Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Deregülasyon, Menkulleştirme, Özelleştirme ve Türevleştirme Nedir

Son 30-35 senenin, genellikle neoliberalizm başlığı altında toplanmaya çalışılan gelişmeleri mal ve sermaye akımlarında serbestleşme, yasal düzenlemelerde (regü-lasyon) buna paralel bir değişim ile simgelenir. Çoğu kere bu yasal değişim, düzen-lemenin azalması olarak nitelenerek ‘deregulation’ adını alır. Menkulleştirme ve Türevleştirmeyi ise biraz daha kapsamlı incelemek gerekmektedir.

'Regulasyon', yasalar, yönetmelikler vb gibi hukuki araçlarla kamu otoritesinin bir alanı –burada örneğin bir ekonomik sektörü, veya alt sektörü- düzenlemesi oldu­ğuna göre deregülasyon da bu tür düzenlemelerin kaldırılması anlamına geliyor. Deregülasyonun mantığı daha az ve daha basit hukuki düzenlemelerin, daha verimli düzenlemeler olacağı; sektörlerde ekonomik verimliliği de artıracağı, hizmet veya ürünün kalitesini artırırken fiyatları düşüreceği tezinde yatar.

Son 25 yıla damgasını vuran ekonomik liberalizm ve özelleştirmeyi savunan ör­neğin Milton Friedman’ın Chicago Okulu gibi gruplar deregülasyonun da savunucu­su olmuşken, aynı şekilde bu grupların görüşlerini radikal şekilde uygulayan Thatcher ve Reagan gibi politikacılar özelleştirme ve deregülasyon politikalarını da beraber savunmuşlardır. Böylece tanımı gereği ille de öyle olmamasına rağmen deregülasyon fiilen neoliberal akım ve onun ‘serbestleştirme’ (liberalizasyon), özel-leştirme gibi reçetelerinin bir başka ögesi olarak algılanmış ve zaten de öyle uygu-lanmıştır. 1989 yılından sonra ünlü Washington Konsensus’u ile de ‘gelişmekte olan ülkeler’ olarak nitelenen çevre ülkelere IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar tara-fından özelleştirme sıklıkla ‘önerilmiş’tir. Aslında deregülasyon ve özelleştirme birbi­rinden ayrı konulardır. Örneğin deregüsyon uygulamalarının ilklerinden olan ABD elektrik şirketleriyle ilgili düzenlemeler bunu daha iyi sergiler. Çünkü zaten ABD’de elektrik üretim ve dağıtımı özel ellerdeydi. Buna karşılık devlet bu özel şirketlere verdiği bölgesel tekel hakkı karşılığında onları hem eyalet, hem de federal düzeyde ağır şekilde denetime tabi tutuyor, kar oranlarını bile belirliyordu. ABD’de elektrik piyasası deregülasyonu petrol krizine bir tepki olarak Kongre’nin 1978 yılında çıkar-dığı bir yasayla başladı ve 1992 Enerji Politikası Yasası ile en önemli adım atıldı. (Slocum, 2008)

