Krizin Adını Koymak
Bazı işletme
ve iktisat kökenli yorumcuların savları doğrultusunda, iki
bankanın başka bir bankanın kredisini kesmesiyle onu sıkıntıya
sokması ve bu sıkıntının zincirleme biçimde sistemin akışını
durdurması, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve toplumsal
elverişsiz yaşam koşullarını açıklamaya yeterli değildir. O
koşulların nedeni değildir, sadece içinde kaynayan su bulunan
tencerenin kapağını attıran bir sonuçtur. Finansal bir üstyapı
gelişmesidir. Keza sıkça dışa vurulduğu üzere bir devlet
adamımızın bir başka devlet adamımıza doğru bir kitapçık
fırlatması da başlı başına bir kriz nedeni olamaz. Ekonomisi
sağlam temeller üzerine oturan ülkelerde devlet adamları
arasında görüş aykırılıkları bulunabilir, cumhurbaşkanları ile
başbakanlar yada diğer üst düzey konumdakiler birbirleriyle
zaman zaman çok sert tartışmalara girebilirler ama bunlar toplum
gemisini alabora edecek krizlere yol açmaz. Krizin adına doğru
ilerlerken, ilk hareket noktasını kaybetmemek gerekir.
Çıkışımızla bulunduğumuz yer arasında bir karşılaştırma yapmak,
dönüp geriye bakarak nerede olduğumuza bir bakmak, yerimizi
doğru saptamak, krizin adının konmasını kolaylaştırır. Birkaç
soru ve onların yanıtı ile bu yerin neresi olduğunu anlamak
mümkündür. Soruları basitçe şöyle sıralayabiliriz: Türkiye 21.
yüzyıla girerken muasır medeniyet seviyesi’ni yakalamış,
hedefine varmış mıdır? Bu ana hedefe ulaşıldıktan sonra mı
ortaya bir kriz çıkıp işleri terse çevirmiştir? Yoksa bu hedefe
tam varmak üzere olduğumuz bir sırada mı, öne sürüldüğü gibi bir
likidite krizi yada yönetimsel bir siyasal kriz bizi menzil-i
maksud’umuzdan; ulaşmayı amaçladığımız yerin hemen dibinden son
kertede geri çevirmiştir?
Bu soruların
yanıtlarını uluslar arası istatistiklere bakarak vermek güç
değildir. Sağlanan ulusal gelirden kişi başına düşene bakmak,
genelde, bir ülke halkının gelir düzeyini anlamak için ilk
yapılan iştir. Sarsıntıya uğradığımız 2000 yılı itibariyle
Türkiye’ye kişi başına düşen gelir Dünya Bankası verilerine göre
2.973 Amerikan dolarıdır. Bu rakamı refah düzeyi en yüksek
ülkeleri bir yana bırakarak, çağdaş uygarlık düzeyine erişmiş
olduklarını kabul ettiklerimizle karşılaştırmak istersek,
gördüğümüz tablo şudur: Brezilya: 3.680, İspanya: 14.104,
Arjantin: 7.738, Yunanistan: 10.806 Kişi başına düşen gelirin
dünya ortalaması 5.161 dolardır. OECD ülkeleri için bu rakam
26.941, G/7 ülkeleri için 30.258, Avrupa Birliği için 21.031,
Latin Amerika için 4.240, Orta Doğu için 4.507’dir.
Sağlık birey
için en büyük servettir. Sağlıklı bireylerden oluşan toplumların
atılım gücü de fazla olur. Çünkü bireyin sağlığı için yapılan
harcamalar gelişmişlik oranında daha fazla olur. 1990-98
yıllarını kapsayan istatistiğe göre kişi başına yapılan sağlık
harcamaları ülkelere göre dolar bazında şöyledir: Avusturya:
2.162, Belçika: 2.184, Finlandiya: 1.722, Fransa: 2.377,
Almanya: 2.769, Slovenya: 746 ve Türkiye: 177. Bu harcamaların,
doktor sayısı, hastane yatak adedi, tedavi kalitesi, koruyucu
sağlık hizmetleri gibi önemli alt başlıkların düzeyini doğrudan
etkilediği ortadadır.
Sağlık
yansızca yaşam kalitesini değil, aynı zamanda yaşama süresini de
etkiler. 1999 yılı rakamlarına göre Türkiye’de doğan her 1000
çocuktan 36’sı yaşamını yitirmiştir. Bu sayı, Avusturya’da 4,
Belçika’da 5, Almanya’da 5, Gürcistan’da 15, Lübnan’da 26,
Libya’da 22’dir.
Birey ve
toplum sağlıklı ise geleceğin kalitesi eğite düzeyine göre
şekillenir. Eğitim konusunda ülkeler, 1997 yılında gayrisafi
milli hasılalarının aşağıdaki oranını harcamışlardır: Avusturya:
5.4, Bulgaristan: 3.2, Estonya: 7.2, Yunanistan:3.1 ve
Türkiye:2.2’dir.
Yatırımların
gerçekleştirilebilmesi için kaynaklar yeterli değilse, bunları
tamamlayacak sağlıklı desteklerin başında doğrudan yatırım yapan
yabancı sermaye gelir. Yabancı sermayenin Türkiye’ye ve
kalkınmışlık açısından benzeri olmaya hedeflediğimiz ülkelere
yaptığı yatırımların 1999 yılı için istatistiği şu sonuçları
vermektedir: Türkiye’ye yapılan sabit yabancı yatırım miktarı
783 milyon dolar olmasına karşılık, Finladiya’ya 3.023,
Fransa’ya 39.101, Almanya’ya 26.822, İsrail’e 2.256 milyon
dolarlık doğrudan yabancı sermaye girişi olmuştur.
Ekonomik
kalkınmayı ve toplumsal gelişmeyi ifade eden çağdaş uygarlık
düzeyine doğru alınan yolda, kaynakların kötü kullanımına,
toplum vicdanının sesini duyuramamasına e giderek ekonomik ve
ahlaksal sonuçlarıyla mali güçsüzlüğe ve toplumsal çürümeye yol
açan yapısal bozukluk 2000-2001 yılında da içinde yaşadığımız
sıkıntılı ortamı oluşturmuştur. Bu genel tablo içinde
yaşadığımız sıkıntılı ortamı oluşturmuştur. Bu genel tablo
içinde temel yapı bozukluğuna, zaman zaman savaş, uluslar arası
ekonomik bunalımlar, sıcak paranın el değiştirmesi gibi geçici
bozukluklar eklendiğinde kriz adı verilen kara bulutlar
oluşmakta, bunlar da bireysel ve toplumsal yaşantımızın
üzerinde, belirli zamanlarda zarara yol açan yağışları
oluşturmaktadır.
Kaynak: Reha
Tanör - Finansal Kriz ve Sermaye Piyasası