun kontrolsüz bir şekilde artması
kayıt dışı istihdamı, peşinen de kayıt dışı gelirleri
artıracaktır. Bazen bazı firmalara tanınan istisnalar bunlardan
yararlanamayanlar için geçerli bir vergi kaçakçılığı nedenini
oluşturmaktadır. Örneğin yatırım indiriminden ancak belirli
yatırım tutarlarını geçenler faydalanabilmektedir. Bu durum, bu
tutarlara ulaşamayan kişi veya firmalara karşı haksız rekabeti
oluşturabilecektir. Çünkü yatırım indiriminden istifade eden bir
gerçek veya tüzel kişilik, maliyetlerini azalttığı için
mallarını daha düşük fiyatlarla piyasaya sürebilecek bu durumda
yatırım indiriminden yararlanamayan firma açısından haksız bir
rekabeti doğuracaktır. Bu gibi istenmeyen sonuçların doğmasının
önlenmesinde, kanuni düzenlemelerin çok titiz yapılması
gerekmektedir. Dolayısıyla Mükellefler arasında farklı vergisel
yükümlülükler doğuracak kanuni düzenlemeler kayıt dışı
ekonominin boyutlarını genişletecektir. Emek üzerindeki vergi
baskısının azaltılması, sermaye ve ekonomik sistem açısından
faydalı sonuçlar doğuracaktır. Şöyle ki; Brüt ücret- net ücret
açıklığının daraltılması istihdamı artıracak, kayıt dışı
istihdam yönündeki basınçları azaltacaktır. Bunun dolaylı bir
sonucu ise gelir vergisi ve SSK primi tahsilat artışı olacaktır.
Dolayısıyla bu kurumların borçlanma gereksinimleri azalacak ve
enflasyonist baskılarda bir nebze de olsa azalış gösterecektir
IV- Kayıt Dışı Ekonomiyi Tahmin Nedenleri Kayıt dışı ekonominin
ölçülmesiyle ilgili gerek ülkemizde gerekse yurt dışında
yapılmış bir çok araştırma bulunmaktadır. Esasen bu
çalışmalardan hiç biri kayıt dışılığı tam olarak ölçme gücüne
sahip değildir. Çünkü kayıt dışı ekonominin sürekli kontrol
edilecek bir bölgesi yoktur. Her an ve her ortamda kayıt dışı
faaliyetler gerçekleşebilmektedir. Kayıt dışı ekonomi konusunda
7 nci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporunda
da " Komisyon öncelikle, kayıt dışı ekonominin boyutunu anlamlı
ve inanılır bir yöntemle hesaplayamamış durumdadır" ifadesiyle
kayıt dışı ekonominin ölçülmesinde sorunlar olduğu açık bir
şekilde ifade edilmiştir. Fakat bunlar bahane edilerek kayıt
dışı ekonomiyi ölçmeye yanaşmamak da hata olacaktır. Bu durumda
kayıt dışı ekonomiyi ölçmeye gayret göstermeli fakat esas olarak
mesaiyi kayıt dışı ekonomiyi azaltmak için önlemler geliştirmeye
adamamız gerekmektedir. Bu bağlamda kayıt dışı ekonominin
ölçülmesinde genel olarak kullanılan iki yöntem
kullanılmaktadır. Bunlar; doğrudan ve dolaylı ölçme
yöntemleridir.
A) Doğrudan Ölçme Yöntemleri
Mikro bazda yapılan bu tip
ölçümlerde, rasgele seçimler sonucu yapılan tespitlerden
genellemelere gidilir. Belli bir zaman kesitinde gizli ekonomik
faaliyetlerin hacminin belirlendiği bu yöntemde anketler önemli
bir rol oynar. Kayıt dışı ekonominin doğrudan ölçülebilmesi için
gelir elde edenler arasında araştırma yapılabilir. İstatistik
kuruluşları, vergi idaresi, bankalar ve özel araştırma ve anket
kuruluşları bu yöntemi kullanırlar. Gelir elde edenlere, ne
kadar gelir elde ettikleri ve bu gelirin ne kadarını kayıtlarına
yansıttıkları sorularak yapılır. Anket ya da inceleme sonucunda
elde edilen sonuçlar kendi aralarında belli kategorilere
ayrılarak, kayıt dışı ekonominin tamamına ulaşılmaya çalışılır.
Bu yöntemin çok sağlıklı sonuçlar verebilmesi mümkün
görülmemektedir. Eğer, araştırmayı yapan kamu otoritesi ise,
gelir elde edenlerin doğru yanıtlar vermesi beklenmemelidir.
Bankaların araştırma yapması durumunda ise tam tersi bir sonuç
elde edilebilir. Çünkü banka nezdinde kredibilitesini artırmak
isteyenler, gelirlerini olduğundan daha yüksek gösterebilirler.
B) Dolaylı Yöntemler
1-Gayrisafi Milli Hasıla
Yaklaşımı Bu yöntemde, GSMH hesaplamasında kullanılabilecek
ve kayıt dışı ekonomi için gösterge olabilecek her türlü veriden
yararlanılmaktadır. Üretime, gelire, harcamaya ve istihdama
ilişkin veriler birlikte kullanılmaktadır. GSMH hesaplamasında
üretim, gelir ve harcama yöntemlerinden birisinden yararlanıla
bilindiği gibi, bazı ülkelerde birden fazla yöntem birlikte
kullanılabilmektedir. Normal olarak bu üç yöntemin kullanılması
durumunda, aynı sonuçlara ulaşılması gerekir. Ancak kayıt dışı
ekonominin varlığı, farklı yöntemlerle ulaşılan sonuçların
farklılaşmasına yol açmaktadır. Gelir yöntemiyle bulunacak
büyüklükle, üretim yaklaşımıyla bulunan değer
karşılaştırılabileceği gibi, harcamalar yaklaşımıyla da kayıt
dışı ekonomiden elde edilen gelirin harcamaya dönüşme aşamasında
tespiti mümkündür. Ancak, döviz ve altın gibi tasarruf
araçlarına yatırım eğiliminin yüksek olduğu dönemlerde ve yurt
dışına transferlerin varlığında bu yaklaşımda sağlıklı sonuç
vermeyebilir.
