Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi
Kredi Kartı Piyasası
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Yer Altı Ekonomisinin Nedenleri 

Konusu suç ve yasak olan yeraltı ekonomisinin dolaylı veya dolaysız çeşitli nedenleri vardır. İnsanların toplum halinde yaşadığı ilk dönemden beri gözlenen suç ve caydırıcı yöntem olarak ceza; hukukçuların ha­len üzerinde araştırma yaptıkları bir konudur. Suç işle­yerek maddi çıkarlar elde etmekte yine yasakların ol­duğu ilk medeniyetten beri vardır. Bu bakımdan, yeraltı ekonomisinin en önemli nedeni yasaklar sonucu oluşan yüksek kâr marjlarının cazibesi ile yakalanma olasılığı ve cezaların caydırıcılığı gibi kamu otoritesi ile ilgili unsurlardır. Ancak bu unsurların gerisinde yatan fak­törler incelendiğinde, yeraltı ekonomisinin nedenleri üç başlık altında sistematize edilebilir: 

1. Sosyo politik nedenler,

2.  Ekonomik nedenler,

3.  Kamu otoritesinin yetersizliğinden kaynaklanan nedenler, 

Bu bölümde bu üç neden Türkiye'ye özgü koşullar gözönünde bulundurularak incelenmeye çalışılmıştır. 

Sosyo-Politik Nedenler 

Yeraltı ekonomisine yol açan sosyo-politik neden­lerin başında kentleşme gelir. Kentleşme bir yandan sosyal düzenin oluşmasına mani olurken, diğer yandan anonim kalabilmenin koşullarını hazırlamaktadır. Kentleşme aynı zamanda toplumsal değişime, de yol açar. Kentleşmeye neden olan en önemli faktör ise hızlı nüfus arazdır. Yeraltı ekonomisine yol açan bir diğer önemli unsur ise eğitimdir. Aşağıda bu konular analiz edilmeye çalışılmıştır, 

Hızlı Nüfus Artışı 

Türkiye'de nüfus hızlı bir artış göstermektedir. Nü­fusun yılda %2 civarında (1994-%1.78) artması zaman ve mekandan bağımsız çok ciddi olumsuzlukları bera­berinde getirir. Ülkemizde hızlı nüfus artışı, her kuruma ve gelişmeye damgasını vuran bir olgudur. Türkiye'de her reform hareketinin ve kalkınma çabalarının kazanmalarını ortadan kaldıran unsur nüfus artışıdır. Hızlı nüfus artışı bireylerin refah artışından daha fazla pay almasını ve ekonominin değişim sürecinin daha hızlı gerçekleşmesini engellemekte, sürdürülebilir kal­kınma çabalarını zorlaştırmakta, konut, sağlık, eğitim ve altyapıya olan ihtiyacı artırmaktadır. 

Türkiye her ne kadar yüksek büyüme hızlarını ger­çekleştiriyor ise de, artan nüfusa iş yaratamamaktadır. Eksik istihdamın oluşması, bir yandan ilerde detayları­na girilecek olan işsiz olanın her işi yapabilecek konu­ma düşmesine, diğer yandan ise devletin (biraz da sos­yal patlamaları önlemek amacı ve öteden ben alışılagelmiş 'devlet baba' anlayışı ile) kamu kesiminde ya­pay olarak aşırı istihdam oluşturmasına neden olur. Kamuda aşırı istihdam yaratılınca, ücretlerin düşük tutulması bir zorunluluk olmaktadır. Görevlilerin düşük gelirlerle geçinememesi, gelirlerini artırmak amacıyla çeşitli yollara başvurmasına neden olmakta ve enformel sektör başta olmak üzere yeraltı ekonomisine yol aç­maktadır. 

Hızlı nüfus artışı ve yeraltı ekonomisi ilişkisi, kamu hizmetlerinin üzerinde oluşacak olumsuz baskılar ve hizmetlerin toplumun gereksinimlerine cevap vereme­mesi şeklinde de ortaya çıkmaktadır. Bunun en çarpıcı örnekleri, sosyal refah devletlerinin birincil görevleri arasında sayılan eğitim veya sağlık hizmetlerinde gö­rülür. Eğitim hizmeti ne kadar "ücretsiz"dir, denirse densin öğrenci velileri kayıt için okul kapılarında kü­melendiğinde, "bağış" yapmayanların kayıt işlemleri de yapılmamaktadır. Aynı şekilde hastane kapılarında yı­ğılan hastalar, ya hastalan sıraya koyan görevlileri "memnun" etmekte; ya da hastanede ücretsiz hizmet sunmaya mecbur doktorların muayenehanesinde tedavi olmaktadır. Örnekler çoğaltılıp dramatize edilebilir. 

Verilen sadece birkaç örnek, nüfus artışının kamu hizmetlerini nasıl etkilediğini göstermek bakımından yeterlidir. Ülkemizde hızlı nüfus artışı, merkezî bir yö­netimin oluşturduğu ve toplumu her bakımdan denet­lemeye dönük bir çerçeve içinde cereyan etmektedir. 

"Bu kısır çerçevenin koruduğu ve adeta sorumsuzlaştır-dığı devlet kurumlarının harekete geçirilmesi, kamuya hizmet eder duruma getirilmesi zaten zordur. Nüfus artışı, en iyimser koşullar altında dahi yavaş işleyen ve kamudan gelen taleplere karşı fazla duyarlı olmayan bir çarkı, altından kalkamayacağı bir talep patlamasıyla karşı karşıya bırakmıştır. Bu durumda işinin görülmesi­ni isteyen şahıslar, özel ve hatta resmi kuruluşlar, bir yandan kendi çabalarıyla çeşitli yollardan kendilerine öncelik verilmesi ve kolaylık gösterilmesini sağlarken, diğer yandan da kendilerini destekleyecek güç kaynak­larını harekete geçirmektedirler" (Turan 1993:379). Vurgulanmaya çalışılan, kamu hizmetlerinin yeterli olmaması sonucunda hizmetlerden kimlerin yararlana­cağını, iltimas, rüşvet, zor kullanma, adam kayırma gibi yoz yöntemlerin belirlediği ve bunların yeraltı ekono­misine zemin hazırladığıdır. 

Toplumsal Değişim 

Türkiye geleneksel bir toplum olmaktan çıkan ve hızla sanayi toplumu haline gelen bir ülkedir. Bu sü­reçte geleneksel toplumsal yapıda bazı değişikliklerin olması ve bu değişimin toplumun tüm katmanlarında ve dolayısıyla toplumsal yaşamı belirleyen bütün yapılarda kendini göstermesi kaçınılmazdır. 

Ahlâk kurallarının, genel olarak toplum içerisinde oluşmuş örf ve adetler, değer yargıları ve normlardan oluştuğu varsayılır. Ahlâk kuralları, bireylerin diğer bireylerle ve toplumla ilişkilerini düzenler. Toplumların hızla değiştiği dönemlerde ahlâk kuralları da sarsılmaya başlar. Gerçi gerçek kanı, ahlâk kurallarının oldukça yavaş değiştiği ya da değişmesi gerektiğidir. Ancak ekonomik ilişkiler, siyasal örgütlenme biçimleri, kent yaşamı, iletişim araçlarının etkinliği son derece hızlı değişirken, bireyler arası ilişkileri düzenleyen kuralların aynı kalması beklenemez. Toplumlar ne kadar hızlı değişirse, ahlâk kurallarının da o hızla değişmesi (arzu edilmese de) kaçınılmazdır. 

Hızlı değişim süreci içindeki toplumlarda yaşanan bu gelişme, ahlâk kurallarının iki kategoride sınıflandı­rılmasını gerektirir: Toplumun örf ve adetleri, değer yargıları ve normlarından kaynaklanan ve resmen kabul edilen; yasalarla zorunlu kılman, eğitim ve toplumsallaşma yolu ile empoze edilen resmi ahlâk (normatif ahlâk); ve hızla değişen ekonomik ve toplumsal şart­larla aynı hızda ilerleyen resmi olmayan ahlâk. Resmi ahlâk ile resmi olmayan ahlâk arasındaki farkı ALKAN şöyle özetlemektedir: 

"Resmi ahlâk, toplumda sürekliliği, kurumlaşmayı, beklenilirliği, meşruluğu oluşturur. Yasalar bu ahlâk yargılarına göre yazılır, mahkemeler bu ahlâka göre yargılarını verir, politikacılar bu ahlâka göre törensel konuşmalar yapar. Resmi olmayan ahlâk ise, hızla de­ğişen koşullara uyum sağlamaya yarayan yeni davranış kalıplarıdır. Yüksek enflasyon hızıyla ilk kez karşılaşan bir toplumda önce ticari ahlâk etkilenecektir. Verilen sözlerin değeri değişecek, satış tekniklerine yenilen eklenecek, borçlanma anlayışı yeniden gözden geçirile­cektir. Ticaret ahlâkında gözlenen değişmeler zamanla cinsel ahlâka, mesleki ahlâka ve siyasal ahlâka da yan­sıyacaktır" (Alkan 1993:20). 