Her ne kadar 1970’lerde deregülasyon çalışmaları sürdüyse de asıl uygulama 1980’lerde başlamış, 80’lerin ortasında bir çok sanayileşmiş ülkede önemli sektörler ya kısmen ya tamamen deregüle edilmiştir. (Bradburd, Ross, 1991) Deregülasyon akımının tümüyle etkinlik kazanması için ise 80’lerin sonu 90’ların başını beklemek gerekmiştir. İlk büyük deregülasyon uygulamaları ABD’de 1970’lerde taşımacılık alanında yapıldı. Taşımacılık üzerinde özellikle fiyatlandırma alanındaki kimi kısıtla­malar 1930’larda Franklin Roosevelt yönetiminin Büyük Bunalım’ın ardından getirdi­ği New Deal’ın tamamlayıcı ögelerinden biriydi. Bu tip ögeler arasında örneğin ban-kacılık sektörü üzerindeki ağır devlet denetimi, yatırım bankacılığı ile ticari bankacı­lığı birbirinden ayıran ünlü Glass Seagal Yasası, tekeller ve kartellere karşı çok ağır yaptırımlar getiren antitröst yasaları, sermaye piyasalarını denetleyen SEC’ı kuran ve borsalar üzerinde devlet denetimi sağlayan Security Exchange Yasası gibi yasa-lar sayılabilir. Başka ülkelerde de 1914 sonrası elektrik, gaz, su, ulaştırma gibi çok temel mal ve hizmetler, eğer zaten öyle kurulmamışsa bile sonradan devletleştiril-miş, bu tür alanların özel sektörün elinde olanlarına yönelik de yoğun devlet deneti­mi getirilmişti. Aynı şekilde dış ticaret alanında devlet denetimleri çok artmış altın standardı döneminin göreli serbest ticareti yerine pek çok kota, tarife vb’nin olduğu yoğun bir gümrük yasal düzenlemeleri sistemi getirilmişti. Aynı şekilde yine altın standardı döneminin altına bağlı sabit kur ama altın giriş çıkışına bağlı olarak ayar-lanabilen ve sermaye giriş çıkışında da çok daha serbest 1914 öncesi son dönemi­nin kuralları ortadan kalkmıştı. Onun yerine çoğu zaman yine sabit kurlara dayalı ama bu sabit kurların devlet yasal düzenlemeleriyle korunduğu; sermaye giriş çıkış­ları ve döviz ticaretinin çoğu kere ya yasak ya da devlet tarafından ağır biçimde kı­sıtlandığı bir döneme girilmişti. İkinci dünya savaşından sonra bağımsızlığına kavu-şan pek çok eski sömürge de- bugünün çevre ülkeleri- benzer düzenlemeleri hatta kalkınmak için karma ekonomi yolunu seçerek daha ağır devlet yönetim ve denetim-lerini uygulamışlardı. İşte 1980’lerde ortaya çıkan deregülasyon, kelimenin sözlük anlamının ifade ettiği sınırlı ve verimliliğe yönelik kapsamdan çok aslında 1. Küre­selleşme döneminin kurum ve uygulamalarına ve o zamanın liberalleşmesine doğ­ru bir dönüş reçetesinin bir ögesi olmuştur.

Bu anlamıyla deregülasyon çoğu kere özelleştirmelerle yan yana yürümüş ve yukarıda saydığımız enerji, su, gaz, ulaştırma vb gibi temel mal ve hizmetlerde özel-leştirme, özelleştirilemeyen durumlarda özel sektör firmalarına satış ve dağıtım imti-yazı verme, bu gibi firmaların söz konusu malları daha serbest fiyatlandırmasını sağ­lama anlamına gelmiştir. Aynı şekilde gümrüklerdeki kısıtlamaların kaldırılmasıyla dış ticarette serbestleşme; dış sermaye akımlarının kontrolünün kaldırılması ya da azaltılması ile de bu alanlardaki liberalizasyonla yan yana yürümüştür. Bankaların yapabilecekleri işler konusunda devlet denetimlerinin bazılarının gevşetilmesi, faizle­rin serbest bırakılması; sermaye piyasası ve borsalara yönelik kimi kısıtlamaların kaldırılması da deregülasyon uygulamalarının önemli örneklerindendir.

Böylece 1914 ama özellikle 1929 Büyük Bunalımı sonrasında bütün dünyada yayılan ve krize sebep olduğu düşünülen piyasaların aşırı ve kontrolsüz davranışla­rını dizginlemeye; yetersiz olduğu düşünülen niteliklerini ise planlama ve kontrol ile düzenlemeye çalışan eğilimin tam karşıtı bir dönemden bahsedebiliriz. Ancak özel-leştirme ve deregülasyon uygulamaları yayıldıkça ve yayılmalarına paralel şekilde, bölgesel, ulusal, uluslararası her tür ekonomik kriz, sayıları artarak, birbiri ardına patlak vermiştir. Aynı şekilde bu uygulamaların ahlaki risk nedeniyle oluştuğu iddia edilen verimsizlik kaynaklarını kurutacağı iddia edilmişken tersine çok sayıda yolsuz-luk olayı yaşanmıştır. İşin daha ilginci ise deregülasyon bir çok durumda sadece kendi sözlük anlamını bile gerçekleştirmeyi başaramamıştır. Bunun en basit örneği örneğin Türkiye’deki sermaye piyasası mevzuatıdır. Sonunda olan deregülasyon değil yeni bir tür ve özel kimi çıkarları koruyan regülasyondan başka bir şey değildir.

Özellikle bankacılık alanında yapılan düzenlemeler, sermaye akımlarının ser­bestleştirilmesi ile ilgili düzenlemelerle birlikte ele alındığında sonuç çevre ülkelerin daha kuruluşlarından itibaren çok önem verdikleri ve ekonomik bağımsızlığın önemli bir ögesi olan yerli bankacılık kurumlarının hemen tümüyle yabancı sermaye eline geçmesi sonucunu doğurmuştur.