2-İstihdam Yaklaşımı Bu
yöntemde nüfusun, sivil işgücü arzının ve istihdamın zaman
içindeki gelişimine bakılarak kayıt dışı ekonominin varlığı ve
büyüklüğü konusunda tahminde bulunulmaya çalışılmaktadır. Sivil
işgücü arzının toplam nüfusa oranı ile istihdamın toplam nüfus
içindeki payında, zaman içinde benzer gelişmenin olması
beklenmektedir. Eğer bu gelişim olmuyor ve zamanla istihdamın
toplam nüfusa oranı, işgücü arzının toplam nüfusa oranının
altında kalıyorsa, kayıt dışı istihdamın varlığından söz
edilebilir. Resmi istatistiklere göre çalışan kişi sayısı ile,
sosyal güvenlik kuruluşlarına bağlı olarak çalışan kişi sayısı
arasındaki fark da bir kısım istihdamın kayıt dışı olduğunun
ciddi bir göstergesidir. "Türkiye'de kayıt dışı çalışanların,
yaklaşık olarak resmi kayıtlı çalışanlar kadar olduğu tahmin
edilmektedir. Türkiye, GSMH'nın yaklaşık %50'si oranındaki
boyutları ile dünyada Rusya ve Polonya'nın ardından kayıt
dışının en yaygın olduğu üçüncü ülke konumundadır. Türkiye'de
sayısı 4,5 milyona ulaşan kaçak işçilerin asgari ücretten
sigortalanması durumunda tahmini açığı 535 trilyon TL olan
SSK'nın 690 trilyon TL'lik ek kazanç elde edeceği
hesaplanmıştır".
3- Vergi İncelemeleri Yoluyla
Ölçme Yaklaşımı Bu yöntemde vergi inceleme yetkisi olan
görevlilerin yaptıkları incelemelerde tespit ettikleri matrah
farkları ve kayıt dışı istihdam rakamlarından yola çıkılarak
kayıt dışı ekonominin boyutlarının tespitine gidilir. Vergi Usul
Kanunumuzun 127 ile 152. Maddeleri arasında sayılan yoklama,
inceleme, arama ve bilgi toplama müesseseleri ile amaçlanan,
mükelleflerin beyanları ile fiili durumları arasındaki farkın
asgariye indirilmesidir.
4- Parasalcı Yaklaşım Bu
yaklaşım kendi içerisinde üçe ayrılmaktadır; Sabit
oran(emisyon hacmi) yaklaşımı, İşlem hacmi yaklaşımı ve
ekonometrik yaklaşımdır Parasalcı yaklaşımda, çek ve nakit para
kullanımı kayıt dışı ekonomi hakkında ilgililere bilgi
verebilir. Parasalcı yaklaşıma göre kayıt dışı ekonomide yapılan
ödemelerin büyük çoğunluğu, bu konudaki denetimlere imkan
vermemek bakımından nakit para ile yapılmaktadır. Kayıt dışı
ekonominin boyutlarını ölçmek için para piyasasındaki hareketler
de izlenmektedir. Bu yaklaşımda dolaşımdaki paranın mevduata
oranının zaman içinde artması, paraya olan talebin arttığını ve
dolayısıyla kayıt dışı ekonominin genişlediğini göstermektedir.
V- Kayıtdışı Ekonominin Boyutları
Kayıt dışı ekonominin
ölçülmesinde, resmi ve resmi olmayan ekonomi üzerindeki
etkilerin ölçülmesinde bir çok engellerin aşılması
gerekmektedir, fakat bu konuda sınırlı ölçüde ilerleme
kaydedilmiştir. Kayıt dışı ekonominin ölçülmesi imkansız denecek
kadar zor olsa bile imkansız değildir. Para talebi yaklaşımı
gibi metotlarla OECD ülkelerindeki kayıt dışı ekonominin
boyutları hakkında bazı gerçekler temin edilebilmiştir. Kayıt
dışı ekonomi, resmi gayri safi milli hasıla içerisinde
hesaplanmayan bütün üretimleri kapsar. Boyutu, %3 ile %40
arasında değişebilmektedir. Oranlar arasındaki bu genişliğin
sebebi, kayıt dışı ekonomi ilgili değişik tanımların
yapılmasıdır. Örnek vermek gerekirse, kayıt dışı ekonomi ile
ilgili yapılan çalışmaların bir çoğunda ev işleri analize dahil
edilmemiştir. Bir tahmine göre ödeme yapılmayan ev işlerinin
ekonomik değeri Amerika'da 1981 yılının resmi rakamlarıyla Gayri
Safi Yurtiçi Hasılanın %31'i kadardır. Nakit işlemlerinin
artmasıyla büyüyen yer altı ekonomisi hakkında Ergard L.
