Türkiye' deki Son 20 Yılın Ekonomik Krizleri Konusunda Bir Değerlendirme

Anahtar Kelimeler; Ekonomik Krizler, Ekonomik Kriz Nedir, Türkiyede Ekonomik Krizler, Ekonomik Krizlerin Nedenleri, Kriz Ekonomisi

Prof. DR. C. Tayyar Sadıklar 

Giriş 

Türkiye'de hemen hemen son on yılda, tüm mali sektörü etkileyen bir ekonomik kriz yaşandı. Bu krizlerin sebepleri, önlemleri ve sonuçları bilinmesine rağmen, bunlardan ka­çınılamadı. Çare için Para Fonu'na sığınıldı. Kaldı ki, Para Fonu'nun önerileri, Türkiye'de vasat bir bürokrat tarafından bile ortaya konulabilen, ilim adamlarımız tarafından yıllarca tartışılan konulardır. Normal şartlarda, Hazine­de şube müdürü bile olamayacak bir Para Fo­nu yetkilisinin eline sopa verildi ve Türkiye şartlarını bilmeyenler tarafından ekonomi yö­netilmeye çalışıldı. Genelde de başarılı oluna­madı. 1980'li yıllara girerken, 1990'lı yıllarda, 2000 yılına girerken ve 2001 yılında krizler ya­şadık. Bu krizler hakkındaki görüşlerimizi aşağıda özetle vereceğiz. 

1980'li yıllara girilirken, yaşanan kriz­den önce alınması gerekli tedbirler konusun­da, Merkez Bankası Başkanı olarak, bazı öne­riler ortaya koymuştuk. Ayrıntılarına burada girmeyeceğim. Ancak şu kadarını ifade ede­yim ki, bu öneriler Sayın Kemal Derviş tarafın­dan "önlemler paketi" olarak 2000'li yıllarda uygulamaya konulan önerilerle %90 örtüş­mektedir. 

Bu konuda daha ilginç bir örnek ver­mek istiyorum. Prof. Dr. Zeyat Hatiboğlu ve prof. Dr. Mustafa Aysan tarafından "Türkiye Ekonomisinde 1994 Bunalımı" konulu kitap­ta, bunalımın nedeni ve sonucu konusunda çok değerli, bugün de geçerli olabilecek gö­rüşler ve öneriler, daha 1994 yılında ortaya konmuştur. 

Türkiye'deki ekonomik sıkıntıları "Hollanda hastalığı"na benzeten yazarlar, "ekonominin temelinde kendİ- gücüyle ger­çekleştirilemeyecek yüksek oranlı gelişme hızlarına geçici nedenlerle ulaşan ekonomiler­de yüksek gelişme hızlarını izleyen önemli gerileme dönemlerinin yaşandığını" belirt­mekteler. Türkiye'deki bunalımlar incelendi­ğinde de, buna benzer gelişmeler olduğuna şahit olduk. 

İlginç olan, bilim adamlarımızın öner­dikleri çözüm yolları bugünkü uygulananlar­dan pek farklı değildir. Ayrıca, yapısal önlem­ler zamanında alınmadığı takdirde, bilinen ve birbirine benzeyen istikrar tedbirleri kısa vade­de sonuç verse bile, ekonomi on yıl sonra tek­rar bunalıma girmekten kurtulamamaktadır. 

Ekonomik krizlerin çözümü için, ortaya konan istikrar tedbirlerini inatla ve yapısal ön­lemlerle birlikte devam ettirmedikçe, bu kısır döngüden kurtulmak mümkün olmamaktadır.

Krizlerin çözümü için ithal reçeteler ye­rine, kendi uzmanlarımızın görüşlerine itibar etmek belki de daha akılcı bir yoldur. Ekonomik krizleri Türkiye'nin kaderi olmaktan çıkarmak için, geçmişi iyi değerlen­dirmek ve hatalardan ders almak gerekiyor. 