Resmi ahlâkla gayri resmi ahlâk arasındaki bu çe­lişki ahlâk yozlaşmasının en önemli göstergesidir. Tür­kiye gibi hızlı yapı değişiminin yaşandığı toplumlarda, kaynakların ve fırsatların eşit dağılımını sağlamak mümkün değildir. Eğer bir toplumda hızlı bir yapı deği­şimi yaşanıyor, toplumda kaynak ve fırsatlar eşit olarak dağılmıyor, (daha da ötesi eşit olmayan dağıtım biçimi­nin sürekliliğini sağlamak üzere kontrol kurumları olu­şuyor)  ise,  kriminal  sektör  faaliyetlerini   önleyeceği düşünülen ahlâk normları etkinliğini yitirir. Unutulma­malıdır ki, toplumda ana kontrol kurumu devlettir. Ku­rum olarak devlet, işlevini yerine getirirken her düzey­de kaynakların ve fırsatların oluşturulup dağıtılması sürecine karışmaktadır: "Daha somut olarak belirtmek gerekirse, devlet kurumu adına karar alıp uygulayan siyasal ve yönetsel kadrolar mevcut toplumsal kaynak ve fırsatların kullanım biçimlerini güvence altında tut­maktan başka, bunlara ek olarak bir takım yem kaynak ve fırsatlar yaratan girişimlerde de bulunmaktadır. Kontrol görevini görürken başkalarına olanak ve ayrı­calık sağlayanların buna karşılık sağladıkları ile orantılı bir takım rantlar talep etmeleri de" mümkündür (Şayian 1975:84). Bu ve buna benzer gelişmeler neticede yeraltı ekonomisini beslemektedir.

Bir ülkede ahlâk kodunu belirleyen üç temel kay­nak vardır: İnanca dayalı dini ahlâk; tüzel kuvvete ve yaptırıma dayalı siyasi ahlâk; akıla, bilime ve bilince dayalı bilimsel (laik) ahlâk. Dini ahlâk; tek tanrı tek din anlayışından hareketle, kelamın tartışılmadığı ana fikri üzerine inşa edilmiştir. Buna karşılık tüzel kuvvete da­yalı siyasi ahlâk; yaptırıma dayalı, merkezi otoritenin önerdiği ve denetlediği egemen ideolojinin önerdiği ahlâk kodudur. Bilimsel ahlâk ise gerçeği aramayı ve sonuçlarına (hoşumuza gitmese de) katlanmayı ve say­gılı olmayı gerektirir (Güvenç 1993). 

Türkiye'deki ahlâk anlayışı, bu üç kaynakdan da bağımsız bir gelişme göstermiş, "iş bitirici ahlâk" anla­yışı hakim olmuştur. İş bitirici ahlâkın bireysel görün­tüsü "köşe dönmeci" niteliğe bürünmektedir. "Türki­ye'deki ahlâk sistemi; en güçlü dayanağı olan dinin desteğini resmi açıdan kaybetmiştir. Ancak; dürüstlük, erdemlilik yani ahlâk sosyal bir maldır. Ahlâkın bu­lunmaması halinde piyasa mekanizmasının işletilebil­mesi yani kontratların yerine getirilmesi sadece devletin yaptırımlarının etkinliğine bağlı kalmaktadır. Türki­ye'de çek senet mafyasının ortaya çıkışı, hukuk siste­minin zaafa uğradığını ortaya koymakla birlikte, onun kaynağını oluşturan ahlâk sisteminin de yetersizliğine dikkati çekmektedir. İnsanlık ilahi bir formüle dayan­mayan bir ahlâk sistemini kurup hiç bir ülkede başarı ile işletememiştir" (Akalın 1993). Nitekim Türkiye'de de geçerli ahlâk anlayışı "gemisini kurtaran kaptan" vecizeleri ile ifadesini bulmaktadır. Ne pahasına olursa olsun amaca ulaşma anlayışı (makyavelizm) amaç "kö­şe dönme" olduğunda, yeraltı ekonomisi faaliyetleri de "mubah" olur. 

