2008 Ekonomik Krizine Yol Açan Nedenler
Thomas
Friedman ve John McCain gibi önemli araştırmacılar
krizin temelinde Wall Street’te yaşanan açgözlülük
ve yolsuzluk olduğunu dile getirmektedir. Stiglitz
ve Akerlof bunu bir adım daha öteye taşıyarak tüm
krizlerin temelde ilkesiz bir çıkarcılık, yolsuzluk
ve haksızlıktan kaynaklandığını söylemektedir. Bu
motifler, insani mükemmelliğe duyulan şüpheyi ve
kriz algısını tetiklemektedir. Krizin temelini
araştırırken yatırımcılarda görülebilecek bu temel
davranış motiflerinin yanı sıra 30 yıl boyunca
yapılan bir takım politik manevraların da
değerlendirilmesi gereklidir.
ABD ölçeğinde
bakıldığında iki kritik karar mevcuttur: Birincisi,
1970’lerde hisse senedi alışverişindeki
komisyonların deregüle edilmesidir. Sabit komisyon
döneminde yatırım bankaları hisse senedi
ticaretinden tatmin edici bir kar elde
edebilmektedir. Ancak deregülasyondan sonra Charles
Schwab gibi düşük maliyetli brokerların pazara
girmesi, rekabeti arttırmış ve yatırım bankalarının
marjlarını kısmıştır. İkinci kritik karar ise
1990’larda ticari bankalar ve yatırım bankaları
arasındaki sınırları çizen Glass-Steagall
kısıtlamalarının kaldırılmasıdır.5 Bu
sayede ticari bankalar ve hatta AIG gibi sigorta
şirketleri de yatırım bankalarının işlerini yapar ve
yatırım pazarından pay alır hale gelmiştir. Yatırım
bankaları da hayatta kalmak adına bu duruma yeni iş
kolları yaratarak ve karmaşık türev ürünler üreterek
karşılık vermiştir. Kaldıracın daha fazla
kullanıldığı, finansmanın para piyasalarından
karşılandığı ve karlılık yaratan bu ürünler aynı
zamanda krizin iki tetikleyicisi; “üret ve dağıt”
modeli menkulleştirme ve aşırı kaldıraç kullanımına
yol açmıştır.
Diğer yandan şunu da belirtmek gerekir ki bu politikalar, bugünkü
sonuçları hesaba katılmadan üretilmiştir.
Deregülasyonun amacı, küçük yatırımcıların daha az
maliyetle piyasaya girmesidir. Ancak her şey
düşünüldüğü gibi olmamış ve bu durum yatırım
bankalarını daha fazla risk almaya itmiştir.
Benzer şekilde Glass-Steagall kısıtlarının kaldırılmasından da bir
mantık vardır. Ticari ve yatırım bankalarının
birleşmeleri, finansal kurumların işlerini
çeşitlendirmelerine .. yardımcı olacaktır. Ticari
bankacılık sayesinde yatırım bankaları İşlemlerini,
mevduat bankaları gibi daha güvenilir temellere
dayalı yapmalarını sağlayacaktır. Aynı model
yüzyıllardır Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde
geçerliliğini kanıtlamıştır. Hali hazırda Bank of
America’nın Merrill Lynch’i satın alması da
uygulamanın avantajlarına bir örnektir. Bu iki
kritik politika kararının üstüne makroekonomik
denkleme yeni değişkenler eklenmiştir.
2008 KRİZİNİ HAZIRLAYAN MAKRO EKONOMİK ORTAM
2008 krizi,
reel piyasalar karşısında gelişimini sürdüremeyen
finans piyasalarında başlamıştır. İktisat tarihinde
krizlerin finans dinamiğine değinen ilk
iktisatçılardan biri 1929 krizine tanıklık eden
Macar Karl Polanyi’dir. Piyasanın yıkıcı tavrına
karşın korumacılığı bir gereklilik olarak gören
Polanyi’ye göre devletin piyasalara müdahale ettiği
üç temel alan; toprak, emek ve paradır. Bunlar
arasında etki alanı en büyük olan alan; piyasaların
olağan seyrini değiştirme gücüne sahip olan paradır.
Bu açıdan bakıldığında 2008 krizini hazırlayan
olaylardan ilki, 1971’de ABD başkanı Richard M.
Nixon, Bretton-Woods’a son vererek yani doları
altından bağımsız hale getirmesidir. İkinci olay ise
ABD’nin Yom Kippur’da İsrail’e destek vermesi ve
bunun ardından karşılaştığı petrol ambargosuyla
patlayan 1973 petrtol krizidir. ABD, 1973’te düşen
karlarla ayakta durmakta zorlanan imalat sanayisini
desteklemek için, Bretton-Woods’u kaldırmanın
yarattığı hareket özgürlüğüyle 1985’te doları Alman
Mark’ı ve Japon Yeni’ne karşı devalüe etmiştir.