Feige'nin yaptığı tahminde, Amerika'da kayıtlara girmeyen
gelirlerin miktarının yıllık bazda 800 milyar dolar civarında
olduğunu tespit etmiştir. Farklı yöntemlere göre birbirinden
oldukça farklılık gösterebilen kayıt dışı ekonominin ölçümü
oldukça zor bir işlem görünümündedir. Günümüzde dünyadaki kayıt
dışı sektörün büyüklüğü 3 trilyon dolar olarak tahmin
edilmektedir. Gelişmiş ülkelerde ise kayıt dışı ekonomi,
GSMH'nin %10-15'i civarındadır. Araştırılan 17 OECD ülkesinin
11'inde kayıt dışı ekonominin gayri safi milli hasıla içindeki
payının %10'dan fazla olduğu kanıtlanmıştır. Kayıt dışı
ekonominin boyutunun ölçülmesinde bir çok metot arasında herkes
tarafından kabul edilen bir metot yoktur. Her yaklaşımın kendine
göre zayıf noktaları ve kuvvetli noktaları vardır ve her bir
metot, özel sonuçlar ortaya koymaktadır. Değişik metotlar kayıt
dışı ekonomiyi oldukça geniş aralıklarla tahmin etseler de,
üzerinde uzlaşılan genel kanı OECD ülkelerinde geçtiğimiz son on
yılda kayıt dışı ekonominin büyüdüğü şeklindedir. Bu durum
özellikle Avusturya'da ispatlanmıştır ki bu ülkede kayıt dışı
ekonomi; 1975'de 12.02 milyar Avusturya Schillinginden (resmi
GSMH'nın %1.73'ü) 1995 yılında 89.56 milyar schilling'e (resmi
GSMH'nın %7.20'sine) çıkmıştır. Vergi geliri potansiyeli,
ölçülemeyen gizli ekonomi sonucu azalır. Kayıt Dışı ekonominin
büyüklüğü ülkeden ülkeye değişir. Bu farklılıklar ise vergi
yükü, düzenleyici sistemin karmaşıklığı ve vergi ahlakı gibi
değişkenlerin bir yansımasıdır. Aynı zamanda kayıt dışı ekonomi
zaman içerisinde de değişir. Frey ve Weck-Hanneman (1984)
yaptıkları bir çalışmada 1978 yılında 17 OECD ülkesinde kayıt
dışı ekonominin resmi GSYİH'ya oranını Japonya için %4.1, ABD
için %8.3, İsveç için %13.2 , Kanada için %8.8 olarak
bulmuşlardır. Aigner'in yaptığı çalışmada ise A.B.D için oranlar
GSMH'nın %4 ü ile %33 ü arasında değişmektedir. Buna karşılık
aynı oranlar 1970 yılında %2.6 ile %11 arasında değişmekteydi.
Kanada için yapılan araştırmalar ise farklı sonuçlar
doğurmuştur. Örneğin Mirus ve Smith(1994) 1976 yılı için
yaptıkları araştırmada oranı %5 ile %7 arasında bulmuşlardır.
1990 yılı için de Spiro(1993), ilgili oranı %15 olarak
bulmuştur. Mirus ve Smith'in 1997 yılındaki çalışmasında Kanada
için oran %15 olarak bulunmuştur. A.B.D için oranı (kayıt dışı
ekonomi/GSYİH) 1970 yılı için Tanzi(1983) %2.6 , Schneider ve
Pommerehne (1985) %11 oranında bulmuşlardır. Buna karşılık
Bhattacharyya(1990) 1960 yılı için Birleşik Krallık'ta oranı
%3.8, 1976 için %11.1 ve 1984 için ortalama %8 olarak
bulmuşlardır. Chote(1995) ise bu oranın %6 ile %8 arasında
değişebileceğini belirtmiştir. A.B.D için yapılmış başka bir
çalışmada kayıtlara alınmamış gelirin izlenmesinde A.B.D'de
Federal Hükümet yeni metotlara göre yazılmış raporları
kullanmıştır ve kayıt dışı ekonomi sebebiyle yıllık 170
milyar$'lık vergi kaybı tespit etmiştir. A.B.D'de vergi
yönetiminden sorumlu en üst düzeyde bir kuruluş olan Internal
Revenue Service, yer altı ekonomisini engellemede, denetçilerine
endüstrilerin harcamalarını kontrol ettirmiş ve bu yolla
endüstrilerin gelirlerini doğru olarak tespite çalışmıştır.
David Giles'in 1998 yılında Kanada ve Yeni Zelanda için yaptığı
çalışmada şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: Kayıt dışı ekonominin
göreceli büyüklüğü son 20- 30 yıldır artmaktadır. - Vergi yükü,
kayıt dışı ekonomiyi etkileyen temel itici güçlerden birisidir.
Vergi bileşimi de kayıt dışı ekonomiyi etkileyen faktörlerden
biridir (dolaysız vergilerin payının artışı kayıt dışı ekonomiyi
artırabilir). Friedrich Schneider yapmış olduğu bir araştırma
sonucunda Ülkeler açısından kayıt dışı ekonomiyi aşağıdaki
şekilde tespit etmiştir
VI- Kayıt Dışı Ekonominin Türkiyedeki Boyutları Kayıt dışı ekonomi bütün
sektörleri içine almış, ölçümü oldukça güç ve karmaşık olan bir
olgudur. Kayıt dışı ekonomi gerçeği, ekonomik göstergelerin
hatalı sonuçlar doğurmasına sebep olmaktadır; GSMH rakamları,
kayıt dışı ekonomi sebebiyle hatalı çıkmakta, bu sebeple büyüme
rakamları da gerçeği yansıtmamaktadır. Bu rakamlara göre yapılan
tahmin ve değerlendirmeler de dolayısıyla samimi olmamaktadır.
Ülkemizde de bu konu üzerinde çalışan değerli araştırmacılarımız
farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Tabii ki, ülkemizde ki veri
yetersizlikleri ve olan verilere bazı durumlarda ulaşma
zorlukları da kayıt dışı ekonominin ölçülmesinde güçlüklere
sebep olmuştur. Yapılan araştırmalar sonucunda Türkiye'deki
kayıt dışı ekonominin boyutları çeşitli araştırmacılarca %1.50
ile %137.8 arasında tahmin edilmiştir.