1980'li Yıllara Girerken Yaşanan Ekonomik Kriz ve 24 Ocak Kararları 

1979 yılının sonlannda ekonomi tam anlamında dar boğaza girmişti. Merkez Ban­kası'ndaki döviz rezervleri erimiş, piyasada petrol, ilaç, gübre, röntgen filmi bulunamaz hale gelmişti. Yatırım ve üretim durmuştu. İh­racat gelirlerinin tamamı, petrol ithalatını bile karşılayamıyordu. Dövizin resmi fiyatı 35 n, kara borsada 47 n. idi. Enflasyon %60'lann üzerine çıkmış ve %100'ün üzerine çıkma eği­limine girmişti. Büyüme eksiye dönüşmüştü. 

Bu şartlar altında; 24 Ocak kararları adıyla alınan ekonomik tedbirlerin kısa vade­li amacı; duran ekonomiyi çalışır hale getirmekti. Orta ve uzun vadeli amacı ise, ekono­miyi dışa açmak ve serbest piyasa ekonomisi­nin şartlarını yaratmaktı. 

24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararla­rın bazılannı hatırlamakta yarar vardır.

. Ocak 1980 tarihli 25 sayılı kararla, 1 ABD Doları 70 TL olarak tespit edildi. Bu fiilen %100 civannda bir devalüas­yondu.

. Kamu fınansman açıklannın kapatılma­sı için KİT ürünlerinin fiyatı büyük öl­çüde artırıldı.

. Serbest faiz, serbest döviz fiyatı, serbest mal fiyatları konularında ilk adımlar atıldı. Ekonomide koordinasyon sağ­lanması için yeni bir kuruloluşturuldu.

. İhracat ve yatırımlara büyükbir teşvik sistemi getirildi.

. Türk Parasının Kıymetini Koruma Mevzuatı daha liberal hale getirildi. 

Kararların sonuçları süratle alınmaya başlanmıştı. Yokların çoğu var haline gelmeye başlamıştı. Ekonomide, 1980 Ağustos ayında, yeniden sağlıklı bir duruma girildiği gözlen­mekteydi. Enflasyon önce yıllık %30'lara ve % 25'lere düşürülmüştü. 24 Ocak 1980 kararları, kısa vadede krizden çıkmak içi  "zamanında alınan ve başarıya ulaşan kararlar" olarak ni­telendirilebilir. 

Daha sonraki dönemlerde bu kararların hazırlanmasında ve uygulanmasında yanlışlar yapıldı. 24 Ocak 1980'de alınan kararların, uzun ve orta vadede hedeflerine ulaşamaması­nın bazı nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz: 

- Serbest rekabet kavramı yanlış anla­şılmış ve yanlış uygulanmıştır. Dünyanın en li­beral ülkelerinde dahi, "serbestlik" sınırlı bir kavramdır ve bazı kurallara bağlanmıştır. Biz­de ise, "bırakınız yapsınıar, bırakınız geçsin­ler" uygulaması en yıkıcı şekilde yaşanmıştır.

- Bir şok tedavisine tabi tutulan ekono­mi, hasta yatağından kalktıktan sonra bir ge­çiş dönemi yaşamadan, en güçlü ve sağlıklıekonomilerle rekabet etmeye zorlanmıştır.

- Mali sektörde alt yapı hazırlanmadığı halde, serbest faiz politikası gelişigüzel uygu­lanmıştır.

- Hükümet, programlarında ilan edildi­ği halde, gerçekleştirilmeyen mali reformlar, olumsuz beklentiler yaratmıştır.

- Ekonomide "beklenti faktörü"nün önemi, yeterince kavranamadığı için mazeret arama telaşıyla yapılan gerçek dışı beyanlar toplumda güvensizlik yaratmıştır.

- Araç ile amaç karıştırılmış, para poli­tikası bir araç olarak görülmeye başlanılmıştır.

- Kredi politikalarının uygulanmasında; kredilerin topluca durdurulup açılması ve se­lektif bir politika izlenememesi, üretimi olum­suz yönde etkilemiştir.

- Kamu açıkları önlenememiştir. Bu açıklar bir taraftan emisyon hacmini zorlar­ken, diğer taraftan da toplam talebi istenme­yen bir yönde artırmıştır.

- En önemlisi, büyüme için gerekli olan sağlam kaynak yaratma konusunda belirli bir adım atılamamıştır. Aksine, alınan vergi ted­birleri kaynak kaybına yol açmıştır. 