Liberalizasyon ile birlikte deregülasyonun, özellikle 1987 Asya, 1998 Rusya ve 2002 Türkiye Arjantin krizinin önemli bir sebebi olduğu yolunda ciddi iddialar vardır. En azından 1945-71 yıllarına göre 1971-2002 yılları arasında örneğin bankacılık krizlerinin arttığı açık bir olgudur. (Eichengreen, 2002: 4) 2007/8 krizine yol açan kimi uygulamalar da açıkça deregülasyon sonucu mümkün olmuştur. Bunları kısaca özetlemek aydınlatıcı olabilir.

En önemli etkenlerden biri uluslararası planda serbestçe gezinen kısa vadeli sermaye akımları ya da halk deyimiyle ‘sıcak para’dır. Sıcak paranın doğuşu değilse bile gelişmesi deregülasyon sayesinde olmuştur. Bu krizde önemli rol oynayan ‘menkulleştirme’ (securatisation) uygulamaları ile, ‘credit default swap’ gibi men­kul araçlar yine deregülasyon sayesinde mümkün olabilmiştir.

Deregülasyon sayesinde ABD özelinde yatırım bankacılığı ile ticari bankacılık arasına sert sınırlar koyan 1930’lardan kalma Glass-Seagal Yasası’nı yumuşatan ve yer yer kaldıran 1999 tarihli Gramm-Leach-Bliley Yasası’nın 2007 krizinden sorumlu olduğu iddialarını tartışılır bulsak da bu yasanın yarattığı etkinin yatırım bankaların daha az denetlenmesine yol açtığı kesindir. Ve herkes 1990’larda ticari bankalardaki bir krizden korkarken, 2008 krizi yatırım bankalarından doğmuştur. Yine ABD öze­linde ‘deregülasyon’ çerçevesinde morgıç yasalarında 1930’lardan kalma sınırlandı-rılmaların kaldırılması bugünkü dünya ekonomik krizinin ilk aşaması olan morgıç krizini yaratan sebeplerden biridir. ABD’nin bu krize yol açan devasa bütçe ve cari açıklarını uzun süre verebilmesi ancak deregülasyon sayesinde mümkün olabilmiş kısa vadeli sermaye akımlarıyla bunları finanse edebilmesi sayesindedir.

Bankaların giderek daha yüksek varlık/sermaye oranlarına ulaşması krizde çok çabuk yara almalarına sebep olmuştur. Deregülasyon anlayışı bu oranlar konusunda 1940’lardaki kadar dikkatli olunmasını önlemiş, Basel 1-2 vb gibi uluslararası düzen­lemelerin de yetersiz ve yavaş olmasına yol açmıştır.

Deregülasyon bankaların bilanço dışı (off-balance sheet) uygulamalarında kamu kurumlarının yeterince denetleme yapmasını engellemiş; sonunda bankacılı­ğın dışında adeta resmi bilançolarında görülmeyen yükümlülüklerle dolu inanılmaz büyüklükte bir paralel bankacılık ortaya çıkmıştır. Deregülasyonun önemli bir unsuru da evvelce devletin yerine getirdiği bazı denetim ve kontrol işlevlerinin özel sektöre ait ‘bağımsız’ denetim kuruluşlarına devridir. Denetim ve derecelendirme kuruluşla­rının verdikleri raporların çoğu durumda gerçeği yansıtmadığı veya spekülasyonun sonuçlarının kötüleştirdiği görüldü. Ayrıca deregülasyon modasının getirdiği dolaylı psikolojik etki de önemlidir. Devletleri yöneten politikacılar deregülasyon doktrinini etkisi altında mevcut değişikliklerden sonra bile devlet denetimine tabi alanlarda devlet kuruluşlarının etkin denetim yapmasına soğuk bakar olmuşlardı. Bu dolaylı etki belki doğrudan etkileri kadar kriz yaratıcı, özelde de 2007/8 küresel krizinin ya­ratılmasında etkin olmuştur.

Deregülasyonla ilgili ama ondan bağımsız bir konu da menkulleştirmedir. Men-kulleştirme ise 2008 krizini tarihteki diğer krizlerden ayıran önemli bir farktır. Fakat bu fark yani menkulleştirme aslında nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır?