VII- Kayıtdışı Ekonominin Etkileri
Literatürde kayıt dışı
ekonominin etkileri bahsinde olumlu ve olumsuz etkiler üzerinde
durulurken, bunlar içerisinde olumsuz etkilerin ağırlığı gün
geçtikçe artış göstermektedir. Kayıt dışı ekonominin olumsuz
etkileri, ekonomi üzerinde, rekabet üzerinde ve sosyal güvenlik
sisteminde olabilmektedir. Bunun yanında kayıt dışı ekonominin
az da olsa olumlu yanları bulunmaktadır.
Kayıt Dışı Ekonominin Olumlu
Etkileri Kayıt dışı ekonominin olumlu etkilerinden ilki
olarak kayıt dışı ekonomi ile GSMH seviyesi arasında gösterilen
pozitif yönlü ilişki gösterilmektedir. Kayıt dışı ekonominin
boyutunun arttığı durumda GSMH seviyesinin daha yüksek olması
başlıca iki sebebe dayandırılmıştır. Bunlardan ilki, kayıt
dışılığın arttığı dönemlerde ücret ödemelerinden vergi
kesilmeyeceği için emek talebinin emek fiyatına esnekliğinin
yüksek olduğu varsayımı altında, emek talebinin artacağıdır.
Yani kayıt dışı ekonomi istihdamı artıracaktır. Çünkü,
işverenler daha düşük işçilik maliyetleriyle karşılaşacaklar,
işçilerin ise reel ücretleri artacaktır. İkincisi ve daha da
önemli olanı ise, GSMH' kendi başına tüketim düzeyinden
etkilenecek ve tüketimin artmasıyla çarpanın etkisiyle GSMH
seviyesi yükseltecektir. Kayıt dışı ekonomi, vergiye tabi geliri
azaltmak suretiyle fiili vergi oranında düşüş meydana getirir.
Bu düşüş, kullanılabilir geliri artırır. Bu durumda ekonomide
kullanılmayan yani atıl kapasite varsa marjinal tüketim
eğilimine de bağlı olarak tüketim mallarına talep artar,
dolayısıyla yatırım mallarına olan talep seviyesi yükselir ve
sonuçta yatırımların artmasıyla milli gelir seviyesi yükselişe
geçer. Kişi ve kurumlar, vergiyi oto-finansman yöntemi olarak
kullanarak büyümelerini sürdürebilmektedirler. Ekonomik
büyümenin öncelikli tercih edildiği bir ülkede; eğer alınan
vergilerle devlet tarafından gerçekleştirilen büyüme oranı, bu
vergiler mükelleflerin elinde kalsaydı sağlanacak büyümeden daha
düşük ise, kayıt dışı çalışmanın olumlu sonuçlar meydana
getireceği ileri sürülebilir. Aynı zamanda, kayıt dışı çalışan
ekonomik birimlerin kayıtlı ekonomik birimler karşısındaki
rekabet avantajı ve hareket yeteneği dikkate alınırsa ekonomik
büyüme ivme kazanabilir. Kayıt dışının yararları arasında
sayılan bir diğer özellik de kayıt dışılığın toplumda sosyal
patlamaları engelliyeceği yolundaki görüştür. Bu görüşe göre
mükellefler ağır bir vergi yükü altında ezilmektedirler,
dolayısıyla hayatiyetlerinin devamı açısından vergi kaçırmak
zorunda kalmaktadırlar. Böyle bir durumda devletin vergi
gelirlerinde azalma olmakta fakat sosyal patlamalar da
engellenmekte ve buna ilave olarak ekonomiye canlılık
getirilmekte, resesyon ve depresyon görülmemektedir. Her ne
kadar teoride kayıt dışı ekonominin olumlu yanlarına değinilse
de kayıt dışı ekonominin özellikle uzun dönemde bir çok olumsuz
etkiyi beraberinde getireceği açıktır. Dolayısıyla, kayıt dışı
ekonominin olumlu etkilerine bakarak kayıt dışı ekonomiyi önleme
konusundaki mücadeleden vazgeçmemek gerekmektedir.
Kayıt Dışı Ekonominin Olumsuz
Etkileri Kayıt dışı ekonominin bir çok olumsuz etkisi
vardır. Bunlardan birincisi ekonomi üzerindeki olumsuz
etkisidir; Kayıt dışı ekonominin büyümesi kayıtlı ekonominin
küçülmesi demektir. Kayıtlı ekonominin küçülmesi de devletin
vergi gelirlerinin azalması anlamına gelir. Vergi gelirleri
azalan devletin iki seçeneği vardır; bunlardan ilki
borçlanmadır. Borçlanma sonucunda özel sektörün verimli
yatırımlarını kendisine çeken devlet dışlama (crowding-out)
etkisiyle özel sektörün yatırımlarını azaltır. Ayrıca borçlanma
sonucu tahvillerin değerinin artmasıyla piyasada faiz oranları
artar ve bu mekanizmanın sonucunda enflasyon oranının artışıyla
ülke bir çok sorunla karşı karşıya gelir açıkları diğer bir
kapatma yolu olan para basma politikasında da sonuç anlatılandan
farklı olmayacaktır. Bankalar da topladıkları mevduatı, reel
üretime yönelen yatırımcılara aktaramazlar. Çünkü reel
yatırımların karlılık oranının, devletin verdiği faiz oranını
yakalaması zordur. Diğer taraftan devlete kredi vermek bankalar
içinde çok az bir risk taşımaktadır. Bu durumda daha riskli olan
özel girişimcilere kredi verilmemesi doğaldır. Bu süreç devam
ettikçe, daha önceleri reel üretime katkıda bulunan sermaye
sahipleri, ellerindeki sermayeyi üretimden çekerek mali
piyasalara, dolayısıyla devlete aktarırlar. Ellerinde fon
bulunanlar devlete verdikleri borcu faiziyle birlikte geri
aldıkça daha fazla fon sahibi olurlar. Aynı zamanda da devletin
fona olan ihtiyacı hızla artar. İç borç stoku hızla büyür.