1990'lı Yıllann Krizi 

1990'lı yıllarda Türkiye, giriş bölümün­de de değindiğimiz, Hollanda hastalığına tu­tulmuştu. Sermaye hareketlerini serbestleşti­ren bizim gibi bir ülkede, makro ekonomi yö­netim ilkeleri gereği gibi uygulanamamıştır. Yüksek enflasyonun oluşturduğu belirsizlik ortamında, dış kaynak akımı kısa vadeli bir yapıya bürünmüştür. Dış borçlanmada devle­tin payı azalmıştır. Banka kesiminin ve özel sektörün payı büyürken, kısa vadeli sermaye giriş-çıkışları, sistemi sarsmaya başlamıştır.

1994 krizinde, kamu borçlanma gereği­nin büyüdüğü bir aşamada, faizlerin düşürül­mesi, Türk Lirası'ndan kaçışı ve dövize hücu­mu başlatmıştır. Böylece TL, yabancı paralar karşısında büyük değerler kaybetmiştir. Döviz fiyatları üç ay içinde %230 artmış, son yıllarda %7 civarında olan büyüme menfiye doğru ge­lişmeye başlamıştır. Faiz oranları, %100'lerden %l000'lere tırmarımaya başlamıştır. 

Bu dönemde de beklenti faktörü deği­şik sebeplerle olumsuz etkilenmiş, kısa vade­li sermaye giriş-çıkışları, ekonomiyi alt üst et­miştir. Bütün bunların yanında asıl sorunun, kamu finansman açıklarından kaynaklandığı da bilinmektedir. Ekonomi, gücünün üstünde zorlanmış ve sağlam kaynak yaratılamamıştır. 

Bankacılık Krizi 

1994 krizi, bir bankacılık krizi ile birlik­te yaşandı. 1980 yılında yayınlanan "Türk Ma­li Sistemi İçinde Bankalar" konulu kitabımda bankaları ekonomik sistemin kan damarları olarak nitelendirmekteydim. Üniversitelerde verdiğim dersler sırasında da bankacılık siste­minin önemini öğrencilerime bu benzetmeyle açıklamaya çalıştım. 

Özellikle kalbe giden kan damarlarında bir tıkanma olursa "kriz" yaşanır. Bugünlerde yaşadığımız ekonomik krizin hem sebepleri hem sonuçları arasında bankacılık sisteminin tıkanması vardır.                        .

Kamu fınansman açıklarının sebep ol­duğu ölçüsüz borçlanma furyası bankacılık sistemini de büyük ölçüde etkilemiştir. Sistem kredi vermek yerine iç ve dış faiz farklarından yararlanarak ve Hazinenin borç senetlerini alıp satarak yaşamaya alıştırılmıştır. 

1979 yılında banka sayısı 44 ve şube sayısı 5.769'du. Bu sayı günümüze kadar iki­ye katlanmıştır. Merkez Bankası Başkanı ve Hazine Genel Müdürü olarak sistemin başın­da bulunduğum sürece yeni banka açılmasına müsaade edilmemiştir. Yeni şube açmak için de çok sıkı kurallar uygulanmıştır. Daha son­raki yıllarda tam anlamıyla banka ve banka şubesi enflasyonu yaşanmıştır. Krizin sebeple­riniararken asıl bu konunun üzerine gitmek­te yarar vardır.

Diğer taraftan, bankacılık sisteminin nasıl denetlendiği konusuna da eğilmek gere­ğini duyuyoruz. Bankalar; kendi Müfettişieri, Genel Kurulların seçtiği Murakıplar, Maliye Teftiş Elemanları, Bağımsız Denetim Kuruluş­ları, Yüksek Denetleme Kurulu ve Yemirıli Bankalar Murakıpları tarafından denetlenmek­tedir. Bu kadar çok denetime rağmen bugüne kadar sistemin aksayan yönlerinin tespit edi­lememesi imkansızdır. 

Nitekim, sistemin aksayan yönleri, her bankanın ne denli açık verdiği, yapılan usul­süzlükler biliniyordu. Ancak üzerine gitmek­te yetersiz kalındı. Bu yetersizliğin kökünde 80'i aşan bankayla uğraşmanın zorlu ğu gel­mektedir.

Aslında, mali sistemimizde bu kadar banka ve banka şubesinin bulunması ülkenin gerçeklerine aykırıdır. Ortaya çıkan banka krizi ve yeni düzenlemelerle banka sayısının süratle azaltılması imkanı ortaya çıkmıştır. Bunu yaparken, şüphesiz özlük haklarına ve üçün­cü şahısların çıkarlarına, yasalara aykırı müdahalede bulunulmamalıdır. 

1994 yılında uygulanan Bankalar Kanu­nu'nun, bankalara el koymaya imkan veren maddeleri yanlış ve zamansız uygulanmıştır. Kriz sırasında zorda kalan bankaların 10'u, 64. madde kapsamına alınıp el konulabilir hale gelmişti. Ancak kanunun emrettiği işlevler ta­mamlanmadan ilk üç bankaya el konulmuştur. Paniğin önlenemeyeceği anlaşılınca mev­duat garantisi getirilmiş, diğer bankalar geçici olarak kurtanlmıştır. Mevduat garantisi daha önce getirilseydi, hiçbir bankaya el konulama­yacaktı. Veya daha sonra getirilseydi, diğer bütün bankalar da kapatılmış olacaktı. 

1994'te bankacılık sisteminde yaşanan sıkıntılar, son yıllara kadar devam etmiştir. Pa­ra Fonu ile yapılan anlaşmalara "ödeme kabi­liyetini kaybeden herhangi bir banka, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devralınacaktır" şeklinde bir taahhüt konmuştur. Bu taahhüt gereği, 19 banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilmiştir. 

Bu gelişmeler bankacılık sisteminde bir belirsizlik ve hepsinden çok bir güvensizİik yaratmıştır. Bankaların fona alınma haberleri "sıra hangisine gelecek?" sorusu ile sistemi te­melinden sarsmıştır. Mali sektör krizinin teme­linde yatan unsurlardan biri de budur. 

1994 krizinden sonraki yıllarda IMF'nin izlemeye aldığı bir program uygulanmıştır. Bu programa göre, para politikası daha sıkı hale getirilmiş, yeni ve ek vergiler getirilmiş, sosyal güvenlik sisteminde de düzenlemeler yapıl­mıştır. Banka sisteminin gözetimi için, daha etkin yasal hükümler getirilmiştir. 

2000 Yılı Kasım ve 2001 Yılı Şubat Ayında Yaşanan Krizler 

Ekonominin bir türlü dengeye oturtula­maması sebebiyle 1999 yılının Aralık ayında uygulamaya konulan, IMF destekli enflasyonu düşürme programının amacı; üç yıllık bir süre­nin sonunda, enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek, reel faiz oranlarını makul bir düze­ye düşürm k, ekonominin büyüme potansiye­lini artırmak ve ekonomideki kaynaklan daha etkin kullanmak olarak belirlenmiştir.

2000 yılında, programda öngörülen enflasyon hedeflerine oldukça yaklaşılmış, ka­mu finansman dengesinde iyileşmeler görül­müştür. Bazı yapısal reformlar da yapılmaya. başlanılmıştı.

Şubat 2000 tarihinde, Türk japon Vakfı Kültür Merkezi'nde düzenlediğimiz bir panel sonucunda, Sayın Başbakan ve CumhtJrbaşka­nı'na gönderdiğimiz faksı aşağıya alıyoruz 

"Türk japon Vakfı' Kültür Merkezi'nde 18 Şubat 2000 tarihinde 'Krizden İstikrara Türk ve japon Örneği' konulu bir panel düzenlenmiştir. Panelin açılış konuşmalarını, Sa­yın Maliye Bakanı ve japonya Büyükelçiliği Maslahatgüzan yapmışlardır. 