“Menkulleştirme belli tipteki varlıkların (aktiflerin) bir havuzda toplanması ve sonra faiz getirisi sağlayan menkul değerler olarak yeniden paketlenmesidir. Varlığın sahip olduğu faiz ve anapara ödemesini elde etme hakkı böylece bu menkul değeri satın alana geçer” (Jobst, 2008: 48)

Menkulleştirmenin ortaya çıkışı doğrudan doğruya ABD morgıç piyasasındaki gelişmelerle yakından ilgilidir. İlk kez 1970’de ABD’nin, morgıç piyasasının önemli kurumlarından olan hükümet sponsorlu şirketlerden (GSE) birinin, Ginny Mae’ye kendisinin verdiği morgıç kredilerini teminat göstererek menkul değer çıkartmasıyla başladı. Amaç bu KİT benzeri devlet kuruluşlarının ellerindeki kamu fonlarını nakde çevirip bu nakitle daha fazla ipotek kredisi (morgıç kredisi) verebilmeleriydi. Bu yön-tem daha sonra özel bankalar ve hatta toptan ve perakende dağıtım şirketlerince de taklit edildi. Elbette banka dışı şirketlerin hayli karmaşık mekanizmalar içeren bu yöntemi kullanabilmesi için de yatırım bankası vb gibi bu işlerde uzmanlaşmış finan-sal kuruluşlara ihtiyaç vardı. Bir sonraki bölümde yatırım bankalarının bu ve diğer başka sebeplerle nasıl yükseldiğini göreceğiz. Menkulleştirme ABD’de yaygınlaştık-tan sonra 1980’lerin sonunda İngiltere’de uygulanmaya başlandı. 90’lı yıllarda diğer Avrupa ülkelerine de yayıldı. Yöntem zaten daha 1980’lerin ortalarında gayrimenkul dışında başka tür borçlara da uygulanmıştı. İlk örneği otomobil pazarlama piyasasında görüldü: adları the Certificate for Automobile Receivables Trust (CARS) idi. (Akman, 2010: 265)

2004 yılına geldiğinde sadece ABD’de Varlığa Dayalı Menkul değerler (VDMK) 1,8 trilyon tutarına ulaşmıştı ki bu 1995-2004 arasında yıllık %19 gibi bir hızla büyü-düklerini gösteriyor. Toplam şirket borçlarının % 39’u morgıç borçlarının %33’ü menkulleştirilmişti ve bu oran daha da artıyordu.(Akman, 2010: 266)

Menkulleştirmenin yayılmasını kolaylaştıran çeşitli cazibeleri vardı. İlk cazibe donmuş kaynaklara hareketlilik kazandırmasıydı. Bir banka veya büyük şirketin uzun yıllar sonra geriye alacağı türden bir borç iyi faiz getirisi kazandırsa da banka veya şirketin kaynaklarını donmuş bir hale getirir. Kuruluş yeni yatırımlar yapabilmek için sermaye artırmak veya borç bulmak zorundadır. Halbuki bu borçları -ki bunlar kuru­luş için birer varlıktır (aktif)- menkule çevirip sermaye/para piyasalarında satarsa sermayesi yeniden hareket kazanır; sermaye çevrim hızı artar.

Bankalar için devletlerin uyguladığı muhasebe kuralları açısından bir başka avantajı daha vardır: menkullere teminat olan alacaklar için bu alacakların risklerine göre yüksek sayılabilecek sermaye ayırmak mecburiyetleri varken menkulleştirilmiş borçlar için minimum yasal sermaye mecburiyeti çok daha azdı. (Jobst, 2008: 49) Ve bu durum 2007/8 krizine yol açacak şekilde bu yöntemin ve bu yönteme dayalı men-kulleştirme piyasalarının aşırı büyümesine yol açtı.

Bir başka avantajı ise menkulleşme ile hem ana şirket ile bu şirketin belli gelir akımları arasındaki ilişkilerin bir anlamda koparılmasıdır.4 Böylece bir şirketin daha sağlam alacakları bir başka paket altında toplanabilir ve derecelendirme şirketlerin-den ana şirketin aldığı nottan daha iyi bir not alabilirdi. Ayrıca menkulleştirme ‘yapı-sallaştırılmış finans teknikleri’ kullanılarak tam talebe uygun özel tür menkuller ya­ratmaya da yarıyordu.5

Bu talebe uygunluk olanağının menkul değer arz edenler kadar yatırımcılar açı­sından da avantajları vardır. Yapılandırılmış finans teknikleri tıpkı çok çeşitli beden ölçüleri renk ve kumaştan konfeksiyon ürünü yapılması gibi klasik menkul değerlere göre daha fazla çeşide böylece yatırımcıyı ihtiyaçlarına göre daha çok tercih olanağı kazandırdığı gibi; aynı tekniklerle isteyen büyük kurumsal yatırımcıların ihtiyacına özel sipariş menkuller de üretmek mümkün olabilmektedir. 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri