M.
Kemal
Atatürk Döneminde Sosyo-Ekonomik Gelişmeye ve Finansman
Sorunlarına Bakış:
Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası
Osmanlı’nın
son yüzyıllarda “para”yı kullanmaktaki bilinçli/bilinçsiz
basiretsizliği, devletin gelir ve giderlerini hesapsızca
yöneterek içine düştüğü borç açmazı ve buradan sağlıklı biçimde
kurtulmanın yollarını aramak yerine aynı çıkmaz sokakta
yürümekte direnmesi ve çözümü hep geçici rahatlamalarda arama
alışkanlığı, toplumdaki değerler hiyerarşisini de altüst etti,
rüşvet ve yolsuzluk la çürüyen toplumsal doku beceriksiz tedavi
yollarıyla onarılamadı. Koca bir imparatorluğun tarih
sahnesinden silinip gitmesiyle dediği bu faturanın temel
nedenleri, modern Türkiye Cumhuriyeti’nde Kasım 2000’de
yaşananların da kaynağını oluşturdu, Osmanlı’yı kemiren virüs
bünyeden atılamadı, Cumhuriyetin Atatürk’tü yıllarındaki bir
iyileşmenin ardından, sindiği yerden yeniden baş kaldırdı, aynı
hastalığın aynı göstergelerle toplumu kemirme süreci bu kez
Kasım 2000, Şubat 2001 aylarında dayanılmaz noktaya geldi.
London Times’da 1873 yılında yer alan “temenni”ye koşut
biçiminde 127 yıl sonra, aynı arayış doğrultusunda Kemal Derviş
Amerika’dan ekonominin başına getirildi. Bu kez Uluslar arası
Para Fonu (IMF) Düyun-u Umumiye’nin yerini alarak Türkiye’ye
kredi verenlerin alacaklardın tahsilatı doğrultusunda çok
kapsamlı biçimde devlet otoritesini güdümüne aldı.
Cumhuriyet
rejiminin ana amacı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktı. Bu
amaca doğru barışçıl bir çerçevede ve sağlam adımlarla ilerlemek
için güçlü bir ekonomiye sahip olmak şarttı. Bunun için de
maliyenin dayanıklı olması gerekiyordu. Geçmişin hatalı
politikalarının reddi, Eğlence ve İstihlakı Hususiye Vergisi
Kanunu çıkartılırken Gerekçe’nin görüşülmesi sırasında dönenin
Maliye Bakanı Hasan Saka tarafından şu şeklide açıklanmaktaydı:
“Şu anki mali durumu yaratan olumsuzlukların başında, bütçe
açıklarının birçok yıl dış borçlanma ile kapatılmasının adeta
gelene haline getirilmesi yatmaktadır. Bu kapı ulusal hükümetin
kuruluşuyla kapatılmıştır. Daha sonraki Maliye Bakanı Mustafa
Abdülhalik Renda da, “denk bütçe”, “sağlam maliye” gibi
vazgeçilmez öğelere ilişkin olarak şunları söylemektedir: “Bizim
için hareket noktası şudur; Daima denk bütçe ile yönetilmek,
gelirlerimizden fazla harcama yapmamak, borçlarımızı ödemek,
ödemelerimizi düzgün biçimde yapmak, herhangi bir bütçeden
ziyade etkin bütçe yapmaya önsem vermektir”.
Osmanlı’dan
yıkılan borçlar, artan gereksinimler, kuşkusuz paranın değeri
üzerinde de olumsuz baskı yaratmaktadır. 1929 Dünya kriz de bu
tabloya tuz biber eker. Döviz kıtlığı baş gösterir. Vatandaş da
kendi bindiği dalı kesme pahasında dövize yönelişi içgüdüsel
olarak kışkırtır. Dönemin başvekili İsmen Paşa durumu şöyle
anlatmaktadır:”Masum ruhlar kendi 10 lirasını tehlikeden
kurtarmak için dövize tedarikine kalkışmışlar ve herkesin aynı
telaşı ile kendi 10 lirası değil, evini, dükkanını, tarlasını,
istikbalini tehlikeye atacağını fark edemez olmuşlardır”.
Böylesi
ortamda ulusla ekonomiyi yaptığı yıkımı durdurmak, önlemek,
yeniden sağlam ayaklar üzerine basarak çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşmak için döviz hareketlerini denetim altına almak ve ne
olursa olsun milli paranın değerini korumak, dönemin yönetiminin
tercihi olmuştur. Bu doğrultuda 1567 sayılı ünlü Türk Parasını
Koruma Hakkında Kanun çıkartılır ve para ve kredi konularını
düzenlemek amacıyla da Haziran 1930’da T.C. Merkez Bankası
kurulur.
Sermaye
birikimi yaratmanın yolu da ekonomindi dışa açık vermemesiyle
mümkündür. Üretmek ve dış ticaret açığı vermemek lazımdır.
Kemalist yapının iktisat vekili Mustafa Şeref Bey (Özkan) şöyle
der:”Cumhuriyet Türkiye’sinin eline menkul kıymet stokundan
tamamen yoksun, arazi itibariyle harabeler gösteren, ekonomik
açıdan becerisi olmayan ama azimli vatandaşlara sahip bir ülke
geçti. Sivastopol savaşından başlayan bilanço açığını ödemek
için ulusal sermaye akıp gitmiş bulunuyor”.
İthalat ve
ihracat dengelenecek, dış borçlar ülkenin gücü oranında
tutularak ödenecek, dış borç ödenirken alacaklıların her
isteğine uyum gösterilerek borç tuzağına düşmemeye dikkat
edilecek, borç ödeyeceğim derken ülkenin ve toplumun geleceğini
tehlikeye sokacak hesapsızlıklar yapılmayacaktır. Bu çerçevede
oluşturulan üretim ve dış borç politikalarının ödün vermeden,
başarıyla uygulanması sonucunda ülke ekonomisi 30’lu yılların
ikinci yarısından itibaren canlanmaya ve güçlü biçimde
serpilmeye başlamıştır. 1930-39 yılları arasında dış ticaret
açığı ortadan kalkmış, 1938 hariç dış ticaret her yıl fazla
vermiştir. Bu da borcu borçla kapatan bir yalancı saadet
zincirinin kopartılıp atılarak, yerine sağlıklı bir gelişmenin
konabilmiş olmasını göstermektedir.
Kaynak: Reha Tanör - Finansal Kriz ve Sermaye Piyasası
|