Panelde Türkiye'deki ekonomik istikrar programının hazırlayıcısıj Hazine Müsteşarı, Merkez Bankası Başkanı, Bütçe ve Mali Kont­rol Genel Müdürü, Özelleştirme İdaresi Baş­kanı gibi değerli bürokratlanmız yer almışlar­dır. Ayrıca özel sektörün yaklaşımını TÜSİAD Başkanı ve Kamuoyunun görüşünü de bir ekonomi yazarımız dile getirmiştir. Üniversite­mizi temsilen eski bir rektör ve ekonomi pro­fesörü katılmıştır. japonya'daki gelişmeleri de Londra'daki Fuji Araştırma Merkezi'nden bir uzman açıklamıştır. 

Toplantıya Sanayi ve Ticaret Odaları, Meslek Teşekkülleri ve Diplomatik Misyon Temsilcileri de davet edilmiştir. 

Panelde tartışılan ve ilgili makamlara duyurulmasında zaruret gördüğümüz birkaç konuyu tekrarlamak istiyoruz. 

Yabancı diplomatlar özetle şu görüşleri ifade etmişlerdir: Türk Hükümetinin reform çalışmaları, Uluslararası çevreler tarafından tü­müyle olumlu karşılanmış ve ülkedeki yaban­cı yatınmların artacağı bir ortamın oluşması sağlanmıştır. Türk Hükümetinin IMF ve Dün­ya Bankası ile yapmış olduğu anlaşmalar, bu çabaların uluslararası alanlarda onaylandığı­nın bir göstergesidir. Ayrıca, Japon Kredi De­ğerlendirme Kuruluşu'nun (JCIF) Türkiye'nin uluslararası finans piyasalarında statüsünü "BB"den "BB+"ya çıkarması ve Türk Hazinesi­nin Samurai tahvilleri piyasasına yeniden gir­mesi bu tasdikin örnekleri arasında sayılabi­lir... " 

Diğer taraftan, toplantıda mevcut prog­ramın, özel sektör ve basın tarafından bu aşa­mada desteklendiği, bu desteğin devam ede­bilmesi için programın popülist yaklaşımlarla saptırılmadan uygulanması gerektiği de vur­gulanınıştır.

          Toplantıda önemle tekrarlanan konu ise; Programın başarılı olmaktan başka alter­natifi olmadığı, başarısız olmasının büyük bir felaket olabileceği, buna mukabil başarı şansının yüksek olduğu, bunun için de siyasi is­tikrarın ve Hükümetin tı'ttumunun büyük önem taşıdığıdır... 

Ekonomik istikrar programı ile ilgili bir­çok toplantıda olduğu gibi, istikrar programı­nın sahibi kimdir? sorusu sorulmuş ve cevabıMaliye Bakanı tarafından "Hükümettir" şeklin­de verilmiştir. Bu konuda şu şekilde bir öneri yapılmıştır: Başbakanın başkanlığında her hafta ekonomiden sorumlu Bakanlar ve ilgili bürokratlar toplanmalı ve programın gidişini izleyip, gereken tedbirleri anında alabilmeli­dir. Böyle bir uygulamanın ciddiyetle sürdü­rüldüğü kamuoyuna anında duyurulmalıdır. Böylece, programın kamuoyuna maledilmesi daha kolayolacaktır. Programın başarısı, ka­muoyuna anlatılmasına ve maledilmesine, büyük ölçüde bağlıdır.

Bu uyarılarımıza rağmen bir so:nuçalı­namamış, hükümet bu ekonomik programıbir türlü benimsememiştir. Programın yürütül­mesini ve sorumluluğunu bürokratlara bırak­mıştır. Ve bunların ötesiride 19 Şubat 2001 ta­rihinde Cumhurbaşkanı ile Başbakan'ın ara­sındaki tartışmanın dramatik bir tablo içinde kamuoyuna açıklanması, kısa vadeli fonların kaçmasına sebep olmuştur. 

Şubat 2001 krizinden önce patlayan Kasım 2000 kriziyle ilgili IMF'nin teşhisi şöyle­dir: "Kasım ayında Türkiye'de bankacılık sek­töründe ortaya çıkan likidite sıkışması yaban­cı ve giderek yerli yatırımcıların güvenini sars­mış, fınansal sektörde ciddi bir likidite krizine yol açmıştır. Söylentilere göre, krizi tetikleyen; bir Türk bankasına öncelikle yabancı kredi kanallarının kapatılması ve daha sonra iki bü­yük Türk bankasının devlet iç borçlanma se­netleri (DİBS) piyasasında aktif bir rol üstle­nen bu orta büyüklükteki bankaya kredi ka­nallannı kapatmalarıdır. Bunun sonucunda bu banka elinde tuttuğu DİBS'lerin bir bölümünü ikinci el piyasada elden çıkarmak zorunda kalmıştır. Bu işlem, faiz oranlarını yükseltince, yabancı yatırımcılar ve diğer yerli bankalar za­rarlarını sınırlandırmak için satışa yönelmişler ve pozisyonlarını kapatmaya çalışmışlardır. Yabancı yatırımcıların, yerli bankaların yaban­cı para cinsinden net açık pozisyonlarına iliş­kin kaygıları ve pozisyonların kapatılması için yapılan işlemleri, çıkış eğilimini hızlandırmış­tır... Merkez Bankası'nın piyasaya başlangıçta likidite vermesi tansiyonu düşürürken, çıkış eğiliminin devam etmesi döviz kuru rejiminin sürdürülebilirliğine ilişkin kuşkuları artırmıştır. Bu arada Merkez Bankası'nın likidite teminini durdurması, şiddetli bir tepkiye yol açmış ve gecelik faiz oranları %2000'ler seviyesine fırla­mıştır 

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, mali piyasadaki krizin kökeninde liki­dite sıkıntıları yatmaktadır. 

Krizlerde Dış Etkenlerin Rolü ve Son Söz 

Krizlerin dış ve iç etkilerle oluşumu ve çözümü ile ilgili değişik yorumlar vardır. Özellikle, akademisyenler Türkiye'deki krizin oluşumu ile ilgili çok değişik teoriler ortaya koymuştur. Oluşum sebeplerini iyi teşhis ede­mezseniz, krizlerle mücadele konusunda etki­siz kalabilirsiniz.

Krizlerin içerdeki sebeplerle oluşması yanında, dış etkenler de vardır. Bu etkenleri daha önceden görmek veya bunlarla ilgili ted­bir almak hemen hemen imkansızdır. Küresel­leşen dünyada krizler de bir anlamda küresel­leşmiştir. Son on yıl içinde dünyanın muhtelif yerlerinde genel hatlarıylafinansal kriz diye­bileceğimiz krizler çıkmıştır. Dünya, son do­kuz senede yedi kriz yaşamıştır. Türkiye de bundan payını almıştır. Dış etkenlerin başında ham madde fiyatlarındaki aşırı yükselme ve bu arada petrol fiyatlarındaki ölçüsüz dalga­lanmalar gelir. Nitekim, 1980 krizinde Türki­ye'de petrol fiyatları tetikleyici roloynamıştır. Krizlerin nedeni olan dış etkenlerden bazıları­nı aşağıda sıralayacağız. 

- Kıbrıs dolayısıyla, Türkiye'nin barış harekatı adı ile düzenlediği harekat, öncelikle bir askeri ambargoya ve daha sonrada ekono­mik ambargoya dönüşmüştü. Bunun etkisi özellikle 1980'li yıllara ve daha sonra da gü­nümüze kadar devam etmiştir. 

- Irak'ın Kuveyt'i işgali dolayısıyla yaşanan savaş, Irak sınırının kapatılması, Türki­ye'ye bir hesaba göre 50 milyar $ civarında döviz kaybına sebebiyet vermiştir. 

Türkiye'de kendimizin yarattığı iç krizler, dış etkenlerin ilavesi ile hemen hemen her on yılda bir tekrarlanan ve devam eden eko­nomik krizlere dönüşmüştür. 

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Türkiye'de yaşanan krizlerirı temelirıde harcama­lar içirı yeterli sağlam kaynak yaratılamamasıve beklenti faktörünün güvensizlik ortamı se­bebiyle olumsuz etkilenmesi yatmaktadır. Çare ise, sağlam kaynak olan vergi gelirleri ile özelleştirme gelirlerirıi artırmak, iyi şartlı dış yatının kredileri bulmak, bankacılık sektörü ile diğer ekonomik alt yapıyı güçlendirmek ve şüphesiz güven veren bir yönetime sahip olmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005