Böylesi bir iç borç sarmalının yaşandığı ekonomilerde elde
edilen faiz gelirleri üzerinden vergi almak da son derece
zordur. Kayıt dışı ekonomi, istatistiki verilerin sağlıksız
olmasına yol açar ve bu durum da alınacak ekonomik önlemlerin
dozunun ayarlanamamasına sebebiyet verir. Sorunların teşhis ve
tedavisinde sağlıklı kararlar verilemez. Kayıt dışı ekonominin
ekonomik manada sebep olduğu diğer önemli bir sorun da rekabet
ile ilgilidir. Kayıt dışı ekonomi kapsamında faaliyet gösteren
birimler diğerlerine oranla daha az veya hiç vergi vermedikleri
için rekabet üstünlüğüne sahip olmaktalar ve işlerini büyütme
imkanını bulmaktadırlar. Bu durum, rekabet eşitsizliğini
doğurmaktadır. Daha da önemlisi vergilerini tam ödeyen
mükellefler de rekabet edebilmek için diğerlerini takip etmek
zorunda kalmaktadırlar. Bu da kayıt dışılığı gün geçtikçe
artırmaktadır. Kayıt dışı ekonominin genişlemesiyle sigortasız
çalışanların sayısı da hızla artış göstermekte böylece sosyal
güvenlik sistemin gelişimi durmaktadır.
VIII- Türkiye'de Kayıt Dışı Ekonominin Azaltılması İçin
Alınan ve Alınması Gereken Tedbirler
Temmuz 1998'de 4369 Sayılı Kanun
ile gerçekleştirilen vergi kanunlarında yapılan köklü
düzenlemeler içerisinde en önemlilerden birisi de Gelir Vergisi
Kanunu'nda yapılan gelirin yeniden tanımlanmasıdır. GVK'nun
yeniden düzenlenen 1 inci Maddesinde gerçek kişilerin bir takvim
yılı içinde elde ettikleri gelirlerin gelir vergisine tabi
olduğu belirtildikten sonra gelir; tasarruf ve harcamalara
kaynak teşkil eden her türlü kazanç ve iradın safi tutarı olarak
tanımlanmıştır. Bu düzenleme paralelinde, Kanunun 2 inci
Maddesinin 7 numaralı bendi kaynağı ne olursa olsun her türlü
kazanç ve iratlar olarak değiştirilmek suretiyle geniş bir gelir
tanımı oluşturulmuştur. Maddedeki "kaynağına bakılmaksızın diğer
her türlü kazanç ve iratlar" ifadesi ile kişinin satın alma
gücünü artıran (harcama) ya da tasarruf niteliğinde olabilecek
her türlü değer vergiye tabi gelire dahil edilmiştir. Böylece
vergiye tabi olmayan hiçbir unsur (istisnalar hariç)
kalmamıştır. Bir gelir unsurunun vergilendirilebilmesi için
kanunda açıkça sayılmış olması gerekliliği terkedilmiş, bunun
yerine bir gelir unsurunun vergilendirilebilmesi için kanunda
açıkça vergiden istisna edildiğine dair bir hükmün bulunmaması
yeterli sayılmıştır. 4369 Sayılı Kanun öncesinde ortaya çıkan
bir sorun da; vergiye tabi olması gerektiği halde, beyan dışı
bırakılan kazanç ve iratların, vergiye tabi olmadığı ileri
sürülen gelirlerden kaynaklandığı gerekçesiyle mükelleflerin
Vergi Usul Kanunu'ndaki 30/7 nci maddeye göre yapılacak
tarhiyatlardan kaçınabilmeleriydi. Uygulamadaki bu sıkıntılar
ülkemizde geniş boyutlara ulaşan kayıt dışı ekonominin daha da
yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktadır. Kayıt dışında faaliyet
gösteren potansiyel yükümlüler, bu şekilde elde ettikleri
gelirin tespit edilmesi durumunda dahi etkin bir şekilde
vergilenemeyeceği düşüncesinden hareketle söz konusu
faaliyetlerini güven içerisinde sürdürebilmektedirler. 4369
sayılı Kanunla gerçekleştirilen düzenlemelerin üzerinden henüz
bir yıl geçmişken dünyada ve ülkemizdeki ekonomik durgunluk
bahane edilerek 14 Ağustos 1999' da 4444 Sayılı Kanunla vergi
kanunlarında yeniden düzenlemeler yapılmıştır. Esasen yapılan
düzenlemeler 4369 Sayılı Kanun öncesindeki duruma bazı
hususlarda geri dönülmesinden ibarettir. Örneğin, Gelir Vergisi
Kanununun 1 inci Maddesi, 2002 yılı sonuna kadar 4369 Sayılı
Kanun öncesi duruma getirilmiştir. Yani 1999-2002 döneminde
gelir, bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği,
tasarruf veya harcamasına kaynak teşkil eden her türlü kazanç ve
iratların safi tutarı değil, bir gerçek kişinin bir takvim yılı
içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır. Bu
düzenlemeyle esasen kanun koyucu kayıt dışı kalan alanları 2002
yılı sonuna kadar vergilendirmeyeceğini belirtir olmuştur. Bu
duruma bir örnek verecek olursak; Kumar kazançları vergi
kanunlarında herhangi bir maddeyle düzenlenmediği halde 4369
Sayılı Kanunla gelirin tanımının genişlemesiyle Gelir Vergisi
Kanununun 2/7 inci bendine girip vergilendirme kapsamına
alınmıştı. Ancak 2002 yılı sonuna kadar gelirin eski tanımına
dönülmesiyle bu gelir türü vergilendirme dışında tutulmuştur.