Eğitim 

Bir ülkenin kalkınmasında ve çağdaş uygarlık dü­zeyine ulaşmasında en önemli unsur eğitimdir. "Bireye bilgi,  beceri  kazandırma,  bireyin  topluma uyumunu sağlama süreci" olarak tanımlanan eğitim ile bireylerin refah düzeylerini artırmaları arasında sıkı bir ilişki var­dır (Adem 1993). Eğitim, bilgili bireylerin sayısını artı­ran ve onların şahsiyetlerini geliştiren önemli ve vazge­çilmez bir unsurdur. Eğitim aynı zamanda ekonomik kalkınmanın bir sonucu olarak artan mal ve hizmet üre­timine olan talebi artıran, hayat seviyesini yükselten bir unsurdur.

Eğitim iki tür fayda oluşturur. Bunlardan birincisi tamamen kişisel tüketimle ilgili olan özel fayda, diğeri ise bireylere eşit ve bağımsız olarak yararlanma olanağı veren ve teknik ifadesi ile "olumlu dışsallık" özelliği içeren toplumsal faydadır. 

Eğitimin kişilere sağladığı ilk özel fayda, daha fazla eğitim görmüş kişilerin, daha az veya hiç eğitim görmemiş bireylere göre daha fazla kazanç sağlaması olarak açıklanabilecek olan daha fazla eğitimin sağladı­ğı mali kazançtır. Daha fazla eğitim almanın ikinci özel faydası; eğitimi daha üst düzeyde sürdürme sonucunda kazanılacak ödüllerin seçim değeri şeklinde ifade edilen eğitimin sağladığı mali seçim fırsatıdır. Eğitimin sağla­dığı üçüncü özel fayda, eğitimlilere parasal olmayan seçim fırsatları sağlamasıdır. Eğitim ile bireyin iş ola­nakları gelişmekte ve bunun yanında makam, şöhret, unvan ve seçginlik gibi ödülleri içeren işleri seçme fır­satları doğmaktadır. Eğitimin dördüncü özel faydası ise bireyin teknolojik  gelişmeler karşısında  doğabilecek olumsuz şartlardan kendisini koruyabilme yeteneğini kazanmasıdır. Özellikle son yıllarda, üretim sürecinde yaşanan teknolojik değişmeler, çalışanların bu deği­şimler karşısında yeni bilgiler öğrenmesini gerekli kıl­maktadır. Eğitim, bu değişiklikler karşısında çalışanla­rın bilgi birikimlerine katkıda bulunarak onların tek­nolojik değişmelere kısa sürede adapte olmalarını sağ­lamaktadır (Weisbrod 1978).

Eğitim, bu hizmetten yararlananlara doğrudan kişi­sel faydalar sağlamanın yanı sıra, hizmetin yaydığı dış-sallıklar nedeni ile toplumun tümüne yönelik faydalar da sağlamaktadır.  Eğitim, kültür düzeyi yüksek bir toplum yaratarak, gelişmeyi ve toplumsal dönüşümü engelleyici, sınırlayıcı değer yargılarını yıkarak, olayla­ra karşı daha objektif bakış açısı kazandırarak toplumun genel düzeyini yükseltme yönünden toplumdaki diğer bireylerin fayda fonksiyonuna etkide bulunur. Eğitim ile daha iyi eğitilmiş bir kuşak daha sonraki kuşaklara gelir artışı sağlar, işgücüne iş bulmada avantajlar sağ­lar, bilimsel araştırmayı özendiren kurumsal çerçeveyi oluşturur, gizli yeteneklerin ortaya çıkarılmasına katkı­da bulunur, seçmenlerin bilgilerini artırarak ve politi­kada yetenekli liderler yetiştirerek politik istikrarı bes­ler, vergi ile finanse edilen sosyal hizmetlere olan talebi azaltır ve insanların kültür düzeylerini artırarak ufukla­rını genişletir, boş zamanlarını daha verimli değerlen­dirmelerine katkıda bulunur. 

