Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ekonomik Krizlerin Yol Açtığı Sosyal Ve Ekonomik Maliyetler

Akademik çalışmalarda ağırlıklı olarak krizlerin ortaya çıkış nedenleri, finans piyasaları ve reel sektör üzerindeki etkileri, krizden çıkış için gerekli istikrar ve yapısal uyum politikalarının yanı sıra kurumsal düzenlemeler üzerinde yoğunlaşıldığı görülmektedir. Oysaki krizler, genel anlamıyla sosyoekonomik etkiler olarak nitelenebilecek çok geniş bir alanı kapsayan sonuçlar ortaya koymaktadırlar. Bu anlamda ekonomik yaşamda meydana gelen krizlerin, bir savaşın yarattığı ekonomik ve sosyal yıkıntılarına yakın düzeyde etkileri söz konusu olabilmektedir298. Ekonomik krizler beraberinde; likidite buharlaşması, üretimde hızlı bir daralma, fiyatlarda dengesizliğin oluşması, çok sayıda iflasın meydana gelmesi, reel sektörün küçülmesi, ücretlerde gerileme, gelir daralması/satın alma gücünün azalması/talep daralması, işsizlik, gelir dağılımının bozulması, beyin göçü, aile içi ve genel olarak beşeri ilişkilerin bozulması, krizlerin derinliğine bağlı olarak suç oranında gözlenen artış, hırsızlık/kapkaççılık, intihar, boşanma gibi sosyal sorunlar, vergi tahsilatının düşmesi, borçların  artması,   dolarizasyon,   kayıt  dışı  ekonomi,   ülkenin  anîden  artan  dış  kaynak ihtiyacı sonucunda uluslararası finans kuruluşlarının ülke ekonomi politikalarının belirlenmesinde artan rolü ve bunun yarattığı bağımlılık duygusu, dolayısıyla ülkenin kendi sorunlarını çözme istek ve yeteneklerinin aşınması, devlete/siyasal sisteme güvensizlik, Vandalizm, vb. şeklinde sıralanması muhtemel ekonomik ve sosyal sorunları ya doğurmakta ya da mevcut halinin daha da derinleşmesine neden olmaktadır. Krizlerin etkileri, daha sonra işgücü piyasalarında, sağlık, eğitim ve sosyal yardım kalemlerinde kısıntılara gidilmesiyle bütçe harcamalarının miktar ve bileşimini ve giderek yoksulluk ve gelir dağılımına ilişkin göstergeleri olumsuz yönde etkilemektedir. Sayılan maliyetlerin birçoğu genelde tartışmaların dışında bırakılmaktadır. Bu durum, ilgili sorunların önemsiz görülmelerinden ziyade nicelleştirilememelerinden kaynaklanmaktadır. Oysa bu tür etkilerin kapsanması ile ancak krizin sosyoekonomik etkilerinin tam anlamıyla anlaşılmasının mümkün olabileceği gerçeğini göz ardı etmemek gerekmektedir.

Yaşamsal ihtiyaçların karşılanması piyasa mekanizmasının insafına bırakılması durumunda insanların yaşamlarını sürdürebilmek adına suç işlemeleri yadırganacak bir durum gibi görünmemektedir. Zira Arjantin'de 2001 yılındaki ekonomik kriz sonrası gerçekleşen yağma olayları böyle bir duruma örnek teşkü edebilecek niteliktedir. Yine aynı şekilde, Kasım 2001 ve Şubat 2001'de Türkiye'de yaşanan derin ekonomik kriz, emekçi sınıflarda çok ciddi bir hoşnutsuzluğa neden olmuştur. Gerçi solun dağınık ve güçsüz durumu, bu hoşnutsuzlukların emek eksenli muhalif bir harekete yönelmesini engellemekteydi lakin yine de benzer bir kriz yaşayan Arjantin'de oluşan kaos ve sosyal patlama ortamının bir benzerinin Türkiye'de meydana gelmesinden de korkulmuyor değildir.