Plaza Anlaşması olarak bilinen bu operasyon 1995
yılına dek karlar, yüzde yetmişlere varan oranlarda
arttırmıştır. Ancak imalat sanayinin kendini
yenilememesi, Plaza anlaşmasını geçici bir çözüm
haline getirmiş ayrıca küresel ekonominin diğer
yanında Japonya ve Almanya ekonomisi de daralmıştır.
Bu yüzden Amerikan Merkez Bankası 1995’te doların
değerini yükselterek karşılıksız ama değerli bir
dolar dönemini başlatmıştır. Bu da mali piyasadaki
balonun şişmesine sonra da bütçe ve dış açıkların
meydana gelmesine yol açmıştır. Bu durumda neo-con
(yeni muhafazakâr) bir iktidar beklentisi artmıştır.
Çünkü doların değer kazanması için ekonomik ve
teknolojik üstünlük veya siyasi üstünlük gereklidir.
Küresel ekonominin güçlenmesine ket vurabilecek
ulusal ekonomik ve teknolojik üstünlük yerine siyasi
üstünlük seçeneği tercih edilmiştir. Böylelikle Bush
dönemi başlamıştır. Böyle bir yaklaşımla
bakıldığında Bush döneminin başlangıcı, aslında
dolar revalüasyonunun yapıldığı 1995 yılı olarak
alınmalıdır. Bu bağlamda devam edildiğinde Bush
iktidarı için en elverişli başlangıç noktası 11
Eylül 2001 tarihi olarak ele alınmaktadır.
11 Eylül 2001’i krizi başlangıç tarihi olarak bir diğer yaklaşım da
halkın refahını arttırıcı politikaları ele
almaktadır. Buna göre 2000 senesinin sonunda yüzde 6
olan faizler, 2003 yılında yüzde 1’lere inmiş ve
tüketim teşvik edilmiştir. Bu gelişmeler sonucu ABD
halkı, gelirinden daha fazla harcar hale gelmiştir.
Tüketim artışına yönelik uygulamalar, kendini en çok
konut sektöründe göstermiştir. Artan iyimserlik ve
harcama eğilimi, risk yönetiminde gevşemeye ve geri
dönüşü riskli olan ipotek kredilerinin serbest
bırakılmasına yol açmıştır.
Bir diğer
bakış açısına göre 2000 yılında ekonomilerde baş
gösteren yavaşlamaya karşın gelişmiş ekonomilerin
merkez bankaları faizleri düşürmüşlerdir. Gevşek
para politikasının iki sonucu olmuştur: Varlık
fiyatları yükselmiş ve kısa vadeli, düşük faizli
borçlanan bankalar konut kredisi gibi uzun vadeli
krediler vermeye başlamıştır. Bu dönemde ABD ve
Avrupa Birliği’nde kredi artış oranı hızı çift
haneli seviyelerdedir, gelişmekte olan ülkelerde
kredi hacimleri artmış, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri
ile Baltık ülkelerinin özel sektöre verilen
kredilerin artışı yüzde 40’ları bulmuştur. 1999
yılında türev piyasaların hacmi 10 trilyon dolarken
bu rakam 2004’te 40 trilyon dolara çıkmış ve 2008’de
70 trilyon doları bulmuştur. 2008’in sonunda sadece
ipotekli konut sektörü için kredi piyasasının hacmi
10 trilyon dolardır.12 Burada bir
noktanın altının çizilmesi gerekmektedir: Bankalar
konut kredisi talebini arttırmak amacıyla kredi
ürünleri çeşitlendirmiş, koşulları esnekleştirmiş ve
geri ödeme olasılığı zor olan tüketicilere krediler
sunmuştur. Bu durum öyle yerlere ulaşmıştır ki
herhangi bir geliri olmayan kişiler bile kredi
almıştır bu yüzden bu kredilere NINJA (no income, no
job, no asset- gelirsiz, işsiz, varlıksız) adı
verilmiştir. 1,5 trilyon doları bulan böyle yüksek
riskli NINJA kredilerinin arkasındaki mantık şudur:
Geri ödenmelerinde zorluk çıkarsa gösterilen teminat
nakde döndürülecektir. Ancak kredi vermek için
yarışan finans kuruluşlarının zayıf nitelikleri olan
ipotekleri de teminat olarak almışlardır. Sanal
ipotek olarak da adlandırılan bu teminatlarla alınan
“eşik-altı (sub-prime)” krediler daha sonra krizi
tetikleyen temel unsurlardan olacaktır. Bu tip
eşik-altı kredilerle artan talep konut fiyatlarına
tavan yaptırmıştır.
Bu noktada
merceği tekrar makro ölçeğe taşımak gereklidir.
Gevşek para politikası nedeniyle oluşan enflasyonist
baskılar, 2004 yılının ikinci çeyreğinde FED’ i
harekete geçirmiş ve faizler arttırılmıştır. 2005’in
ortalarına doğru konut talebinin azalmasıyla konut
fiyatlarında da durgunluk meydana gelmiştir. Artan
faizler sayesinde konut kredisi ödemelerinde de
zorluklar baş göstermiştir. Bu sorunla birlikte
bankalardaki hacizli konut sayısı artmıştır. Hacizli
konutların bankalar tarafından piyasa sürülmesi,
konut fiyatlarını tekrar aşağı çekmiştir. Bu
gelişmeler “jungle mail” kavramını ortaya
çıkarmıştır: Konutların net değeri, ödenen
kredilerin net değerinin altında kaldığından
müşteriler, evlerin anahtarlarını zarflarla geri
postalamıştır. Ancak bankalar, bu kredi ödemelerini
çeşitli mali kuruluşlara satmıştır ve evleri teminat
olarak gösteren birçok menkul ürün vardır. Böylece
zarar hızla yayılmış ve mali kuruluşların iflasına
yol açmıştır.
Ancak kriz iki boyutlu bir seyir izlememiştir, aynı anda birçok
boyut ve dinamik söz konusudur. Düşük faizler, aynı
zamanda yüksek kazançlı ve yüksek risk taşıyan
ürünlerin talebini de arttırmıştır. Bunlardan biri
olan yüksek riskli ipoteğe dayalı konut kredileri
seküritizasyona (menkul kıymetleştirme) tabi
tutulmuş ve yeniden küresel finans piyasalarında
satılmaya başlanmıştır. Menkul kıymetleştirme, nakit
akışının belli bir havuzda toplanarak buradan
yatırımcılara satılacak nitelikte menkul varlıklar
üretilmesi olarak tanımlanmaktadır. Daha fazla
mevduat olmadan yeni kredi finansmanlarının
yaratılması, riskin dağıtılması, yüksek kazanç
motivasyonu gibi unsurlar seküritizasyonu daha da
çekici hale getirmiştir.21 Menkul
kıymetleştirmedeki havuz mantığı, riskin taşınmasına
yardımcı olduğundan krizin yayılmasında çok etkili
olmuştur. YRİK (yüksek riskli ipotek kredisi) veren
bir banka, kredi ödemelerini menkul kıymetleştirip
bunu kısmen veya tamamen bir yatırım bankasına
satmaktadır.
Böylece risk yayılmakta ve sistem kırılganlaşmaktadır. Geri
ödemelerdeki herhangi bir arıza, hem bankaya hem de
menkul kıymetleştirilmiş ürünü olan diğer finansal
kurumlara yansımaktadır. Eski FED Başkanı Alan
Greenspan de krizin yayılmasını bu kredilerin
yeniden satışının neden olduğunu belirtmiştir.
Menkul kıymetleştirmenin yarattığı balon şudur:
Finans mühendisleri, oluşturdukları türev ürünlerde
malın şu anki değerini değil iyimser bir bakış ile
gelecekte beklenen fiyatını temel almış ve bu fahiş
fiyattan satmıştır. Kontratların fiyatları olması
gereken seviyeden kat kat yukarı çıkmıştır.
Dolayısıyla ortada ahlaki bir sorun da söz
konusudur.
Diğer yandan
yatırımcılar da geri ödeme sıkıntılarından meydana
gelen güven kaybı yüzünden bu tip menkul değerlere
olan taleplerini azaltmış ve daha az risk teşkil
eden hazine kâğıtlarını tercih etmişlerdir. Aracı
kurumlar, kısa vadeli nakit için bu varlığa dayalı
türev ürünleri teminat gösterdiklerinden likidite
sıkışıklığı yaşamaya başlamışlardır. 2008 Eylül’ünde
Lehman Brothers’ın iflası, gerginliği ciddi
boyutlara taşımıştır. Risk değerlendirme konusundaki
başarısızlık görülmüş bu yüzden finansal kurumlar
arasında kredi tıkanıklığı başlamış ve yüksek risk
primleri talep edilmiştir.
Risk
değerlendirmesindeki başarısızlığın nedeni, türev
ürünlerin nakde dayalı bir piyasası olmamasıdır.
Denetimleri zayıftır dolayısıyla risk sağlıklı bir
biçimde fiyatlandırılamamaktadır. Finans alanında
denetim, düzenleme ve tarafların yeterli bilgiye
sahip olmamalarından kaynaklanan asimetrik bilgi
sorunu, aşırı risk almaya, vade uyumsuzluğuna ve
varlık fiyatı enflasyonuna neden olmuştur.
|