Eğitimin sağladığı olumlu dışsallıkların sonuncusu ise bireylerin yasalar ile uyumlu davranış biçimim geliştirmesidir. Eğitimli toplumlarda suç işleme oranının düşeceği genel kanıdır. Suç oranının düşmesi iki şekil­de ortaya çıkmaktadır. İlk olarak eğitim düzeyine bağlı olarak bireyin gelir düzeyinin yükselmesi sonucunda suç işlemenin alternatif maliyeti yükselmektedir. Birey suç işleyip sonuçta mahkum olması durumunda çalıştı­ğı işten ayrı kalmasının gelirinde yol açacağı azalmayı düşünerek, suç işlemekten vazgeçebilir. İkinci olarak okula devam etme öğrencinin kötü çevre ile olan ilişki­sini keseceği gibi aynı zamanda uygun bir disiplin al­tında ahlâki duyguların gelişmesine katkıda bulunur. ABD'de yapılan bir araştırmaya göre çocuklar arasın­daki suçluluğun özellikle okula sürekli devam etmeyen çocuklar arasında ortaya çıktığı ve çocuklar arasındaki suçluluk oranlarının okulların tatil olduğu günlerde arttığı gözlemlenmektedir (Dönmezer 1994). 

Okula düzenli bir şekilde devam etme ve eğitim düzeyinin yükselmesi suç oranlarım düşürmekle bera­ber, bu etkinin doğal sonucu olarak devletin suçluların yakalanması, yargılanması ve topluma yeniden kazan­dırmak için yaptığı idari ve personel harcamaları yani adalet hizmeti için yapılan harcamalarda da azalmalar görülecektir. 

Konu ülkemiz açısından düşünüldüğünde, oldukça vahim bir tablo ortaya çıkmaktadır. Nitekim 7. Beş Yıllık Kalkınma Planında ülkemizin eğitim konusunda bulunduğu durum açık bir şekilde ortaya konmuştur. Buna göre; "1990 yılı itibariyle 6 ve daha yukarı yaşta­ki nüfus içerisinde erkeklerin %11.2'si, kadınların ise %28'i okuma yazma bilmemektedir. Okur-yazar erkek nüfusun %73.6'sı ilkokul mezunu veya herhangi bir eğitim kurumunu bitirmemiştir. Okur-yazar kadınlarda ise bu oran %81.6'dır. Orta-okul ve dengi okul mezunu olanların oranı erkeklerde %10.8, kadınlarda %7.6'dır. Okur-yazar erkek nüfusu içerisinde lise ve dengi okul mezunu olanların oranı %10.7 ve yüksek öğretim me­zunu olanların oram %4.7 iken, bu oranlar okur-yazar kadın nüfus içerisinde sırasıyla %8.3 ve %2.6'dır." "İş­gücünün eğitim düzeyi de yeterli ölçüde geliştirileme­miştir. 1990 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre iş­gücünün ancak %5.2'si yüksek öğretim, %9.7'si lise ve dengi okul, %7'si orta okul ve dengi okul mezunu olup, geri kalan %78.1'i ilkokul mezunu veya daha düşük eğitim düzeyindedir" (DPT 1997). 

Sayısal çıkmazların yanı sıra, eğitim sistemimiz nitelik bakımından da önemli olumsuzluklar sergile­mekte ve toplumsal gelişmeyi önlemektedir. Eğitimde fırsat ve olanak eşitliği tüm çabalara rağmen gerçekleş­tirilememiştir. Eğitim faaliyetlerinde bulunan kurumlar arasında koordinasyon sağlanamamıştır. Her eğitim düzeyinde; zihinsel etkinlikleri el ve beden etkinlikle­rinden üstün tutan düşüncelerin ve inançların etkileri altında oluşmuş, öğrencilerin ilgi, yetenek ve kapasite yönünden birbirinden farklı olduğunu dikkate almayan ezberci, katı ve yetenekleri körelten bir eğitim sistemi ortaya çıkmıştır. Öğrencileri 6 yaşından itibaren sürekli bir yarışma gerilimi içinde tutan sınav sistemi öğrenci­lerin çalışma zevklerini dumura uğratmaktadır. Öğretim programlarının bilimsel esaslara göre geliştirilmesinde yeterli gelişme sağlanamamıştır. Öğretmen ve öğretim üyesi sayısındaki yetersizlikler ve dağılımındaki denge­sizlikler, imkan ve fırsat eşitliği yanında eğitimin kali­tesini de olumsuz şekilde etkilemektedir (Detaylar için Bkz. Adem 1993). Türk eğitim sisteminin sorunları detaylandırılıp, dramatik durum çeşitli şekillerde örneklendirilebilir. Vurgulanması gereken unsur, toplum olarak yeterli eğitimde olmadığımız, eğitim sisteminin de suç işlemeye yeterince mani olmadığıdır. İşte böyle bir ortamda yeraltı ekonomisi faaliyetlerinin önlenmesi için gerekli kısıtlar ortadan kalkmaktadır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005