Bunun gibi vergi kanunlarında herhangi bir düzenleme olmayan
gelir türleri 2002 yılı sonuna kadar vergilendirme dışında
tutulma durumuna gelmiştir. Kayıt dışı ekonominin kontrol altına
alınması, belge düzeninin yerleştirilmesi ve vergilendirmede
gerçek kazancın tespitinin amaçlanması sebebiyle 4369 Sayılı
Kanunla yapılan değişiklikle götürü usulde ticari kazanç tespiti
yöntemi tamamen kaldırılmış ve yerine belirli şartları taşıyan
mükelleflerin ticari kazançlarının basit usulde tespit edilmesi
yöntemi getirilmiştir. Zirai kazançlarda ise 4369 sayılı Kanun
öncesinde çiftçilerin vergiye tabi olup olmayacaklarının,
vergiye tabi olacaklarsa kazanç tespit yönteminin satış tutarı
esas alınarak belirlenmesi, çiftçileri yaptıkları satışlar için
belge talep etmemeye ve bu yolla hasılatlarını gizlemeye sevk
etmiştir. Bu şekilde belgesiz olarak ticari ve sınai hayata
intikal eden tarım ürünleri kayıt dışı ekonominin diğer önemli
bir kaynağını oluşturmuştur. Bu sakıncaların giderilmesi
amacıyla küçük çiftçi muaflığı kaldırılmış, zirai kazançların ya
sadece stopaj yoluyla ya da gerçek usulde vergilendirilmesi
sistemine geçilmiştir. Kayıt dışı çalışan işçilerin kayıt altına
alınmaları amacıyla Gelir Vergisi Kanunu'nda Geçici 5. Madde
düzenlenmiştir. Buna göre Gelir ve Kurumlar vergisi
mükelleflerinin, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 156. Maddesinde
tanımı yapılan ve 1.1.1998 tarihi itibariyle faaliyette bulunan
işyerlerinde, 1.6.1998 tarihinden önce ilgili idareye vermiş
oldukları son 4 aylık sigorta prim bordrolarında bildirdikleri
işçi sayısına ilave olarak bu kanunun yayımını izleyen beşinci
ayın sonuna kadar işe aldıkları ve fiilen çalıştırdıkları
işçilerden sendika üyesi olanların ücretlerinden, bu suretle işe
başlanılan aydan itibaren 36 ay süre ile kesilen ve beyan
edilerek tahakkuk ettirilen gelir ve damga vergileri, beyanname
verme süresini izleyen ikinci yılın aynı döneminde ödenir.
Gerekçede de belirtildiği şekilde bu düzenlemeyle daha büyük bir
işçi kesimi sosyal güvenlik hakkına sahip olabilecek, ayrıca
Sosyal Sigortalar Kurumu önemli ölçüde prim hasılatı
sağlayabilecektir. Bu çerçevede işverenleri kayıt dışı işçi
istihdam etmeye sevk eden faktörlerin geçiş dönemi içerisinde
ortadan kaldırılması ve bordroya kayıtlı işçi çalıştırmanın
teşvik edilmesi öngörülmektedir. 14/8/1999'da yürürlüğe giren
4444 Sayılı Kanunla yapılan değişikliklerle vergi mevzuatımızda
özel gider indirimi dışında kayıt dışılığı önlemeye yönelik
otokontrol sistemi kalmamıştır. Özel gider indirimi kapsamına da
şu anda sadece 5 harcama kalemi dahildir; Bunlar sağlık, eğitim,
kira, giyim ve gıda harcamalarıdır. Halbuki bunların dışındaki
harcamalar da örneğin tüpgaz, su, beyaz eşya, temizlik
malzemeleri ve bunun gibi daha bir çok harcama türü de zorunlu
ihtiyaçlar içerisinde yer alır ve özel gider indiriminden
yararlanması gerekir. Çünkü vatandaş kendince haklı olarak iade
alamayacak harcamalarında belge almayarak daha düşük fiyat
ödemiş olmaktadır. Bunun yanında bildirim yapma durumundan da
kurtulmuş olmaktadır. Bildirimde bulunarak zahmet çekerek
taksitle bir yıl içerisinde iade alacağına bunu alışveriş anında
peşin olarak elde etmektedir. Bu durumda yapılması gereken özel
gider indiriminin kapsamının yararlanan kişi ve harcama
kalemleri açısından genişletilmesidir. Halbuki bütün bu
düzenlemeler yapılması gerekirken bütçe açığını kapatmak
amacıyla özel gider indiriminin kaldırılmasının düşünülmesi son
derece yanlıştır. Özel gider indiriminin kaldırılmasıyla kayıt
dışı ekonominin boyutunun büyümesi ve gelir ve katma değer
vergisi gelirlerinde düşüş olması beklenir. 4369 sayılı Kanunla
vergi oranlarının düşürülmesi kayıt dışı ekonomiyi önlemede
oldukça önemli bir adımdı fakat 4444 Sayılı Kanunla ücret
dışındaki gelir unsurlarında bu oran 5 puan artırılmıştır. Bu
düzenlemeyle Gelir Vergisi Kanunu'nun 103. Maddesinde ilk oran
%15'den %20'ye çıkartılmıştır. Yapılan bu değişiklik, kayıt
dışılığın önlenmesine çalışılan günümüzde vergi gelirleri
açısından uzun dönemde düşmeye yol açacaktır. Çünkü yüksek vergi
oranları ikame etkisini ortaya çıkararak kayıt dışı kesimi
büyütücü etki gösterecektir. Vergi oranlarının düşürülmesiyle
hem kayıt dışı ekonominin boyutlarının küçüleceği hem de arz
yönlü etkilerle büyümenin hızlanacağı savunulan bir gerçektir.