Ekonomik krizlerle birlikte artan işsizlik, bir taraftan çalışma isteği ve gücünde olan kişileri işsiz kaldıkları sürece gelir kaybına uğratırken, bir taraftan da işe yaramayan biri olma psikolojisine girmelerine neden olarak onların değer yargılarını etkilemek suretiyle toplumsal erozyona uğramalarına neden olmaktadır. İşsizliğin insan psikolojisi üzerine neden olduğu baskı sonucu stresle ilgili hastalıkları çoğaltmakta, işsiz insan topluluklarının değer yargılarındaki bozukluklar beraberinde cinayet benzeri olayları arttırmaktadır. Ayrıca, işsizlik ekonomide potansiyel büyümenin altında büyümeye neden olduğundan kaynakların israf edilmesiyle karşı karşıya kalınmaktadır. İnsanları sadece bir işim olsun diye aldığı eğitimle uyumlu olmayan işlerde ve ücrette çalışmak zorunda bırakması, işsizliğin neden olduğu kaynak israfına örnek gösterilebilecektir. Bireyler işsiz kaldıklarında, ömürleri boyunca biriktirdikleri tasarruftan erimekte, evleri ve diğer taşınmaz mallan ellerinden çıkarmak durumunda kalmakta, toplum içindeki sosyal konumlarını ve öz güvenlerini yitirmekte, fiziki ve akli sağhklan bozulmaktadır. Anlaşıldığı üzere işsizliğin bireyler üzerindeki olumsuz etkilerini tam olarak ölçmek çok zor bir durumdur. Bu yönde ABD kongresi için işsizlikle ilgili olarak yapılmış olan bir araştırmada ürkütücü sonuçlara ulaşıldığı görülmektedir. Şöyle ki; İşsizlik oranı %1 arttığında, örnek olarak %5 den %6 ya çıkması halinde, toplumda ortalama olarak 920 intiharın, 648 cinayetin, 20240 kalp krizinin, 495 karaciğer sirozu ölümü vakasının ortaya çıktığını, 4227 kişinin akü hastanesine, 3340 kişinin de hapishaneye düştüğünü ortaya koymuştur. İşsizliğin boyutunu izah amacıyla Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Thomas Cottle, işsizliğin Amerikan toplumundaki en öldürücü hastalık olduğu, eşler arasındaki geçimsizlik ve dayak olaylarının, kısırlık ve diş çürümelerinin başlıca nedeni olduğunu ifade etmektedir. Yine aynı şeküde Alman psikologlar da işsizliği insan sağlığı için ölümcül bir tehlike olarak gördüklerini açıklamaktadırlar. Onlara göre, bir yıl işsizlik insan ömrünü 5 yıl kısaltmaktadır. Tüm bu açıklamaların sonucunda, yukanda sayılan sosyal ve ekonomik maliyetlerin ortaya çıkmasında ve hızlanarak derinleşmesinde etkin rol oynadığı anlaşılan işsizlik sorununu lokomotif sorun olarak tanımlamamız mümkün olabilecektir.

Gerçekten de incelendiğinde bir ekonomik krizin ortaya koyduğu hem sosyal hem de ekonomik yıkımın ardında işsizlik sorununun yattığı görülebilecektir. Nitekim Keynes, işsizliği en önemli sorun olarak görmüş ve bu sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm önerilerinde bulunmuştur. İlgili döneme bakıldığında da Keynes'i Genel Teori'yi yazmaya iten sebeplerin başında o dönemde sadece İngiltere'de değil genel olarak tüm dünyada 1929 Büyük Depresyonu ve savaşın kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkan işsizlik ve sefaletin varlığının geldiği görülebilecektir. Bu bağlamda Keynes'in, eserinde çözüm için tam istihdam kavramına odaklanıldığı bilinmektedir.

Ekonomik kriz ile birlikte varlık bulan ve/veya derinleşen bir diğer temel sorun gelir dağılımı dengesizliğidir. Bu dengenin, toplumun ortak özlemi olan barış, huzur, güvenlik, adalet ve refahın oluşup gelişmesinde bir araç olarak görülmesi gerçeği göz önüne alındığında önemi daha iyi anlaşılmakta, düşük gelirli kesimlerin nispi payının kötüleşmesi durumunda da çok ciddi sakıncalara neden olabileceği ortaya çıkmaktadır. Eğer bir ekonomide gizli ve açık işsiz sayısı %15'in üzerinde ise gelir dağılımını o ekonomide düzeltmenin mümkün olmadığı kanaati hâkimken bu durumda meselenin muhakkak bu boyutunu da dikkate almak gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Aynı doğrultuda firsat eşitliğinin söz konusu olmadığı bir ekonomide de gelir dağılımının bozulması kaçınılmaz olacaktır. Gelir dağılımını ve servet dağılımını bozan önemli bir başka etken de bankacılık sistemidir. Sübvansiyonların ve teşviklerin yüksek gelirlilere aktarılması söz konusu ise bu durumda gelir dağılımı olumsuz yönde etkilenecektir. Diğer taraftan ekonomik krizlerin beraberinde kimilerine firsat doğurduğu kimilerine ise  acı kayıplara neden olduğu bilinmektedir.  Bu açıdan krizlerin bireyler arasındaki gelir dağılımı dengesizliğini artırıcı bir etken olarak karşımıza çıktığı görülmektedir.

Ekonomik kriz dönemleri kayıt dışılığa uygun bir zemin hazırlamaktadır. Bu gibi dönemlerde işsizler, kayıtlı ekonomide bulamadığı istihdam imkânlarını kayıt dışı faaliyetlerde aramaktadırlar. İşverenlerin kayıt dışına yönelmesi ise, işçi maliyetlerini düşürmek, istihdam ve üretim açısından esnek davranabilme olanağına kavuşmak beklentisinden kaynaklanmaktadır. Kayıt dışı istihdam edüen işçiler açısından başlıca gerekçe, kayıtlı faaliyette bulunma imkânlarının sınırlı olması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Çalışanların büyük bir bölümü iş tercih edecek konumda olmadığından, yoğun işsizlik ortamında, çalışma koşullan nedenli kötü de olsa, bulabileceği bir işte çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Kayıt dışı çalışmak zorunda kalanlar, sendikasız olma ve sosyal güvenlik kapsamı dışında kalma, sağlıksız ortamlarda, işyeri ve iş güvenliği olmadan, pazarlık gücünden yoksun ve korumasız, istismara açık ve sigortasız olarak çalışmak zorunda bırakılmaktadırlar. Bu da ekonomik krizin çalışanlara olumsuz yansımasının bir boyutunu göstermektedir.

Ekonomik krizlerde sosyal ve ekonomik maliyetlerin bir başka açıdan değerlendirilmesi, hükümetleri ve ilgili uluslararası kuruluşları harekete geçirme noktasında kamuoyu tepkisinin bu bağlamda ortaya konması ve bu yönünün izah edilmesi faydalı olacaktır. Bu noktada krizlerin olumsuz sonuçlan karşısında meydana gelen kamuoyu tepkisinin ulaştığı boyutlar ve sürekliliği hükümetlerin ve uluslararası finans kuruluşlarının sosyoekonomik etkilere karşı duyarlılığını belirleyen önemli unsurlar arasında yer almaktadır. Krizlerin olumsuz sonuçlan karşısında meydana gelen toplumsal tepkiler hükümetleri harekete geçirmekte, hükümetlerin artan duyarlılığı ise, IMF başta olmak üzere Bretton Woods kuruluşlarının (BWK)    tutumlarına   yansıyarak    sosyoekonomik   olumsuzlukları   gidermeye   yönelik sosyal politikaların uygulanmasına   olanak  tanımaktadır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri