2008 Dünya
Ekonomik Krizi ve Türkiye Ekonomisi
Dünya
ekonomileri 1929 yılından bu yana en büyük ekonomik
krizle sarsılmıştır. ABD’de birçok kişi işsiz
kalmış, FED faizleri 0,25 seviyesine çekmiş
birçok
banka iflas etmiştir. Almanya’da banka mevduatları
devlet güvencesine alınmıştır. İzlanda ekonomisi
çökmüş, devlet dış borçlarını ödeyemeyeceğini
açıklamıştır. Macaristan’da banka mevduatları
güvence altına alınmış, krediler durdurulmuştur.
Yunanistan ve İrlanda’nın kredi notları düşürülmüş
ve acilen nakdi krediye ihtiyaçlarının olduğu
duyurulmuştur. Kemer sıkma politikalarının
uygulanması gerektiği belirtilmiştir.
ABD’de
mortgage piyasasında ortaya çıkan kredi krizi, önce
finans piyasalarını sonra da mali piyasaları etkisi
altına alarak küresel ekonominin tamamına
yayılmıştır. Kriz her ne kadar başlangıçta bir
mortgage krizi olarak ortaya çıksa da, takip eden
süreçte bir likidite krizine dönüşmüş, başta ABD
olmak üzere dünyanın birçok gelişmiş ekonomisinde
başta bankacılık sistemi olmak üzere birçok büyük
firma büyük zararlar etmiş ve faaliyetlerine son
vermişler, çalışanları da işsiz kalmışlardır. (Kobal,
2009: 1)
Küresel
krizin olumsuz etkileri her geçen gün
çeşitlenmektedir. İmalat sanayinde önde gelen
ülkelerde belirgin hale gelen üretim düşüşü ile
birlikte istihdam olanaklarının daraldığı
görülmektedir. Üretim azalışının kaçınılmaz sonucu
işsizliktir. Bunu yaratan önemli bir neden talep
yetersizliğidir. İşsizliğin neden olacağı en önemli
sorun üretimin azalmasıdır. Düşük üretim talep
azalmasına azalan talep ise iş yerlerinin
kapanmasına neden olacaktır. Üretim dışı kalan firma
sayısı arttıkça ülkelerin gelir kaybı yükselecektir.
Üretimi artırmak için iç ve dış talebin artırılması
gerekir. Çalışılabilir durumda olup ta istihdam
olanaklarının yetersiz olması nedeniyle ortaya çıkan
işsizlik ülkelerin fakirleşmesine neden olmaktadır.
Yatırımcıların
risk almadan kazanç elde etmeye çalışmaları, düşük
maliyetli kolay kredi imkânlarının ortada dolaşması,
aşırı tüketimi körükleyen politikalar ve
tüketicilerin kazandıklarından fazlasını tüketmeye
teşviki finans sisteminin en azından ülkemizde iyi
karlar elde etmesini sağlamıştır. (Kobal, 2009:
1)(Tablo)
Tablo: Finans-İmalat
Sanayi Sektörü Karşılaştırması (2009-9 Ay)
|
GSYH
İÇİNDEKİ PAYI-% |
BÜYÜME
ORANI % |
BANKACILIK SEKTÖRÜ |
14.1 |
8.7 |
İMALAT SANAYİ |
23.4 |
-12.4 |
Kaynak: Korkmaz, 2010: 9
Çoğu ülkelerde şirketler küresel krizle mücadele
etmek ve krizden az kayıpla kurtulmak için operasyon
maliyetlerini azaltmaya çalışmakta, harcamalarını
kısmakta, yatırımlarını ertelemekte ve çalıştırdığı
işçi sayısını azaltma yoluna gitmektedir. Diğer
taraftan çalışanların işlerini kaybetme korkusu,
çalışma koşullarında ve ücretlerde oluşan zayıflama,
alternatif iş imkânlarının azalması gibi sebeplerle
tüketim harcamalarını düşürmüştür. (Kobal, 2009: 2)
C. Steindel’e
göre, günümüzde globalleşmenin en yoğun olduğu alan
finans piyasalarıdır. Globalleşme ile birlikte
finans piyasalarının liberalleşmesi uluslar arası
sermayeye büyük bir ivme kazandırmıştır. Sermayenin
bu niteliği özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan
ülkeler açısından bir takım fırsat ve riskleri
beraberinde getirmektedir. (Aktaran: Arslan, 2006:
5)
Türkiye’deki
bankacılık sisteminin mevcut yapısal özelliği ve
piyasadaki aktörlerin kriz sırasındaki davranış
biçimleri Türkiye’nin bu krizi göreli az hasarla
atlatmasına neden olmuştur. Buna göre özellikle 2001
krizinden sonra atılan adımlar ülkemizdeki
bankacılık sistemini sağlamlaştırmış ve bir
istikrara kavuşturmuştur. Gerçekten de Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun sıkı bir şekilde
bankaları gözetimi, bankaların sermaye
yeterliliklerinde bir eksiklik olmaması, döviz
varlıklarıyla döviz yükümlülükleri arasında bir
denge olması ve ABD’dekinin aksine Türkiye’de konut
ipoteğine dayalı tahvil/bono ihracının yapılmaması
olumlu birer yapısal özellik olarak tespit
edilebilir. Ayrıca, bankaların kendi aralarındaki
kredi akışını kesmemeleri ve bir anlamda likiditeyi
devam ettirmeleri, birey, firma ya da başka bir
finans kuruluşuna kullandırdıkları kredilerini
paniğe kapılarak hemen geri çağırmamaları, mudilerin
mevduatlarını çekmek için bankalara hücum etmemeleri
ve bu anlamda piyasaya olan güvenlerini örtülü
olarak açıklamaları da ülkemizin artısı olarak
belirlenebilir. Ancak bu noktada krizi hafife almak
hiç de gerçekçi bir yaklaşım olmamaktadır. Kriz
dönemlerinde en hatalı tutum ise özellikle üretim
sektörünü yaşadığı sorunlarla baş başa bırakmaktır.
(Seviğ, 2008)
Türkiye
ekonomisinin içinde bulunduğu finansal krizlerden
kurtulabilmek için uygulanmış olan 24 Ocak, 5 Nisan
1999 ve Kasım 2001 ekonomik krizlerindeki
programları ekonomide bir takım iyileşmeler
sağlamakla birlikte, ekonominin içinde bulunduğu
finansal ve yapısal sorunların kısa vadeli
politikalarla çözümlenemeyeceğini ortaya koymuştur.
1980’den itibaren uygulamaya konulan
istikrar programlarında
belirtilen bazı hedeflere ulaşılamadığı ortaya
çıkmıştır. Bu hedeflerin başında finansal krize
neden olan kamu kesimi finansman açıklarının
azaltılması ve daha adil bir gelir dağılımının
sağlanması gelmektedir. Globalleşen finansal
piyasalar, sisteme eklenen yeni finansal araç ve
ürünler, kur dalgalanmaları ve yasal düzenlemeler
gibi elde olmayan etkileyici faktörler riskin gerçek
boyutlarının belirlenmesi ihtiyacını ortaya
çıkarmıştır. (Arslan, 2006: 6)n
Little, Scıtovsky
ve Scott’a göre, genellikle düşük gelir, geri
teknoloji ve küçük piyasa çerçevesi içinde çalışan
gelişmekte olan ekonomiler, sosyo ekonomik
yapılarını değiştirerek sanayileşmeyi
amaçlamaktadır. Hızlı bir ekonomik büyümeyi hedef
alan gelişmekte olan ülkelerin amaçlarını
gerçekleştirmek için uyguladıkları stratejilerden
birisi de finans piyasasının istikrarlı bir yapıya
kavuşturulmasıdır. (Aktaran: Arslan, 2006: 7)
Gerek uluslar arası
ticaret hacminin daralması ve işsizliğin artma
eğilimine girmesi gibi olumsuz gelişmeler, gerekse
krizin ABD kaynaklı olması ve ikinci küreselleşme
çağının ardından gelmesi dikkat çekicidir. 1990’dan
bugüne kadar yaşanılan ikinci küreselleşme
dalgasında dünya çapında artan yatırımlarıyla,
genişleyip yetkinleşen üretim ve tedarik, hatta
hizmet zincirleriyle çok uluslu şirketler çok önemli
bir rol oynamaya başlamıştır. (Öz, 2009: 1)
Global bir ekonomi olarak hem ticari hem de finansal açıdan
dünya ekonomisi ile entegre olan Türkiye ekonomisi
mal piyasalarından gelen bir kriz yaşamaktadır.
Yüksek açık pozisyon taşıyan şirketlerin varlığı
dikkat çekmektedir. Küresel daralma dönemlerinde
işsizlik artmaktadır. Büyüme hemen hemen bütün
ülkelerde yavaşlamış 2000’li yılların başlarında
yakalanan hızlı büyüme dönemi kaybolmuştur. Finans
sektörü ile reel ekonomi arasında olumsuz etkileşim
hat safhaya çıkmıştır. Küresel ticaret ve sermaye
akımları daralmıştır. Bu noktada sürdürülebilir ve
genişletici politikaların uygulanması gerekmektedir.
Küresel
likidite bolluğundan kaynaklanan sıcak paraya dayalı
büyüyen Türkiye ekonomisi yüksek cari işlemler
açığını bu şekilde sürdürebilmektedir. (ekopolitik,
2009)
Küresel
finansal krizin neden olduğu likiditedeki daralma ve
gelişmiş ülkelerle birlikte yaşanan büyüme hızındaki
daralma ve düşüş; Türkiye ekonomisi üzerinde
etkisini, sermaye çıkışı, likidite sıkışıklığı ile
dış ve iç talepteki daralma şeklinde
göstermiş
ve başta ihracata çalışan sektörler olmak üzere
üretimde faaliyet gösteren firmalar olumsuz
etkilenmişlerdir. Bankaların kredi vermede daha
seçici ve tedbirli davranmaları, şirketleri azalan
taleple birlikte üretim düzeylerini düşürmeye ve
istihdam hacimlerini daraltmaya mecbur etmiştir.
Bütün bu gelişmeler sonunda 2007 yılı Ekim dönemi
itibariyle % 9,7 olan işsizlik haddi, 2008 yılı Ekim
ayı dönemi itibariyle % 10,9’a yükselmiştir. (TEPAV,
2010: 21)
Küresel
finansal kriz 2008 yılının son çeyreğinden itibaren
küresel durgunluğa dönüşürken, dış talepte bu
nedenle gözlenen sert düşüş Türkiye gibi büyümeye
çalışan ülkelerde üretime önemli darbe vurmuştur.
Dış talepteki daralma, bir süredir devam eden iç
talepteki daralmanın da etkisiyle birleşince,
ekonomi ne zaman sona ereceği şimdiden
kestirilemeyen yeni bir küçülme dönemine girmiştir.
2008 yılının son üç aylık döneminde Türkiye’nin
toplam sanayi üretimi bir önceki yılın aynı dönemine
göre ortalama % 12,5 oranında küçülmüştür. Bu
dönemde, toplam ihracat % 13,4, ithalat ise % 20,9
oranında küçülmüştür. Aynı dönemde, işsizlik oranı %
12,3’le rekor kırmıştır. İmalat sanayi sektörünün
kapasite kullanım oranı Ocak ayında % 63,8’e kadar
gerilemiştir. Küresel krizin Türkiye ekonomisine
yansımaya başladığı Ekim-Aralık 2008 döneminde
toplam sanayi üretimi önceki yılın aynı dönemine
göre ortalama % 12,5 oranında azalma kaydetmiştir.
Talep daralması nedeniyle imalat sanayi tam
kapasiteyle üretim yapamamaktadır. (Doğan; 2010)
Küresel
finans krizinin yol açtığı durgunluğun en önemli
sonucu işsizlik oranlarında yaşan patlama olmuştur.
Son bir yılda işgücündeki artış 1 milyon 93 bin kişi
iken istihdam elden kişi sayısı 448 bin’dir. Bu
arada yüksek oranda kayıt dışı istihdam sorunu da
devam etmektedir. (Doğan, 2010)
|