Diğer bir düzenleme ise esnaf muaflığı ile ilgili olmuştur. 4369
Sayılı Kanun'un gerekçesinde de açıklanan bu husus da; Esnaf
muaflığı müessesesinin kayıt dışı ekonomiyi beslemesinin
engellenmesi ve belge düzeninin yerleştirilmesi amacına yönelik
olarak getirilen değişiklik, esnaf muaflığından faydalananların
faaliyetleri ile ilgili olarak satın aldıkları mal ve giderlere
ilişkin aldıkları belgeleri saklama ve ibraz zorunluluğu
getirmesi ve bu zorunluluğu yerine getirmeyenlerin esnaf
muaflığından yararlanamayacaklarının belirtilmesidir. Böylece
ekonomide malın üretiminden tüketimine kadar uzanan zincirde
gerçek ve basit usulde vergilendirilen mükellefler yanında,
vergiden muaf esnaf da belge alma ve saklamaya zorlanmakta ve
böylece oto kontrol ile belge düzeninin yerleştirilmesi
sağlanmaktadır. Ancak yine 4444 Sayılı Kanunla Gelir Vergisi
Kanunu'nun 9. Maddesinin 1. Fıkrasının 7. Bendinde yapılan
değişiklikle "...bir defa mal alış ve giderlerine ilişkin
belgeleri yanında bulundurmadığının veya bulundurduğu belgenin
satışını yaptığı mal ve hizmetle ilişkisinin olmadığının tespiti
halinde 'Esnaf Muaflığı Belgesi' iptal edilir ..." hükmü
kaldırılmıştır. Bu durumda esnaf muaflığından faydalanan
kişilere kayıt dışı ekonomide kalma fırsatı tanınmıştır. Bu
arada dört kişilik bir ailenin geçinebilmesi için gereken ve her
yıl ilan edilen rakamlar(fakirlik sınırı) asgari ücretin oldukça
altındadır. Bu durumda normal bir ailenin geçim seviyesi ilan
edilen meblağ kadarsa aradaki fark nasıl kapatılmaktadır? Sorusu
akla gelmektedir. Bu durumda kayıt dışılığa açıkça müsamaha
gösterilmektedir sonucu ortaya çıkmaktadır. Kayıt dışı ekonomiyi
önleme konusunda 4369 Sayılı Kanunla getirilen düzenlemelerin
bir yıl sonra geri çekilmesi vergilendirmede kesinlik ilkesine
tamamen zıt bir durum arz etmektedir. İstikrarlı uzun dönemli
politikalar uygulamak gerekirken günlük kaygılarla
değişikliklere gitmek vatandaşların ve diğer ülkelerin ülkemize
olan güvenini sarsacaktır. Dolayısıyla getirilecek düzenlemeler
üzerinde çok taraflı istişareler yapılmalıdır.
Sonuç
Kayıt dışı ekonominin boyutunu
dört değişken belirlemektedir. Bunlardan birincisi, vergi
denetimi geçirme ihtimali, ikincisi beyan dışı kalan gelir
sebebiyle ödenecek vergi cezasıdır. Üçüncü olarak mükelleflerin
muhatap oldukları marjinal gelir vergisi oranıdır. Son sırada
ise mükelleflerin risk alma eğilimi yatmaktadır. Mükellefler,
yakalanma ihtimaline göre ödeyecekleri vergi cezası, tam beyan
yapmaları halinde ödeyecekleri vergi miktarından daha düşükse,
vergi kaçırma eğiliminde olacaklardır. Denetim geçirme ve ceza
görme ihtimali yüksek ise kayıt dışı ekonominin boyutu
daralacaktır. Gelir sahiplerinin hemen hemen tamamı çeşitli
sebeplerle vergilerini ödemek istemezler. Onlara göre vergi
vermesi gerekenler hep başka kişilerdir. Bu sebeple kamu
harcamalarını karşılamak için gerekli olan vergiler ihtiyariliğe
bırakılmamıştır. Ancak bu durum mükelleflerin rızasının
aranmayacağı anlamına gelmemelidir. Çünkü mükellefin rızasına
dayanmayan vergiler, mükelleflerin dirençleriyle karşılaşır.
Vergi konusunda uzlaşmanın sağlanamamış olması durumunda vergiye
karşı koymanın farklı biçimlerde ortaya çıktığı görülmektedir.
Bunlar dört grupta toplanabilir. Bireysel olarak ya da topluca
kamu gücüne karşı baskı yapılabilir. Örneğin bir verginin kabulü
sırasında parlemento üzerinde veya vergilendirme işlemleri ile
ilgili olarak mali idare üzerinde baskı yapılabilir ki, bu her
zaman suç niteliğinde değildir, Hukuksal yollarla daha az vergi
ödenmesi şeklinde olabilir, (vergiden kaçınma) Doğrudan doğruya
vergi kanunlarına ve mali idarenin uygulamalarına karşı
gelinebilir, (vergi kaçakçılığı) Ayaklanmaya yakın bir biçimde
vergiye karşı koyma olabilir. Bütün bunların yanında vergiye
karşı koyma yolları, zamana, ekonomik ve sosyal sınıflara göre
değişik biçimlerde olabilir. Örneğin büyük sanayici ve iş
adamları hukuksal yollardan yararlanarak vergiden kaçınma yolunu
yeğledikleri halde, küçük ve orta ölçekli işletmeler doğrudan
vergi kaçakçılığına başvururlar. Kayıt dışı ekonominin
nedenleri, etkileri ve kayıt dışılığın önlenmesinde 4369 ve 4444
sayılı Kanun'la getirilen değişikliklerin incelendiği
çalışmamızda, neticede kayıt dışı ekonominin tam olarak ortadan
kaldırılmasının mümkün olmadığını belirtmemiz gerekmektedir.
Ancak gerçekleştirilecek idari reorganizasyon ve vergi ahlakının
tesis edilmesiyle kayıt dışı ekonominin boyutları en aza
indirilebilir. Kayıt dışılığın boyutlarının azaltılmasında bazı
önerilerimizi şu şekilde sıralayabiliriz; Ödeme sistemimizde
ciddi bir revizyona ihtiyaç vardır. Para ile ödeme yerine kredi
kartı vb uygulamalarla belirli hadlerin üzerindeki alışverişler
bankalar ve diğer finans kurumları vasıtasıyla kayıt içerisine
çekilmeye çalışılmalıdır. Denetimler artırılmalıdır;
Denetimlerin yetersiz olduğu bir ortamda gerçekleştirilecek
vergisel düzenlemelerin fazla bir anlamı olmayacaktır.
Mükellefler, denetimden geçme ihtimallerinin azaldığını
anladıklarında vergi kanunlarında ne kadar ağır müeyyideler
olursa olsun bunlara itibar göstermeyeceklerdir. Bu bağlamda
esasen 4369 sayılı kanun, mükelleflerin kanunun çıkışıyla
birlikte sihirli bir değnek değmişçesine birden bire vergi
ahlakına sahip oldukları esasına dayanmaktadır. Hayat
standardının kaldırılmasında bu duruma bir örnek teşkil
etmektedir. Gerçek ödeme gücüne ulaşmaya çalışırken vergi
gelirlerinde, 4369 sayılı Kanun sonrası önemli düşüşler
yaşanmış, vergi gelirlerindeki düşüş ekonomik durgunluğa
bağlanarak 4444 sayılı Kanunla yukarıda açıklandığı şekilde geri
adım atılmıştır. Esasen 4369 sayılı Kanunla getirilen kayıt
dışılığı önlemeyle ilgili maddeler ekonomik durğunluğa sebebiyet
vermesi bahanesiyle kaldırılmıştır. Ekonomide kayıt dışı
sektörün genişlemesine imkan tanınmıştır. Bütün bu gelişmeler,
uygulanan politikaların gerçekçilikten uzak ve uygulanabilirliği
düşünülmeden hazırlanmasından kaynaklanmıştır. Belge düzeninin
artırılmasında meslekle ilgili olan kişilere de fahri
müfettişlik şeklinde sınırlı denetleme yetkisi verilebilir.
Ayrıca ihbarlar sonucu tespit edilen vergi ziyaı sonucunda
mükelleften kesilen cezadan pay verme sistemiyle ihbar sayısı
artırılabilir ve bu şekilde belge düzeninin artırılması
sağlanabilir. Servet beyanı müessesesi tekrar uygulamaya
geçirilmelidir. - Mükelleflerden toplanan vergilerin onlara geri
döneceği inandırılmalıdır. Bu şekilde mükelleflerin vergi ahlakı
artacak ve vergi kaçakçılığı eğilimi azalacaktır. Vergi ceza
sisteminde hapis cezaları artırılmalı ve kesilecek cezalar
mümkün olduğunca paraya çevrilmemelidir. Vergi kaçakçılığında
meslekten süresiz ve süreli men cezası uygulanmalıdır. Ayrıca
vergi kaçakçılığında ısrar eden mükellefleri bulundukları
şehirden uzaklaştırma cezası uygulanabilir. Özel gider
indiriminin- halk tarafından vergi iadesi olarak bilinen sistem-
kapsamı genişletilmeli, yani bu sistemden faydalanacak kişi
sayısı ve özel gider indirimine giren mal ve hizmetlerin kapsamı
da genişletilmelidir. Bu şekilde vatandaşlar fatura-fiş
pazarlığına girmeyerek devletin hem gelir vergisi hasılasını hem
de katma değer vergisi hasılasını artıracaklardır. Düz oranlı
vergi sistemine geçilmelidir; tek bir vergi oranı tatbik
edilerek artan oranlı vergilerin yol açtığı çok kazananı
cezalandırma sisteminden vazgeçilmelidir. Düz oranlı vergiler,
karışık olan tarife yapısını basitleştirerek mükellefin yatırıma
gidebilecek fonlarını daha iyi değerlendirmelerine yol
açacaktır. Bu anlatılanlar ışığında rasyonel bir vergi sistemine
ulaşılmasında politikacılara da büyük işler düşmektedir. Her
kanunda olması gerektiği gibi vergi ile ilgili kanunlarda da
halkın ihtiyaçları göz önüne alınmalıdır. Dolayısıyla sağlam bir
vergi sistemi kurulduktan sonra çok fazla değişikliğe
gidilmemelidir. Ülkemiz açısından ciddi bir tehlike olan kayıt
dışı ekonominin azaltılmasında Parlâmentodan başlamak üzere
vatandaşlar ve mükelleflere önemli görevler düşmektedir.
Sorunlar sadece kendini düşünmekle değil fakat aynı zamanda
toplumu ve geleceğimizi düşünmekle aşılabilecektir.
Kaynak: Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
|